|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
حٰمٓ Ha, mim. |
1 |
|
عٓسٓقٓ۠ Ayn, sin, Kaf. |
2 |
|
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ Sana ve senden öncekilere, güçlü ve hikmet sahibi Allah işte böyle vahyeder! |
3 |
|
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O’nundur. O, yücedir, büyüktür. |
4 |
|
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ Gökler, üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar... Melekler Rablerini övgüyle tesbih ediyorlar ve yeryüzündeki kimseler için bağışlanma diliyorlar. İyi bilin ki şüphesiz Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir. |
5 |
|
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ O’nun dişinda veliler edinen kimselere gelince, Allah onlar üzerinde gözetleyendir. Sen, onlar üzerinde vekil değilsin. |
6 |
|
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ Işte böylece sana, Arapça (anladıkları dilde okunan) bir Kur’an vahyettik ki, kentlerin anasını (başkentleri) ve çevresindeki(kasaba ve köy)leri uyarasın! Ve hiç şüphe olmayan, toplanma gününün dehşetinden onları uyarıp sakındırasın. Bir bölük cennettedir, bir bölük kızgın ateştedir. |
7 |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ Allah dileseydi elbette onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dileyen (çalışarak rahmeti hak eden) kimseyi, rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır. |
8 |
|
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ Yoksa o’nun dışında, birtakım evliya/dostlar mı edindiler? İşte Allah velî/koruyup gözetleyici (ancak) O’dur. Ve ölüleri dirilten O’dur. O, herşeye kâdir olan/gücü yetendir. |
9 |
|
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ Öyleyse, (ya evrensel birlik beraberlik sağlayın veya) herhangi bir şey hakkında ihtilâfa düştüğünüzde, Allah’ın çözümünü alın. “Sizin de benim de Rabbim olan Allah işte budur! O’na güvenip dayandım. O’na yönelirim.” |
10 |
|
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ Gökleri ve yeryüzünü yaratan/var edendir. Size karşı cinsinizden eşler kılmış, hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. Sizi, orada/bu sistem içinde çoğaltıyor/üretiyor. O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir. |
11 |
|
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Göklerin ve yeryüzünün anahtarları/yönetimi O’nundur. Rızkı (besinleri yaratmasını) dilediği kimse için genişletip yayar ve (dilediği kimse için) kısar da!.. Şüphesiz O, herşeyi en iyi bilendir. |
12 |
|
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ Onların, ancak kendilerine ilim geldikten sonra gruplara ayrılmaları/ayrılığa düşmeleri; aralarındaki kıskançlık ve çekişme (benlik davası) yüzündendir! Eğer Rabbinden belli bir süreye kadar erteleme sözü geçmiş olmasaydı, elbette aralarında hüküm verilmiş, iş bitirilmiş olurdu. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, onun hakkında işkillendiren/kuşkulu bir şüphe içindedirler. |
13 |
|
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ Işte bunun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et! Onların hevalarına/boş arzularına/isteklerine uyma! De ki: “Allah’ın indirdiği/gönderdiği her kitaba inandım! Aranızda adaleti sağlamakla emrolundum! Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size. Sizinle aramızda bir çekişme/didişme/benlik davası yok! Allah hepimizi bir araya toplayacaktır ve dönüş O’nun katınadır.” |
14 |
|
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ O’nun kabul edilişinin ardından, Allah hakkında tartışmaya girenlere gelince; onların delilleri Rableri katında geçersizdir. Üzerlerine bir gazap ve kendilerine şiddetli bir azap vardır. |
15 |
|
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ Kitab’ı gerçekle indiren Allah’tır ve mizanı/ölçüyü de!.. Nereden bileceksin belki de saat pek yakındır? |
16 |
|
اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ Ona inanmayan kimseler onun çabucak gelmesini isterler. İnanan kimseler ise ondan ürperip korkarlar. Bilirler ki o, şüphesiz gerçektir. Haberiniz olsun saat hakkında tartışıp duran kimseler, elbette uzak bir sapıklık içindedirler. |
17 |
|
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ Allah kullarına çok lütufkârdır. Dilediğini rızıklandırır. Güçlüdür, üstündür. |
18 |
|
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ Kim ahiret sevabını/menfaatini/ekinini ister ise; onun ekinini/sevabını/menfaatini artırırız. Kim dünya menfaatini/ekinini ister ise; ona da, ondan bir şeyler veririz. Fakat ahirette, onun için başka hiç bir nasip/alacak yoktur. |
19 |
|
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ Yoksa onların, dinden kendileri için koydukları kuralları meşru kılan, ortakları mı var, Allah’ın izin vermediği şeyleri! Eğer cezaların ahirete, ayırt edilme gününe bırakılma sözü olmasaydı; aralarında hüküm/karar verilip iş çoktan bitirilirdi. Kuşkusuz zalimler için acıklı bir azap vardır. |
20 |
|
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ O azap zalimlerin yaptıklarından dolayı tepelerine inerken, korkudan titrediklerini görürsün. İnanan ve faydalı bir işi en iyi şekilde yapanlar ise, cennet bahçeleri içindedirler. Rableri katında, her ne dilerlerse/isterlerse onlarındır. İşte en büyük lütuf budur. |
21 |
|
تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ Allah’ın, inanan ve faydalı bir işi en iyi şekilde yapanlara müjdelediği budur! De ki: “Ben bunun karşılığında sizden, kendim için herhangi bir şey/ücret istemiyorum. Yalnız (birbirinize karşı merhametle ve) sevgi(yle davranmanızı!)” Kim bir iyilik üretirse, Biz ondaki iyiliği artırırız. Şüphesiz Allah; çok bağışlayandır, iyiliğe karşılık verendir. |
22 |
|
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ Yoksa onlar; “Yalan düzerek Allah’a iftira etti” mi diyorlar? Allah dilerse (eğer iftira etseydin) senin kalbini durdururdu. Allah bâtılı/yalanı mahveder! Kendi sözleriyle gerçeği yerleştirir. Şüphesiz O, göğüslerin özünde olanı çok iyi bilmektedir. |
23 |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ Kullarından tövbeyi kabul eden, kötülükleri affeden ve yaptıklarınızı bilen O’dur. |
24 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ Inanıp da faydalı işi en iyi şekilde yapan kimselere cevap verir; onlara lütfundan arttırıp vererek!. İnkârcılara gelince, onlara çetin bir azap vardır. |
25 |
|
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ Eğer Allah kulları için rızkı bolca yayıp döşeseydi, mutlaka yeryüzünde azarlardı! Fakat dilediği ölçüyle yaratıyor. Çünkü O; kullarından haberdardır, görendir. |
26 |
|
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ Ve o’dur ki, umutlarını kestikten sonra yağmuru indiriyor ve rahmetini yayıyor. O’dur koruyucu dost, çokça övülmeye lâyık olan! |
27 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ O’nun ayetlerindendir; göklerin ve yeryüzünün yaratılması ve bu ikisinin içinde, her canlıdan türetip yayması! O, dilediği zaman hepsini bir araya toplamaya güç yetirendir. |
28 |
|
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟ Size isabet eden bir musibet, kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir! Birçoklarını da affediyor. |
29 |
|
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ Siz yeryüzünde O’nu aciz bırakamazsınız. Sizin, Allah’ın dışında ne bir koruyucu dostunuz vardır, ne de bir yardımcınız! |
30 |
|
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ Denizde, dağlar gibi akıp gidenler O’nun ayetlerindendir. |
31 |
|
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ Dilerse, rüzgârı durdurur da böylece onlar (yelkenli gemiler), denizin üzerinde donmuş gibi kalırlar. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için, elbette ayetler/işâretler/dersler vardır. |
32 |
|
اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ Ya da içindekilerin kazandıkları yüzünden çeşitli sebeplerle onları batırır mahveder, birçoğunu da affeder/yaşamasına izin verir. |
33 |
|
اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ Öyle ki, ayetlerimiz hakkında tartışıp duranlar, kendileri için kaçacak bir yer olmadığını bilsinler. |
34 |
|
وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ Şimdi size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının geçici geçimliğidir! Allah katında bulunanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. İman edip ve Rablerine tevekkül edenler/güvenenler içindir! |
35 |
|
فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ Onlar günahın büyüklerinden ve hayâsızlıklardan kaçınarak uzak duranlardır. Öfkelenip kızdıkları zaman da affedenlerdir! |
36 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ Onlar ki; Rableri(nin çağrısına/emrine/sözleri)ne cevap verenler, namazı gereği gibi kılanlar, işleri/yönetimleri aralarında şura/danışma ile olanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, infak edenlerdir/harcayanlardır. |
37 |
|
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ Bir zulüm ve haksızlık kendilerine gelip çattığında; yardımlaşarak/birbirlerine arka çıkarak karşı koyanlardır! |
38 |
|
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ Kötülük yapan bir kişiye/bir kötülüğün cezası, aynıyla karşılık vermektir (ki onu, o da tatsın ve bir daha yapmasın). Fakat kim affeder ve ıslahı/sulhu/barışı esas alırsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz O, zalimleri hiç sevmez! |
39 |
|
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ Kim zulme uğramasının ardından kendini savunursa; artık onlar için aleyhlerinde bir yol yoktur. |
40 |
|
وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ (aleyhlerine) yol aranacak olanlar şu kişilerdir ki; insanlara zulmederler ve yeryüzünde terör saldırılarında bulunurlar! İşte böyleleri için, çok acıklı bir azap vardır! |
41 |
|
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Kim de sabreder ve bağışlarsa; şüphesiz ki bu, çok gayret edilmesi gereken işlerdendir. |
42 |
|
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟ Işte (böyle): Allah; kimi (düzelmek istemediği için) sapıklığında bırakırsa, artık bundan sonra onun hiçbir dostu yoktur. Azabı gördükleri zaman o zalimleri bir görsen! “Geri dönüş için bir yol var mı?” derler. |
43 |
|
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ Onları görürsün; zilletten başları önlerine düşmüş bir halde, ateşe sunulurlarken gizli gizli göz ucuyla bakarlar! İnanan kimseler dediler ki: “Gerçekten hüsrana uğrayanlar; kendilerini ve (kendilerine uyan) ailelerini, kıyamet günü hüsrana uğratanlardır.” Haberiniz olsun; muhakkak ki zalimler sürekli bir azap içindedirler. |
44 |
|
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ Onların Allah’ın dışında, kendilerine yardım edecek koruyucu dostları yoktur. Allah, kimi (yanlış hayat tarzını seçenleri) sapıklığında bırakırsa, artık onun için bir yol (kurtuluş) yoktur. |
45 |
|
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ Rabbinizin (çağrısına) cevap verin; Allah’tan geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmezden önce!.. O gün sizin için; ne sığınılacak bir yer var, ne de bir reddediş (vardır!) |
46 |
|
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ Ama onlar yüz çevirirlerse, Biz seni onların üzerine zaten bir bekçi olarak göndermedik! Sana düşen yalnızca duyurmaktır! Gerçekten Biz, insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman, onunla sevinç duyar. Ve eğer onlara ellerinin yapıp öne sürdüklerinden dolayı, bir kötülük isabet ederse, o zaman da insan pek nankördür! |
47 |
|
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ Gökler ve yeryüzünün imparatorluğu Allah’a aittir. Dilediğini yaratır; dilediği kimseye kız çocuklar, dilediği kimseye de erkek çocuklar bağışlar. |
48 |
|
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ Ya da onları; erkekler ve kızlar olarak çift yaratır. Dilediğini de kısır kılar. Şüphesiz O; bilendir, gücü yetendir. |
49 |
|
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ Allah’ın kendisiyle konuşması, hiçbir insan için sözkonusu değildir. Ancak (seçtiği peygamberlerinden) vahiy ile, ya da bir perde arkasından veya elçi gönderip izniyle dilediğini vahyetmesi durumu başka! Şüphesiz O; yücedir, doğru hüküm/karar verendir. |
50 |
|
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ Işte bu şekilde; sana da emrimizden bir ruhu (Kur’an’ı) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun! Ancak Biz onu, bir ışık/bir yol gösterici yaptık; onunla, kullarımızdan dileyen/doğru yol için birşeyler yapan kimseyi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz sen de dosdoğru bir yola götürüyorsun; |
51 |
|
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ Allah’ın yoluna!.. Göklerde ve yeryüzünde bulunanların hepsi kendisine ait olanın yoluna!.. İyi bilin ki, bütün işler sonunda Allah’a döner. |
52 |
|
صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ
A PHP Error was encountered
Severity: Notice
Message: Undefined offset: 52
Filename: views/sure_view.php
Line Number: 347
Backtrace:
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/views/sure_view.php
Line: 347
Function: _error_handler
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/libraries/Template.php
Line: 222
Function: view
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/controllers/Sureler.php
Line: 83
Function: render
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/index.php
Line: 315
Function: require_once
|
53 |