|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
يٰسٓۜ YA! SİN! |
1 |
|
وَالْقُرْاٰنِ الْحَك۪يمِۙ Hikmetler[*] içeren Kur’an hakkı için, |
2 |
|
اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ Sen Allah’ın elçilerindensin, |
3 |
|
عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۜ Doğru yoldasın. |
4 |
|
تَنْز۪يلَ الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ Bu daima üstün ve ikramı bol olan Allah’ın indirdiği kitaptır. |
5 |
|
لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اُنْذِرَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ Ataları uyarılmadığından yanılgılar içerisinde kalmış bir topluluğu uyarman için indirilmiştir[*]. |
6 |
|
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلٰٓى اَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Onların çoğu, bunun gerçekten Allah’ın sözü olduğunu anladı ama (bir türlü) inanıp güvenemiyorlar[*]. |
7 |
|
اِنَّا جَعَلْنَا ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ اَغْلَالاً فَهِيَ اِلَى الْاَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ Sanki boyunlarına, çenelerine kadar dayanan demir halkalar takmışız da baş eğemiyorlar. |
8 |
|
وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ سَداًّ وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَداًّ فَاَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لَا يُبْصِرُونَ Sanki hem önlerine bir engel hem de arkalarına bir engel koyup kuşatmışız da göremiyorlar[*]. |
9 |
|
وَسَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Onları uyarsan da uyarmasan da fark etmez, güvenmiyorlar! |
10 |
|
اِنَّمَا تُنْذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمٰنَ بِالْغَيْبِۚ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَاَجْرٍ كَر۪يمٍ Sen ancak, içten içe Rahman’dan korkarak bu zikre (Kur’ân’a) uyanı uyarabilirsin. Ona uyanlara, durumlarının düzeltileceğini[*] ve büyük bir ödül verileceğini müjdele. |
11 |
|
اِنَّا نَحْنُ نُحْـيِ الْمَوْتٰى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَاٰثَارَهُمْۜ وَكُلَّ شَيْءٍ اَحْصَيْنَاهُ ف۪ٓي اِمَامٍ مُب۪ينٍ۟ Ölüleri biz dirilteceğiz. Yapıp ettiklerini ve arkalarına bıraktıklarını da yazmaktayız[1*]. Her şeyin kaydını, bir ana kitapta tek tek tutuyoruz[2*]. |
12 |
|
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً اَصْحَابَ الْقَرْيَةِۢ اِذْ جَٓاءَهَا الْمُرْسَلُونَۚ Şu şehir ahalisini, bir örnek olarak onlara anlat. Birgün oraya elçilerimiz gelmişti. |
13 |
|
اِذْ اَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُٓوا اِنَّٓا اِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ İki elçi göndermiştik, ikisini de yalancı saydılar. O elçilere, üçüncüsü ile destek verdik. “Biz, size gönderilen elçileriz.” dediler[*]. |
14 |
|
قَالُوا مَٓا اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۙ وَمَٓا اَنْزَلَ الرَّحْمٰنُ مِنْ شَيْءٍۙ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا تَكْذِبُونَ Onların söyledikleri şu oldu: “Siz de bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz ki! Rahman[*], bir şey indirmez; siz sadece yalan söylüyorsunuz!”. |
15 |
|
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ اِنَّٓا اِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ (Elçiler) “Rabbimiz (Sahibimiz) biliyor, biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.” dediler. |
16 |
|
وَمَا عَلَيْنَٓا اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ “Görevimiz açık bir tebliğden ibarettir.” |
17 |
|
قَالُٓوا اِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ Halk dedi ki; “Sizin yüzünüzden iyice savrulduk[1*]. Bu işi bırakmazsanız sizi taşa tutarız, fena halde canınız yanar[2*].” |
18 |
|
قَالُوا طَٓائِرُكُمْ مَعَكُمْۜ اَئِنْ ذُكِّرْتُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ Elçiler dediler ki, “sizi savuran sizin tavrınızdır. Size doğrular hatırlatıldı diye mi böyle oldunuz[*]? Hayır, siz aşırı giden bir halksınız.” |
19 |
|
وَجَٓاءَ مِنْ اَقْصَا الْمَد۪ينَةِ رَجُلٌ يَسْعٰى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَل۪ينَۙ Bir adam, şehrin en uzak yerinden koşa koşa geldi. “Ey halkım, uyun şu elçilere!” dedi. |
20 |
|
اِتَّبِعُوا مَنْ لَا يَسْـَٔلُكُمْ اَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ “Sizden bir karşılık istemeyen şu kişilere uyun! Onlar doğru yoldalar! |
21 |
|
وَمَا لِيَ لَٓا اَعْبُدُ الَّذ۪ي فَطَرَن۪ي وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Ben, beni yaratana niye kulluk etmeyeyim ki! Zaten O’nun huzuruna çıkarılacaksınız. |
22 |
|
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّ۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ Allah ile arama başka ilahlar koyup onlara tutunur muyum hiç? Rahman bir zarar vermek istese onların şefaati benim bir işime yaramaz. Onlar beni kurtaramazlar. |
23 |
|
اِنّ۪ٓي اِذاً لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Öyle yaparsam, açık bir sapıklık içinde olurum. |
24 |
|
اِنّ۪ٓي اٰمَنْتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِۜ Ben sizin Rabbinize (Sahibinize) inandım, beni dinleyin!” dedi. |
25 |
|
ق۪يلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَۜ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْم۪ي يَعْلَمُونَۙ (Adamı öldürdüler) Ona: “Cennet’e gir.” dendi. (Orayı görünce) “Ah, keşke halkım bilseydi!” dedi[*]. |
26 |
|
بِمَا غَفَرَ ل۪ي رَبّ۪ي وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُكْرَم۪ينَ “Rabbimin ne sebeple durumumu düzelttiğini ve beni ikram görenlere kattığını (keşke anlasalardı!)[*]” |
27 |
|
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ Onun arkasından halkına gökten ordu indirmedik, indirmeyiz de. |
28 |
|
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ Yaptığımız tek bir seslenme oldu[1*], hepsi birden alevi sönmüş ateşe döndüler[2*]. |
29 |
|
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ Yazık böyle kullara! Kendilerine bir elçi gelmeyegörsün, hemen hafife alırlar. |
30 |
|
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ Kendilerinden önce nice nesilleri etkisizleştirdiğimizi görmediler mi? Onlar bunlara dönemez, (başlarından geçenleri anlatamazlar). |
31 |
|
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟ Nasıl olsa hepiniz huzurumuza çıkarılacaksınız! (Orada her şeyi öğrenirsiniz) |
32 |
|
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَباًّ فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ Ölü toprak onlar için (yeniden dirileceklerini anlamaları için) bir göstergedir. Ona can verir ve daneli bitkiler çıkarırız. Onlar da ondan yerler. |
33 |
|
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ O toprakta hurma ve üzüm bağları oluştururuz. Kaynaklarından sular fışkırtırız. |
34 |
|
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ Bunu yaparız ki, hem bitkinin ürününden hem de elleriyle yaptıklarından yesinler. Bunlar kendilerine düşen görevi yerine getirmeyecekler mi[*]? |
35 |
|
سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ Yerin bitirdiklerini, kendilerini ve bilmedikleri her şeyi çift yaratan Allah, her türlü eksiklikten uzaktır. |
36 |
|
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ Gece de onlar için göstergedir (âyettir). Ondan gündüzü sıyırıp çıkarırız da zulmette kalıverirler[*]. |
37 |
|
وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ Güneş yerleştirildiği yörüngesinde akıp gider. İşte bu, daima üstün ve bilgili olan Allah’ın koyduğu ölçüdür. |
38 |
|
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ Ay’ı da kuru hurma salkımı sapı gibi olana kadar menzil menzil[*] ölçülendirmişizdir. |
39 |
|
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَـهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ Güneş Ay’ı yakalayamaz gece gündüzü geçemez[1*]. Her biri farklı bir yörüngede yüzer[2*]. |
40 |
|
وَاٰيَةٌ لَهُمْ اَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ İnsan neslini tam donanımlı (ve yüklü) gemilere[*] bindirmemiz de onlar için bir göstergedir (âyettir). |
41 |
|
وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِه۪ مَا يَرْكَبُونَ Onlara bunun gibi başka binekler de yarattık. |
42 |
|
وَاِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَر۪يخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنْقَذُونَۙ Batmalarını tercih edersek[*] onları batırırız. Ne çığlık atabilecek halleri olur, ne de kurtarılabilirler. |
43 |
|
اِلَّا رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ Bizden bir ikram olsun ve bir süreye kadar geçinip gitsinler diye kurtarırsak başka. |
44 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ اَيْد۪يكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ Bunlara: “Önünüzde bulunanlar ile geriye bıraktıklarınız konusunda kendinizi yanlışlardan koruyun[*]; belki iyilik görürsünüz” dense (umurlarında olmaz.) |
45 |
|
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ Rablerinin âyetlerinden hangisiyle karşılaşsalar sadece sırtlarını çevirirler. |
46 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Onlara: “Allah’ın verdiği rızıktan hayra harcayın.” dense, ayetleri görmezlikte direnenler, inanıp güvenenlere şöyle derler: “Onları biz mi doyuracağız? Gerek görseydi Allah doyururdu. Sizin hepiniz açık bir sapıklık içindesiniz!” |
47 |
|
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Bir de şöyle derler: “Doğru söylüyorsanız söyleyin bakalım, bu vaad ne zaman gerçekleşecek!” |
48 |
|
مَا يَنْظُرُونَ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ Bekledikleri tek bir seslenmedir[*]; o ses onları, birbirleriyle çekişirlerken yakalar. |
49 |
|
فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ تَوْصِيَةً وَلَٓا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ۟ Artık bir kimseye ne bir tenbihte bulunma imkanları olur ne de ailelerine dönebilirler. |
50 |
|
وَنُفِـخَ فِي الصُّورِ فَاِذَا هُمْ مِنَ الْاَجْدَاثِ اِلٰى رَبِّهِمْ يَنْسِلُونَ Sura üflenince bunlar; derhal kabirlerinden kalkar ve hızla Rablerine (hesap verecekleri yere) doğru akın ederler. |
51 |
|
قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَ۔اۢ هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمٰنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ “Eyvah! Yatağımızdan bizi kim kaldırdı[*]?” derler. Onlara şöyle denir: “İşte bu, Rahman’ın tehdit ettiği şeydir. Demek ki elçiler doğru söylemişler.” |
52 |
|
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ O, tek bir seslenme[*] olur, derhal hepsi huzurumuza çıkarılır. |
53 |
|
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاً وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ O gün kimseye yanlış yapılmaz; sadece yaptığınızın karşılığını görürsünüz. |
54 |
|
اِنَّ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ ف۪ي شُغُلٍ فَاكِهُونَۚ Cennet ahalisi, o gün tat alacakları işlerle uğraşırlar. |
55 |
|
هُمْ وَاَزْوَاجُهُمْ ف۪ي ظِلَالٍ عَلَى الْاَرَٓائِكِ مُتَّكِؤُ۫نَ Kendileri ve eşleri, gölgeliklerdeki tahtlara kurulurlar. |
56 |
|
لَهُمْ ف۪يهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَۚ Orada onları neşelendirecek işler ve istedikleri her şey vardır. |
57 |
|
سَلَامٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَح۪يمٍ Bir de ikramı bol Rabbinin “Selam[*]” sözü ile karşılanırlar. |
58 |
|
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (Suçlulara da:) “Ey suçlular! Bugün siz ayrılın!” (denir.) |
59 |
|
اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ “Ey âdemoğulları[1*], size sorumluluk yüklemedim mi? Şeytan’a kul olmayın, o açık düşmanınızdır[2*], |
60 |
|
وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ Bana kul olun, doğru yol budur” demedim mi[*]? |
61 |
|
وَلَقَدْ اَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلاًّ كَث۪يراًۜ اَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ O, içinizden nice nesilleri yoldan çıkardı, aklınızı kullanmıyordunuz değil mi? |
62 |
|
هٰذِه۪ جَهَنَّمُ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ İşte tehdit edildiğiniz Cehennem! |
63 |
|
اِصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ Gerçekleri örtmenizin cezası olarak bugün girin oraya! |
64 |
|
اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ O gün ağızlarına mühür basarız da bize elleri konuşur, ayakları da yaptıklarına şahitlik eder. |
65 |
|
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَطَمَسْنَا عَلٰٓى اَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَاَنّٰى يُبْصِرُونَ Onların kafir olmaları bizim tercihimiz olsaydı[*] gözlerini tamamen kör ederdik. Yola gelmeye çalışırlardı ama nereyi göreceklerdi ki? |
66 |
|
وَلَوْ نَشَٓاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلٰى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِياًّ وَلَا يَرْجِعُونَ۟ Kafir olmaları bizim tercihimiz olsaydı onları başka kalıba sokardık. Sonra ne yola devam edebilirler ne de geri dönebilirlerdi. |
67 |
|
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِۜ اَفَلَا يَعْقِلُونَ Kime uzun ömür verirsek yaratılışını tersine çeviririz[*]. Bunlar akıllarını kullanmıyorlar mı? |
68 |
|
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْاٰنٌ مُب۪ينٌۙ Muhammed’e şiir öğretmedik; zaten gerekmezdi de. Bu, sadece doğru bilgi (zikir) ve (onu) açık seçik ortaya koyan Kur’ân’dır[*]. |
69 |
|
لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَياًّ وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِر۪ينَ Kur’ân, diri olanları uyarasın, bir de onun gerçek söz (Allah’ın sözü) olduğu, ayetleri görmezlikte direnenler (kafirler) açısından da kesinleşsin diye indirilmiştir. |
70 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ اَيْد۪ينَٓا اَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ Görmediler mi ki kendi el emeğimiz olan büyük ve küçükbaş hayvanları[*] onlar için yaratmışızdır. Onlar bunlara sahip olurlar. |
71 |
|
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ O hayvanları, bunlara boyun eğdirdik, bazısını kendilerine binek yaparlar, bazısından da yerler. |
72 |
|
وَلَهُمْ ف۪يهَا مَنَافِـعُ وَمَشَارِبُۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ Onlarda kendileri için başka yararlar ve içecekler de vardır. Hala görevlerini yerine getirmeyecekler mi? |
73 |
|
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَۜ Belki yardımları olur diye, Allah ile aralarına koydukları ilahlar edindiler. |
74 |
|
لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَهُمْۙ وَهُمْ لَهُمْ جُنْدٌ مُحْضَرُونَ Oysa onların yardıma güçleri yetmez. Ama bunlar onlar için hazır asker gibidirler. |
75 |
|
فَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۢ اِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ Onların sözleri seni üzmesin; biz neyi gizlediklerini ve neyi açığa vurduklarını iyi biliriz. |
76 |
|
اَوَلَمْ يَرَ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ İnsan, kendisini döllenmiş yumurtadan yarattığımızı görmez mi ki zaman gelir, bizimle açıkça boy ölçüşmeye kalkar. |
77 |
|
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ Kendini nasıl yaratıldığını unutarak bizi başkalarına benzetir ve şöyle der: “Çürük kemikleri kim diriltebilir ki?” |
78 |
|
قُلْ يُحْي۪يهَا الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَهَٓا اَوَّلَ مَرَّةٍۜ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَل۪يمٌۙ De ki “Onları diriltecek olan ilkin var edendir. O, yaratmanın her şeklini bilir. |
79 |
|
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الْاَخْضَرِ نَاراً فَاِذَٓا اَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ O, yeşil ağaçtan, sizin için ateş oluşturandır, siz onu yakarsınız. |
80 |
|
اَوَلَيْسَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْۜ بَلٰى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmanın ölçüsünü koyamaz mı? Koymuştur elbette! O, her şeyi bilen yaratıcıdır. |
81 |
|
اِنَّـمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْـٔاً اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ Bir şeyi irade[*] ettiğinde yaptığı tek şey ‘Ol!’ demesidir sonra o şey oluşur. |
82 |
|
فَسُبْحَانَ الَّذ۪ي بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Her şeyin yönetimini elinde tutan Allah’ın bir eksiği yoktur. Hepiniz O’nun huzuruna çıkarılacaksınız.” |
83 |