Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Tâ, Hâ.
2 Ey Muhammed! Biz sana bu Kur'ân'ı, üzülüp sıkıntı çekmen için indirmedik.
3 Sadece Allah'tan korkan herkese, bir öğüt, bir uyarı olsun diye indirdik.
4 Yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir.
5 O sınırsız rahmet sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur.
6 Göklerde, yerde, göklerle yer arasında ve yer altında ne varsa, hepsi O'nundur.
7 Sözü ister gizle, ister açığa vur, O insanın gizli düşüncelerini de bilir, gizlinin gizlisi duygularını da.
8 Allah, O'ndan başka gerçek hiçbir ilah yok, en güzel isimler O'nundur.
9 Musa'nın başından geçen olaylardan haberin var mı?
10 Hani O, uzakta bir ateş görmüştü ve ailesine: “Siz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm” demişti. “Belki size, oradan bir parça kor getiririm, yahut orada, ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.”
11 Fakat ateşe yaklaşınca, bir ses O'na: “Ey Musa!” diye seslendi.
12 “Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar, çünkü sen, kutsal vadi Tuvâ'dasın.
13 Ben, seni kendime elçi olarak seçtim. Öyleyse sana vahyolunanı dinle.
14 Gerçek şu ki, Allah benim. Benden başka gerçek ilah yok, o halde yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazında devamlı ve duyarlı ol.
15 Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkes peşinde koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye, neredeyse onu gizleyeceğim.
16 Bunun içindir ki, onun geleceğine inanmayıp, sadece kendi arzu ve tutkularının peşine düşen kimseler, seni ona inanmaktan alıkoymasınlar, yoksa sen de helak olursun.
17 O sağ elindeki nedir ey Musa?”
18 Musa: “Bu benim değneğim” dedi. “Buna dayanırım, bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım onu.”
19 Allah: “Onu bırak, ya Musa!” buyurdu.
20 Bunun üzerine, Musa onu attı. Bir de ne görsün, hızla hareket eden bir yılan.
21 Allah dedi ki: “Onu tut, korkma, biz onu eski haline döndüreceğiz.
22 Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık eseri olmadan, başka bir delil olarak bembeyaz çıksın.
23 Böylece sana, en büyük delillerimizden bir kısmını gösterelim.
24 Şimdi artık Firavun'a git, şüphe yok ki, O pek azdı.”
25 Musa yalvararak: “Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver,
26 İşimi kolaylaştır,
27 Dilimdeki düğümü çöz ki,
28 Söylediklerimi tam olarak anlayabilsinler.
29 Bana, ailemden de bir yardımcı ve destek ver,
30 Kardeşim Harun'u,
31 Arka olsun bana, O'nunla kuvvetlendir beni,
32 İşime ortak et O'nu,
33 Böylece, senin yüceler yücesi adını insanlar katında daha yükseklere çıkaralım,
34 Seni çok çok analım.
35 Muhakkak ki sen, bizi bütün varlığımızla görmektesin.”
36 Allah: “İşte istediğin herşey sana verildi, ey Musa!” dedi.
37 “Zaten sana, geçmişte bir kere daha lütufta bulunmuştuk.
38 Sen doğduğun zaman, annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.
39 O'nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak, ırmak O'nu kıyıya çıkaracaktır. O'nu benim de, O'nun da düşmanı olan biri alıp evlat edinecektir. Ve böylece daha o çağda kendi katımdan bir sevgiyle seni kuşattım ki; benim korumam ve esirgemem altında senin için belirlediğim kader uyarınca yetişip olgunlaşasın diye.
40 Hani kız kardeşin gitmiş de, “O'nun bakımını üstlenecek bir ev halkını size gösterebilir miyim?” dedi. Böylece annen üzülmesin, sevinsin diye seni ona döndürdük. Ve büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman, birini öldürmüştün. Fakat biz, bu yüzden içine gömüldüğün sıkıntıdan, seni kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk. Bu olaydan sonra, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda benim takdirime uyarak, işte buraya geldin ey Musa!
41 Çünkü ben seni, kendime elçi olarak seçmiştim.
42 Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun'a götürün, beni anmayı ihmal etmeyin.
43 Firavun'a gidin. Çünkü O, gerçekten azdı.
44 Ama O'nunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını başına toplar, yahut da olur ki korkar.”
45 Musa ile Harun: “Ey Rabbimiz!” dediler. “Korkarız, hakkımızda çok aşırı davranır yahut da büsbütün azar.”
46 Allah: “Korkmayın!” buyurdu. “Şüphesiz ben sizinle beraberim, olacak şeylerin hepsini işitir ve görürüm.
47 Hemen O'na gidin ve deyin ki: Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz. Bunun için, İsrailoğullarının bizimle gelmesine izin ver ve onlara artık işkence etme. Biz sana, Rabbimizden delille geldik. Selamet ve saadete erenler ancak doğru yolu tutanlardır.
48 Bize vahyedildi ki, Allah'ın azabı, peygamberleri yalan sayıp, onlara sırt çevirenlere erişir.”
49 Fakat Allah'ın bu mesajları kendisine iletilince, Firavun: “Ey Musa! Sizin Rabbiniz de kimmiş?” dedi.
50 “Rabbimiz herşeye yaratılışını veren ve sonra onu, yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir” dedi.
51 Firavun: “Peki, bizden önce gelip geçen ilk asırlardaki insanların hali ne olacak?” dedi.
52 Musa: “Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim ne yanılır, ne unutur” dedi.
53 O Rab ki, yeryüzünü size bir beşik yapmış, hayatınızı kolaylaştırmak için, onun üzerinde yollar açmış, üzerinize gökten su indirip o su ile çiftler halinde çeşitli bitkiler çıkardık.
54 Yiyiniz, hayvanlarınızı otlatınız, şüphe yok ki bunlarda, aklı başında olup anlayan insanlar için ibretler vardır.
55 Şöyle ki, sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz, yine ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.
56 Gerçek şu ki, biz Firavun'a bütün ayetlerimizi gösterdik. Onları yalan saydı ve kabule yanaşmadı.
57 Firavun dedi ki: “Ey Musa! Sen büyülerinle, bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?
58 Madem öyle, biz de sana senin büyün gibi bir büyü getireceğiz. Aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de, sen ve biz vaadimizden caymayalım, düz ve geniş bir yerde karşılaşalım.”
59 Musa dedi: “Karşılaşma zamanı, herkesin süslenip, bayram edeceği şenlik günü olsun. Halk kuşluk vakti toplansın.”
60 Bunun üzerine Firavun, danışmanlarıyla görüşmek üzere çekildi. Çevireceği bütün dolapları hazırladı, topladı, sonra buluşma yerine geldi.
61 Musa onlara: “Yazıklar olsun size!” dedi. “Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabı ile kırar geçirir. Zaten böyle yalan uyduran kimse, baştan kaybetmiş demektir!” dedi.
62 Firavun ve sihirbazları, kendi aralarında yapacakları şey konusunda tartışarak görüşüp konuşmalarını gizli tuttular.
63 Şöyle diyorlardı birbirlerine: “Musa ile Harun iki büyücüdür. Sihir yoluyla sizi ülkenizden çıkarmak ve geleneksel yaşama tarzınızı ortadan kaldırmak istiyorlar.
64 Bunun içindir ki, ey Mısırlı sihirbazlar düzenleyeceğiniz oyuna iyi karar verin ve tek bir güç olarak boy gösterin. Çünkü bugün üstün gelen, gerçekten başarmış olacaktır.”
65 Sihirbazlar “Ey Musa!” dediler: “Hünerini önce sen mi ortaya atacaksın, yoksa biz mi atalım?”
66 Musa: “Hayır, önce siz atın!” dedi. Ve derken onların ipleri ve değnekleri büyüleri sayesinde, gerçekten hareket ediyormuş gibi görünüyordu.
67 Musa bu manzarayı görünce, birdenbire içinde bir korku duydu.
68 Korkma! Dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.
69 At sağ elindeki sopanı, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun. Çünkü onların bütün yaptıkları sihirden ibaret, zaten büyücü nerede olursa olsun, eremez umduğuna.
70 Ve sonunda büyücüler, secde ederek yere kapandılar ve “Biz artık Musa'nın ve Harun'un Rabbine inandık!” diye haykırdılar.
71 Firavun: “Ben size izin vermeden önce O'na inandınız ha!” dedi. “Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız O olmalı. Bana karşı gelmenizden dolayı ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli!”
72 İman eden sihirbazlar Firavun'a dediler ki: “Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı, artık yaratanımıza tercih edemeyiz seni, elinden geleni yap, zaten senin hükmün sadece şu dünya hayatında geçer.
73 Açıkcası biz, hatalarımızı ve bize sihirle zorla yaptırdığın hatadan dolayı, girdiğimiz günahları bağışlaması umuduyla, Rabbimize inandık. Çünkü Allah'ın mükafatı daha hayırlı, cezası da daha süreklidir.”
74 Ve her kim Rabbine günaha batmış bir vaziyette gelirse, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de diri kalır.
75 Oysa Rabbinin huzuruna dürüst ve erdemli davranışlar ile mü'min olarak çıkan kimseye gelince, öte dünyada en yüksek makamlar işte böylelerinin olacaktır.
76 Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kalacaklardır. İşte bu kendilerini günahlardan temizleyen ve arınanların mükafatıdır.
77 Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.
78 Musa, İsrailoğullarıyla beraber yola koyulunca, Firavun, ordularıyla onların peşine düştü, deniz de onları, tamamıyla kuşatıp kapladı, boğulup gittiler.
79 Çünkü Firavun, halkını saptırmış ve onlara doğru yolu göstermemişti.
80 Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanlarınızdan kurtardık, sonra Sina Dağının sağ yamacında sizinle bir antlaşma yaptık ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
81 Ve şöyle dedik: “Size rızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin, ama bunda ölçüyü aşmayın, yoksa gazabıma uğrarsınız. Benim gazabıma uğrayan kimse bilsin ki, gerçekten uçuruma yuvarlanır, helak olur.
82 Bununla birlikte yine unutmayın ki, pişman olup doğru yola dönen, imana erişip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan ve bundan sonra da, doğru yolda yürüyen kimse için gerçek bağışlayıcı benim.”
83 Ve Allah Musa'ya: “Ya Musa! Sen neden kavminden önce acele ederek, koşa koşa geldin?” buyurdu da.
84 Musa: “Onlar da benim ardım sıra geliyorlar” dedi. “Ben, benden hoşnut olasın diye, koşa koşa geldim ey Rabbim!”
85 Allah: “Öyleyse bil ki” dedi. “Senin yokluğunda biz kavmini sınadık, Sâmirî onları baştan çıkardı, doğru yoldan saptırdı.”
86 Bunun üzerine Musa, öfke ve üzüntüyle, kavminin yanına döndü ve onlara: “Ey kavmim!” diye çıkıştı. “Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş miydi? Peki bu sözün gerçekleşmesi, size çok mu uzak göründü? Yoksa Rabbinizden size, gazab erişmesini istedinizde mi, bana verdiğiniz sözde durmadınız?”
87 Onlar dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat Mısırlıların zinet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik, onları erisin diye ateşe attık, aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”
88 Derken Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli yapıp çıkardı. Samiri ve arkadaşları: “İşte sizin ilahınız da, Musa'nın ilahı da budur, ne var ki Musa geçmişteki bu gerçeği unuttu!” dediler.
89 Peki görmediler mi ki, bu heykel onlara cevap veremez, onlara ne zarar verebilir, ne de bir yarar sağlayabilir.
90 Oysa Musa daha dönmeden önce, Harun onlara: “Ey kavmim!” demişti. “Siz bu buzağı ile imtihan olunuyorsunuz, sizin Rabbiniz O sınırsız rahmet sahibidir. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.”
91 Ama onlar: “Asla” dediler. “Musa bize dönünceye kadar ona tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.”
92 Ve Musa döndüğünde: “Ey Harun!” dedi. “Bunların doğru yoldan saptıklarını görünce, ne engel oldu da
93 bana uymadın, yoksa emrime karşı mı geldin?”
94 Harun: “Ey anamın oğlu!” dedi. “Saçımdan sakalımdan tutma benim; gerçek şu ki ben senin, “Bak İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün sözümü tutmadın demenden korktum.”
95 Bu sefer Musa Sâmirî'ye dönerek: “Peki ya senin amacın neydi ey Sâmirî?” dedi.
96 Sâmirî cevaben: “Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa'nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi.”
97 Musa Sâmirî'ye: “Öyle ise defol git. Senin dünya hayatında cezan, her rastladığın kimseye bana yaklaşma, bana dokunma! demendir. Ve şüphesiz senin için, kendisinden asla kaçınamayacağın azap dolu bir buluşma zamanı vardır. Şimdi bak, kendini herşeyinle adayarak tapındığın şu düzmece ilahına, onu nasıl yakacağız ve sonra toza toprağa çevirip, külünü de denize savuracağız.”
98 “Size gelince ey İsrailoğulları! Sizin biricik ilahınız, kendisinden başka gerçek ilah olmayan Allah'tır. Sınırsız bilgisiyle herşeyi kuşatan O'dur.”
99 İşte ey peygamber! Böylece geçmişin önemli haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphe yok ki, katımızdan sana bir de Kur'ân verdik.
100 Her kim O Kur'ân'dan yüz çevirirse, kıyamet günü ağır bir günah yükü yüklenecektir.
101 Bu kimseler, günah yükünün altında yani azap içerisinde ebedi kalırlar. Kıyamet günü onlara ne kötü bir yüktür bu.
102 Sûr'a üfürüldüğü gün, günahkarları korkudan gözleri göğermiş bir halde bir araya toplayacağız.
103 Birbirleriyle fısıldaşarak, “Dünyada on günden fazla kalmadınız değil mi?” diye soracaklar.
104 Biz onların ne dediklerini daha iyi biliriz ve yolu yordamı daha düzgün olan kimseler o zaman: “Bir günden fazla eğleşmediniz” derler.
105 O kıyamet günü, dağların ne olacağını soruyorlar sana. O zaman onlara de ki: “Rabbim onları parça parça edip savuracak.
106 Yeryüzünü dümdüz bir hale getirecek.
107 Öyle ki, orada ne kıvrım, ne de tümsek göreceksin.
108 O gün tüm insanlar, hiçbir tarafa sapmadan çağırıcı İsrafil'in davetine uyarlar. Bütün sesler, sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın huzurunda kısılmıştır. Öyle ki, yalnızca cansız bir fısıltı ve uğultu işitirsin.
109 O gün sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın izin verip, sözünden hoşnut olduğu kimsenin dışında hiç kimsenin şefaati, kayırması fayda vermez.
110 Çünkü O Allah, tüm insanların olmuş olacak, gelmiş gelecek her yaptıklarını bilir. Ama onlar Allah'ı bilgileriyle kavrayamazlar.
111 Bütün yüzler, her zaman diri, herşeyi yaratan ve herşeye hakim olan Allah için saygı ile eğilip, baş eğmiştir. Yaratılış gayesine aykırı davranarak, günah yükü yüklenerek gelenin ise, soluğu kesilir, gücü tükenir ve mahrumiyet içindedir.
112 Her kim iman ederek, doğru dürüst işler işlerse, haksızlığa uğramaktan ve mükafatının eksilmesinden asla korkmaz.
113 İşte böylece biz sana, bu Kur'ân'ı Arap diliyle ifade edilmiş şekilde indirdik ve O'nda her türden uyarıyı tekrar tekrar apaçık dile getirdik ki, insanlar yollarını bizim kitabımızla bulsunlar diye, yahut bu kitap ve içindeki tehditler, onlarda yepyeni bir bilinç uyanıklığı meydana getirmesi için.
114 Bütün kâinâta hükümran olan, varlığı değişmeyen ve sonsuz gerçek olan Allah'ın şanı yücelerden yücedir. Ey peygamber! Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce, Kur'ân'ı okumada acele etme, fakat daima “Ey Rabbim! Benim ilmimi artır!” de.
115 Andolsun biz daha önce de, Adem'e buyruğumuzu ulaştırmıştık. Fakat O bunu unuttu. O'nu bilerek isteyerek günah işleyen biri olarak veya yasakladığımız şeye karşı sabır ve dirençli bulamadık. Yani yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli olamadı.
116 Şöyle ki, biz meleklere: “Adem'in önünde secdeye kapanın!” dediğimiz zaman, İblisin dışında onların hepsi yere kapandı, İblis bunu yapmaya yanaşmadı, geri durdu.
117 Bunun üzerine Adem'e demiştik ki: “Ey Adem! Şüphe yok ki, bu sana ve eşine düşmandır, sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra ekip biçmek, kazanmak, harcamak gibi işleri yapmak zorunda kalarak zahmete uğrarsınız.
118 Çünkü sen o cennette ne aç kalırsın, ne de çıplak.
119 Susuzluğa uğramak ve güneşin sıcağını çekmek de yok.
120 Şeytan O'na vesvese vererek: “Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve dolayısıyla hiç çökmeyecek bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” dedi.
121 Ve böylece her ikisi de, o ağacın meyvesinden yediler, cennet elbiselerinden soyuluverdiler de, çıplaklıklarının farkına vardılar, cennet bahçesinden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Adem Rabbinin emrine karşı gelmiş oldu da, ciddi bir hataya düşerek şaşırıp kaldı.
122 Sonra Rabbi O'nu seçti ve tevbesini kabul buyurdu ve doğru yola iletti.
123 Yani onlara şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak, hepiniz topluca inin bu cennetten.” Bununla birlikte muhakkak ki, size benden doğru yol bilgisi gelecektir. Kim ki, benim doğru yoluma uyarsa, artık ne sapıtır, ne de sıkıntıya düşer.
124 Kim beni anmaktan, indirdiğim kitaptan yüz çevirirse, iyi bilsin ki onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Kıyamet günü de, onu kör olarak mahşer yerine getiririz.
125 Böyle biri kıyamet gününde: “Rabbim ben dünyada gören biri iken, beni niçin kör olarak burada topladın?” diye soracak.
126 Allah da ona, şunun için diye cevap verecek: “Sana mesajlarımız gelmişti de, sen onları gözardı edip unutmuştun. Bu gün de sen, aynen öylece gözardı edilip, unutulacaksın.”
127 İşte biz suç işlemekte ileri gidenleri ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böylece cezalandıracağız. Ahiret azabı ise daha zorlu ve süreklidir.
128 Onlardan önce geçmiş kuşaklarda, nice toplumları helak etmemiz, onlara doğru yolu göstermiyor mu? Onların harap olmuş, boş kalan yurtlarında gezip duruyorlar. Şüphesiz ki, bunda sağduyu sahipleri için, nice açık belgeler ve ibretler vardır.
129 Rabbinin her günahkar topluma ve şahıslara tevbe için tanınan belirli süre konusunda, önceden verilmiş bir kararı olmasaydı, günah işleyenlerin derhal cezalandırılması, kaçınılmaz olurdu.
130 Bunun içindir ki, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler ne derlerse desinler göğüs ger ve dayanıklı davran, gevşeklik gösterme. Güneşin doğmasından ve batmasından önce, Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini, tüm eksiksiz övgüleriyle an ve gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün belli vakitlerinde yine, Rabbinin kudret ve yüceliğini an yani ibadet et ki hoşnutluğa, esenliğe erişesin.
131 Ve onların içlerinden bir sınıfa, kendilerini sınamak için verdiğimiz dünya hayatına mahsus lükse, gösterişe ve görkeme gözünü dikme. Çünkü Rabbinin sana sağladığı rızık, daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
132 Ümmetine ve yakınlarına namazı emret, kendin de o namaza sımsıkı sarıl veya namazı emretmede dirençli ve dayanıklı ol. Biz senden rızık istemeyiz, senin rızkını da biz veririz. Hayırlı sonuç yolunu Allah'ın kitabıyla bulanların olacaktır.
133 Yine de hakka karşı kör olanlar: “Muhammed Rabbinden bize bir mucize getirseydi ya!” deyip duruyorlar. Önceki kitaplarda bulunan belgeler, deliller onlara gelmedi mi?
134 Eğer biz onlara, Kur'ân'ı indirmeden önce, onları bir azap ile yok etmiş olsaydık, kıyamet günü onlar: “Ey Rabbimiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçalıp zillete uğramadan, ayetlerine uysaydık ne iyi olurdu!” diyeceklerdi.
135 De ki: Herkes geleceğin, kendilerine getireceği şeyi ümitle beklemektedir. Öyleyse siz de, bekleyin bakalım. Yakında bileceksiniz, doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş! Hidayette olan kimmiş!
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰهٰۜ 1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ 2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ 3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ 4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى 6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى 7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى 8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ 9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى 10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى 11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ 12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى 13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي 14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى 15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى 16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى 17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى 18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى 19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى 20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى 21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ 22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ 23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟ 24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ 25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ 26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ 27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ 28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ 29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ 30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ 31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ 32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ 33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ 34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً 35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى 36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ 37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ 38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ 39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى 40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ 41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ 42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ 43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى 44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى 45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى 46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى 47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى 48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى 49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى 50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى 51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ 52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى 53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى 55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى 56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى 57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى 58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى 59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى 60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى 61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى 62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى 63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى 64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى 65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى 66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى 67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى 68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى 69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى 70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى 71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ 72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى 74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ 75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟ 76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى 77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ 78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى 79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى 80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى 81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى 82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى 83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى 84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ 85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي 86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ 87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ 88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟ 89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي 90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى 91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ 92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي 93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي 94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ 95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي 96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً 97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً 98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ 99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ 100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ 101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ 102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً 103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟ 104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ 105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ 106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً 107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً 108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً 109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً 110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً 111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً 112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً 113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً 114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟ 115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى 116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى 117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ 118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى 119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى 120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ 121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى 122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى 123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى 124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً 125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى 126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى 127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟ 128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ 129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى 130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى 131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى 132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى 133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى 134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى 135
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰهٰۜ
Tâ, Hâ.
1
مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ
Ey Muhammed! Biz sana bu Kur'ân'ı, üzülüp sıkıntı çekmen için indirmedik.
2
اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ
Sadece Allah'tan korkan herkese, bir öğüt, bir uyarı olsun diye indirdik.
3
تَنْز۪يلاً مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ
Yeri ve yüce gökleri yaratan Allah tarafından indirilmiştir.
4
اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى
O sınırsız rahmet sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur.
5
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرٰى
Göklerde, yerde, göklerle yer arasında ve yer altında ne varsa, hepsi O'nundur.
6
وَاِنْ تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ فَاِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَاَخْفٰى
Sözü ister gizle, ister açığa vur, O insanın gizli düşüncelerini de bilir, gizlinin gizlisi duygularını da.
7
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى
Allah, O'ndan başka gerçek hiçbir ilah yok, en güzel isimler O'nundur.
8
وَهَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ
Musa'nın başından geçen olaylardan haberin var mı?
9
اِذْ رَاٰ نَاراً فَقَالَ لِاَهْلِهِ امْكُـثُٓوا اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراً لَعَلّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِقَبَسٍ اَوْ اَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى
Hani O, uzakta bir ateş görmüştü ve ailesine: “Siz burada bekleyin, ben bir ateş gördüm” demişti. “Belki size, oradan bir parça kor getiririm, yahut orada, ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.”
10
فَلَمَّٓا اَتٰيهَا نُودِيَ يَا مُوسٰى
Fakat ateşe yaklaşınca, bir ses O'na: “Ey Musa!” diye seslendi.
11
اِنّ۪ٓي اَنَا۬ رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَۚ اِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۜ
“Muhakkak ki ben, evet ben senin Rabbinim! Öyleyse artık pabuçlarını çıkar, çünkü sen, kutsal vadi Tuvâ'dasın.
12
وَاَنَا اخْتَرْتُكَ فَاسْتَمِـعْ لِمَا يُوحٰى
Ben, seni kendime elçi olarak seçtim. Öyleyse sana vahyolunanı dinle.
13
اِنَّـن۪ٓي اَنَا اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدْن۪يۙ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ لِذِكْر۪ي
Gerçek şu ki, Allah benim. Benden başka gerçek ilah yok, o halde yalnız bana kulluk et ve beni anmak için, namazında devamlı ve duyarlı ol.
14
اِنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ اَكَادُ اُخْف۪يهَا لِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى
Kıyamet zamanı mutlaka gelecektir. Herkes peşinde koştuğu şeyin karşılığını bulsun diye, neredeyse onu gizleyeceğim.
15
فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّـبَعَ هَوٰيهُ فَتَرْدٰى
Bunun içindir ki, onun geleceğine inanmayıp, sadece kendi arzu ve tutkularının peşine düşen kimseler, seni ona inanmaktan alıkoymasınlar, yoksa sen de helak olursun.
16
وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى
O sağ elindeki nedir ey Musa?”
17
قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّـؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى
Musa: “Bu benim değneğim” dedi. “Buna dayanırım, bununla davarıma yaprak silkelerim ve başka işlerde de kullanırım onu.”
18
قَالَ اَلْقِهَا يَا مُوسٰى
Allah: “Onu bırak, ya Musa!” buyurdu.
19
فَاَلْقٰيهَا فَاِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعٰى
Bunun üzerine, Musa onu attı. Bir de ne görsün, hızla hareket eden bir yılan.
20
قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ۠ سَنُع۪يدُهَا س۪يرَتَهَا الْاُو۫لٰى
Allah dedi ki: “Onu tut, korkma, biz onu eski haline döndüreceğiz.
21
وَاضْمُمْ يَدَكَ اِلٰى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ اٰيَةً اُخْرٰىۙ
Şimdi de elini koynuna sok, bir hastalık eseri olmadan, başka bir delil olarak bembeyaz çıksın.
22
لِنُرِيَكَ مِنْ اٰيَاتِنَا الْكُبْرٰىۚ
Böylece sana, en büyük delillerimizden bir kısmını gösterelim.
23
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰى۟
Şimdi artık Firavun'a git, şüphe yok ki, O pek azdı.”
24
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ ل۪ي صَدْر۪يۙ
Musa yalvararak: “Ey Rabbim! Göğsüme genişlik ver,
25
وَيَسِّرْ ل۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşimi kolaylaştır,
26
وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَان۪يۙ
Dilimdeki düğümü çöz ki,
27
يَفْقَهُوا قَوْل۪يۖ
Söylediklerimi tam olarak anlayabilsinler.
28
وَاجْعَلْ ل۪ي وَز۪يراً مِنْ اَهْل۪يۙ
Bana, ailemden de bir yardımcı ve destek ver,
29
هٰرُونَ اَخ۪يۚ
Kardeşim Harun'u,
30
اُشْدُدْ بِه۪ٓ اَزْر۪يۙ
Arka olsun bana, O'nunla kuvvetlendir beni,
31
وَاَشْرِكْهُ ف۪ٓي اَمْر۪يۙ
İşime ortak et O'nu,
32
كَيْ نُسَبِّحَكَ كَث۪يراًۙ
Böylece, senin yüceler yücesi adını insanlar katında daha yükseklere çıkaralım,
33
وَنَذْكُرَكَ كَث۪يراًۜ
Seni çok çok analım.
34
اِنَّكَ كُنْتَ بِنَا بَص۪يراً
Muhakkak ki sen, bizi bütün varlığımızla görmektesin.”
35
قَالَ قَدْ اُو۫ت۪يتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسٰى
Allah: “İşte istediğin herşey sana verildi, ey Musa!” dedi.
36
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً اُخْرٰىۙ
“Zaten sana, geçmişte bir kere daha lütufta bulunmuştuk.
37
اِذْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اُمِّكَ مَا يُوحٰىۙ
Sen doğduğun zaman, annene vahyedilmesi gerekeni vahyetmiştik.
38
اَنِ اقْذِف۪يهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِف۪يهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ ل۪ي وَعَدُوٌّ لَهُۜ وَاَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنّ۪يۚ وَلِتُصْنَعَ عَلٰى عَيْن۪يۢ
O'nu bir sandığa koy ve sandığı ırmağa bırak, ırmak O'nu kıyıya çıkaracaktır. O'nu benim de, O'nun da düşmanı olan biri alıp evlat edinecektir. Ve böylece daha o çağda kendi katımdan bir sevgiyle seni kuşattım ki; benim korumam ve esirgemem altında senin için belirlediğim kader uyarınca yetişip olgunlaşasın diye.
39
اِذْ تَمْش۪ٓي اُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ اَدُلُّكُمْ عَلٰى مَنْ يَكْفُلُهُۜ فَرَجَعْنَاكَ اِلٰٓى اُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَۜ وَقَتَلْتَ نَفْساً فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ وَفَتَنَّاكَ فُتُوناً۠ فَلَبِثْتَ سِن۪ينَ ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ ثُمَّ جِئْتَ عَلٰى قَدَرٍ يَا مُوسٰى
Hani kız kardeşin gitmiş de, “O'nun bakımını üstlenecek bir ev halkını size gösterebilir miyim?” dedi. Böylece annen üzülmesin, sevinsin diye seni ona döndürdük. Ve büyüyüp belli bir yaşa vardığın zaman, birini öldürmüştün. Fakat biz, bu yüzden içine gömüldüğün sıkıntıdan, seni kurtarmıştık ve seni sınayıp durmuştuk. Bu olaydan sonra, yıllarca Medyen halkı arasında yaşadın ve sonunda benim takdirime uyarak, işte buraya geldin ey Musa!
40
وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْس۪يۚ
Çünkü ben seni, kendime elçi olarak seçmiştim.
41
اِذْهَبْ اَنْتَ وَاَخُوكَ بِاٰيَات۪ي وَلَا تَنِيَا ف۪ي ذِكْر۪يۚ
Sen ve kardeşin birlikte ayetlerimi Firavun'a götürün, beni anmayı ihmal etmeyin.
42
اِذْهَبَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۚ
Firavun'a gidin. Çünkü O, gerçekten azdı.
43
فَقُولَا لَهُ قَوْلاً لَيِّناً لَعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ اَوْ يَخْشٰى
Ama O'nunla yumuşak bir dille konuşun, o zaman belki aklını başına toplar, yahut da olur ki korkar.”
44
قَالَا رَبَّـنَٓا اِنَّـنَا نَخَافُ اَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَٓا اَوْ اَنْ يَطْغٰى
Musa ile Harun: “Ey Rabbimiz!” dediler. “Korkarız, hakkımızda çok aşırı davranır yahut da büsbütün azar.”
45
قَالَ لَا تَخَافَٓا اِنَّن۪ي مَعَكُمَٓا اَسْمَعُ وَاَرٰى
Allah: “Korkmayın!” buyurdu. “Şüphesiz ben sizinle beraberim, olacak şeylerin hepsini işitir ve görürüm.
46
فَأْتِيَاهُ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ فَاَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَا تُعَذِّبْهُمْۜ قَدْ جِئْنَاكَ بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّكَۜ وَالسَّلَامُ عَلٰى مَنِ اتَّـبَعَ الْهُدٰى
Hemen O'na gidin ve deyin ki: Biz ikimiz senin Rabbinin elçileriyiz. Bunun için, İsrailoğullarının bizimle gelmesine izin ver ve onlara artık işkence etme. Biz sana, Rabbimizden delille geldik. Selamet ve saadete erenler ancak doğru yolu tutanlardır.
47
اِنَّا قَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْنَٓا اَنَّ الْعَذَابَ عَلٰى مَنْ كَذَّبَ وَتَوَلّٰى
Bize vahyedildi ki, Allah'ın azabı, peygamberleri yalan sayıp, onlara sırt çevirenlere erişir.”
48
قَالَ فَمَنْ رَبُّكُمَا يَا مُوسٰى
Fakat Allah'ın bu mesajları kendisine iletilince, Firavun: “Ey Musa! Sizin Rabbiniz de kimmiş?” dedi.
49
قَالَ رَبُّنَا الَّـذ۪ٓي اَعْطٰى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدٰى
“Rabbimiz herşeye yaratılışını veren ve sonra onu, yaratılış gayesine uygun yola yöneltendir” dedi.
50
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْاُو۫لٰى
Firavun: “Peki, bizden önce gelip geçen ilk asırlardaki insanların hali ne olacak?” dedi.
51
قَالَ عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪ي ف۪ي كِتَابٍۚ لَا يَضِلُّ رَبّ۪ي وَلَا يَنْسٰىۘ
Musa: “Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin katında bir kitapta yazılıdır. Rabbim ne yanılır, ne unutur” dedi.
52
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْداً وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلاً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
O Rab ki, yeryüzünü size bir beşik yapmış, hayatınızı kolaylaştırmak için, onun üzerinde yollar açmış, üzerinize gökten su indirip o su ile çiftler halinde çeşitli bitkiler çıkardık.
53
كُلُوا وَارْعَوْا اَنْعَامَكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Yiyiniz, hayvanlarınızı otlatınız, şüphe yok ki bunlarda, aklı başında olup anlayan insanlar için ibretler vardır.
54
مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ وَف۪يهَا نُع۪يدُكُمْ وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً اُخْرٰى
Şöyle ki, sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz, yine ondan sizi bir kere daha çıkaracağız.
55
وَلَقَدْ اَرَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا كُلَّهَا فَكَذَّبَ وَاَبٰى
Gerçek şu ki, biz Firavun'a bütün ayetlerimizi gösterdik. Onları yalan saydı ve kabule yanaşmadı.
56
قَالَ اَجِئْتَنَا لِتُخْرِجَنَا مِنْ اَرْضِنَا بِسِحْرِكَ يَا مُوسٰى
Firavun dedi ki: “Ey Musa! Sen büyülerinle, bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin?
57
فَلَنَأْتِيَنَّكَ بِسِحْرٍ مِثْلِه۪ فَاجْعَلْ بَيْنَنَا وَبَيْنَكَ مَوْعِداً لَا نُخْلِفُهُ نَحْنُ وَلَٓا اَنْتَ مَكَاناً سُوًى
Madem öyle, biz de sana senin büyün gibi bir büyü getireceğiz. Aramızda bir buluşma yeri ve vakti tayin et de, sen ve biz vaadimizden caymayalım, düz ve geniş bir yerde karşılaşalım.”
58
قَالَ مَوْعِدُكُمْ يَوْمُ الزّ۪ينَةِ وَاَنْ يُحْشَرَ النَّاسُ ضُحًى
Musa dedi: “Karşılaşma zamanı, herkesin süslenip, bayram edeceği şenlik günü olsun. Halk kuşluk vakti toplansın.”
59
فَتَوَلّٰى فِرْعَوْنُ فَجَمَعَ كَيْدَهُ ثُمَّ اَتٰى
Bunun üzerine Firavun, danışmanlarıyla görüşmek üzere çekildi. Çevireceği bütün dolapları hazırladı, topladı, sonra buluşma yerine geldi.
60
قَالَ لَهُمْ مُوسٰى وَيْلَكُمْ لَا تَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ كَذِباً فَيُسْحِتَكُمْ بِعَذَابٍۚ وَقَدْ خَابَ مَنِ افْتَرٰى
Musa onlara: “Yazıklar olsun size!” dedi. “Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabı ile kırar geçirir. Zaten böyle yalan uyduran kimse, baştan kaybetmiş demektir!” dedi.
61
فَتَنَازَعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰى
Firavun ve sihirbazları, kendi aralarında yapacakları şey konusunda tartışarak görüşüp konuşmalarını gizli tuttular.
62
قَالُٓوا اِنْ هٰذَانِ لَسَاحِرَانِ يُر۪يدَانِ اَنْ يُخْرِجَاكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِهِمَا وَيَذْهَبَا بِطَر۪يقَتِكُمُ الْمُثْلٰى
Şöyle diyorlardı birbirlerine: “Musa ile Harun iki büyücüdür. Sihir yoluyla sizi ülkenizden çıkarmak ve geleneksel yaşama tarzınızı ortadan kaldırmak istiyorlar.
63
فَاَجْمِعُوا كَيْدَكُمْ ثُمَّ ائْتُوا صَفاًّۚ وَقَدْ اَفْلَحَ الْيَوْمَ مَنِ اسْتَعْلٰى
Bunun içindir ki, ey Mısırlı sihirbazlar düzenleyeceğiniz oyuna iyi karar verin ve tek bir güç olarak boy gösterin. Çünkü bugün üstün gelen, gerçekten başarmış olacaktır.”
64
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَلْقٰى
Sihirbazlar “Ey Musa!” dediler: “Hünerini önce sen mi ortaya atacaksın, yoksa biz mi atalım?”
65
قَالَ بَلْ اَلْقُواۚ فَاِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ اِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ اَنَّهَا تَسْعٰى
Musa: “Hayır, önce siz atın!” dedi. Ve derken onların ipleri ve değnekleri büyüleri sayesinde, gerçekten hareket ediyormuş gibi görünüyordu.
66
فَاَوْجَسَ ف۪ي نَفْسِه۪ خ۪يفَةً مُوسٰى
Musa bu manzarayı görünce, birdenbire içinde bir korku duydu.
67
قُلْنَا لَا تَخَفْ اِنَّكَ اَنْتَ الْاَعْلٰى
Korkma! Dedik, üstün gelecek olan kesinlikle sensin.
68
وَاَلْقِ مَا ف۪ي يَم۪ينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُواۜ اِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍۜ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ اَتٰى
At sağ elindeki sopanı, onların meydana getirdikleri şeyleri yutsun. Çünkü onların bütün yaptıkları sihirden ibaret, zaten büyücü nerede olursa olsun, eremez umduğuna.
69
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Ve sonunda büyücüler, secde ederek yere kapandılar ve “Biz artık Musa'nın ve Harun'un Rabbine inandık!” diye haykırdılar.
70
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۜ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ ف۪ي جُذُوعِ النَّخْلِۘ وَلَتَعْلَمُنَّ اَيُّـنَٓا اَشَدُّ عَذَاباً وَاَبْقٰى
Firavun: “Ben size izin vermeden önce O'na inandınız ha!” dedi. “Mutlaka size sihirbazlığı öğreten ustanız O olmalı. Bana karşı gelmenizden dolayı ellerinizi, ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hurma dallarına astıracağım sizi, o vakit bilir, anlarsınız, hangimizin azabı daha çetin ve daha sürekli!”
71
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
İman eden sihirbazlar Firavun'a dediler ki: “Şu bize gösterilen apaçık mucizelere karşı, artık yaratanımıza tercih edemeyiz seni, elinden geleni yap, zaten senin hükmün sadece şu dünya hayatında geçer.
72
اِنَّٓا اٰمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَٓا اَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِۜ وَاللّٰهُ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Açıkcası biz, hatalarımızı ve bize sihirle zorla yaptırdığın hatadan dolayı, girdiğimiz günahları bağışlaması umuduyla, Rabbimize inandık. Çünkü Allah'ın mükafatı daha hayırlı, cezası da daha süreklidir.”
73
اِنَّهُ مَنْ يَأْتِ رَبَّهُ مُجْرِماً فَاِنَّ لَهُ جَهَنَّمَۜ لَا يَمُوتُ ف۪يهَا وَلَا يَحْيٰى
Ve her kim Rabbine günaha batmış bir vaziyette gelirse, cehennem onun içindir. Orada ne ölür, ne de diri kalır.
74
وَمَنْ يَأْتِه۪ مُؤْمِناً قَدْ عَمِلَ الصَّالِحَاتِ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الدَّرَجَاتُ الْعُلٰىۙ
Oysa Rabbinin huzuruna dürüst ve erdemli davranışlar ile mü'min olarak çıkan kimseye gelince, öte dünyada en yüksek makamlar işte böylelerinin olacaktır.
75
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰى۟
Altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri ki, orada onlar ebedi kalacaklardır. İşte bu kendilerini günahlardan temizleyen ve arınanların mükafatıdır.
76
وَلَقَدْ اَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ي فَاضْرِبْ لَهُمْ طَر۪يقاً فِي الْبَحْرِ يَبَساًۚ لَا تَخَافُ دَرَكاً وَلَا تَخْشٰى
Andolsun ki biz Musa'ya, kullarımla geceleyin yola çık, onlara denizde kuru bir yol aç, düşmanların yetişmelerinden ve denizde boğulmaktan da korkma diye vahyetmiştik.
77
فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ بِجُنُودِه۪ فَغَشِيَهُمْ مِنَ الْيَمِّ مَا غَشِيَهُمْۜ
Musa, İsrailoğullarıyla beraber yola koyulunca, Firavun, ordularıyla onların peşine düştü, deniz de onları, tamamıyla kuşatıp kapladı, boğulup gittiler.
78
وَاَضَلَّ فِرْعَوْنُ قَوْمَهُ وَمَا هَدٰى
Çünkü Firavun, halkını saptırmış ve onlara doğru yolu göstermemişti.
79
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ قَدْ اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ عَدُوِّكُمْ وَوٰعَدْنَاكُمْ جَانِبَ الطُّورِ الْاَيْمَنَ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوٰى
Ey İsrailoğulları! Sizi düşmanlarınızdan kurtardık, sonra Sina Dağının sağ yamacında sizinle bir antlaşma yaptık ve size kudret helvası ve bıldırcın indirdik.
80
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا ف۪يهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَب۪يۚ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَب۪ي فَقَدْ هَوٰى
Ve şöyle dedik: “Size rızık olarak verdiğimiz temiz ve hoş şeylerden yiyin, ama bunda ölçüyü aşmayın, yoksa gazabıma uğrarsınız. Benim gazabıma uğrayan kimse bilsin ki, gerçekten uçuruma yuvarlanır, helak olur.
81
وَاِنّ۪ي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدٰى
Bununla birlikte yine unutmayın ki, pişman olup doğru yola dönen, imana erişip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan ve bundan sonra da, doğru yolda yürüyen kimse için gerçek bağışlayıcı benim.”
82
وَمَٓا اَعْجَلَكَ عَنْ قَوْمِكَ يَا مُوسٰى
Ve Allah Musa'ya: “Ya Musa! Sen neden kavminden önce acele ederek, koşa koşa geldin?” buyurdu da.
83
قَالَ هُمْ اُو۬لَٓاءِ عَلٰٓى اَثَر۪ي وَعَجِلْتُ اِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضٰى
Musa: “Onlar da benim ardım sıra geliyorlar” dedi. “Ben, benden hoşnut olasın diye, koşa koşa geldim ey Rabbim!”
84
قَالَ فَاِنَّا قَدْ فَتَنَّا قَوْمَكَ مِنْ بَعْدِكَ وَاَضَلَّهُمُ السَّامِرِيُّ
Allah: “Öyleyse bil ki” dedi. “Senin yokluğunda biz kavmini sınadık, Sâmirî onları baştan çıkardı, doğru yoldan saptırdı.”
85
فَرَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفاًۚ قَالَ يَا قَوْمِ اَلَمْ يَعِدْكُمْ رَبُّكُمْ وَعْداً حَسَناًۜ اَفَطَالَ عَلَيْكُمُ الْعَهْدُ اَمْ اَرَدْتُمْ اَنْ يَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَخْلَفْتُمْ مَوْعِد۪ي
Bunun üzerine Musa, öfke ve üzüntüyle, kavminin yanına döndü ve onlara: “Ey kavmim!” diye çıkıştı. “Rabbiniz size güzel bir söz vermemiş miydi? Peki bu sözün gerçekleşmesi, size çok mu uzak göründü? Yoksa Rabbinizden size, gazab erişmesini istedinizde mi, bana verdiğiniz sözde durmadınız?”
86
قَالُوا مَٓا اَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلٰكِنَّا حُمِّلْـنَٓا اَوْزَاراً مِنْ ز۪ينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذٰلِكَ اَلْقَى السَّامِرِيُّۙ
Onlar dediler ki: “Sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden caymadık. Fakat Mısırlıların zinet eşyasından birtakım ağırlıklar yüklenmiştik, onları erisin diye ateşe attık, aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.”
87
فَاَخْرَجَ لَهُمْ عِجْلاً جَسَداً لَهُ خُوَارٌ فَقَالُوا هٰذَٓا اِلٰهُكُمْ وَاِلٰهُ مُوسٰى فَنَسِيَۜ
Derken Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli yapıp çıkardı. Samiri ve arkadaşları: “İşte sizin ilahınız da, Musa'nın ilahı da budur, ne var ki Musa geçmişteki bu gerçeği unuttu!” dediler.
88
اَفَلَا يَرَوْنَ اَلَّا يَرْجِعُ اِلَيْهِمْ قَوْلاًۙ وَلَا يَمْلِكُ لَهُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاً۟
Peki görmediler mi ki, bu heykel onlara cevap veremez, onlara ne zarar verebilir, ne de bir yarar sağlayabilir.
89
وَلَقَدْ قَالَ لَهُمْ هٰرُونُ مِنْ قَبْلُ يَا قَوْمِ اِنَّمَا فُتِنْتُمْ بِه۪ۚ وَاِنَّ رَبَّكُمُ الرَّحْمٰنُ فَاتَّبِعُون۪ي وَاَط۪يعُٓوا اَمْر۪ي
Oysa Musa daha dönmeden önce, Harun onlara: “Ey kavmim!” demişti. “Siz bu buzağı ile imtihan olunuyorsunuz, sizin Rabbiniz O sınırsız rahmet sahibidir. Öyleyse bana uyun ve emrime itaat edin.”
90
قَالُوا لَنْ نَبْرَحَ عَلَيْهِ عَاكِف۪ينَ حَتّٰى يَرْجِعَ اِلَيْنَا مُوسٰى
Ama onlar: “Asla” dediler. “Musa bize dönünceye kadar ona tapmaktan vazgeçmeyeceğiz.”
91
قَالَ يَا هٰرُونُ مَا مَنَعَكَ اِذْ رَاَيْتَهُمْ ضَلُّواۙ
Ve Musa döndüğünde: “Ey Harun!” dedi. “Bunların doğru yoldan saptıklarını görünce, ne engel oldu da
92
اَلَّا تَتَّبِعَنِۜ اَفَعَصَيْتَ اَمْر۪ي
bana uymadın, yoksa emrime karşı mı geldin?”
93
قَالَ يَبْنَؤُ۬مَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَت۪ي وَلَا بِرَأْس۪يۚ اِنّ۪ي خَش۪يتُ اَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْل۪ي
Harun: “Ey anamın oğlu!” dedi. “Saçımdan sakalımdan tutma benim; gerçek şu ki ben senin, “Bak İsrailoğullarının arasına ayrılık düşürdün sözümü tutmadın demenden korktum.”
94
قَالَ فَمَا خَطْبُكَ يَا سَامِرِيُّ
Bu sefer Musa Sâmirî'ye dönerek: “Peki ya senin amacın neydi ey Sâmirî?” dedi.
95
قَالَ بَصُرْتُ بِمَا لَمْ يَبْصُرُوا بِه۪ فَقَبَضْتُ قَبْضَةً مِنْ اَثَرِ الرَّسُولِ فَنَبَذْتُهَا وَكَذٰلِكَ سَوَّلَتْ ل۪ي نَفْس۪ي
Sâmirî cevaben: “Onların göremediği bir şeyi gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim, veya elçi olan Musa'nın öğretilerinden bir kısmını fırlatıp attım, böylelikle bana bu işi nefsim hoşa giden bir şey olarak gösterdi.”
96
قَالَ فَاذْهَبْ فَاِنَّ لَكَ فِي الْحَيٰوةِ اَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَۖ وَاِنَّ لَكَ مَوْعِداً لَنْ تُخْلَفَهُۚ وَانْظُرْ اِلٰٓى اِلٰهِكَ الَّذ۪ي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفاًۜ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفاً
Musa Sâmirî'ye: “Öyle ise defol git. Senin dünya hayatında cezan, her rastladığın kimseye bana yaklaşma, bana dokunma! demendir. Ve şüphesiz senin için, kendisinden asla kaçınamayacağın azap dolu bir buluşma zamanı vardır. Şimdi bak, kendini herşeyinle adayarak tapındığın şu düzmece ilahına, onu nasıl yakacağız ve sonra toza toprağa çevirip, külünü de denize savuracağız.”
97
اِنَّـمَٓا اِلٰهُكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً
“Size gelince ey İsrailoğulları! Sizin biricik ilahınız, kendisinden başka gerçek ilah olmayan Allah'tır. Sınırsız bilgisiyle herşeyi kuşatan O'dur.”
98
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْراًۚ
İşte ey peygamber! Böylece geçmişin önemli haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Şüphe yok ki, katımızdan sana bir de Kur'ân verdik.
99
مَنْ اَعْرَضَ عَنْهُ فَاِنَّهُ يَحْمِلُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وِزْراًۙ
Her kim O Kur'ân'dan yüz çevirirse, kıyamet günü ağır bir günah yükü yüklenecektir.
100
خَالِد۪ينَ ف۪يهِۜ وَسَٓاءَ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ حِمْلاًۙ
Bu kimseler, günah yükünün altında yani azap içerisinde ebedi kalırlar. Kıyamet günü onlara ne kötü bir yüktür bu.
101
يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ وَنَحْشُرُ الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ زُرْقاًۚ
Sûr'a üfürüldüğü gün, günahkarları korkudan gözleri göğermiş bir halde bir araya toplayacağız.
102
يَتَخَافَتُونَ بَيْنَهُمْ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا عَشْراً
Birbirleriyle fısıldaşarak, “Dünyada on günden fazla kalmadınız değil mi?” diye soracaklar.
103
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ اِذْ يَقُولُ اَمْثَلُهُمْ طَر۪يقَةً اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا يَوْماً۟
Biz onların ne dediklerini daha iyi biliriz ve yolu yordamı daha düzgün olan kimseler o zaman: “Bir günden fazla eğleşmediniz” derler.
104
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْجِبَالِ فَقُلْ يَنْسِفُهَا رَبّ۪ي نَسْفاًۙ
O kıyamet günü, dağların ne olacağını soruyorlar sana. O zaman onlara de ki: “Rabbim onları parça parça edip savuracak.
105
فَيَذَرُهَا قَاعاً صَفْصَفاًۙ
Yeryüzünü dümdüz bir hale getirecek.
106
لَا تَرٰى ف۪يهَا عِوَجاً وَلَٓا اَمْتاً
Öyle ki, orada ne kıvrım, ne de tümsek göreceksin.
107
يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُۚ وَخَشَعَتِ الْاَصْوَاتُ لِلرَّحْمٰنِ فَلَا تَسْمَعُ اِلَّا هَمْساً
O gün tüm insanlar, hiçbir tarafa sapmadan çağırıcı İsrafil'in davetine uyarlar. Bütün sesler, sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın huzurunda kısılmıştır. Öyle ki, yalnızca cansız bir fısıltı ve uğultu işitirsin.
108
يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ اِلَّا مَنْ اَذِنَ لَهُ الرَّحْمٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلاً
O gün sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın izin verip, sözünden hoşnut olduğu kimsenin dışında hiç kimsenin şefaati, kayırması fayda vermez.
109
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُح۪يطُونَ بِه۪ عِلْماً
Çünkü O Allah, tüm insanların olmuş olacak, gelmiş gelecek her yaptıklarını bilir. Ama onlar Allah'ı bilgileriyle kavrayamazlar.
110
وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِۜ وَقَدْ خَابَ مَنْ حَمَلَ ظُلْماً
Bütün yüzler, her zaman diri, herşeyi yaratan ve herşeye hakim olan Allah için saygı ile eğilip, baş eğmiştir. Yaratılış gayesine aykırı davranarak, günah yükü yüklenerek gelenin ise, soluğu kesilir, gücü tükenir ve mahrumiyet içindedir.
111
وَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا يَخَافُ ظُلْماً وَلَا هَضْماً
Her kim iman ederek, doğru dürüst işler işlerse, haksızlığa uğramaktan ve mükafatının eksilmesinden asla korkmaz.
112
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ وَصَرَّفْنَا ف۪يهِ مِنَ الْوَع۪يدِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ اَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْراً
İşte böylece biz sana, bu Kur'ân'ı Arap diliyle ifade edilmiş şekilde indirdik ve O'nda her türden uyarıyı tekrar tekrar apaçık dile getirdik ki, insanlar yollarını bizim kitabımızla bulsunlar diye, yahut bu kitap ve içindeki tehditler, onlarda yepyeni bir bilinç uyanıklığı meydana getirmesi için.
113
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ وَلَا تَعْجَلْ بِالْقُرْاٰنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يُقْضٰٓى اِلَيْكَ وَحْيُهُۘ وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْماً
Bütün kâinâta hükümran olan, varlığı değişmeyen ve sonsuz gerçek olan Allah'ın şanı yücelerden yücedir. Ey peygamber! Sana O'nun vahyi tamamlanmazdan önce, Kur'ân'ı okumada acele etme, fakat daima “Ey Rabbim! Benim ilmimi artır!” de.
114
وَلَقَدْ عَهِدْنَٓا اِلٰٓى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِيَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْماً۟
Andolsun biz daha önce de, Adem'e buyruğumuzu ulaştırmıştık. Fakat O bunu unuttu. O'nu bilerek isteyerek günah işleyen biri olarak veya yasakladığımız şeye karşı sabır ve dirençli bulamadık. Yani yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli olamadı.
115
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Şöyle ki, biz meleklere: “Adem'in önünde secdeye kapanın!” dediğimiz zaman, İblisin dışında onların hepsi yere kapandı, İblis bunu yapmaya yanaşmadı, geri durdu.
116
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Bunun üzerine Adem'e demiştik ki: “Ey Adem! Şüphe yok ki, bu sana ve eşine düşmandır, sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra ekip biçmek, kazanmak, harcamak gibi işleri yapmak zorunda kalarak zahmete uğrarsınız.
117
اِنَّ لَكَ اَلَّا تَجُوعَ ف۪يهَا وَلَا تَعْرٰىۙ
Çünkü sen o cennette ne aç kalırsın, ne de çıplak.
118
وَاَنَّكَ لَا تَظْمَؤُ۬ا ف۪يهَا وَلَا تَضْحٰى
Susuzluğa uğramak ve güneşin sıcağını çekmek de yok.
119
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Şeytan O'na vesvese vererek: “Ey Adem! Sana ebedilik ağacını ve dolayısıyla hiç çökmeyecek bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?” dedi.
120
فَاَكَلَا مِنْهَا فَبَدَتْ لَهُمَا سَوْاٰتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِۘ وَعَصٰٓى اٰدَمُ رَبَّهُ فَغَوٰىۖ
Ve böylece her ikisi de, o ağacın meyvesinden yediler, cennet elbiselerinden soyuluverdiler de, çıplaklıklarının farkına vardılar, cennet bahçesinden topladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye başladılar. Böylece Adem Rabbinin emrine karşı gelmiş oldu da, ciddi bir hataya düşerek şaşırıp kaldı.
121
ثُمَّ اجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَتَابَ عَلَيْهِ وَهَدٰى
Sonra Rabbi O'nu seçti ve tevbesini kabul buyurdu ve doğru yola iletti.
122
قَالَ اهْبِطَا مِنْهَا جَم۪يعاً بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ عَدُوٌّۚ فَاِمَّا يَأْتِيَنَّكُمْ مِنّ۪ي هُدًى فَمَنِ اتَّـبَعَ هُدَايَ فَلَا يَضِلُّ وَلَا يَشْقٰى
Yani onlara şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak, hepiniz topluca inin bu cennetten.” Bununla birlikte muhakkak ki, size benden doğru yol bilgisi gelecektir. Kim ki, benim doğru yoluma uyarsa, artık ne sapıtır, ne de sıkıntıya düşer.
123
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى
Kim beni anmaktan, indirdiğim kitaptan yüz çevirirse, iyi bilsin ki onun için sıkıntılı bir geçim vardır. Kıyamet günü de, onu kör olarak mahşer yerine getiririz.
124
قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَـن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يراً
Böyle biri kıyamet gününde: “Rabbim ben dünyada gören biri iken, beni niçin kör olarak burada topladın?” diye soracak.
125
قَالَ كَذٰلِكَ اَتَتْكَ اٰيَاتُنَا فَـنَس۪يتَهَاۚ وَكَذٰلِكَ الْيَوْمَ تُنْسٰى
Allah da ona, şunun için diye cevap verecek: “Sana mesajlarımız gelmişti de, sen onları gözardı edip unutmuştun. Bu gün de sen, aynen öylece gözardı edilip, unutulacaksın.”
126
وَكَذٰلِكَ نَجْز۪ي مَنْ اَسْرَفَ وَلَمْ يُؤْمِنْ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَدُّ وَاَبْقٰى
İşte biz suç işlemekte ileri gidenleri ve Rabbinin ayetlerine inanmayanları böylece cezalandıracağız. Ahiret azabı ise daha zorlu ve süreklidir.
127
اَفَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي النُّهٰى۟
Onlardan önce geçmiş kuşaklarda, nice toplumları helak etmemiz, onlara doğru yolu göstermiyor mu? Onların harap olmuş, boş kalan yurtlarında gezip duruyorlar. Şüphesiz ki, bunda sağduyu sahipleri için, nice açık belgeler ve ibretler vardır.
128
وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَاماً وَاَجَلٌ مُسَمًّىۜ
Rabbinin her günahkar topluma ve şahıslara tevbe için tanınan belirli süre konusunda, önceden verilmiş bir kararı olmasaydı, günah işleyenlerin derhal cezalandırılması, kaçınılmaz olurdu.
129
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَاۚ وَمِنْ اٰنَٓائِ الَّيْلِ فَسَبِّـحْ وَاَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضٰى
Bunun içindir ki, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler ne derlerse desinler göğüs ger ve dayanıklı davran, gevşeklik gösterme. Güneşin doğmasından ve batmasından önce, Rabbinin sınırsız kudret ve yüceliğini, tüm eksiksiz övgüleriyle an ve gecenin bazı saatlerinde ve gündüzün belli vakitlerinde yine, Rabbinin kudret ve yüceliğini an yani ibadet et ki hoşnutluğa, esenliğe erişesin.
130
وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ ف۪يهِۜ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَاَبْقٰى
Ve onların içlerinden bir sınıfa, kendilerini sınamak için verdiğimiz dünya hayatına mahsus lükse, gösterişe ve görkeme gözünü dikme. Çünkü Rabbinin sana sağladığı rızık, daha hayırlı ve daha kalıcıdır.
131
وَأْمُرْ اَهْلَكَ بِالصَّلٰوةِ وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَاۜ لَا نَسْـَٔلُكَ رِزْقاًۜ نَحْنُ نَرْزُقُكَۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوٰى
Ümmetine ve yakınlarına namazı emret, kendin de o namaza sımsıkı sarıl veya namazı emretmede dirençli ve dayanıklı ol. Biz senden rızık istemeyiz, senin rızkını da biz veririz. Hayırlı sonuç yolunu Allah'ın kitabıyla bulanların olacaktır.
132
وَقَالُوا لَوْلَا يَأْت۪ينَا بِاٰيَةٍ مِنْ رَبِّه۪ۜ اَوَلَمْ تَأْتِهِمْ بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْاُو۫لٰى
Yine de hakka karşı kör olanlar: “Muhammed Rabbinden bize bir mucize getirseydi ya!” deyip duruyorlar. Önceki kitaplarda bulunan belgeler, deliller onlara gelmedi mi?
133
وَلَوْ اَنَّٓا اَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِه۪ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ اَنْ نَذِلَّ وَنَخْزٰى
Eğer biz onlara, Kur'ân'ı indirmeden önce, onları bir azap ile yok etmiş olsaydık, kıyamet günü onlar: “Ey Rabbimiz! bize bir peygamber gönderseydin de, alçalıp zillete uğramadan, ayetlerine uysaydık ne iyi olurdu!” diyeceklerdi.
134
قُلْ كُلٌّ مُتَرَبِّصٌ فَتَرَبَّصُواۚ فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ اَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدٰى
De ki: Herkes geleceğin, kendilerine getireceği şeyi ümitle beklemektedir. Öyleyse siz de, bekleyin bakalım. Yakında bileceksiniz, doğru düzgün yolun yolcuları kimmiş! Hidayette olan kimmiş!
135

Sureler

Mealler