|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالطُّورِۙ Gasem olsun o Tûr dağına... |
1 |
|
وَكِتَابٍ مَسْطُورٍۙ (2-3) Açılmış sayfalara yazılı olan Kur’an’a, |
2 |
|
ف۪ي رَقٍّ مَنْشُورٍۙ (2-3) Açılmış sayfalara yazılı olan Kur’an’a, |
3 |
|
وَالْبَيْتِ الْمَعْمُورِۙ (Meleklerin gökte tavaf ettikleri) Beyt-i Ma’mur’a, |
4 |
|
وَالسَّقْفِ الْمَرْفُوعِۙ Yükseltilmiş semâya, |
5 |
|
وَالْبَحْرِ الْمَسْجُورِۙ Taşkın denize... |
6 |
|
اِنَّ عَذَابَ رَبِّكَ لَوَاقِـعٌۙ Ki, Rabbinin azabı muhakkak vuku bulacaktır. |
7 |
|
مَا لَهُ مِنْ دَافِـعٍۙ Onu geri çevirecek hiç bir şey yoktur. |
8 |
|
يَوْمَ تَمُورُ السَّمَٓاءُ مَوْراًۙ O gün semâ döner çalkanır; |
9 |
|
وَتَس۪يرُ الْجِبَالُ سَيْراًۜ Dağlar da bir yürüyüş yürür. |
10 |
|
فَوَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَۙ Vay artık o kıyamet günü, Peygamberi tekzib edenlere!... |
11 |
|
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي خَوْضٍ يَلْعَبُونَۢ Ki onlar, daldıkları bir bâtıl da oynayıb duranlardır. |
12 |
|
يَوْمَ يُدَعُّونَ اِلٰى نَارِ جَهَنَّمَ دَعاًّۜ O gün, onlar cehennem ateşine itilip atılacaklar. |
13 |
|
هٰذِهِ النَّارُ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ (Cehennem için vazifeli melekler tarafından onlara şöyle denir): İşte sizin (dünyada) yalan saymakta olduğunuz ateş, budur. |
14 |
|
اَفَسِحْرٌ هٰذَٓا اَمْ اَنْتُمْ لَا تُبْصِرُونَ (Siz, ey kâfirler, dünyada iken peygamberlere sihirbaz diyordunuz), bu azab da mı sihir? Yoksa (dünyada gerçekleri görmediğiniz gibi), anlamıyor musunuz? |
15 |
|
اِصْلَوْهَا فَاصْبِرُٓوا اَوْ لَا تَصْبِرُواۚ سَوَٓاءٌ عَلَيْكُمْۜ اِنَّمَا تُجْزَوْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Girin oraya (cehenneme)! İster azabına sabredin, ister etmeyin; artık hepsi bir... Hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz. |
16 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَنَع۪يمٍۙ Muhakkak ki (küfür ve isyandan sakınan) takvâ sahipleri, cennetler ve nimetler içindedirler, |
17 |
|
فَاكِه۪ينَ بِمَٓا اٰتٰيهُمْ رَبُّهُمْۚ وَوَقٰيهُمْ رَبُّهُمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ Rablerinin kendilerine verdiği şeylerle zevk duyarak...Rableri, onları Cehennem azabından korumuştur. |
18 |
|
كُلُوا وَاشْرَبُوا هَن۪ٓيـٔاً بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ (Allah onlara şöyle buyurur: Dünyada iman ve ibadet edib) çalıştığınız için afiyetle yeyin, için; |
19 |
|
مُتَّكِـ۪ٔينَ عَلٰى سُرُرٍ مَصْفُوفَةٍۚ وَزَوَّجْنَاهُمْ بِحُورٍ ع۪ينٍ Sıra sıra dizilmiş koltuklara dayanarak...Biz, onlara, güzel iri gözlü hûrileri eş etmişiz. |
20 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُمْ بِا۪يمَانٍ اَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَمَٓا اَلَتْنَاهُمْ مِنْ عَمَلِهِمْ مِنْ شَيْءٍۜ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَه۪ينٌ (Dünyada) iman edenlere ve zürriyetleri de iman edib kendilerine uyanlara, (ahirette) zürriyetlerine kavuştururuz. (Onları da, baba ve dedeleri gibi cennete koruz ve derecelerini yükseltiriz.) Bununla beraber (baba ve dedelerinin) amellerinden hiç bir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır, (iyi amel işlerse kurtulur, değilse helâk olur.) |
21 |
|
وَاَمْدَدْنَاهُمْ بِفَاكِهَةٍ وَلَحْمٍ مِمَّا يَشْتَهُونَ Onlara (cennetde) bir meyva ve içlerinin çekeceği bir et verdik, (vereceğiz). |
22 |
|
يَتَنَازَعُونَ ف۪يهَا كَأْساً لَا لَغْوٌ ف۪يهَا وَلَا تَأْث۪يمٌ Orada birbiriyle kadeh çekiştirirler ki, onda ne bir saçmalama vardır, ne bir günaha sokma... |
23 |
|
وَيَطُوفُ عَلَيْهِمْ غِلْمَانٌ لَهُمْ كَاَنَّهُمْ لُؤْلُؤٌ۬ مَكْنُونٌ (Hizmet için) etraflarında döner kendilerine ait, sedeflerinde saklı inciler gibi hizmetçiler. |
24 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ (Cennettekiler) birbirine dönüb soruştururlar. |
25 |
|
قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا قَبْلُ ف۪ٓي اَهْلِنَا مُشْفِق۪ينَ Şöyle derler: “- Biz, bundan önce ailemizle birlikte (dünyada iken azabdan ve Allah’a isyan etmekten) korkuyorduk. |
26 |
|
فَمَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا وَوَقٰينَا عَذَابَ السَّمُومِ Artık Allah bize lütûf buyurdu ve bizleri o ateşin azabından korudu. |
27 |
|
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلُ نَدْعُوهُۜ اِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّح۪يمُ۟ Biz, bundan önce O’na ibadet ediyorduk ve bizi korumasını istiyorduk. Gerçekten O, kerem sahibidir, Rahîm’dir. |
28 |
|
فَذَكِّرْ فَمَٓا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍۜ O halde (Ey Rasûlüm, sen) öğüd ve nasihata devam et; çünkü sen, Rabbinin (nübüvvet ve İslâm) nimeti sayesinde ne kâhinsin, ne mecnûn... |
29 |
|
اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِه۪ رَيْبَ الْمَنُونِ Yoksa: “- Bir şairdir, biz O’nun felâket zamanını bekliyoruz” mu diyorlar? |
30 |
|
قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنّ۪ي مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّص۪ينَۜ (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: “- Bekleyin; çünkü ben de sizinle beraber (size inecek azabı) bekliyenlerdenim. |
31 |
|
اَمْ تَأْمُرُهُمْ اَحْلَامُهُمْ بِهٰذَٓا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَۚ Yoksa, (Hz. Peygambere kâhin ve mecnûn demekle) bu tenakuzu onlara akılları mı emrediyor. Yoksa azgın bir kavim midirler? |
32 |
|
اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُۚ بَلْ لَا يُؤْمِنُونَۚ Yoksa, o Kur’an’ı kendisi mi uydurub söyledi diyorlar? Hayır, (iş dedikleri gibi değil, sırf inad ve inkârlarından dolayı) iman etmezler. |
33 |
|
فَلْيَأْتُوا بِحَد۪يثٍ مِثْلِه۪ٓ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَۜ Haydi Kur’an gibi bir söz getirsinler, eğer doğru söyliyenlerse... |
34 |
|
اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَيْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَۜ Yoksa, kendileri Hâlık’sız mı yaratıldılar? Yoksa onlar (kendi nefislerini) yaratıcılar mıdırlar? |
35 |
|
اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَۜ Yoksa, gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, (onlar hakkı gerçek olarak) anlamazlar. |
36 |
|
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَۜ Yoksa, Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Yoksa, onlar mı her şeye hakim olmuşlar? |
37 |
|
اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ ف۪يهِۚ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۜ Yoksa, onların bir merdiveni var da (göğe yükselib meleklere vahy edilen sözü) ondan mı dinliyorlar? Öyle ise dinleyicileri, (dinlediklerini isbat edecek) açık bir delil getirsin. |
38 |
|
اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَـكُمُ الْبَنُونَۜ Yoksa, (kendiniz için hoşlanmadığınız) kızlar O’na, oğullar size mi? |
39 |
|
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۜ Yoksa, (iman etmeleri için) kendilerinden bir ücret istiyorsun da (bunu) cereme vermekten ağırlanıyorlar? |
40 |
|
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَۜ Yoksa, gayb ilmi (Levh-i Mahfûz) onların yanında da, onlar mı yazıyorlar? |
41 |
|
اَمْ يُر۪يدُونَ كَيْداًۜ فَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَك۪يدُونَۜ Yoksa, (Ey Rasûlüm, seni yok etmek için) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler, kendileri o tuzağa düşeceklerdir. |
42 |
|
اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ Yoksa, onların Allah’dan başka bir İlâhları mı var? Allah, onların koştukları ortaklardan münezzehtir. |
43 |
|
وَاِنْ يَرَوْا كِسْفاً مِنَ السَّمَٓاءِ سَاقِطاً يَقُولُوا سَحَابٌ مَرْكُومٌ Eğer gökten bir parça düşerken görseler, birbiri üzerine yığılıb yoğunlaşmış bir bulutdur, derler. |
44 |
|
فَذَرْهُمْ حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي ف۪يهِ يُصْعَقُونَۙ O halde (Ey Rasûlüm), bırak onları; tâ o çarpılacakları (ölüm) günlerine kadar... |
45 |
|
يَوْمَ لَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ كَيْدُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَۜ O gün, tedbirlerinin hiç biri zerrece kendilerine fayda vermiyecektir; ve onlar yardım da olunmıyacaklardır. |
46 |
|
وَاِنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا عَذَاباً دُونَ ذٰلِكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Muhakkak ki o zalimlere (kâfirlere), bundan (ahiret azabından) önce de (kabirde veya Bedir savaşında) bir azab var; fakat pek çokları bilmezler. |
47 |
|
وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا وَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ Rabbinin hükmüne sabret; çünkü sen, bizim muhafazamız altındasın. (Uykudan veya herhangi bir yerden) kalktığın sırada Rabbine hamd ile tesbih eyle. |
48 |
|
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاِدْبَارَ النُّجُومِ Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında dahi tesbih et. |
49 |