|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
حٰمٓ Hâ. Mîm. |
1 |
|
عٓسٓقٓ۠ Ayn. Sîn. Kaf. |
2 |
|
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ İzzet, kudret ve hikmet sahibi, hükümran olan Allah, hurûf-ı mukattaaları ve sûreleri sana, geçmiş kutsal kitaplardaki benzerlerini, senden önceki peygamberlere vahyettiği gibi, Kur’ân’ı sana vahyetmeye devam ediyor. |
3 |
|
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ Göklerdeki varlıklar ve imkânlar yerdeki varlıklar ve imkânlar tamamen O’na aittir, O’nun tasarrufundadır. Yüce ve büyük olan O’dur. |
4 |
|
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ Neredeyse, O’nun azametinden, ta yukarılardan gökler çatlayacak gibi titreşiyor. Melekler, hamd ile överek, şükrederek Rablerini tesbih ediyorlar. Yeryüzünde bulunan akıllı ve sorumlu varlıklar için koruma kalkanına alınma ve bağışlanma diliyorlar. Unutmayın ki, Allah kâinatı devamlı koruma kalkanına alır, çok bağışlayıcı, engin merhamet sahibidir. |
5 |
|
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ Allah’ın dışında kulları durumundakilerden, veliler, koruyucular, otoriteler edinenleri, Allah devamlı gözetim, denetim altında tutmaktadır. Sen Allah’a karşı onların savunucusu değilsin. Allah adına da onlar üzerinde zor kullanamazsın. |
6 |
|
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰناً عَرَبِياًّ لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ Senin sorumluluk sınırlarını belirlediğimiz gibi, görevlerini de hatırlatarak biz sana bütün ilâhî kitaplardaki dinî-ilmî esasları içeren, açık, edebî, Arapça, okunan bir kitap, Kur’ân vahyettik. Manevî merkez Mekke’yi ve çevresindeki bütün dünyayı, bütün insanları uyarasın, gerçekleşeceği ve hesap sorulacağı konusunda şüphe olmayan toplanma günü, hesap günü ile ilgili insanları ikaz edesin diye vahyettik. Buna rağmen insanların bir kısmı cennette, bir kısmı körüklenen alev püsküren dehşetli Cehennem ateşindedir. |
7 |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olsaydı, bütün insanları aynı inanç ve düşünceyi paylaşan bir tek millet yapardı. Fakat Allah, irade hürriyeti ve seçme özgürlüğü tanıdığı, insanları imtihana tâbi tuttuğu için, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi olan akıllı ve sorumlu varlıkları rahmetine gark ediyor. Zâlimlerin, haksızların ne bir velisi, dostu, koruyucusu, ne de bir yardım edeni vardır. |
8 |
|
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْـيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ Yoksa onlar, Allah’ın dışında kulları durumundakilerden, veliler, koruyucular, emirlerine uyacakları otoriteler mi edindiler? Halbuki asıl koruyucu, asıl emirlerine itaat edilecek otorite Allah’tır. Ölülere de O hayat verir. O’nun gücü kudreti her şeye yeter. |
9 |
|
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir konuda muhakeme yetkisi, yargı ve icra Allah’a aittir. İşte bu Allah, benim Rabbimdir. Yalnız O’na dayanıp güvendim. Yalnız O’na yöneliyorum, O’na gönülden bağlanıyorum. |
10 |
|
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O sizin için kendi nefsinizden eşler ve hayvanlardan da erkekli dişili çiftler yaratmıştır. O sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. Bu göz kamaştırıcı eşsiz düzeni en ince ayrıntısına kadar O’nun gibi düzenleyip idare edebilecek olan biri de; O’nun zatı gibi, O’na benzer gibi olan biri de yok. Her şeyi işiten, bilen ve gören O’dur; doğruları insanlara duyuran, doğru yolu gösteren de Odur. |
11 |
|
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarları, şifreleri O’nun tasarrufundadır. Rızkı ve serveti, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıklara bol bol da verir; ölçüyle kısarak da verir. Her şey, O’nun ilmi, planı, iradesi dahilinde gerçekleşmektedir. |
12 |
|
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحاً وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ Allah, Nûh’a tekrar tekrar tavsiye ettiği dinî kuralları, sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya tekrarladığımız tavsiyelerimizi size açıklayarak şeriat haline getirdi. 'Bütün peygamberlere tavsiye edilen esasları içeren bu dini, medenî kuralları açıkça ortaya koyup uygulayarak, şeriatı ayakta tutun. İnsanlığın bu tek hak dininden ayrı kalarak, dinde ayrılık yaratmayın, dinî esaslarda ihtilâfa düşmeyin, farklı yollara gitmeyin.' buyurdu. Fakat, senin, kendilerini davet ettiğin dinî esasları, tevhid esaslarını kabul, senin peygamberliğine ve Kur’ân’a iman, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşan müşriklere, Allah’a imanın gerektirdiği esasları inkâr edenlere ağır geldi. Allah sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimseleri kendisine peygamber seçer. Kendisine yöneleni, yoluna baş koyanı da doğru ve hak yolda başarıya ulaştırır. |
13 |
|
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْياً بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ Onlar, kendilerine doğru bilgiler geldikten sonra, liderliği ve hâkimiyeti hep kendi uhdelerinde tutma hırsları, hasetleri, haksızlıkları, şer’î kurallara karşı çıkmaları ve bozgunculukları sebebiyle ayrılığa düştüler. Eğer insanların sorumlu tutularak muhakeme edileceği, mükâfata nâil olanla cezaya müsehak olanların hükümlerinin kesinleşeceği ile ilgili, rahmeti gazabına baskın olan Rabbinin koyduğu-kurduğu, belli bir vadeye kadar mühlet verilen bir hüküm , bir düzen olmasaydı, ayrılığa düştükleri konularda onların aralarında âcilen yargı gerçekleştirilir, hüküm icra edilirdi. Onların ardından kutsal kitapları miras olarak devralanlar da, hak kitaba, Kur’ân’a karşı sû-i zanlarının-art niyetlerinin beslediği şüpheler içindedirler. |
14 |
|
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ Geçmişten gelen dinî kalıntılarla senin tebliğ ettiğin dinin, örtüşen ve örtüşmeyen taraflarının bulunması sebebiyle, etrafında olup bitenlere kulak kabartmadan, sen insanları değişmez doğruları getiren dine, İslâm’a, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye, birliğe davete devam et. Emrolunduğun gibi ilâhî emirleri doğru uygulayarak itaatte daim ol. Onların, geçmişteki din sâliklerinin şahsî arzu ve ihtiraslarına, bâtıla uyma. 'Ben, Allah’ın peygamberlerine indirdiği kitaplarına iman ettim. Bana, aranızda sosyal, siyasî, ekonomik ve idarî adâleti gerçekleştirerek kamu düzenini sağlamam emredildi. Allah bizim de, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimizin karşılığı, mükâfatı bize ait, sizin amellerinizin sorumluluğu ve cezası da size aittir. Benim peygamberliğimin doğruluğu, ispatı konusunda, indirilen ilâhî kitapların dışında, aramızda ayrıca bir delile de ihtiyaç yok. Allah aramızdaki ihtilâfları, hepimizin önünde toptan halledecektir. Sonuçta, yalnız onun huzuruna varıp hesap vereceksiniz.' diye ilan et. |
15 |
|
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ Daveti kabul edilip İslâm’a girildikten sonra, Allah ve dini konusunda tartışanların delilleri, Rableri katında bâtıldır, boştur. Onlar Allah’ın gazabına uğramışlardır. Üstelik onlar için dehşetli bir de azap vardır. |
16 |
|
اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ Allah, gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek kuralları içeren kitabı, Kur’ân’ı, adâleti, dengeyi, ölçüyü, tartıyı yerleştirecek ilkeleri indirendir. Kıyametin kopacağı an ile ilgili, bizden başka seni bilgilendirecek olan mı var? Belki de kıyametin vakti yakındır. |
17 |
|
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ Kıyametin kopacağı âna inanmayacak olanlar, onun küstahça, çabucak kopmasını isterler. İman edenler ise, korkarak Allah’ın emirlerine itina gösterirler. Onun hak, doğru bir vaat olduğunu bilirler. Dikkat edin, Kıyamet ile ilgili tartışanlar, tamamen başına buyruk bir hayat, koyu bir cehalet, dalâlet, ahmaklık ve bozuk düzen içindedirler. |
18 |
|
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ Allah kullarına çok lütufkârdır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere rızık ve servet verir. O güçlü, kudretli ve hükümrandır. |
19 |
|
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ Kim âhiretin, ebedî yurdun tarlasında çalışmayı, kazancını, sevabını isterse, onun tarlasındaki gayretini de, mahsulü de artırırız. Kim de dünyanın tarlasında çalışmayı, kazancını isterse, ona da, onun mahsulünden bir miktar veririz. Ama onun âhirette, ebedî yurtta hiçbir nasibi olmaz. |
20 |
|
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Yoksa onların, Allah’ın dinde, şeriatta ruhsat vermediği şeyi, kendilerine meşrû kılacak mâbutları mı var? Eğer insanların sorumlu tutularak muhakeme edileceği, mükâfaata nâil olanla cezaya müstehak olanların ayırt edileceği ile ilgili Allah’ın koyduğu-kurduğu mühlet verilen bir düzen olmasaydı, elbette müşriklerle mabut saydıkları putlar arasında acilen yargı gerçekleştirilir, icra edilirdi. Kesinlikle inkârda, isyanda, şirkte ısrar eden, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen zâlimler için, can yakıp inleten müthiş cezalar vardır. |
21 |
|
تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِـعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ İşledikleri ameller, yüklendikleri günahlardan dolayı cezaları uygulanırken, baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen, hakka riayet etmeyen zâlimlerin korkuyla karışık çekindiklerini görürsün. İman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenler, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanlar, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanlar, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenler, Cennetlerin bahçelerindedir. Onlar için Rableri katında Allah’ın sünnetinin düzeninin yasaları ve iradesinin tecellisi içinde, dünyadaki amellerine, kazandıkları derecelerine göre diledikleri her şey vardır. İşte büyük lütuf budur. |
22 |
|
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ İşte Allah, iman edip, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçiren, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayan, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olan, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyen kullarını bununla müjdeliyor. 'Ben tebliğ görevime karşılık, sizden bir ücret istemiyorum. Yalnızca aramızdaki yakın ilişkilere saygıyla riayeti, sevgiyle itaat ederek Allah’a yaklaşmanızı, beni, yakınlarımı, ashabımı, benim yolumdan gidenleri, İslâm’ın hizmetkârlarını, sizlerin, müminlerin birbirinizi sevmenizi, desteklemenizi istiyorum.' de. Kim bir iyilik yaparsa, onun sevabını, kendisine artırarak veririz. Allah samimi kullarını koruma kalkanına alır, çok bağışlayıcıdır. Şükrün kıymetini bilir, bol bol verir. |
23 |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۚ فَاِنْ يَشَأِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ Yoksa onlar senin için: 'Allah adına yalan uydurdu' mu diyorlar. Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olursa, senin kalbini de, kafanı da korur. Bâtılı yok eder. Âyetleriyle, delilleriyle, icraatıyla, gerekçeli, hikmete dayalı indirilen, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek kuralları içeren hak kitab Kur’ân’ı hayata geçirir. O gönüllerdeki sırları bilir. |
24 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ O, kullarından tevbeleri, günah işlemekten vazgeçip kendisine itaate yönelişlerini kabul eden ve kusurları bağışlayandır. Yaptıklarınızın hepsini bilir. |
25 |
|
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ Allah, iman edip, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenlerin, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanların, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanların, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenlerin dualarını, niyazlarını kabul edip yerine getirir. Lütfundan, onlara fazlasını verir. Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirlere dehşetli bir azap vardır. |
26 |
|
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ Allah kullara rızkı ve serveti bol bol verseydi, kesinlikle yeryüzünde azarlardı, kural tanımamaya, haksızlığa başlarlardı. Fakat O, rızkı, bir hesap, bir plan dahilinde, sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olduğu ölçüde düzenli olarak indiriyor. O kullarının gizli açık her halinden haberdardır, onları biliyor, görüyor. |
27 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ O, insanlar ümitlerini kestikten sonra toprağı suya doyuracak yağmuru aralıklarla indiren, rahmetiyle her şeyi canlandırandır. O övülmeye, şükredilmeye lâyık, hakiki hâmi, emirlerine itaat edilecek gerçek otorite, hakiki dosttur. |
28 |
|
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟ Gökleri, yeri ve bu ikisinde üremelerini sağlayıp yaygınlaştırdığı canlıları yaratması da onun âyetlerinden, kudretinin delillerindendir. Allahın, sünnetine, düzeninin yasalarına, iradesinin tecellisine uygun olan şartlarda canlıları, zıtları, uyum, uzlaşı ve ahenk içinde bir arada yaşatma; hepsini bir yerde toplama kudretine sahiptir. |
29 |
|
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ Başınıza gelen musibetler, felaketler kendi ellerinizle işlediğiniz ameller, yüklendiğiniz günahlar yüzündendir. Allah müstahak olduğunuz, başınıza gelecek felâketlerin çoğunu da bertaraf ediyor. |
30 |
|
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ Yeryüzünde Allah’ı âciz bırakamazsınız, koyduğu kuralların dışına çıkarak yakanızı kurtaramazsınız. Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden bir veliniz, bir koruyucunuz ve bir yardım edeniniz de yoktur. |
31 |
|
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ Denizde, dağlar gibi seyreden gemiler, filolar da, O’nun âyetlerinden, kudretinin delillerindendir. |
32 |
|
اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ Eğer Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa, rüzgârı durdurur da, yelkenliler denizin üzerinde hareket edemez hale gelirler. Bunda, çok sabrederek mücadeleye devam eden ve çok şükreden kimseler için, açıkça Allah’ın kudretini gösteren deliller vardır. |
33 |
|
اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ Yahut da, yüklendikleri günahlar yüzünden onları helâk eder. Başlarına gelecek felaketlerin, cezaların çoğunu da bertaraf eder. |
34 |
|
وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ Âyetlerimizi, ilkelerimizi bertaraf etme konusunda mücadele edenler bilsinler ki, azaptan kaçıp kurtulabilecekleri bir yer yoktur. |
35 |
|
فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ Size verilen değerli herhangi bir şey, dünya hayatının geçici zevki, menfaatidir. Allah katında bulunanlar, iman ederek Rablerine dayanıp, güvenenler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. |
36 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ İman edenler, bilerek işlenen büyük günahlardan, meşrû olmayan şehevî fiillerden, gayri meşrû ilişkilerden, zinadan ve hayâsızlıktan, cimrilikten, haddi aşmaktan ve ahlâksızlıktan kaçınanlardır. Öfkelendikleri zaman kusurları bağışlayanlardır. |
37 |
|
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ İman edenler, Rablerinin davetini kabul edenler, namazı âdâbına riâyet ederek aksatmadan âşikâre kılanlar, işlerini, kurulu düzenlerini, devletlerini, ekonomilerini, savunmalarını, sosyal hayatlarını aralarında, meclislerinde istişâre ile karar vererek yürütenler, kararlarını istişâre ile alanlar, yönetime katılanlar, kendilerine verdiğimiz rızık ve servetten, Allah yolunda karşılık beklemeden, gönüllü harcayanlar, insanların ihtiyaçlarını görenlerdir. |
38 |
|
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ İman edenler, bir haksızlığa, bir saldırıya, bir baskıya ve zulme uğradıkları zaman, zâlimlere, saldırganlara ve baskı yapanlara yardımlaşarak hadlerini bildirenlerdir. |
39 |
|
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ Bir kötülüğün cezası, o kötülüğe denk bir ceza olmalıdır. Kim sorgusuz sualsiz affeder ve sulha vesile olursa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Allah zâlimleri, haksız davranışlarda bulunanları sevmez. |
40 |
|
وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ Zulme uğradıktan sonra, haklarını alanları, cezalandırmak için herhangi bir sebep yoktur. |
41 |
|
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Ancak insanlara baskı, zulüm ve işkence edenlere, insanları Allah yolundan, Allah yolundaki faaliyetlerden alıkoyanlara yeryüzünde haksız yere gaddar davrananlara, kesinlikle dünyada hesap sorulur ve cezalandırılır. Onlar için can yakıp, inleten müthiş bir de azap vardır. |
42 |
|
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟ Kim sabrederek mücadeleye devam eder ve affederse, bilsin ki, bu davranış, ciddi, kararlı olmayı gerektiren, maksada ulaştıran mücadele metotlarındandır. |
43 |
|
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ Allah kimin hak yoldan uzaklaşmasına, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihine özgürlük tanırsa, artık bundan sonra onu hiç kimse koruyamaz, ona hiç kimse yardım edemez. Baskı, zulüm ve işkenceyle temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen, inkârda, isyanda ısrar eden zâlimlerin, azâbı gördükleri zaman: 'Dünyaya dönecek bir yol, bir çıkış yolu var mı?' dediklerini göreceksin. |
44 |
|
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ Ateşe atılırlarken, onların, zilletten başlarını öne eğerek, göz ucuyla gizli gizli baktıklarını göreceksin. İman edenler: 'İşte kıyamet günü asıl hüsrana uğrayanlar, dünyada birbirlerini, kendilerini, ailelerini, vatandaşlarını, milletlerini, hak yoldan uzaklaştırarak zarara, ziyana uğratan liderler, güç ve iktidar sahipleridir' diyecekler. Unutmayın, baskı zulüm ve işkence yaparak temel hak ve hürriyetleri kısıtlayanlar, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyenler, haksızlık yapanlar, kurtuluşu mümkün olmayan, özel, kesintisiz, sürekli bir azap içindedirler. |
45 |
|
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ Onların, Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden kendilerine yardım edecek velileri yoktur. Allah kimin hak yoldan uzaklaşmasına, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihine özgürlük tanırsa, artık onun için bir çıkar yol da yoktur. |
46 |
|
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ Allah tarafından, geri çevrilmesi, tekrarı mümkün olmayan bir gün gelmeden önce, Rabbinizin İslâm’a davetini kabul edip yerine getirin. O gün hiç biriniz sığınacak bir yer bulamazsınız. İtiraz da edemezsiniz. |
47 |
|
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظاًۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ Eğer Rablerinin davetinden yüz çevirirler, tebliği engelleme tedbirleri alırlarsa, bilesin ki, biz seni onlar üzerinde denetim, zabıta görevi yapmaya göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğdir. Biz insana, tarafımızdan bir rahmet tattırdığımızda sevinir. Ama geçmişte elleriyle, bizzat yaptıkları kötülükler, işledikleri günahlar sebebiyle, başlarına bir felâket gelirse, işte o zaman insan şükürden uzaktır, pek nankördür, nimeti unutup bela okur. |
48 |
|
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثاً وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ Göklerin, yerin mülkü ve hükümranlığı Allah’a aittir. Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olan her şeyi yaratır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere kız çocuklar bahşeder, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kimselere erkek çocuklar da bahşeder. |
49 |
|
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَاناً وَاِنَاثاًۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يماًۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ Yahut Allah, onları erkekli kızlı ikiz verir. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu bazı kimseleri de kısır yapar. O her şeyi bilir, gücü kudreti her şeye yeter. |
50 |
|
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْياً اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِـاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir Rasul gönderir, ilmi, planı dâhilinde izniyle sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olanları vahyeder. O yücedir, hikmet sahibi ve hükümrandır. |
51 |
|
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ رُوحاً مِنْ اَمْرِنَاۜ مَا كُنْتَ تَدْر۪ي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْا۪يمَانُ وَلٰكِنْ جَعَلْنَاهُ نُوراً نَهْد۪ي بِه۪ مَنْ نَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِنَاۜ وَاِنَّكَ لَتَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۙ İşte bu cümleden olarak sana, var ettiğimiz ve koruduğumuz aslî düzenin bir bölümü olan, tabiî, dinî, sosyal, siyasî, ekonomik ve idarî düzeni içeren, ihya eden, insanları ve toplumları pislikten arındıran Kur’ân’ı vahyettik. Sen, okuma yazma nedir, kitap nedir, kitaba vukuf nedir, iman nedir, bilmiyordun. Biz Kur’ân’ı bir nur olarak planladık. Onunla, sünnetimize, düzenimizin yasalarına uygun olarak, irademizin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kullarımızdan bir kısmını doğru, hak yola iletiriz. Sen de, elbette doğru muhkem ve güvenli yolu, İslâmî hayatı gösteriyor, hidayet vesilesi, hakka yönlendirici, aydınlatıcı bilgiler veriyorsun. |
52 |
|
صِرَاطِ اللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِلَى اللّٰهِ تَص۪يرُ الْاُمُورُ Göklerdeki varlıkların ve imkânların ve yerdeki varlıkların ve imkânların mülkiyeti ve tasarrufu kendisine ait olan Allah’ın yolunu gösteriyorsun. Unutmayın, bütün planların icra edilerek sonuçlandırıldığı, bütün icraatların, amellerin hesabının sorulduğu tek merci Allah’tır. |
53 |