|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
طٰهٰۜ Tâ. Hâ. |
1 |
|
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ Resulüm! Biz sana bu Kur'an'ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik. |
2 |
|
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ Ancak Allah'tan korkanlara bir öğüt olsun diye indirdik. |
3 |
|
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ Yeri ve yüce gökleri yaratan tarafından indirilmiştir. |
4 |
|
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى Rahman Arş'ı istivâ etti (Arş üzerinde hükümran oldu). |
5 |
|
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى Göklerde ve yerde, ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar yalnız O'nundur. |
6 |
|
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى Sen eğer sözü açıktan söylersen; şüphesiz ki O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. |
7 |
|
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى Allah O'dur ki, O'ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O'nundur. |
8 |
|
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ Musa'nın haberi sana geldi mi? |
9 |
|
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى Hani o bir ateş görmüştü de âilesine şöyle demişti: “Siz burada durun. Ben bir ateş gördüm. Oradan size bir kor getiririm veya ateşin yanında bir yol gösteren bulurum. ” |
10 |
|
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى Oraya vardığında: “Ey Musa!” diye nidâ edildi. |
11 |
|
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ “Ben senin Rabbinim. Ayağındakileri çıkar. Zira sen mukaddes vâdide, Tuvâ'dasın. ” |
12 |
|
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى “Ben seni seçtim. Vahyolunanı dinle. ” |
13 |
|
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي “Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl. ” |
14 |
|
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى “Kıyamet muhakkak gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, zamanını gizli tutuyorum. ” |
15 |
|
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى “Ona inanmayan ve kendi nefis arzusuna uyan kimse seni ondan alıkoymasın. Yoksa helâk olursun. ” |
16 |
|
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى “O sağ elindeki nedir ey Musa?” |
17 |
|
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى “O benim asamdır. Ona dayanırım, onunla davarıma yaprak silkerim ve daha birçok işlerde faydalanırım. ” dedi. |
18 |
|
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى “Bırak onu ey Musa!” buyurdu. |
19 |
|
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى Onu hemen yere attı. Bir de baktı ki, hızla sürünen bir yılan oluvermiş! |
20 |
|
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى Buyurdu ki: “Tut onu, korkma! Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz. ” |
21 |
|
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ “Elini koynuna sok, diğer bir mucize olarak kusursuz bembeyaz çıksın. ” |
22 |
|
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ “Bununla sana en büyük âyetlerimizden (mucizelerimizden) bazılarını göstermiş olalım. ” |
23 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟ “Firavun'a git, doğrusu o azmıştır. ” |
24 |
|
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ Dedi ki: “Rabbim! Göğsüme genişlik ver. ” |
25 |
|
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ “İşimi kolaylaştır. ” |
26 |
|
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ “Dilimin düğümünü çöz. ” |
27 |
|
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ “Ki, sözümü iyi anlasınlar. ” |
28 |
|
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ “Âilemden bana bir vezir ver. ” |
29 |
|
هٰرُونَ اَخ۪يۚ “Kardeşim Harun'u. ” |
30 |
|
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ “Beni onunla destekle. ” |
31 |
|
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ “Onu da işimde ortak kıl. ” |
32 |
|
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ “Böylece seni daha çok tesbih edelim. ” |
33 |
|
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ “Ve seni çokça zikredelim. ” |
34 |
|
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً “Şüphesiz ki sen bizi görüyorsun. ” |
35 |
|
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى Allah buyurdu ki: “Ey Musa! İstediğin sana verilmiştir. ” |
36 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ “Andolsun ki sana başka bir defa daha lütufta bulunmuştuk. ” |
37 |
|
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ “Hani annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik. ” |
38 |
|
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ “Onu bir sandığa koy, sonra suya bırak. Su onu kıyıya atar. Benim de düşmanım, onun da düşmanı olan birisi onu alır. Gözümün önünde yetişesin diye seni sevgili kıldım. ” |
39 |
|
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى “Hani kız kardeşin, Firavun'un sarayına gidip: 'Ona bakacak birini size göstereyim mi?' diyordu. İşte böylece seni annene geri vermiştik; ki gözü aydın olsun, üzülmesin. Ve sen bir cana kıymıştın da, seni üzüntüden kurtarmıştık. Hem seni birçok musibetlerle imtihana çekmiştik. Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra da takdire göre geldin ey Musa!” |
40 |
|
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ “Ve seni kendim için seçtim. ” |
41 |
|
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ “Sen ve kardeşin, âyetlerimle gidin. Beni anmakta gevşek davranmayın. ” |
42 |
|
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ “Firavun'a gidin, doğrusu o azmıştır. ” |
43 |
|
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى “Ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt dinler veya korkar. ” |
44 |
|
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى “Rabbimiz! Onun bize kötülük etmesinden, veya azgınlığının artmasından korkuyoruz.” dediler. |
45 |
|
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى Buyurdu ki: “Korkmayın, ben sizinle beraberim, işitir ve görürüm.” |
46 |
|
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى Hemen ona gidin ve deyin ki: “Biz, senin Rabbinin elçileriyiz. İsrailoğullarını bizimle gönder ve onlara azap etme. Hem biz Rabbinden sana bir âyet (mucize) ile geldik. Selâm hidayete tâbi olanlara olsun!” |
47 |
|
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى “Doğrusu bize vahyolundu ki, (peygamberleri) yalanlayıp inkâr edenlere ve (imandan) yüz çevirenlere azap vardır. ” |
48 |
|
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى Firavun: “Sizin Rabbiniz kimdir ey Musa?” dedi. |
49 |
|
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى Dedi ki: “Bizim Rabbimiz her şeye yaratılışını veren, sonra da doğru yolu gösterendir. ” |
50 |
|
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى “Peki ya, ilk nesillerin hâli ne olacak?” dedi. |
51 |
|
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ Musa: “Onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Benim Rabbim hata etmez ve unutmaz. ” dedi. |
52 |
|
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى Sizin için yeryüzünü döşeyen, yollar açan, gökten su indiren O'dur. Biz o su ile türlü türlü, çift çift bitkiler yetiştirdik. |
53 |
|
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ İster siz yiyin, ister hayvanlarınızı otlatın. Onlarda akıl sahipleri için âyetler (ibretler) vardır. |
54 |
|
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى Sizi ondan yarattık, yine oraya döndüreceğiz ve bir kere daha ondan çıkaracağız. |
55 |
|
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى Andolsun ki ona bütün âyetlerimizi gösterdik. Yine de yalanladı ve diretti. |
56 |
|
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى Ve dedi ki: “Sihirbazlığınla bizi memleketimizden çıkarmaya mı geldin ey Musa?” |
57 |
|
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى “Şimdi biz de seninkine benzeyen bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle senin aranda bir vakit tayin et ki, sen de biz de düz bir yerde bulunalım, caymayalım. ” |
58 |
|
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى Musa: “Buluşma zamanınız, bayram günü ve insanların toplandığı kuşluk vaktidir. ” dedi. |
59 |
|
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Bütün hilesini topladıktan sonra geri geldi. |
60 |
|
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى Musa onlara dedi ki: “Size yazıklar olsun! Allah'a karşı yalan uydurmayın. Yoksa azapla sizi yok eder. Allah'a iftira eden muhakkak hüsrana uğrar. ” |
61 |
|
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى Sihirbazlar işi kendi aralarında tartıştılar ve gizlice müşavere ettiler. |
62 |
|
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى Dediler ki: “Bunlar iki sihirbazdır. Sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve en üstün olan yolunuzu ortadan kaldırmak istiyorlar. ” |
63 |
|
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى “Onun için tuzaklarınızı bir araya getirin, sonra da sıra hâlinde gelin. Muhakkak ki bugün üstün gelen başarıya ulaşır. ” |
64 |
|
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى Dediler ki: “Ey Musa! Ya sen at veya önce atan biz olalım. ” |
65 |
|
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى Musa: “Hayır! Siz atın!” dedi. Değnekleri ve ipleri sihirleri yüzünden sanki yürüyorlarmış gibi geldi. |
66 |
|
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى Bunun için Musa, içinde bir korku hissetti. |
67 |
|
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى Biz de: “Korkma! Muhakkak sen daha üstünsün. ” dedik. |
68 |
|
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى “Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları sadece sihirbaz hilesidir. Nerede olursa olsun, sihirbaz aslâ iflâh olmaz. ” |
69 |
|
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى Bunun üzerine sihirbazlar secdeye kapandılar. “Harun ve Musa'nın Rabbine iman ettik. ” dediler. |
70 |
|
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi? Doğrusu o size sihiri öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve muhakkak ki hepinizi hurma kütüklerine asacağım. O zaman hangimizin azabının daha çetin ve daha devamlı olduğunu iyice bileceksiniz. ” |
71 |
|
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ Dediler ki: “Biz seni, bize gelen apaçık delillere (mucizelere) ve bizi yaratana tercih edip üstün tutmayacağız. Yapacağını yap, ne hüküm vereceksen ver. Sen ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. ” |
72 |
|
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى “Doğrusu biz hatalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah daha hayırlı ve O'nun vereceği mükâfat ve ceza daha devamlıdır. ” |
73 |
|
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى Rabbine suçlu olarak gelen kimse için cehennem vardır. O orada ne ölür ne de yaşar. |
74 |
|
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ Rabbine inanmış ve sâlih ameller yaparak gelenlere de en yüksek dereceler vardır. |
75 |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ Altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî kalacakları Adn cennetleri vardır. İşte arınanların mükâfatı budur! |
76 |
|
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى Andolsun ki biz Musa'ya şöyle vahyettik: “Kullarımı geceleyin yürüt. Denizde onlara kuru bir yol aç. Düşmanların yetişmesinden de batmaktan da korkma, endişe etme!” |
77 |
|
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ Firavun, ordusuyla onları takip etti. Deniz de onları içine alıverdi, hem de ne alış! |
78 |
|
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى Firavun kavmini saptırdı ve onlara doğru yolu gösteremedi. |
79 |
|
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى Ey İsrâiloğulları! Sizi düşmanınızdan kurtardık. Tûr'un sağ tarafında sizinle sözleştik ve üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın eti indirdik. |
80 |
|
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى Size rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yiyin, bu hususta taşkınlık (ve nankörlük) etmeyin. Sonra gazabım üzerinize iner. Gazabım kimin üzerine inerse, şüphesiz ki o mahvolur. |
81 |
|
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى Bununla beraber şüphe yok ki ben, tevbe eden, iman edip sâlih amel işleyen, sonra da hak yolunda (ölünceye kadar) sebat eden kimseyi elbette çok bağışlayıcıyım. |
82 |
|
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى “Seni kavminden daha çabuk gelmeye sevkeden nedir ey Musa?” |
83 |
|
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى “Onlar benim ardımdan geliyorlar. Rabbim! Hoşnut olman için sana acele geldim. ” dedi. |
84 |
|
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ Allah buyurdu: “Biz senden sonra kavmini imtihana çektik. Sâmirî onları saptırdı. ” |
85 |
|
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي Musa kavmine çok kızgın ve üzüntülü olarak döndü. “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmadı mı? Uzun bir zaman mı geçti aradan? Yoksa Rabbinizin gazabına mı uğramak istediniz de bana verdiğiniz sözden caydınız?” dedi. |
86 |
|
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ Dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O kavmin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Sâmirî de attı. ” |
87 |
|
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ Bu adam onlar için böğürebilen bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: “İşte bu sizin de Musa'nın da ilâhıdır. Fakat o unuttu. ” |
88 |
|
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟ Görmüyorlar mıydı ki, o kendilerine ne söz söyleyebiliyor, ne bir zarar ne de bir fayda verebiliyordu? |
89 |
|
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي Daha önce Harun onlara: “Ey kavmim! Siz bu (buzağı) ile imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman'dır. Bana uyun, emrime itaat edin. ” demişti. |
90 |
|
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى Onlar da: “Musa bize dönünceye kadar buna tapmaktan aslâ vazgeçmeyeceğiz. ” demişlerdi. |
91 |
|
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ (Musa döndüğünde) dedi ki: “Ey Harun! Bunların sapıttığını görünce, seni benim yolumdan gitmekten alıkoyan nedir?” |
92 |
|
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي “Neden bana uymadın? Emrime karşı mı geldin?” |
93 |
|
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي Dedi ki: “Anamın oğlu! Saçımdan sakalımdan tutma. Ben senin: 'İsrailoğulları arasına ayrılık soktun, sözüme bakmadın. ' diyeceğinden korktum. ” |
94 |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ “Ya senin zorun ne idi ey Sâmirî?” dedi. |
95 |
|
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي (Sâmirî) dedi ki: “Onların görmedikleri bir şey gördüm ve onu sana gelen ilâhi elçinin bastığı yerden bir avuç avuçladım. Bunu (ziynet eşyasının eritildiği potaya) attım. Nefsim bana bunu hoş gösterdi. ” |
96 |
|
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً Musa dedi ki: “Defol, git! Doğrusu artık hayat boyunca: 'Bana dokunmayın!' demenden başka yapacağın bir şey yoktur. Bir de senin için hiç kaçamayacağın bir ceza günü var. Sarılıp durduğun, üstüne düşüp tapındığın ilâhına bak! Biz onu yakacağız, sonra da denize atacağız. ” |
97 |
|
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً Sizin ilâhınız, ancak ve ancak O'ndan başka hiç bir ilâh olmayan Allah'tır. İlmi her şeyi kuşatmıştır. |
98 |
|
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ Resulüm! Böylece sana geçmişteki haberlerden bir kısmını anlatıyoruz. Biz sana tarafımızdan bir zikir verdik. |
99 |
|
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ Kim ondan yüz çevirirse; bilsin ki o, kıyamet gününde ağır bir günah yükü yüklenecektir. |
100 |
|
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ Bu kimseler o günah yükünün azabı içinde ebedî kalacaklardır. Bu, kıyamet gününde onlar için ne kötü bir yüktür! |
101 |
|
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ O gün Sur'a üflenir ve biz o gün suçluları gözleri dehşetten göğermiş olarak toplarız. |
102 |
|
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً Aralarında gizli gizli konuşurlar: “Siz dünyada on günden fazla kalmadınız!” |
103 |
|
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟ Aralarında konuştuklarını biz daha iyi biliriz. En akıllıları ise: “Siz dünyada ancak bir gün kaldınız!” der. |
104 |
|
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ Resulüm! Sana dağlardan (kıyamet günü ne olacağından) sorarlar. De ki: “Rabbim onları kül gibi ufalayıp savuracak!” |
105 |
|
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ “Yerlerini dümdüz, bomboş bırakacaktır. ” |
106 |
|
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً “Öyle ki orada ne bir çukur ne de bir tümsek görebileceksin!” |
107 |
|
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً O gün insanlar hiçbir tarafa sapmaksızın, (mahşere) çağıranın (İsrafil'in) dâvetine uyarlar. Rahman'ın korkusundan bütün sesler kısılmıştır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin. |
108 |
|
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً O gün Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnud olduğu kimseden başkasının şefaatı fayda vermez. |
109 |
|
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً Allah onların geçmişlerini de geleceklerini de bilir. Kulların ilmi ise bunu kavrayamaz. |
110 |
|
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً Bütün yüzler Hayy ve Kayyum olan Allah'a zelil olarak boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen ise gerçekten perişan olmuştur. |
111 |
|
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً Kim mümin olarak sâlih amellerden yaparsa, artık o ne zulümden ne de hakkının yeneceğinden korkar. |
112 |
|
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً Böylece biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ve onda tehditleri tekrar tekrar açıkladık. Umulur ki Allah'tan korkarlar veya o, kendileri için bir hatırlatma olur. |
113 |
|
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً Gerçek hükümdar olan Allah yücedir. Resulüm! Sana onun vahyi bitmeden önce, Kur'an'ı okumakta acele etme. De ki: “Ey Rabbim! İlmimi artır. ” |
114 |
|
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟ Andolsun ki biz daha önce Âdem'e de ahid vermiştik. Fakat o unuttu. Biz onda azim bulmadık. |
115 |
|
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى Bir zamanlar biz meleklere: “Âdem'e secde edin!” demiştik. Onlar da hemen secde ettiler. Yalnız İblis hariç, o diretmişti. |
116 |
|
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى Biz de dedik ki: “Ey Âdem! Bu senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra yorulur, sıkıntı çekersiniz!” |
117 |
|
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ “Doğrusu cennette senin için ne acıkmak ne de çıplak kalmak vardır. ” |
118 |
|
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى “Orada ne susarsın, ne de sıcaklığın sıkıntısını duyarsın. ” |
119 |
|
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى Sonunda şeytan ona vesvese verdi. “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” dedi. |
120 |
|
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvesinden yediler, ayıp yerleri görünüverdi. Üstlerini cennet yapraklarıyla örtünmeye çalıştılar. Âdem Rabbine âsi olup şaşırdı. |
121 |
|
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى Rabbi yine de onu seçip tevbesini kabul etti, ona doğru yolu gösterdi. |
122 |
|
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى Buyurdu ki: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin! Size benden bir hidayet geldiği zaman, kim benim hidayetime tâbi olursa o (dünyada) sapmaz, (ahirette de) bedbaht olmaz. |
123 |
|
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى Kim benim zikrimden yüz çevirirse, onun hakkı da dar bir geçimdir ve biz onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. |
124 |
|
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً Der ki: “Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Oysa ben gören bir kimse idim. ” |
125 |
|
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى Allah: “İşte böyle. Sana âyetlerimiz gelmişti de, sen onları unuttun. Bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun!” buyurur. |
126 |
|
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى Haddi aşan ve Rabbinin âyetlerine inanmayan kimseyi işte biz böyle cezalandırırız. Ahiret azabı ise, hem daha çetin, hem daha süreklidir. |
127 |
|
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ Bizim onlardan önce nice nesilleri helâk etmiş olmamız, kendilerini hâlâ yola getirmedi mi? Halbuki onların yurtlarında gezip dolaşırlar. Bunda elbette ki akıl sahipleri için âyetler (ibretler) vardır. |
128 |
|
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ Eğer Rabbinin daha önce verilmiş bir sözü ve tayin ettiği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı. |
129 |
|
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى Onların söylediklerine sabret! Güneşin doğmasından önce de batmasından önce de Rabbini hamd ile tesbih et. Gece saatleri ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızâsına eresin. |
130 |
|
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى Sakın kendilerini denemek için, onlardan bazılarına bol bol verdiğimiz dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem de daha süreklidir. |
131 |
|
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى Âilene namaz kılmalarını emret, kendin de onda sebat ile devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz. Güzel âkibet takvâ sahiplerinindir. |
132 |
|
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى Onlar: “Bize Rabbinden bir âyet (mucize) getirmeli değil miydi?” dediler. Önceki suhuflardakinin apaçık delili (Kur'an) onlara gelmedi mi? |
133 |
|
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى Eğer biz onları, ondan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak: “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, böyle zelil ve rezil olmadan evvel âyetlerine uysaydık!” derlerdi. |
134 |
|
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى De ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Doğrusu düz yolun sahipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir, yakında bileceksiniz!” |
135 |