|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
|
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْواًۙ
Nesilleri devam ettiren kadınlara, dişilere, tozlaşmayı sağlayan rüzgârlara andolsun. |
1 |
|
|
فَالْحَامِلَاتِ وِقْراًۙ
Karnı burnunda, kucakları, sırtları dolu çocuklu kadınlara, yavrulamak üzere olan hayvanlara, yüklü dallara, dolu başaklara, mebzul mahsûle, yoğunlaşmış bulutlara andolsun! |
2 |
|
|
فَالْجَارِيَاتِ يُسْراًۙ
Kolayca hareket eden bulutlara, hava akımlarına, su akıntılarına, gezegenlere, gemilere, uçaklara, füzelere andolsun. |
3 |
|
|
فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْراًۙ
Bütün ilâhî planların, kararların, icraatların envanterini çıkarıp taksim eden meleklere andolsun. |
4 |
|
|
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ
Size va’d olunanlar, tehdit edildiğiniz şeyler kesinlikle doğrudur. |
5 |
|
|
وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِـعٌۜ
Din, toplumlara hâkim, tabiî ve sosyal bir realitedir. Mutlaka hesabı sorulacak olan ilahî bir düzendir. Sorumluluk, hesap, icra ve ceza elbette vardır, kesinkes Allah’a ait, Allah adına kullanılan otorite hâkim olacaktır. |
6 |
|
|
وَالسَّمَٓاءِ ذَاتِ الْحُبُكِۙ
İçinde yörüngeler ve yollar olan, dengeli ve güzel göğe andolsun. |
7 |
|
|
اِنَّكُمْ لَف۪ي قَوْلٍ مُخْتَلِفٍۙ
Siz, tevhid konusunda, Muhammed’in peygamberliği ile, Kur’ân ile ilgili kesinlikle çelişkilerle dolu sözler söylüyorsunuz. |
8 |
|
|
يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ اُفِكَۜ
Akıllarını kullanma ve düşünme zaafı olanlar, bu çelişkili sözler yüzünden, bâtıla, küfre döndürülüyor. |
9 |
|
|
قُتِلَ الْخَرَّاصُونَۙ
Fikir adına, zanlarını, tahminlerini ileri sürenler, yalan-yanlış saçmalayanlar kahrolsun. |
10 |
|
|
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ سَاهُونَۙ
Cehalet içinde olanlar şuursuzca davranıyorlar. |
11 |
|
|
يَسْـَٔلُونَ اَيَّانَ يَوْمُ الدّ۪ينِۜ
Herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğun hesabını vereceği, yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olacağı günün ne zaman gerçekleşeceğini soruyorlar. |
12 |
|
|
يَوْمَ هُمْ عَلَى النَّارِ يُفْتَنُونَ
Onların ateş üzerinde kıvranarak yanacakları gün gerçekleşecek. |
13 |
|
|
ذُوقُوا فِتْنَتَكُمْۜ هٰذَا الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تَسْتَعْجِلُونَ
'Tadın azâbınızı! Küstahça, çabucak gelmesini istediğiniz şey işte budur.' |
14 |
|
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ
Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla özgürce şahsiyetlerini geliştiren, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minler Cennetlerde, akarsu kıyılarında, pınar başlarındadır. |
15 |
|
|
اٰخِذ۪ينَ مَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُحْسِن۪ينَۜ
Rablerinin, kendilerine verdiği nimetleri, imkânları alarak Cennetlerde otururlar. Çünkü onlar bundan önce de, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idareciler ve müslümanlardı. |
16 |
|
|
كَانُوا قَل۪يلاً مِنَ الَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
Geceleri pek az uyurlardı. |
17 |
|
|
وَبِالْاَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
Seher vakitlerinde, derûnî kalp ile namaz kılıp dua ederler, Allah’tan bağışlanma, koruma kalkanına alınma dilerlerdi. |
18 |
|
|
وَف۪ٓي اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّٓائِلِ وَالْمَحْرُومِ
Allah’ın farz kıldığı sosyal yardım düzeninin icabı, yardım isteyenler, medet umanlar ve iffetinden sesini çıkarmayan yoksullar için, onların mallarında, vermekle mükellef oldukları paylar, haklar vardır. |
19 |
|
|
وَفِي الْاَرْضِ اٰيَاتٌ لِلْمُوقِن۪ينَۙ
İlme, delile ve gerekçeye itibar eden, kesin olarak Allah’a inananlar için, yerkürede Allah’ın birliğini, kudretini gösteren deliller vardır. |
20 |
|
|
وَف۪ٓي اَنْفُسِكُمْۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ
Kendi bedenlerinizde, ruhlarınızda ve birbirinizde de deliller, ibretler var. Hâlâ görmeyecek misiniz, düşünmeyecek misiniz? |
21 |
|
|
وَفِي السَّمَٓاءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
Rızkınız, servetiniz, size va’dolunan ve tehdit edildiğiniz şeyler göklerdedir. |
22 |
|
|
فَوَرَبِّ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِنَّهُ لَحَقٌّ مِثْلَ مَٓا اَنَّكُمْ تَنْطِقُونَ۟
Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki, O Kur’ân sizin kullandığınız düşünce usullerine, mantığınıza, konuşma üslûbunuza benzer bir üslupla indirilen hakça düzeni içeren hak bir kitaptır. |
23 |
|
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَ الْمُكْرَم۪ينَۢ
İbrahim’in, ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? |
24 |
|
|
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Onlar, İbrâhim’in yanına girince: 'Selâm sana, selâmette ol, sen selâmettesin' dediler. İbrâhim de: 'Selâm size, selâmette olun' dedi. Bunlar tanınmadık simalardı. |
25 |
|
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اَهْلِه۪ فَجَٓاءَ بِعِجْلٍ سَم۪ينٍۙ
Sezdirmeden hanımının yanına gitti. Kızartılmış semiz bir buzağıyı bütün olarak getirdi. |
26 |
|
|
فَقَرَّبَهُٓ اِلَيْهِمْ قَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۘ
Kızarmış buzağı etini önlerine sürdü. 'Etten yemiyecek misiniz?' dedi. |
27 |
|
|
فَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْۜ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
Derken, İbrâhim, onlardan dolayı içinde korkulacak bir hal olduğunu hissetti. Onlar: 'Korkma!' dediler. İbrâhim’e bilge bir oğul müjdelediler. |
28 |
|
|
فَاَقْبَلَتِ امْرَاَتُهُ ف۪ي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَق۪يمٌ
Karısı kadınların arasında çığlık atmaya başladı. Elini yüzüne çarparak: 'Ben kısır bir kocakarıyım' dedi. |
29 |
|
|
قَالُوا كَذٰلِكِۙ قَالَ رَبُّكِۜ اِنَّهُ هُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ
Misafirler: 'Bu da Rabbinin buyruğudur. O, hikmet sahibi ve hükümrandır, her şeyi bilir.' dediler. |
30 |
|
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
İbrahim: 'Asıl önemli işiniz nedir, ey elçiler?' dedi. |
31 |
|
|
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
Melekler: 'Allah’ın koyduğu kuralları tanımayan, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güçlü bir kavme görevli olarak gönderildik' dediler. |
32 |
|
|
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ ط۪ينٍۙ
'Üzerlerine, çamurdan dökülerek, pişirilmiş taşlar yağdırmaya geldik.' |
33 |
|
|
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِف۪ينَ
'Bu taşlar, cahilce davranarak kural tanımayan azgınlar, haddi aşanlar için Rabbinin katında damgalanarak, yağdırılacaktır.' |
34 |
|
|
فَاَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ ف۪يهَا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
'Bunun üzerine orada bulunan mü’minleri çıkardık.' |
35 |
|
|
فَمَا وَجَدْنَا ف۪يهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۚ
'Zaten orada, bir ev halkının dışında İslâm’ı yaşayan müslüman kimse bulamadık.' |
36 |
|
|
وَتَرَكْنَا ف۪يهَٓا اٰيَةً لِلَّذ۪ينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۜ
Can yakıp, inleten müthiş azaptan korkanlar için orada kalıntılar, ibretler, uyarı işareti bıraktık. |
37 |
|
|
وَف۪ي مُوسٰٓى اِذْ اَرْسَلْنَاهُ اِلٰى فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
Mûsâ’da da, ibretler vardır. Apaçık bir ferman ile, ilâhî bir yetki ile görevli olarak Firavun’a özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere göndermiştik. |
38 |
|
|
فَتَوَلّٰى بِرُكْنِه۪ وَقَالَ سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ
Firavun, kurmayları ve ordusuyla birlikte, güç ve iktidarlarını kullanarak halkı istedikleri istikamette yönlendirmişler, Mûsâ’nın peygamberliğine imandan yüz çevirmişler ve Mûsâ’ya: 'Büyüleyerek aklı etki altına alan veya cinlere mahkûm olmuş delidir.' demişlerdi. |
39 |
|
|
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُل۪يمٌۜ
Onu, Allah’a âsî olan ilâhî kuralları tanımayan askerî erkânını ve ordularını da tutup denize attık. O pişmanlık duyarak kendisini kınayıp duruyordu. |
40 |
|
|
وَف۪ي عَادٍ اِذْ اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرّ۪يحَ الْعَق۪يمَۚ
Âd kavminde de ibretler vardır. Üzerlerine, köklerini kurutacak görevli bir rüzgâr estirmiştik. |
41 |
|
|
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ اَتَتْ عَلَيْهِ اِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّم۪يمِۜ
Üzerinden geçtiği hiçbir şeyi canlı bırakmıyor, kül haline getiriyordu. |
42 |
|
|
وَف۪ي ثَمُودَ اِذْ ق۪يلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتّٰى ح۪ينٍ
Semûd kavminde de, ibretler vardır. Hani kendilerine: 'Cezalandırma vaktiniz gelinceye kadar, zevk-u safâ sürün, dünya nimetlerinden faydalanın' denilmişti. |
43 |
|
|
فَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ
Rablerinin koyduğu düzene, şer’î hükümlere karşı geldiler. Onlar azâbı beklerlerken, başlarının üzerinde dolaşan felâketi hissede hissede onları yıldırım çarptı. |
44 |
|
|
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ
Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı. |
45 |
|
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ۟
Bunlardan önce de, Nuh kavmini helâk etmiştik. Onlar doğru ve mantıklı düşünmeyi terkeden, fâsık, âsi, bozguncu bir kavimdi. |
46 |
|
|
وَالسَّمَٓاءَ بَنَيْنَاهَا بِاَيْدٍ وَاِنَّا لَمُوسِعُونَ
Göğü, sonsuz kudretimizle, sayısız teknikle, tutarlı kanunlarla, enerji yükleyerek, nimetlerle dolu olarak biz yükseltip düzenledik, tavan olarak inşa ettik. Ve onu elbette biz genişletmeye, enerji yüklemeye devam ediyoruz, rızkı bollaştırıyoruz. Bunların hepsini yapmaya bizim gücümüz kudretimiz yeter. |
47 |
|
|
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
Sizin yaşamanız, yerleşmeniz, menfaatiniz için, yeryüzünü, tarıma elverişli ovalar, iskana uygun araziler haline, işlevli hale getirdik. Biz ihtiyaçlarınıza uygun olacak şekilde ne güzel düzenleme yapıyoruz. |
48 |
|
|
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Her türden erkekli dişili çiftler yarattık. Ola ki, düşünüp öğüt alırsınız. |
49 |
|
|
فَفِرُّٓوا اِلَى اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۚ
'İnkârdan, isyandan, zulümden, cezadan kaçarak Allah’a sığının. Ben, size, O’nun katından gelmiş, sorumluluk, hesap ve cezanın varlığını açıklayan bir uyarıcıyım.' |
50 |
|
|
وَلَا تَجْعَلُوا مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۜ اِنّ۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
'Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Ben size, O’nun tarafından gelmiş sorumluluk, hesap ve cezanın varlığını açıklayan apaçık bir uyarıcıyım.' |
51 |
|
|
كَذٰلِكَ مَٓا اَتَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا قَالُوا سَاحِرٌ اَوْ مَجْنُونٌ
Geçmişteki peygamber-toplum ilişkileri böyle cereyan etmişti. Onlardan öncekilere de herhangi bir Rasul geldiğinde ona mutlaka: 'Büyüleyici söz söyleyerek aklı etkileyen biridir veya cinlere mahkum olmuştur, delidir.' dediler. |
52 |
|
|
اَتَوَاصَوْا بِه۪ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
Bu düşünce tarzını, nesilden nesile birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır, onlar azgın bir toplumdur. |
53 |
|
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَٓا اَنْتَ بِمَلُومٍۘ
Artık onlardan uzak dur. Onların takındıkları tavırlardan dolayı sen kınanacak değilsin. |
54 |
|
|
وَذَكِّرْ فَاِنَّ الذِّكْرٰى تَنْفَعُ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sen yine de, Kur’ân ile öğüt vermeye, tebliğe devam et. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir. |
55 |
|
|
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
Ben cinleri ve insanları yalnız beni ilâh tanısınlar, candan müslüman olarak bana teslim olsunlar, saygıyla bana kulluk ve ibadet etsinler, yalnızca benim şeriatıma bağlansınlar, bana boyun eğsinler diye yarattım. |
56 |
|
|
مَٓا اُر۪يدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ يُطْعِمُونِ
Onlardan rızık, ekmek, aş ve servet istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum. |
57 |
|
|
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُوالْقُوَّةِ الْمَت۪ينُ
Allah, işte O rızkı ve serveti verendir. Güç, kuvvet ve sarsılmaz bir kudret sahibidir. |
58 |
|
|
فَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذَنُوباً مِثْلَ ذَنُوبِ اَصْحَابِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
Baskı, zulüm ve işkenceyle, temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyenlerin hakka riayet etmeyenlerin, haksızlık edenlerin, şirke girenlerin isyan ve inkârda ısrar edenlerin geçmişteki yandaşlarının payı gibi, azaptan dolgun bir payları vardır. Onu, benden küstahça acele vermemi istemesinler. |
59 |
|
|
فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ يَوْمِهِمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ
Tehdit edildikleri o günden dolayı, vay kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenlerin, kâfirlerin haline! |
60 |
