|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْـكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠ Eliif, Lââm, Ra. . . Bunlar Hakikati apaçık ortaya koyan BİLGİnin işaretleridir. |
1 |
|
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ قُرْءٰناً عَرَبِياًّ لَعَلَّـكُمْ تَعْقِلُونَ Kesinlikle biz (El Esmâ ül Hüsnâ'nın işaret ettiği insanın hakikatindeki mertebeden - İlim mertebesinden bilincine) Arapça Kur'ân (OKUnası, kavranılası metin) olarak inzâl ettik Onu, aklınızla değerlendiresiniz diye. |
2 |
|
نَحْنُ نَقُصُّ عَلَيْكَ اَحْسَنَ الْقَصَصِ بِمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ هٰذَا الْقُرْاٰنَۗ وَاِنْ كُنْتَ مِنْ قَبْلِه۪ لَمِنَ الْغَافِل۪ينَ Şu Kurân'ı (OKUnası, kavranılası metni) sana vahyederek (hakikatin olan Esmâ mertebesindeki ilimden bilincine yönlendirerek) biz (Esmâ özelliklerimiz itibarıyla biz), ibret verici olaylardan birini en güzel anlatımla sende açığa çıkartıyoruz. . . Önceden şüphesiz bu bilgi sana kapalıydı! |
3 |
|
اِذْ قَالَ يُوسُفُ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي رَاَيْتُ اَحَدَ عَشَرَ كَوْكَباً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ رَاَيْتُهُمْ ل۪ي سَاجِد۪ينَ Hani Yusuf babasına: "Babacığım! Muhakkak ki ben on bir gezegeni, Güneş'i ve Ay'ı gördüm. . . Bana secde ediyorlardı" dedi. |
4 |
|
قَالَ يَا بُنَيَّ لَا تَقْصُصْ رُءْيَاكَ عَلٰٓى اِخْوَتِكَ فَيَك۪يدُوا لَكَ كَيْداًۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُوٌّ مُب۪ينٌ (Babası) dedi ki: "Yavrum. . . Rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra (hasetlerinden) sana bir tuzak kurarlar. . . Muhakkak ki şeytan insan için apaçık bir düşmandır. " |
5 |
|
وَكَذٰلِكَ يَجْتَب۪يكَ رَبُّكَ وَيُعَلِّمُكَ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِ وَيُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اٰلِ يَعْقُوبَ كَمَٓا اَتَمَّهَا عَلٰٓى اَبَوَيْكَ مِنْ قَبْلُ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبَّكَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ "İşte böylece Rabbin seni seçer, olayların hakikatini görmeyi sana öğretir, nimetini, daha önce iki atan İbrahim ve İshak'a tamamladığı gibi, senin ve Âl-i Yakup'un üzerine de tamamlar. Muhakkak ki senin Rabbin Aliym'dir, Hakiym'dir. " |
6 |
|
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ Andolsun ki, Yusuf ve kardeşleri olayında, sorgulayacaklar için dersler vardır! |
7 |
|
اِذْ قَالُوا لَيُوسُفُ وَاَخُوهُ اَحَبُّ اِلٰٓى اَب۪ينَا مِنَّا وَنَحْنُ عُصْبَةٌۜ اِنَّ اَبَانَا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۚ Hani (kardeşleri) dediler ki: "Biz kalabalık ve güçlü olduğumuz hâlde, Yusuf ve kardeşini (Bünyamin) babamız bizden daha çok seviyor! Muhakkak ki babamız açık bir yanılgıda!" |
8 |
|
اُقْتُلُوا يُوسُفَ اَوِ اطْرَحُوهُ اَرْضاً يَخْلُ لَكُمْ وَجْهُ اَب۪يكُمْ وَتَكُونُوا مِنْ بَعْدِه۪ قَوْماً صَالِح۪ينَ "Öldürün Yusuf'u yahut Onu (başka) bir yere uzaklaştırın ki babanızın sevgisi size yönelsin! Ondan sonra rahata ermiş olursunuz. " |
9 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَاَلْقُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ Bir diğeri de akıl verdi: "Bir şey yapmak istiyorsanız. . . Öldürmeyin Yusuf'u! Onu (derin olmayan) bir kuyuya bırakın; bir kafile onu (bulup) alsın!" |
10 |
|
قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا لَكَ لَا تَأْمَنَّۭۖا عَلٰى يُوسُفَ وَاِنَّا لَهُ لَنَاصِحُونَ Dediler ki: "Ey babamız, biz Onun hayrını istediğimiz hâlde neden Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun!" |
11 |
|
اَرْسِلْهُ مَعَنَا غَداً يَرْتَعْ وَيَلْعَبْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ "Yarın Onu bizimle beraber yolla da serbestçe gezip oynasın. . . Şüphesiz biz Onu koruyucularız. " |
12 |
|
قَالَ اِنّ۪ي لَيَحْزُنُن۪ٓي اَنْ تَذْهَبُوا بِه۪ وَاَخَافُ اَنْ يَأْكُلَهُ الذِّئْبُ وَاَنْتُمْ عَنْهُ غَافِلُونَ (Yakup) dedi ki: "Onu götürmeniz beni muhakkak üzer. . . Siz Onunla ilgilenmezken Onu kurdun kapmasından korkarım. " |
13 |
|
قَالُوا لَئِنْ اَكَلَهُ الذِّئْبُ وَنَحْنُ عُصْبَةٌ اِنَّٓا اِذاً لَخَاسِرُونَ Dediler ki: "Andolsun ki, biz kuvvetli bir grupken hâlâ Onu kurt kaparsa, gerçekten biz hüsrana uğrayanlar oluruz. " |
14 |
|
فَلَمَّا ذَهَبُوا بِه۪ وَاَجْمَعُٓوا اَنْ يَجْعَلُوهُ ف۪ي غَيَابَتِ الْجُبِّۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ لَتُنَبِّئَنَّهُمْ بِاَمْرِهِمْ هٰذَا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ Nihayet Onu alıp götürdüler ve Onu kuyunun dibinde bırakmaya karar verdiler. . . Biz de Ona: "Andolsun ki, onların seni tanımadıkları bir ortamda, yaptıklarını yüzlerine vuracaksın!" diye vahyettik. |
15 |
|
وَجَٓاؤُٓ۫ اَبَاهُمْ عِشَٓاءً يَبْكُونَۜ Gecenin ilk saatlerinde, ağlayarak babalarına geldiler. |
16 |
|
قَالُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَاَكَلَهُ الذِّئْبُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِق۪ينَ Dediler ki: "Ey babamız! Doğrusu biz gittik, yarışıyorduk. . . Yusuf'u da eşyamızın yanına bırakmıştık. . . Onu o kurt yemiş. . . Her ne kadar doğruyu söylesek de, sen bize inanmazsın. " |
17 |
|
وَجَٓاؤُ۫ عَلٰى قَم۪يصِه۪ بِدَمٍ كَذِبٍۜ قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ وَاللّٰهُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ Üstüne yalandan sürdükleri taze kan bulunan gömlek ile geldiler. . . (Babaları) dedi ki: "Hayır (öyle olduğunu sanmıyorum)! Nefsleriniz sizi (kötü) bir işe yönlendirmiş! Bana güzellikle sabretmek düşer bundan sonra. . . Sizin anlattıklarınıza karşı sığınağım Allâh'tır!" |
18 |
|
وَجَٓاءَتْ سَيَّارَةٌ فَاَرْسَلُوا وَارِدَهُمْ فَاَدْلٰى دَلْوَهُۜ قَالَ يَا بُشْرٰى هٰذَا غُلَامٌۜ وَاَسَرُّوهُ بِضَاعَةًۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ Bir kafile geldi kuyu başına ve sucuları kovasını saldı kuyuya ve görünce seslendi: "Hey müjde! Burada bir erkek çocuk var". . . Onu satmak için çıkarıp sakladılar. Allâh onların yapmakta olduklarını (onların hakikati ve fiillerinin yaratanı olarak) Aliym'dir. |
19 |
|
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍۚ وَكَانُوا ف۪يهِ مِنَ الزَّاهِد۪ينَ۟ (Sonra Mısır'da) Onu yanlarında tutmak istemedikleri için az bir pahaya, birkaç dirheme sattılar. |
20 |
|
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرٰيهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَاَتِه۪ٓ اَكْرِم۪ي مَثْوٰيهُ عَسٰٓى اَنْ يَنْفَعَنَٓا اَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَداًۜ وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۘ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۜ وَاللّٰهُ غَالِبٌ عَلٰٓى اَمْرِه۪ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ Onu satın alan Mısırlı, karısına dedi ki: "Ona iyi bak. . . Umarım bize faydası olur, belki de Onu evlat ediniriz". . . Böylece Yusuf'u oraya yerleştirdik ki, bu arada yaşamdaki olayların hakikatini OKUmasını talim edelim. . . Allâh hükmü yerine gelir! Fakat insanların çoğunluğu bunun farkında değildir! |
21 |
|
وَلَمَّا بَلَغَ اَشُدَّهُٓ اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماًۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (Yusuf) aklını kullanacak yaşa erdiğinde, Ona hüküm ve ilim verdik. Muhsinleri işte böyle mükâfatlandırırız. |
22 |
|
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ Yusuf'un evinde kaldığı kadın, Onun nefsaniyetinden yararlanmak istedi. Kapıları sımsıkı kapattı. . . "Seninim, gel" dedi. . . (Yusuf) karşı çıkıp: "Allâh'a sığınırım! Muhakkak ki O (kocan) efendimdir, sahip olduğum nimetleri bağışlamıştır. Muhakkak ki zâlimler kurtuluşa ermezler. " |
23 |
|
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ Andolsun ki (o kadın) Onu arzulamıştı. . . Rabbinin burhanı olmasaydı (aklı, duygusuna hâkim olmasaydı Yusuf da) ona meyletmiş gitmişti! Biz böylece Ondan kötülüğü (nefsanî duyguları) ve şehveti uzak tuttuk! Çünkü O, ihlâslı kullarımızdandır. |
24 |
|
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ (İkisi de) kapıya (yarışırcasına) koştular. . . (Kadın) Onun gömleğini arka tarafından boylu boyunca yırttı. . . Kapının (hemen) yanında, kadının kocası ile karşılaştılar. . . (Kadın) dedi ki: "Karına kötülük yapmak isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka nedir?" |
25 |
|
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ (Yusuf) dedi ki: "Nefsimden yararlanmak isteyen o idi". . . Onun hane halkından biri, olayın çözümünü gösterdi: "Eğer Onun (Yusuf'un) gömleği ön tarafından yırtılmışsa, (kadın) doğru söylemiştir, O (Yusuf) yalancılardandır. " |
26 |
|
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ "Eğer Onun gömleği arka tarafından yırtıldı ise, (kadın) yalan söylemiştir, O (Yusuf) gerçeği söyleyendir. " |
27 |
|
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ (Aziyz) Onun (Yusuf'un) gömleğini arkadan (yırtılmış) görünce, şöyle dedi: "Kesin, bu, siz kadınların hilelerindendir. . . Muhakkak ki siz kadınların hilesi çok büyüktür!" |
28 |
|
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ "Yusuf. . . Yüz çevir bundan (bu olanları unut). . . (Kadın!) sen de suçun için bağışlanma dile. . . Muhakkak ki sen büyük bir yanlış yaptın. " |
29 |
|
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ O şehirdeki kadınlar arasında yayıldı: "Aziyz'in karısı hizmetlisini ayartmak istemiş! Yusuf'un muhabbeti kalbinin içine işlemiş! Apaçık sapıklık içinde görüyoruz onu!" |
30 |
|
فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ (Aziyz'in karısı) onların arkasından konuşmalarını duyunca, onlara haber ulaştırıp davet verdi. . . Onlar için keyifle oturacakları mükellef bir sofra hazırlattı. Onlardan her birine de bir bıçak verdi sonra (Yusuf'a): "Karşılarına çık (görün)!" dedi. . . (Şehirli kadınlar) Onu görünce, gözlerinde (yakışıklılığını) çok büyüttüler, şaşkınlıkla (ellerindeki yerine) kendi ellerini kestiler. . . Dediler ki: "Hâşâ! Allâh hakkı için, bu bir beşer değil; bu ancak güzel bir melektir. " |
31 |
|
قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ (Aziyz'in karısı) dedi ki: "Kendisi yüzünden beni hor görüp yerdiğiniz işte bu! Andolsun ki Onu ayartmak istedim de, O, temiz kalmak istedi (sakındı)! Yemin ederim, eğer Ona emrettiğimi yapmazsa kesinlikle zindana atılacak ve aşağılanmışlar arasında olacak. " |
32 |
|
قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ (Yusuf) dedi ki: "Rabbim. . . Zindan, beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir bana. . . Eğer sen onların oyunlarından beni korumazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum. " |
33 |
|
فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ (Yusuf'un) Rabbi Onun duasına icabet etti de onların oyunlarını Ondan defetti! Muhakkak ki O, Semi'dir, Aliym'dir. |
34 |
|
ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟ Sonra, (bunca) delilleri görmelerine rağmen, Onu belli bir süre için zindana koymaya karar verdiler. |
35 |
|
وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ Zindana Onunla (Yusuf ile) beraber iki de delikanlı konmuştu. . . Onlardan biri dedi ki: "(Rüyamda) gördüm ki, şarap yapmak için üzüm sıkıyordum". . . Öbürü de dedi ki: "Ben de (rüyamda) gördüm ki, başımın üstünde ekmek taşıyorum, kuşlar da ondan yiyor". . . "Bunların işaret ettiği hakikatleri bize haber ver. . . Doğrusu biz seni muhsinlerden görüyoruz. " |
36 |
|
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ (Yusuf) dedi ki: "Yemek vakti gelip rızkınız olan size verildiğinde onu yemeden evvel rüyalarınızın tevilini haber veririm. . . Bu Rabbimin bana bildirdiklerindendir. . . Ben o yüzden bir halkın din anlayışını terk ettim ki, onlar, (Esmâ'sıyla) âlemlerin hakikati olan Allâh'a iman etmiyor ve kendilerinin sonsuza dek yaşayacakları gerçeğini inkâr ediyorlardı. " |
37 |
|
وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ "Ben, atalarım İbrahim, İshak ve Yakup'un milletine (tevhid dinine) tâbi oldum. . . Allâh'a herhangi bir şeyi (nefsim dâhil) ortak koşmamız bizim için olacak şey değildir! Bu hem bizim üzerimize ve hem de insanlar üzerine Allâh'ın fazlındandır. Fakat insanların çoğunluğu (bu hakikati değerlendirip) şükretmezler. " |
38 |
|
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ (Yusuf dedi): "Ey zindan arkadaşlarım. . . Birbirinden farklı özelliği olan rabler mi daha hayırlı, yoksa Vahid-ül Kahhar (TEK ve her şey hükmü altında) olan Allâh mı?" |
39 |
|
مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ "Onun dûnunda olan tapındıklarınız, sadece isim olarak var ki (yani o isimlerin müsemması olarak hiçbir varlıkları yoktur), o isimleri de siz ve atalarınız oluşturdunuz; onların varlıkları hakkında Allâh'tan gelmiş bir delil yoktur. Hüküm ancak ve yalnız Allâh'ındır! Hükmetmiştir, sadece kendisine kulluk edilmesini! İşte geçerli Din (anlayışı) budur. . . Fakat insanların çoğu bu gerçeğin farkında değildir!" |
40 |
|
يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ "Ey zindan arkadaşlarım. . . İkinizden biri (zindandan kurtulup) Rabbine şarap sunacak! Diğerine gelince, asılacak da başından kuşlar yiyecek! Hakkında açıklama istediğiniz iş böyle hükmedilmiştir. " |
41 |
|
وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟ (Yusuf) bu ikisinden, kurtulacağını zannettiği kimseye dedi ki: "Efendinin katında beni hatırla (ve hatırlat)!". . . Ne var ki, şeytan, efendisinin yanında Yusuf'u hatırına getirmeyi unutturdu da, nice yıllar zindanda kaldı. |
42 |
|
وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ Melik dedi ki: "Muhakkak ki ben (rüyada) yedi semiz inek gördüm ki, onları yedi zayıf inek yiyordu. Bir de yedi yeşil başak ile bir o kadarı kuru olan diğerlerini gördüm. . . Ey efendiler! Eğer rüya yorumlayabiliyorsanız, rüyam hakkında bana yoruma dayalı hükmünüzü verin. " |
43 |
|
قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍۚ وَمَا نَحْنُ بِتَأْو۪يلِ الْاَحْلَامِ بِعَالِم۪ينَ Dediler ki: "Bir yığın hayalî kurgu bunlar. . . Biz, rüyaların tevili konusunda bilgili de değiliz üstelik!" |
44 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ي نَجَا مِنْهُمَا وَادَّكَرَ بَعْدَ اُمَّةٍ اَنَا۬ اُنَبِّئُكُمْ بِتَأْو۪يلِه۪ فَاَرْسِلُونِ O ikisinden (Yusuf'un zindan arkadaşlarından) kurtulmuş olan, daha sonra hatırladı da dedi ki: "Ben size bunun tevilini haber vereyim. . . Hemen beni (zindana) ulaştırın!" |
45 |
|
يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدّ۪يقُ اَفْتِنَا ف۪ي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۙ لَعَلّ۪ٓي اَرْجِعُ اِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ "Ey Yusuf! Ey Sıddık! Yedi semiz inek ile onları yiyen yedi zayıf inek ve bir de yedi yeşil başak ile bir o kadarı kuru (yedi başak) hakkında bize fetva ver (sembollerinin hükmünü açıkla). . . Umarım ki (işin hakikatiyle) insanlara dönerim de; belki onlar da (değerini) bilirler. " |
46 |
|
قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِن۪ينَ دَاَباًۚ فَمَا حَصَدْتُمْ فَذَرُوهُ ف۪ي سُنْبُلِه۪ٓ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تَأْكُلُونَ (Yusuf) dedi ki: "Yedi sene âdetiniz üzere ziraat yapın (ekersiniz). . . Hasat ettiklerinizi de başağında bırakın. . . Yiyeceğiniz az (bir miktar) hariç. " |
47 |
|
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ سَبْعٌ شِدَادٌ يَأْكُلْنَ مَا قَدَّمْتُمْ لَهُنَّ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّا تُحْصِنُونَ "Sonra bunun ardından yedi şiddetli - kurak yıl gelir. . . O seneler, önceden biriktirdiklerinizi yerler. . . Sakladığınız az (bir miktar) hariç. " |
48 |
|
ثُمَّ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَامٌ ف۪يهِ يُغَاثُ النَّاسُ وَف۪يهِ يَعْصِرُونَ۟ "Sonra bunun ardından bir yıl gelir ki, onda insanlar bol yağmura kavuşturulur ve onda (bollukla) sıkıp sağacaklar (süt sağmak, meyve - üzüm suyu sıkmak). " |
49 |
|
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُ الرَّسُولُ قَالَ ارْجِعْ اِلٰى رَبِّكَ فَسْـَٔلْهُ مَا بَالُ النِّسْوَةِ الّٰت۪ي قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِكَيْدِهِنَّ عَل۪يمٌ Melik dedi ki: "Onu (Yusuf'u) bana getirin!". . . Ne zaman ki Ona (Yusuf'a) rasûl (elçi) geldi, (Yusuf o rasûle): "Rabbine (efendine) dön. . . Ona, 'Ellerini kesen kadınların hâli ne idi?' diye sor. . . Muhakkak ki Rabbim, onların tuzaklarını Aliym'dir. " |
50 |
|
قَالَ مَا خَطْبُكُنَّ اِذْ رَاوَدْتُنَّ يُوسُفَ عَنْ نَفْسِه۪ۜ قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ مِنْ سُٓوءٍۜ قَالَتِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ الْـٰٔنَ حَصْحَصَ الْحَقُّۘ اَنَا۬ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ وَاِنَّهُ لَمِنَ الصَّادِق۪ينَ (Melik, kadınlara) dedi ki: "Yusuf'u ayartmak istediğinizde ne yaptı?". . . "Hâşâ! Allâh için, Onun bir kötü davranışına şahit olmadık" dediler. Aziyz'in karısı ise: "Şimdi Hak ortaya çıktı! Ben Onu ayartmak istedim. . . Muhakkak ki O (Yusuf) doğru sözlüydü!" |
51 |
|
ذٰلِكَ لِيَعْلَمَ اَنّ۪ي لَمْ اَخُنْهُ بِالْغَيْبِ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي كَيْدَ الْخَٓائِن۪ينَ "Bu, arkasından efendime ihanet etmediğimin bilinmesi içindi ve Allâh hainlerin hilelerinde başarılı olmasına izin vermez. " |
52 |
|
وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ "Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. . . Muhakkak ki nefs, var gücüyle kötülüğü emreder. . . Rabbimin rahmet ettiği müstesna. . . Muhakkak ki Rabbim Ğafûr'dur, Rahıym'dir. " |
53 |
|
وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ Melik dedi ki: "Onu (Yusuf'u) bana getirin! Onu kendime özel dost edineyim". . . Onunla konuşmaya başlayınca şöyle dedi: "Bugün senin yanımızda kesinlikle güvenilir bir yerin vardır. " |
54 |
|
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ (Yusuf) dedi ki: "Beni ülkenin hazinedarı yap. Kesinlikle ben güvenilir ve bilgili bir kişiyim. " |
55 |
|
وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ İşte böylece o ülkede (Mısır'da) Yusuf'u yerleştirdik. . . Orada dilediği yerde dolaşır, konaklardı. . . Rahmetimizi dilediğimizde açığa çıkartırız. . . İhsan edicilerin yaptıklarını karşılıksız bırakmayız. |
56 |
|
وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ Sonsuz geleceklerine dönük karşılığı ise, iman etmiş ve korunmakta olanlar için elbette daha hayırlıdır. |
57 |
|
وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ (Nihayet) Yusuf'un kardeşleri geldi. . . Onun yanına girdiler. . . Onlar Yusuf'u tanımadıkları hâlde Yusuf, onları tanıdı. |
58 |
|
وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ (Yusuf) onların yüklerini yüklettikten sonra dedi ki: "Bana, (bir dahaki erzak almaya gelişinizde) üvey kardeşinizi (Yusuf'un öz, gelenlerin ise üvey kardeşi olan Bünyamin) getirin. . . Görüyorsunuz, ben hakkınızı tam veriyorum ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım. " |
59 |
|
فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ "Eğer onu bana getirmezseniz, ne benden bir ölçek bekleyin ne de yanıma gelin. " |
60 |
|
قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ Dediler ki: "Onu getirmek için babasını razı etmeye çalışacağız. . . Kesinlikle bunu başarırız. " |
61 |
|
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ (Yusuf) hizmetlilerine dedi ki: "Sermayelerini yüklerinin içine koyun. . . Ailelerine döndüklerinde belki bunu fark ederler de bize geri dönerler. " |
62 |
|
فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Babalarına geri döndüklerinde dediler ki: "Ey babamız. . . Bir sonraki gidişte yanımızda (Bünyamin'i) götürmezsek bize bir ölçek bile erzak verilmeyecek. . . Biz onu mutlaka koruruz. " |
63 |
|
قَالَ هَلْ اٰمَنُكُمْ عَلَيْهِ اِلَّا كَمَٓا اَمِنْتُكُمْ عَلٰٓى اَخ۪يهِ مِنْ قَبْلُۜ فَاللّٰهُ خَيْرٌ حَافِظاًۖ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ (Babaları) dedi ki: "Daha önce kardeşini (Yusuf'u) size güvenip emanet ettiğim gibi (şimdi de) onu size güvenip emanet mi edeyim? Koruyucu olma itibarıyla Allâh en hayırlıdır! O, Erhamur Rahıymiyn'dir. " |
64 |
|
وَلَمَّا فَتَحُوا مَتَاعَهُمْ وَجَدُوا بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ اِلَيْهِمْۜ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مَا نَبْغ۪يۜ هٰذِه۪ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ اِلَيْنَاۚ وَنَم۪يرُ اَهْلَنَا وَنَحْفَظُ اَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَع۪يرٍۜ ذٰلِكَ كَيْلٌ يَس۪يرٌ Erzak yüklerini açtıklarında, verdikleri bedelin kendilerine iade edilmiş olduğunu gördüler. . . Dediler ki: "Ey babamız. . . Daha ne isteriz? İşte ödediğimiz bedel bize iade olunmuş! Ailemiz için erzak alırız, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de arttırırız (fazla alırız kardeşimizin hakkı olarak). . . Zaten bu (aldığımız) kolay bir ölçektir. " |
65 |
|
قَالَ لَنْ اُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتّٰى تُؤْتُونِ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ لَتَأْتُنَّن۪ي بِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ يُحَاطَ بِكُمْۚ فَلَمَّٓا اٰتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّٰهُ عَلٰى مَا نَقُولُ وَك۪يلٌ (Babaları) dedi ki: "Çepeçevre kuşatılıp öldürülme durumuna düşmedikçe, onu bana kesin olarak geri getireceğinize Allâh adına yemin etmezseniz, onu sizinle göndermem". . . Ne zaman ki sağlam sözlerini verdiler, (babaları) dedi ki: "Allâh, söylediklerimize Vekiyl'dir. " |
66 |
|
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لَا تَدْخُلُوا مِنْ بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُوا مِنْ اَبْوَابٍ مُتَفَرِّقَةٍۜ وَمَٓا اُغْن۪ي عَنْكُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۚ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ Ve dedi ki: "Ey oğullarım. . . Tek bir kapıdan girmeyin. . . Ayrı ayrı kapılardan girin. . . (Gerçi) Allâh'tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. . . Hüküm ancak Allâh'ındır. . . O'na tevekkül (hakikatimdeki El Vekiyl ismi özelliğinin gereğini yerine getireceğine iman) ettim ve O'na yöneliyorum. . . Tevekkül edenler O'na tevekkül etsin. " |
67 |
|
وَلَمَّا دَخَلُوا مِنْ حَيْثُ اَمَرَهُمْ اَبُوهُمْۜ مَا كَانَ يُغْن۪ي عَنْهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا حَاجَةً ف۪ي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضٰيهَاۜ وَاِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِمَا عَلَّمْنَاهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ Babalarının emrettiği şekilde ayrı kapılardan girmeleri, Allâh hükmünü değiştirecek değildi. . . Ne var ki bu, Yakup'un gönlünün duasıydı; onu açığa çıkardı. . . Muhakkak ki O, kendisine bizim talim etmemiz dolayısıyla ilim sahibiydi. . . Fakat insanların çoğunluğu (bu gerçekleri) bilmezler. |
68 |
|
وَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَخَاهُ قَالَ اِنّ۪ٓي اَنَا۬ اَخُوكَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (Kardeşler) Yusuf'un yanına vardıklarında, (Yusuf) kardeşini (Bünyamin'i) yanına getirtti ve: "Ben senin kardeşinim. . . Olanlardan dolayı üzülme!" dedi. |
69 |
|
فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ (Yusuf) onların erzaklarını yüklettikten sonra bir su içme kabını kardeşinin yükü içine koydurttu. . . Sonra bir haberci ve adamları arkalarından koşup: "Ey kervan halkı. . . Siz hırsızsınız!" diye bağırdı. |
70 |
|
قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ Onlara döndüler: "Nedir kaybolan?" dediler. |
71 |
|
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ Dedi ki: "Melik'in su içme tası kayboldu. . . Onu bulan için, bir deve yükü ödül var. . . Ben bu ödüle kefilim. " |
72 |
|
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ (Kardeşler) dediler ki: "Tallahi! Gerçekten bilirsiniz ki biz buraya bozgunculuk için gelmedik. . . Hırsız da değiliz. " |
73 |
|
قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ (Mısırlılar) dediler ki: "Eğer yalan söylüyorsanız onun cezası nedir?" |
74 |
|
قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ (Kardeşler) dediler ki: "Onun cezası: (Melik'in su tası) kimin yükü içinde bulunursa o (yükün sahibi) tutuklanır. . . Zâlimleri işte böyle cezalandırırız!" |
75 |
|
فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ Bunun üzerine (Yusuf) aramaya, kardeşinin heybesinden önce onların heybelerinden başladı. . . Sonra onu (su maşrapasını) kardeşinin heybesinden bulup çıkarttı. . . (Olayı) Yusuf'un lehine işte böyle geliştirdik. Yoksa O (Yusuf), Allâh'ın dilemesi hariç, Melik'in dinine (Melik'in yönetim kurallarına göre) kardeşini alacak durumda değildi. . . Dilediğimizin bilgisini arttırırız. Her ilim sahibinin üstünde Her şeyi Bilen vardır. |
76 |
|
قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ (Kardeşler) dediler ki: "Eğer o çaldı ise, daha önce onun kardeşi de çalmıştı!". . . Yusuf bu (iftirayı) içine attı ve onlara bunu hiç belli etmedi: "Şimdi siz çok kötü bir konumdasınız. . . Kimi neyle tanımladığınızın içyüzünü Allâh daha iyi bilir" dedi. |
77 |
|
قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ (Kardeşler) dediler ki: "Ey Aziyz. . . Muhakkak ki onun çok yaşlı bir babası var. . . Onun yerine bizden birini al. . . Doğrusu senin çok iyi bir insan olduğunu görüyoruz. " |
78 |
|
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟ (Yusuf) dedi ki: "Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını almaktan Allâh'a sığınırız. . . Doğrusu o takdirde zâlimler oluruz. " |
79 |
|
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ Ne vakit ki Ondan (Yusuf'tan) ümitlerini kestiler, çekilip aralarında gizlice konuştular. . . Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allâh adına yemin aldığını ve daha önce Yusuf konusunda da nasıl suçlu durumda olduğunuzu hatırlamıyor musunuz? Babam (Ona dönmem için) bana izin verinceye yahut Allâh benim için hükmedinceye kadar bu ülkeden ayrılmayacağım. . . O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. " |
80 |
|
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ "Babanıza dönün de deyin ki: Ey babamız. . . Muhakkak ki senin oğlun hırsızlık yaptı. . . Biz ancak gördüğümüze şehâdet ettik. . . Göremediğimize (olaylara da) muhafızlık edemezdik. " |
81 |
|
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ "İçinde olduğumuz şehir halkına ve birlikte döndüğümüz kervan halkına sor. . . Biz kesinlikle doğruyu konuşuyoruz. " |
82 |
|
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ (Babaları) dedi ki: "Hayır (öyle olduğunu sanmıyorum)! Nefsleriniz sizi (kötü) bir işe yönlendirmiş. Bana güzellikle sabretmek düşer bundan sonra. . . Umulur ki, Allâh onların hepsini bana getirir. . . Muhakkak ki O, Aliym'dir, Hakiym'dir. " |
83 |
|
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ Onlardan yüz çevirdi ve hüzünden iki gözü beyazlaşmış olduğu hâlde: "Yazık ettiniz Yusuf'a!" dedi. . . Artık O, kederini hazmetmeye çalışan biriydi. |
84 |
|
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ Dediler ki: "Tallahi, sen hâlâ Yusuf'u anmaya devam ediyorsun. . . Nihayet ya hastalanıp eriyeceksin veya ölüp gideceksin bu dert yüzünden. " |
85 |
|
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ (Yakup) dedi ki: "Kederimi ve hüznümü ancak Allâh'a havale ediyorum. . . Allâh hakkında sizin bilmediklerinizi biliyorum. " |
86 |
|
يَا بَنِيَّ اذْهَبُوا فَتَحَسَّسُوا مِنْ يُوسُفَ وَاَخ۪يهِ وَلَا تَايْـَٔسُوا مِنْ رَوْحِ اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يَايْـَٔسُ مِنْ رَوْحِ اللّٰهِ اِلَّا الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ "Ey oğullarım. . . Gidin, Yusuf'tan ve kardeşinden araştırın! Allâh'ın cana can veren rahmetinden umutsuzluğa düşmeyin. . . Çünkü hakikat bilgisini inkâr edenler topluluğundan başkası, Allâh'ın cana can katan rahmetinden ümit kesmez. " |
87 |
|
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلَيْهِ قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ مَسَّنَا وَاَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُزْجٰيةٍ فَاَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَاۜ اِنَّ اللّٰهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّق۪ينَ (Daha sonra tekrar erzak için Mısır'a giden kardeşler) Onun (Yusuf'un) yanına girdiklerinde: "Ey Aziyz. . . Ailemiz büyük darlık ve sıkıntıya düştü. . . Pek değerli olmayan bir sermaye ile geldik. . . Bize tam ölçek ver ve bize bağışta bulun fazladan. . . Muhakkak ki Allâh bağışta bulunanları cezalandırır (karşılığını verir). " |
88 |
|
قَالَ هَلْ عَلِمْتُمْ مَا فَعَلْتُمْ بِيُوسُفَ وَاَخ۪يهِ اِذْ اَنْتُمْ جَاهِلُونَ (Yusuf) dedi ki: "Hani siz toyken, Yusuf'a ve kardeşine ne yaptığınızı hatırlar mısınız?" |
89 |
|
قَالُٓوا ءَاِنَّكَ لَاَنْتَ يُوسُفُۜ قَالَ اَنَا۬ يُوسُفُ وَهٰذَٓا اَخ۪يۘ قَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَاۜ اِنَّهُ مَنْ يَتَّقِ وَيَصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ (Kardeşler) dediler ki: "Aa! Sen, evet sen gerçekten Yusuf'sun?". . . (Yusuf) dedi ki: "Ben Yusuf'um ve bu da kardeşimdir. . . Gerçekten Allâh bize lütfu ihsanda bulundu. . . Zira kim korunur ve sabreder ise, muhakkak ki Allâh iyilik yapanların karşılığını boşa çıkarmaz. " |
90 |
|
قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ اٰثَرَكَ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَاِنْ كُنَّا لَخَاطِـ۪ٔينَ (Kardeşler) dediler ki: "Tallahi! Andolsun ki Allâh seni bize üstün kılmıştır. . . Biz kesinlikle hata edenlerdik. " |
91 |
|
قَالَ لَا تَثْر۪يبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَۜ يَغْفِرُ اللّٰهُ لَكُمْۘ وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ (Yusuf) dedi ki: "Bugün suçunuz başınıza kakılmayacak, kınanmayacaksınız! Allâh sizi bağışlasın! O, Erhamur Rahıymiyn'dir. " |
92 |
|
اِذْهَبُوا بِقَم۪يص۪ي هٰذَا فَاَلْقُوهُ عَلٰى وَجْهِ اَب۪ي يَأْتِ بَص۪يراًۚ وَأْتُون۪ي بِاَهْلِكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ "Şu gömleğim ile (babamıza) gidin. . . Onu (gömleğimi), babamın önüne koyun, gerçeği görür. . . Tüm ailenizi toplayıp bana getirin!" |
93 |
|
وَلَمَّا فَصَلَتِ الْع۪يرُ قَالَ اَبُوهُمْ اِنّ۪ي لَاَجِدُ ر۪يحَ يُوسُفَ لَوْلَٓا اَنْ تُفَنِّدُونِ Ne zaman ki kervan (Yusuf'un şehrinden) ayrıldı, (yurtlarındaki) babaları şöyle dedi: "Eğer bana yaşlandı; ne dediğinin farkında değil demezseniz (bilin ki), kesinlikle ben Yusuf'un kokusunu (dalgasını) alıyorum. " |
94 |
|
قَالُوا تَاللّٰهِ اِنَّكَ لَف۪ي ضَلَالِكَ الْقَد۪يمِ Dediler ki: "Tallahi! Muhakkak ki sen eski yanılgını yaşıyorsun. " |
95 |
|
فَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَ الْبَش۪يرُ اَلْقٰيهُ عَلٰى وَجْهِه۪ فَارْتَدَّ بَص۪يراًۚ قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكُمْ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ Nihayet müjdeci geldiğinde, gömleği Yakup'un önüne koydular, (Yakup) hemen gerçeği gördü! (Yakup) dedi ki: "Size dememiş miydim, muhakkak ki ben Allâh hakkında sizin bilmediklerinizi bilirim. " |
96 |
|
قَالُوا يَٓا اَبَانَا اسْتَغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَٓا اِنَّا كُنَّا خَاطِـ۪ٔينَ (Yusuf'un kardeşleri) dediler ki: "Ey babamız. . . Bizim için suçlarımızın bağışlanmasını dile. . . Doğrusu biz hata edenler olduk. " |
97 |
|
قَالَ سَوْفَ اَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ (Yakup) dedi ki: "Sizin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. . . Muhakkak ki O, Ğafûr'dur, Rahıym'dir. " |
98 |
|
فَلَمَّا دَخَلُوا عَلٰى يُوسُفَ اٰوٰٓى اِلَيْهِ اَبَوَيْهِ وَقَالَ ادْخُلُوا مِصْرَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۜ Yusuf'un yanına girdikleri zaman, (Yusuf) ana-babasına sarıldı ve dedi ki: "İnşâAllâh (Allâh'ın oluşturması ile), güven içinde Mısır'a hoşgeldiniz!" |
99 |
|
وَرَفَعَ اَبَوَيْهِ عَلَى الْعَرْشِ وَخَرُّوا لَهُ سُجَّداًۚ وَقَالَ يَٓا اَبَتِ هٰذَا تَأْو۪يلُ رُءْيَايَ مِنْ قَبْلُۘ قَدْ جَعَلَهَا رَبّ۪ي حَقاًّۜ وَقَدْ اَحْسَنَ ب۪ٓي اِذْ اَخْرَجَن۪ي مِنَ السِّجْنِ وَجَٓاءَ بِكُمْ مِنَ الْبَدْوِ مِنْ بَعْدِ اَنْ نَزَغَ الشَّيْطَانُ بَيْن۪ي وَبَيْنَ اِخْوَت۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَط۪يفٌ لِمَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ (Yusuf) ana-babasını tahta oturttu. . . Kardeşleri, önünde saygıyla yere kapandılar. . . (Yusuf) dedi ki: "Babacığım. . . İşte bu önceden (gördüğüm) rüyanın (baba = güneş, Anne = Ay, on bir kardeş = on bir gezegen olarak) tevilidir (anlamının gerçeğidir). . . Rabbim onu Hak kıldı (gerçekleştirdi). . . (Rabbim) bana hakikaten ihsanda bulundu. . . Şeytan benimle kardeşlerim arasına fit soktuktan sonra; beni zindandan çıkardı ve sizi de çölden getirdi. . . Muhakkak ki Rabbim dilediğine Latiyf'tir. . . Çünkü O, Aliym'dir, Hakiym'dir. " |
100 |
|
رَبِّ قَدْ اٰتَيْتَن۪ي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَن۪ي مِنْ تَأْو۪يلِ الْاَحَاد۪يثِۚ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اَنْتَ وَلِيّ۪ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ تَوَفَّن۪ي مُسْلِماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَ "Rabbim. . . Gerçekten bana Mülk'ten verdin ve bana yaşamdaki olayların hakikatini görmeyi öğrettin. . . Semâlar ve Arz'ın (1. Evrensel anlamda: Evrenin hakikati olan ilim boyutu ve yaradılmışlarının algılamalarına göre var olan madde boyutu; 2. Dünyevî mânâda: Gökler {boyutsallığı ile} ve yeryüzü; 3. İnsanî mânâda: İnsandaki bilinç boyutları {yedi nefs mertebesi bilinci} ve beden) Fâtır'ı; Dünya'da ve sonsuz gelecek sürecinde sensin Veliyy'im (her anımda hakikatimi oluşturan isimlerinden Veliyy isminin anlamının açığa çıkışının farkındalığını yaşamaktayım). . . Bu teslimiyetle beni vefat ettir (madde beden boyutundan çıkart) ve beni sâlihlerin arasına kat!" |
101 |
|
ذٰلِكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهِ اِلَيْكَۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ اِذْ اَجْمَعُٓوا اَمْرَهُمْ وَهُمْ يَمْكُرُونَ İşte bu algılanamayan âlemlerin haberlerindendir ki onu sana vahyediyoruz. . . Onlar (Yusuf'a tuzak kuran kardeşleri) mekr yaparak bu işleri oluşturduklarında onların yanında değildin. |
102 |
|
وَمَٓا اَكْثَرُ النَّاسِ وَلَوْ حَرَصْتَ بِمُؤْمِن۪ينَ Sen (bu konuda onlara yardımcı olmak için) ne kadar hırslı olsan da, insanların çoğunluğu tahkiki imanı yaşayamaz. |
103 |
|
وَمَا تَسْـَٔلُهُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ۟ (Hâlbuki) onun (Hakikat konusundaki uyarın) karşılığında onlardan bir bedel istemiyorsun. . . O, ancak âlemler (ins ve cinn) için bir hatırlatmadır! |
104 |
|
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ Semâlarda ve arzda nice işaret var ki, onlar bunlardan yüz çevirerek üzerlerinden geçip giderler. |
105 |
|
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ ONLARIN ÇOĞUNLUĞU ANCAK MÜŞRİKLER OLARAK (varsandıkları, tanrıları veya BENLİKLERİNİ EŞ KOŞARAK) ALLÂH'A İMAN EDERLER! |
106 |
|
اَفَاَمِنُٓوا اَنْ تَأْتِيَهُمْ غَاشِيَةٌ مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ اَوْ تَأْتِيَهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ (Yoksa) onların, Allâh azabından hepsini sarıp sarmalayacak bir şeye veya onlar farkında değillerken o Saat'in (ölümün) ansızın kendilerine gelmesine karşı bir güvenceleri mi var? |
107 |
|
قُلْ هٰذِه۪ سَب۪يل۪ٓي اَدْعُٓوا اِلَى اللّٰهِ عَلٰى بَص۪يرَةٍ اَنَا۬ وَمَنِ اتَّبَعَن۪يۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ De ki: "İşte bu benim yolumdur; basîret üzere (taklitle değil idrak ettirmeye çalışarak) Allâh'a davet ederim. . . Ben ve bana tâbi olanlar (basîretle yaşayanlardır). Subhan Allâh! Ben herhangi bir şeyi Allâh'a ortak koşanlardan değilim!" |
108 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰىۜ اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ Senden önce, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz ricalden başkasını irsâl etmedik. . . Arzda dolaşıp seyir etmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görsünler. . . Korunanlar için, sonsuz olan gelecek yaşam ortamı elbette daha hayırlıdır. . . Aklınızı kullanmayacak mısınız? |
109 |
|
حَتّٰٓى اِذَا اسْتَيْـَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَٓاءَهُمْ نَصْرُنَاۙ فَنُجِّيَ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِم۪ينَ Tâ ki Rasûller ümitlerini yitirdiler ve (azap uyarıları gerçekleşmeden önce) zannettiler ki kendileri yalanlandılar, (işte o zaman) nusretimiz onlara geldi. . . Dilediğimiz kimseler kurtarıldı. . . Suçlular toplumundan azabımız geri çevrilmez. |
110 |
|
لَقَدْ كَانَ ف۪ي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۜ مَا كَانَ حَد۪يثاً يُفْتَرٰى وَلٰكِنْ تَصْد۪يقَ الَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِ وَتَفْص۪يلَ كُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Andolsun ki, onların yaşam hikâyelerinde derinliğine düşünen akıl sahipleri için bir ibret vardır! O (Kur'ân) (beşer tarafından) uydurulan bir söz değildir. . . Fakat öncekilerden önüne gelen orijin bilgiyi tasdik eden; her şeyi tafsilâtlı anlatan ve iman eden bir topluluk için de hüda (hakikat bilgisi) ve rahmet (nefsinin hakikatini bilip gereğince yaşamak) olandır. |
111 |