|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
اِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُۙ O vâkıa (o kıyâmet) koptuğu zaman! |
1 |
|
لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌۢ Onun meydana gelişini yalanlayacak olan hiçbir kimse yoktur. |
2 |
|
خَافِضَةٌ رَافِعَةٌۙ (O, kimini) alçaltıcıdır, (kimini) yükselticidir. |
3 |
|
اِذَا رُجَّتِ الْاَرْضُ رَجاًّۙ (4-6) (Ey insanlar!) Yer (şiddetli) bir sarsılışla sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp yayılmış toz toprak hâline geldiği zaman! |
4 |
|
وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَساًّۙ (4-6) (Ey insanlar!) Yer (şiddetli) bir sarsılışla sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp yayılmış toz toprak hâline geldiği zaman! |
5 |
|
فَكَانَتْ هَبَٓاءً مُنْبَثاًّۙ (4-6) (Ey insanlar!) Yer (şiddetli) bir sarsılışla sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp yayılmış toz toprak hâline geldiği zaman! |
6 |
|
وَكُنْتُمْ اَزْوَاجاً ثَلٰثَةًۜ Ve (siz) üç sınıf olduğunuz (zaman)! |
7 |
|
فَاَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِۜ Artık (bir kısmınız) Ashâb-ı Meymene (kurtulduğuna bir alâmet olarak amel defterleri sağ eline verilenler) ki, ne (mutlu o) Ashâb-ı Meymene(ye)! |
8 |
|
وَاَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِ مَٓا اَصْحَابُ الْمَشْـَٔمَةِۜ Ve (bir kısmınız) Ashâb-ı Meş’eme (amel defterleri sol eline verilenler) ki, ne(bedbaht insanlardır) Ashâb-ı Meş’eme! |
9 |
|
وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَۙ Ve (üçüncü kısmınız da) sâbikun (olup hayırda öne geçenlerinizdir) ki, (onlar mükâfâtta da) öne geçenlerdir! |
10 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الْمُقَرَّبُونَۚ İşte onlar (o öne geçenler), mukarrabîn (Allah’a yakın kılınan kimseler)dir. |
11 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِ Naîm Cennetlerindedirler! |
12 |
|
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ (13-14) (Sâbikundan olanlar) önceki (ümmet)lerden birçok, sonrakilerden ise azdır. |
13 |
|
وَقَل۪يلٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ (13-14) (Sâbikundan olanlar) önceki (ümmet)lerden birçok, sonrakilerden ise azdır. |
14 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مَوْضُونَةٍۙ (15-16) (Mücevherlerle) işlenmiş tahtlar üzerinde karşı karşıya (kurulup) yaslanmış kimselerdir. |
15 |
|
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلَيْهَا مُتَقَابِل۪ينَ (15-16) (Mücevherlerle) işlenmiş tahtlar üzerinde karşı karşıya (kurulup) yaslanmış kimselerdir. |
16 |
|
يَطُوفُ عَلَيْهِمْ وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَۙ (17-18) (Aynı yaşları üzere) ölümsüz kılınmış çocuklar (ve genç hizmetçiler),pınardan (akan Cennet şerbetleriyle doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehlerle onların (o sâbikunun) etrâfında dolaşır! |
17 |
|
بِاَكْوَابٍ وَاَبَار۪يقَ وَكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ (17-18) (Aynı yaşları üzere) ölümsüz kılınmış çocuklar (ve genç hizmetçiler),pınardan (akan Cennet şerbetleriyle doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehlerle onların (o sâbikunun) etrâfında dolaşır! |
18 |
|
لَا يُصَدَّعُونَ عَنْهَا وَلَا يُنْزِفُونَۙ Ondan (o şarabdan) ne başları ağrıtılır, ne de sarhoş olurlar! |
19 |
|
وَفَاكِهَةٍ مِمَّا يَتَخَيَّرُونَۙ Ve beğenmekte olduklarından (her türlü) meyve! |
20 |
|
وَلَحْمِ طَيْرٍ مِمَّا يَشْتَهُونَۜ Ve canlarının çekmekte olduğundan kuş eti! |
21 |
|
وَحُورٌ ع۪ينٌۙ Bir de iri (güzel) gözlü hûriler! |
22 |
|
كَاَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ۬ الْمَكْنُونِۚ (Sadeflerinde) saklı inciler gibi! |
23 |
|
جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ (Dünyada iken) yapmakta olduklarına karşılık olarak! |
24 |
|
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً وَلَا تَأْث۪يماًۙ Orada ne boş bir söz, ne de günâhı gerektiren bir şey işitirler! |
25 |
|
اِلَّا ق۪يلاً سَلَاماً سَلَاماً Ancak bir söz (işitirler ki, o da): 'Selâm (olsun!), selâm (olsun)!'dur. |
26 |
|
وَاَصْحَابُ الْيَم۪ينِ مَٓا اَصْحَابُ الْيَم۪ينِۜ Ashâb-ı Yemîn (amel defterleri sağ eline verilenler) ise, ne (mutlu o) Ashâb-ı Yemîn(e)! |
27 |
|
ف۪ي سِدْرٍ مَخْضُودٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
28 |
|
وَطَلْحٍ مَنْضُودٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
29 |
|
وَظِلٍّ مَمْدُودٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
30 |
|
وَمَٓاءٍ مَسْكُوبٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
31 |
|
وَفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
32 |
|
لَا مَقْطُوعَةٍ وَلَا مَمْنُوعَةٍۙ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
33 |
|
وَفُرُشٍ مَرْفُوعَةٍۜ (28-34) (Onlar,) dikensiz sedir ağaçları ve (salkımları) dizili muz ağaçları içinde, yayılmış bir gölgede, çağlayan su (kenarların)da, tükenmeyen ve yasaklanmayan pek çok meyveler arasında ve yükseltilmiş döşeklerdedirler! |
34 |
|
اِنَّٓا اَنْشَأْنَاهُنَّ اِنْشَٓاءًۙ Şübhesiz ki biz onları (Cennetteki o kadınlarını yeni) bir yaratılışla yarattık. |
35 |
|
فَجَعَلْنَاهُنَّ اَبْكَاراًۙ İşte onları (dâimî) bâkireler kıldık! |
36 |
|
عُـرُباً اَتْـرَاباًۙ Eşlerine düşkün ve (onların hepsi) aynı yaştadırlar. |
37 |
|
لِاَصْحَـابِ الْيَم۪ينِۜ ۟ (Bunlar) Ashâb-ı Yemîn içindir! |
38 |
|
ثُلَّةٌ مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ (39-40) (Onlar) önceki (ümmet)lerden birçok, sonrakilerden de birçoktur. |
39 |
|
وَثُلَّةٌ مِنَ الْاٰخِر۪ينَۜ (39-40) (Onlar) önceki (ümmet)lerden birçok, sonrakilerden de birçoktur. |
40 |
|
وَاَصْحَابُ الشِّمَالِۙ مَٓا اَصْحَابُ الشِّمَالِۜ Ashâb-ı Şimâl (amel defterleri sol eline verilenler) ise, ne (bedbaht insanlardır o)Ashâb-ı Şimâl! |
41 |
|
ف۪ي سَمُومٍ وَحَم۪يمٍۙ (42-44) (Onlar) nüfûz edici bir ateş ve bir kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu (bir faydası) olmayan simsiyah dumandan bir gölge içindedirler! |
42 |
|
وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍۙ (42-44) (Onlar) nüfûz edici bir ateş ve bir kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu (bir faydası) olmayan simsiyah dumandan bir gölge içindedirler! |
43 |
|
لَا بَارِدٍ وَلَا كَر۪يمٍ (42-44) (Onlar) nüfûz edici bir ateş ve bir kaynar su içinde, serinliği ve hoşluğu (bir faydası) olmayan simsiyah dumandan bir gölge içindedirler! |
44 |
|
اِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذٰلِكَ مُتْرَف۪ينَۚ Çünki onlar, bundan önce (ni'metler içinde) şımartılmış kimseler idiler. |
45 |
|
وَكَانُوا يُصِرُّونَ عَلَى الْحِنْثِ الْعَظ۪يمِۚ Ve o büyük günâh üzerine (şirki işlemekte) ısrâr ediyorlardı. |
46 |
|
وَكَانُوا يَقُولُونَ اَئِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ (47-48) Ve diyorlardı ki: '(Biz) öldüğümüz ve bir toprak ve bir kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, gerçekten biz mi yeniden diriltilecek olan kimseleriz? Önceki atalarımız da mı?' |
47 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَ (47-48) Ve diyorlardı ki: '(Biz) öldüğümüz ve bir toprak ve bir kemik yığını hâline geldiğimiz zaman mı, gerçekten biz mi yeniden diriltilecek olan kimseleriz? Önceki atalarımız da mı?' |
48 |
|
قُلْ اِنَّ الْاَوَّل۪ينَ وَالْاٰخِر۪ينَۙ (49-50) De ki: 'Şübhe yok ki öncekiler de, sonrakiler de, bilinen bir günün belli bir vaktinde elbette toplanacak olanlardır.' |
49 |
|
لَمَجْمُوعُونَ اِلٰى م۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍ (49-50) De ki: 'Şübhe yok ki öncekiler de, sonrakiler de, bilinen bir günün belli bir vaktinde elbette toplanacak olanlardır.' |
50 |
|
ثُمَّ اِنَّكُمْ اَيُّهَا الضَّٓالُّونَ الْمُكَذِّبُونَۙ (51-52) Sonra muhakkak ki siz, ey dalâlet içinde olanlar, yalanlayıcılar! (Siz) şübhesiz bir ağaçtan, zakkumdan yiyecek olan kimselersiniz! |
51 |
|
لَاٰكِلُونَ مِنْ شَجَرٍ مِنْ زَقُّومٍۙ (51-52) Sonra muhakkak ki siz, ey dalâlet içinde olanlar, yalanlayıcılar! (Siz) şübhesiz bir ağaçtan, zakkumdan yiyecek olan kimselersiniz! |
52 |
|
فَمَالِـؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۚ (53-54) Üstelik ondan karınları(nızı) dolduracak olanlarsınız! Onun üzerine de kaynar sudan içecek kimselersiniz! |
53 |
|
فَشَارِبُونَ عَلَيْهِ مِنَ الْحَم۪يمِۚ (53-54) Üstelik ondan karınları(nızı) dolduracak olanlarsınız! Onun üzerine de kaynar sudan içecek kimselersiniz! |
54 |
|
فَشَارِبُونَ شُرْبَ الْه۪يمِۜ Hem de bir türlü suya kanmayan bir hastalığa yakalanmış develerin içişi gibi içecek olanlarsınız! |
55 |
|
هٰذَا نُزُلُهُمْ يَوْمَ الدّ۪ينِۜ (56-57) İşte dîn (hesab) gününde onların ağırlanışı böyledir! Sizi biz yarattık; o hâlde tasdîk etmeniz gerekmez mi? |
56 |
|
نَحْنُ خَلَقْنَاكُمْ فَلَوْلَا تُصَدِّقُونَ۟ (56-57) İşte dîn (hesab) gününde onların ağırlanışı böyledir! Sizi biz yarattık; o hâlde tasdîk etmeniz gerekmez mi? |
57 |
|
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تُمْنُونَۜ (58-59) Peki söyleyin bana, akıtmakta olduğunuz menîyi! Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz? |
58 |
|
ءَاَنْتُمْ تَخْلُقُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الْخَالِقُونَ (58-59) Peki söyleyin bana, akıtmakta olduğunuz menîyi! Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz? |
59 |
|
نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوق۪ينَۙ (60-61) Ölümü aranızda biz takdîr ettik ve biz, (yerinize) benzerlerinizi (getirip, sizinle)değiştirmekten ve sizi bilemeyeceğiniz (başka) bir şekilde yaratmaktan önüne geçilecek (acze düşürülecek) olan kimseler değiliz! |
60 |
|
عَلٰٓى اَنْ نُبَدِّلَ اَمْثَالَكُمْ وَنُنْشِئَكُمْ ف۪ي مَا لَا تَعْلَمُونَ (60-61) Ölümü aranızda biz takdîr ettik ve biz, (yerinize) benzerlerinizi (getirip, sizinle)değiştirmekten ve sizi bilemeyeceğiniz (başka) bir şekilde yaratmaktan önüne geçilecek (acze düşürülecek) olan kimseler değiliz! |
61 |
|
وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ النَّشْاَةَ الْاُو۫لٰى فَلَوْلَا تَذَكَّرُونَ Şübhesiz ki, ilk yaratılışı bildiniz; öyle ise (düşünüp) ibret almanız gerekmez mi? |
62 |
|
اَفَرَاَيْتُمْ مَا تَحْرُثُونَۜ Peki söyleyin bana, ekmekte olduğunuz şeyleri? |
63 |
|
ءَاَنْتُمْ تَزْرَعُونَهُٓ اَمْ نَحْنُ الزَّارِعُونَ Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitirenler (onu yetiştirenler) biz miyiz? |
64 |
|
لَوْ نَشَٓاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَاماً فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ Dileseydik onu elbette kuru bir çöp yapardık da şaşar kalırdınız. |
65 |
|
اِنَّا لَمُغْرَمُونَۙ (O vakit:) 'Doğrusu biz, gerçekten zarara uğratılmışlarız!' |
66 |
|
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ 'Daha doğrusu biz mahrum bırakılanlarız!' (derdiniz.) |
67 |
|
اَفَرَاَيْتُمُ الْمَٓاءَ الَّذ۪ي تَشْرَبُونَۜ Peki söyleyin bana, içmekte olduğunuz suyu! |
68 |
|
ءَاَنْتُمْ اَنْزَلْتُمُوهُ مِنَ الْمُزْنِ اَمْ نَحْنُ الْمُنْزِلُونَ Onu buluttan siz mi indirdiniz, yoksa indirenler biz miyiz? |
69 |
|
لَوْ نَشَٓاءُ جَعَلْنَاهُ اُجَاجاً فَلَوْلَا تَشْكُرُونَ Dileseydik onu tuzlu (acı bir su) yapardık; o hâlde şükretmeniz gerekmez mi? |
70 |
|
اَفَرَاَيْتُمُ النَّارَ الَّت۪ي تُورُونَۜ Peki söyleyin bana, (dallarını birbirine sürterek) çakmakta olduğunuz ateşi! |
71 |
|
ءَاَنْتُمْ اَنْشَأْتُمْ شَجَرَتَـهَٓا اَمْ نَحْنُ الْمُنْشِؤُ۫نَ Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratanlar biz miyiz? |
72 |
|
نَحْنُ جَعَلْنَاهَا تَذْكِرَةً وَمَتَاعاً لِلْمُقْو۪ينَۚ Biz onu (o ateşi, Cehennem ateşi için) bir hatırlatma ve çölde yolculuk edenler için bir menfaat kıldık. |
73 |
|
فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ۟ O hâlde, Azîm (pek yüce olan) Rab bi nin ismiyle (سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظ۪يمِ diyerek) tesbîh et! |
74 |
|
فَلَٓا اُقْسِمُ بِمَوَاقِـعِ النُّجُومِۙ İşte yıldızların yerlerine yemîn ederim! |
75 |
|
وَاِنَّهُ لَقَسَمٌ لَوْ تَعْلَمُونَ عَظ۪يمٌۙ Ve şübhesiz bu, eğer bilirseniz, gerçekten pek büyük bir yemindir! |
76 |
|
اِنَّهُ لَقُرْاٰنٌ كَر۪يمٌۙ (77-78) Şübhesiz ki bu, korunmuş bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da) bulunan elbette pek şerefli bir Kur’ân’dır. |
77 |
|
ف۪ي كِتَابٍ مَكْنُونٍۙ (77-78) Şübhesiz ki bu, korunmuş bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da) bulunan elbette pek şerefli bir Kur’ân’dır. |
78 |
|
لَا يَمَسُّهُٓ اِلَّا الْمُطَهَّرُونَۜ Ona ancak temizlenmiş olan kimseler dokunur. |
79 |
|
تَنْز۪يلٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ Âlemlerin Rabbi tarafından indirilmedir. |
80 |
|
اَفَبِهٰذَا الْحَد۪يثِ اَنْتُمْ مُدْهِنُونَۙ Şimdi siz, bu sözü mü küçümseyen kimselersiniz? |
81 |
|
وَتَجْعَلُونَ رِزْقَـكُمْ اَنَّكُمْ تُكَذِّبُونَ Ve gerçekten siz, rızkınızı (Kur’ân ni'metine karşı şükrünüzü, onu) yalanlıyorken mi yapıyorsunuz? |
82 |
|
فَلَوْلَٓا اِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَۙ (83-84) Öyle ise, değil mi ki (can) boğaza geldiğinde, artık siz, o sırada (can çekişen o kimseye çâresizlikle) bakar durursunuz. |
83 |
|
وَاَنْتُمْ ح۪ينَئِذٍ تَنْظُرُونَۙ (83-84) Öyle ise, değil mi ki (can) boğaza geldiğinde, artık siz, o sırada (can çekişen o kimseye çâresizlikle) bakar durursunuz. |
84 |
|
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْكُمْ وَلٰـكِنْ لَا تُبْصِرُونَ Hâlbuki biz, ona sizden daha yakınız; fakat (siz) görmezsiniz. |
85 |
|
فَلَوْلَٓا اِنْ كُنْتُمْ غَيْرَ مَد۪ين۪ينَۙ (86-87) O hâlde, (mâdem ki siz) cezâlandırılmayacak kimseler idi iseniz, (hem iddiânızda) doğru kimseler iseniz, onu (o canı) geri çevirsenize! |
86 |
|
تَرْجِعُونَـهَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ (86-87) O hâlde, (mâdem ki siz) cezâlandırılmayacak kimseler idi iseniz, (hem iddiânızda) doğru kimseler iseniz, onu (o canı) geri çevirsenize! |
87 |
|
فَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُقَرَّب۪ينَۙ (88-89) Fakat (ölen o kimse), (Allah’a) yakın kılınanlardan (sâbikundan) ise, artık (ona)bir rahatlık, güzel kokulu bir rızık ve Naîm Cenneti vardır. |
88 |
|
فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّتُ نَع۪يمٍ (88-89) Fakat (ölen o kimse), (Allah’a) yakın kılınanlardan (sâbikundan) ise, artık (ona)bir rahatlık, güzel kokulu bir rızık ve Naîm Cenneti vardır. |
89 |
|
وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِۙ (90-91) Eğer (o kimse) Ashâb-ı Yemînden ise, bunun üzerine (kendisine): 'Sana Ashâb-ı Yemînden selâm olsun!' (denilecektir.) |
90 |
|
فَسَلَامٌ لَكَ مِنْ اَصْحَابِ الْيَم۪ينِ (90-91) Eğer (o kimse) Ashâb-ı Yemînden ise, bunun üzerine (kendisine): 'Sana Ashâb-ı Yemînden selâm olsun!' (denilecektir.) |
91 |
|
وَاَمَّٓا اِنْ كَانَ مِنَ الْمُكَذِّب۪ينَ الضَّٓالّ۪ينَۙ (92-94) Ama o (kimse) sapık yalanlayıcılardan ise, artık (ona da) kaynar sudan bir ağırlama ve alevli bir ateşe (Cehenneme) atılmak vardır. |
92 |
|
فَنُزُلٌ مِنْ حَم۪يمٍۙ (92-94) Ama o (kimse) sapık yalanlayıcılardan ise, artık (ona da) kaynar sudan bir ağırlama ve alevli bir ateşe (Cehenneme) atılmak vardır. |
93 |
|
وَتَصْلِيَةُ جَح۪يمٍۙ (92-94) Ama o (kimse) sapık yalanlayıcılardan ise, artık (ona da) kaynar sudan bir ağırlama ve alevli bir ateşe (Cehenneme) atılmak vardır. |
94 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَق۪ينِۚ Şübhe yok ki bu, kat'î gerçeğin ta kendisidir. |
95 |
|
فَسَبِّـحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظ۪يمِ O hâlde Azîm (pek yüce olan) Rabbinin is mi ile (سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظ۪يمِ diyerek) tesbîh et! |
96 |