|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
طٰسٓمٓۜ Tâ. Sîn. Mîm. |
1 |
|
تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ Bunlar, Allah, insan, kâinat ilişkilerini ve ilâhî düzeni açıklayan apaçık mükemmel kutsal kitabın, Kur’ân’ın âyetleridir. |
2 |
|
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ اَلَّا يَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَ Rasûlüm, onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin! |
3 |
|
اِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ اٰيَةً فَظَلَّتْ اَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِع۪ينَ Bizim sünnetimizin, düzenimizin yasaları içinde, irademizin tecellisine uygun olursa, onların üzerlerine gökten bir âyet, bir mûcize indiririz. Bu mûcizeden dolayı toplu olarak boyun eğmek mecburiyetinde kalırlar. |
4 |
|
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنَ الرَّحْمٰنِ مُحْدَثٍ اِلَّا كَانُوا عَنْهُ مُعْرِض۪ينَ Kendilerine, Rahmet sahibi Rahman olan Allah’tan, okunması ibadet olan övünç kaynağı Kur’ân âyetleri, yeni bir öğüt gelir gelmez, ille de ondan yüz çeviriyorlar, tebliği engelliyorlar. |
5 |
|
فَقَدْ كَذَّبُوا فَسَيَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ Üstelik onu, Kur’ân’ı yalanladılar. Onlara alay edip durdukları şeyin gücünün, kendilerine getireceği sıkıntı ile ilgili haberler, yakında, dünyada da, âhirette de başlarına gelecek. |
6 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلَى الْاَرْضِ كَمْ اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَر۪يمٍ Erkekli dişili güzel, faydalı çiftlerin her türünden nice bitkiler yetiştirdiğimiz yeryüzüne bakmıyorlar mı? |
7 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Bunlarda, Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, insanlar için ibretler vardır. Ama onların çoğu, mü’min olacak değildi. |
8 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin kudretli ve hükümrandır. Engin merhamet sahibidir. |
9 |
|
وَاِذْ نَادٰى رَبُّكَ مُوسٰٓى اَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۙ Hani Rabbin Mûsâ’ya: 'İnkârda, isyanda ileri giden baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyen, insanları köleleştiren o zâlim kavme git.' diye nida etmişti. |
10 |
|
قَوْمَ فِرْعَوْنَۜ اَلَا يَتَّقُونَ 'Firavun’un kavmine git. Hâlâ, bana sığınmayacaklar, emirlerime yapışmayacaklar, günahlardan arınıp, azâbımdan korunmayacaklar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacaklar, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olmayacaklar mı?' |
11 |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُكَذِّبُونِۜ Mûsâ: 'Rabbim, beni yalanlamalarından korkuyorum' dedi. |
12 |
|
وَيَض۪يقُ صَدْر۪ي وَلَا يَنْطَلِقُ لِسَان۪ي فَاَرْسِلْ اِلٰى هٰرُونَ 'Göğsüm daralıyor, dilim dönmüyor. Hârûn’a da, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik, elçilik görevi ver.' |
13 |
|
وَلَهُمْ عَلَيَّ ذَنْبٌ فَاَخَافُ اَنْ يَقْتُلُونِۚ 'Hem onların bana isnat ettikleri bir suç var. Beni öldürmelerinden korkuyorum.' |
14 |
|
قَالَ كَلَّاۚ فَاذْهَبَا بِاٰيَاتِنَٓا اِنَّا مَعَكُمْ مُسْتَمِعُونَ Allah: 'Hayır, korkma! Haydi, mûcizelerimizle gidin. Kesinlikle biz sizinle beraberiz. Olanları işitiyoruz.' buyurdu. |
15 |
|
فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَٓا اِنَّا رَسُولُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 'İkiniz Firavun’a gidin. Biz âlemlerin, bütün varlıkların Rabbinin elçisiyiz.' deyin. |
16 |
|
اَنْ اَرْسِلْ مَعَنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 'Temel hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmasına son vererek, İsrâiloğulları’nı bizimle gönder' deyin. |
17 |
|
قَالَ اَلَمْ نُرَبِّكَ ف۪ينَا وَل۪يداً وَلَبِثْتَ ف۪ينَا مِنْ عُمُرِكَ سِن۪ينَ Firavun: 'Biz seni, çocukken himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi?' dedi. |
18 |
|
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّت۪ي فَعَلْتَ وَاَنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ 'Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankör birisisin.' |
19 |
|
قَالَ فَعَلْتُـهَٓا اِذاً وَاَنَا۬ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۜ Mûsâ: 'Bir yumruğun ölüme sebebiyet vereceğini bilerek yapmışsam, o takdirde düzen, kural tanımayanlardan, helâki hak edenlerden olurum.' dedi. |
20 |
|
فَفَرَرْتُ مِنْكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ ل۪ي رَبّ۪ي حُكْماً وَجَعَلَن۪ي مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ 'Sizden korkunca aranızdan kaçtım. Rabbim bana hikmete dayalı hükümranlık, yargı ve icra yetkisi, şeriat bahşetti. Beni özgürce sorumluluklarımı yerine getirmek üzere peygamberlikle görevlendirilenler arasına dahil etti.' |
21 |
|
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ اَنْ عَبَّدْتَ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ 'Şu, nimet sayarak başıma kaktığın şeylere bak, İsrâiloğulları’nı köle olarak hizmetinde kullanmanın, oğullarını boğazlamanın, ilâhî bir tecelli ile boğazlanmaktan kurtarılmamın neresi senin tarafından bahşedilen nimet?' |
22 |
|
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَم۪ينَ Firavun: 'Âlemlerin bütün varlıkların Rabbi dediğin nedir?' diye sordu. |
23 |
|
قَالَ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ Mûsâ: 'İlme, delile ve gerekçeye itibar eden, inanan kişiler olsanız, itiraf edersiniz ki, O, göklerin, yerin ve ikisi arasındaki varlıkların ve imkânların yaratıcısı, düzeninin hâkimi, Rabbidir' dedi. |
24 |
|
قَالَ لِمَنْ حَوْلَـهُٓ اَلَا تَسْتَمِعُونَ Firavun, etrafındakilere: 'Neler söylediğini işitmiyor musunuz?' dedi. |
25 |
|
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ Mûsâ: 'Sizin Rabbiniz, önceki atalarınızın Rabbi' dedi. |
26 |
|
قَالَ اِنَّ رَسُولَكُمُ الَّـذ۪ٓي اُرْسِلَ اِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ Firavun: 'Size özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere gönderilen Rasulünüz kesinlikle cinlere mahkûm olmuş biridir, delidir' dedi. |
27 |
|
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ اِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ Mûsâ: 'Aklınız başınızdaysa, eşyanın hakikatini, kâinatın yaratılışındaki nihai sebebi kavramışsanız eğer, doğunun, batının ve ikisi arasında bulunanların Rabbi.' dedi. |
28 |
|
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهاً غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ Firavun: 'Benden başka tanrı edinirsen eğer, kesinlikle seni zindana kapatılanların arasına koyarım' dedi. |
29 |
|
قَالَ اَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُب۪ينٍ Mûsâ: 'Sana hak peygamber olduğumu teyit eden apaçık bir mucize getirmiş olsam da mı?' dedi. |
30 |
|
قَالَ فَأْتِ بِه۪ٓ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ Firavun: 'İddianda doğru isen, dediğini yap, bakalım' dedi. |
31 |
|
فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُب۪ينٌۚ Mûsâ asâsını attı. Bir de ne görsünler, asâ, aşikâre bir ejderha oluverdi. |
32 |
|
وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِر۪ينَ۟ Elini koynundan çıkardı. Bir de ne görsünler! Bakanlara bembeyaz, ışıl ışıl göründü. |
33 |
|
قَالَ لِلْمَلَأِ حَوْلَـهُٓ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَل۪يمٌۙ Firavun, etrafındaki devlet büyüklerine: 'Bu, kesinlikle bilge bir sihirbaz' dedi. |
34 |
|
يُر۪يدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْ بِسِحْرِه۪ۗ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ 'Sizi, aklınızı etki altına alan sihiriyle topraklarınızdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?' |
35 |
|
قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَابْعَثْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۙ Onlar: 'Onu kardeşiyle beraber burada eğle. Şehirlere sihirbazları toplamaya adamlar gönder.' dediler. |
36 |
|
يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَل۪يمٍ 'Bütün ünlü bilge sihirbazları getirsinler.' |
37 |
|
فَجُمِعَ السَّحَرَةُ لِم۪يقَاتِ يَوْمٍ مَعْلُومٍۙ Sihirbazlar, belli günün tayin edilen saatinde bir araya geldiler. |
38 |
|
وَق۪يلَ لِلنَّاسِ هَلْ اَنْتُمْ مُجْتَمِعُونَۙ Halka: 'Haydi meydanda toplanmakta acele edin!' denildi. |
39 |
|
لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ السَّحَرَةَ اِنْ كَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَ Firavun’un adamlarından biri: 'Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız' dedi. |
40 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالُوا لِفِرْعَوْنَ اَئِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِب۪ينَ Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun’a: 'Eğer biz üstün gelirsek, bize bir ücret var, değil mi?' dediler. |
41 |
|
قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ اِذاً لَمِنَ الْمُقَرَّب۪ينَ Firavun: 'Evet. O takdirde hiç şüphe etmeyin, gözdelerim arasına gireceksiniz.' dedi. |
42 |
|
قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ Mûsâ onlara: 'Ne atacaksanız, atın!' dedi. |
43 |
|
فَاَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ اِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ Hemen iplerini ve değneklerini attılar. 'Firavun’un gücü hakkı için biz, elbette biz galip geleceğiz' dediler. |
44 |
|
فَاَلْقٰى مُوسٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ Sonra Mûsâ asâsını attı. Bir de ne görsünler, onların uydurduklarını yutuyor. |
45 |
|
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِد۪ينَۙ Buna şâhit olan sihirbazlar, hep birlikte secdeye kapandılar. |
46 |
|
قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ 'Âlemlerin, bütün varlıkların Rabbine iman ettik' dediler. |
47 |
|
رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ 'Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine iman ettik.' |
48 |
|
قَالَ اٰمَنْتُمْ لَهُ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّهُ لَكَب۪يرُكُمُ الَّذ۪ي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَۚ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَۜ لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ وَلَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَع۪ينَ Firavun: 'Ben size izin vermeden mi, ona boyun eğip güvendiniz? Anlaşıldı ki, size sihri öğreten büyüğünüzmüş o. Şimdi size yapacaklarımı göreceksiniz. Ellerinizi ayaklarınızı çaprazlama keseceğim. Hepinizi astıracağım.' dedi. |
49 |
|
قَالُوا لَا ضَيْرَۘ اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ Sihirbazlar: 'Zararı yok. Nasıl olsa, Rabbimize döneceğiz.' dediler. |
50 |
|
اِنَّا نَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَٓا اَنْ كُنَّٓا اَوَّلَ الْمُؤْمِن۪ينَۜ۟ 'İlk iman edenler olduğumuz için; Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.' |
51 |
|
وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَسْرِ بِعِبَاد۪ٓي اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ Mûsâ’ya: 'Beni ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlı kullarımı geceleyin yola çıkar. Takip edileceğini unutma!' diye vahyettik. |
52 |
|
فَاَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِر۪ينَۚ Firavun, şehirlere asker toplamaya görevliler gönderdi. |
53 |
|
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ 'Esasen bunların sayıları az, önemsiz, bölük pörçük birileridir' dedi. |
54 |
|
وَاِنَّهُمْ لَنَا لَـغَٓائِظُونَۙ 'Böyleyken, onlar bize kin duyuyorlar, bizi öfkelendiriyorlar.' |
55 |
|
وَاِنَّا لَجَم۪يعٌ حَاذِرُونَۜ 'Biz de ihtiyatlı, her türlü savunma tedbirlerini alan bir toplumuz.' |
56 |
|
فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ Sonra biz onları bahçelerden, akarsu kıyılarından ve pınar başlarından çıkardık. |
57 |
|
وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ Hazinelerden, şerefli, yüksek makamlardan ayırdık. |
58 |
|
كَذٰلِكَۜ وَاَوْرَثْنَاهَا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۚ İşte biz böyle yaparız. Bütün bunları İsrâiloğulları’na miras olarak bıraktık. |
59 |
|
فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِق۪ينَ Firavun ve adamları güneş doğarken onların peşlerine düştüler. |
60 |
|
فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ İki topluluk birbirinin görüş alanına girince, Mûsâ’nın arkadaşları: 'Kesinlikle bize yetişecekler, yakalanacağız' dediler. |
61 |
|
قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ Mûsâ: 'Kesinlikle yetişemezler! Rabbim benimle beraber. Bana çıkış yolu gösterecektir.' dedi. |
62 |
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْبَحْرَۜ فَانْفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَالطَّوْدِ الْعَظ۪يمِۚ Mûsâ’ya: 'Asân ile denize vur' diye vahyettik. Mûsâ denize vurunca, deniz yarıldı. Hemen her su parçası koca bir dağ haline geldi. |
63 |
|
وَاَزْلَفْنَا ثَمَّ الْاٰخَر۪ينَۚ Ötekileri, Firavun’un ordusunu da oraya yaklaştırdık. |
64 |
|
وَاَنْجَيْنَا مُوسٰى وَمَنْ مَعَهُٓ اَجْمَع۪ينَۚ Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık. |
65 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَۜ Sonra diğerlerini boğduk. |
66 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Bunlarda Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, insanlar için ibretler vardır. Fakat onların çoğu iman edecek değildir. |
67 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Rabbin, işte o kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
68 |
|
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ اِبْرٰه۪يمَۢ 'Rasulüm, onlara İbrâhim’in kıssasını da anlat.' |
69 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا تَعْبُدُونَ Hani İbrâhim babasına ve kavmine: 'Neye tapıyorsunuz?' demişti. |
70 |
|
قَالُوا نَعْبُدُ اَصْنَاماً فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِف۪ينَ Onlar: 'Ağaçtan yontularak, metalden dökülerek yapılan heykellere, putlara tapıyoruz. Onlara ibadete devam edeceğiz' demişlerdi. |
71 |
|
قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ اِذْ تَدْعُونَۙ İbrâhim: 'Peki, ibadet ettiğinizde, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar, icabet ediyorlar mı?' demişti. |
72 |
|
اَوْ يَنْفَعُونَكُمْ اَوْ يَضُرُّونَ 'Size faydaları dokunuyor mu? Size zarar verebiliyorlar mı?' |
73 |
|
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا كَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ Onlar: 'Ama biz babalarımızı böyle yaparlarken gördük' dediler. |
74 |
|
قَالَ اَفَرَاَيْتُمْ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ İbrâhim: 'Neye taptığınızı biraz olsun düşündünüz mü?' dedi. |
75 |
|
اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمُ الْاَقْدَمُونَ 'Siz ve geçmiş atalarınız düşündünüz mü?' |
76 |
|
فَاِنَّهُمْ عَدُوٌّ ل۪ٓي اِلَّا رَبَّ الْعَالَم۪ينَۙ 'Kesinlikle onlar benim düşmanımdır. Ben ancak âlemlerin, bütün varlıkların Rabbini ilâh tanır, candan müslüman olarak O’na bağlanır, saygıyla O’na kulluk ve ibadet ederim.' |
77 |
|
اَلَّذ۪ي خَلَقَن۪ي فَهُوَ يَهْد۪ينِۙ 'O beni yaratan ve beni hidayete erdiren, başarıya ulaştırandır.' |
78 |
|
وَالَّذ۪ي هُوَ يُطْعِمُن۪ي وَيَسْق۪ينِۙ 'Beni yediren, beni içirendir.' |
79 |
|
وَاِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْف۪ينِۖ 'Hastalandığım zaman bana şifa verendir.' |
80 |
|
وَالَّذ۪ي يُم۪يتُن۪ي ثُمَّ يُحْي۪ينِۙ 'Ecelim gelince benim ölümümü gerçekleştiren, sonra beni tekrar diriltecek olandır.' |
81 |
|
وَالَّـذ۪ٓي اَطْمَعُ اَنْ يَغْفِرَ ل۪ي خَط۪ٓيـَٔت۪ي يَوْمَ الدّ۪ينِۜ 'Herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğun hesabını vereceği, yalnız ilâhi mevzuatın yürürlükte olduğu gün, hatalarımı bağışlamasını umduğumdur.' |
82 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي حُكْماً وَاَلْحِقْن۪ي بِالصَّالِح۪ينَۙ 'Rabbim, bana hikmete dayalı hükümranlık, yargı ve icra yetkisi, şeriat ver. Beni dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi mü’minler, sâlihler zümresine kat.' |
83 |
|
وَاجْعَلْ ل۪ي لِسَانَ صِدْقٍ فِي الْاٰخِر۪ينَۙ 'Bana, gelecek nesiller içinde sadakatle dinini tebliğ eden halefler, iyi bir namla anılmak nasip eyle.' |
84 |
|
وَاجْعَلْن۪ي مِنْ وَرَثَةِ جَنَّةِ النَّع۪يمِۙ 'Beni, içinde ebedî yaşayacağım Naîm Cennet’inin vârislerinden eyle.' |
85 |
|
وَاغْفِرْ لِاَب۪ٓي اِنَّهُ كَانَ مِنَ الضَّٓالّ۪ينَۙ 'Babamı da bağışla. O başına buyruk hareket ederek hak yoldan uzaklaşanlardan, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edenlerden.' |
86 |
|
وَلَا تُخْزِن۪ي يَوْمَ يُبْعَثُونَۙ 'İnsanların diriltilecekleri gün beni mahcup etme.' |
87 |
|
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَۙ 'Servet ve oğulların faydasının olmadığı gün beni mahcup etme.' |
88 |
|
اِلَّا مَنْ اَتَى اللّٰهَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍۜ 'Ancak Allah’ı inkârdan, iki yüzlülükten, cehalet ve kötü ahlâktan arınmış temiz, saf bir kalp ile, aklıselim ile, iman, ilim, güzel ahlâk ve sâlih amelle Allah’ın huzuruna gelenler o gün mahcup olmaz.' |
89 |
|
وَاُزْلِفَتِ الْجَنَّةُ لِلْمُتَّق۪ينَۙ 'Cennet müttakilere, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanlara, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davrananlara, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olanlara yaklaştırılmıştır. |
90 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِلْغَاو۪ينَۙ 'Kaynayan, köpüren Cehennem başkalarını da hak yoldan çıkaran hain düşünceler taşıyan azgınlar için hortlatılmıştır.' |
91 |
|
وَق۪يلَ لَهُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ تَعْبُدُونَۙ Onlara: 'Hani, taptıklarınız nerede?' denir. |
92 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ هَلْ يَنْصُرُونَكُمْ اَوْ يَنْتَصِرُونَۜ 'Allah’ı bırakıp, kulları durumundakilerden taptıklarınız, size yardım edebiliyorlar mı? Veya kendilerine olsun, yardımları dokunuyor mu?' |
93 |
|
فَكُبْكِبُوا ف۪يهَا هُمْ وَالْغَاوُ۫نَۙ Artık o putlar ve başkalarını hak yoldan uzaklaştıran, hain düşünceler taşıyan o azgınlar, derin cehennem çukurlarına defalarca yüzüstü atılırlar. |
94 |
|
وَجُنُودُ اِبْل۪يسَ اَجْمَعُونَۜ İblis’in askerî erkânı ve orduları da, toptan, tepetaklak, Cehennem’e atılır. |
95 |
|
قَالُوا وَهُمْ ف۪يهَا يَخْتَصِمُونَۙ Orada birbirleriyle çekişirlerken, şöyle derler: |
96 |
|
تَاللّٰهِ اِنْ كُنَّا لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ 'Vallahi biz, tamamen başımıza buyruk bir hayat, koyu bir cehalet, dalâlet ve bozuk düzen içindeymişiz.' |
97 |
|
اِذْ نُسَوّ۪يكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 'Biz, sizi, âlemlerin bütün varlıkların Rabbi ile eşit tutuyor muşuz?' |
98 |
|
وَمَٓا اَضَلَّـنَٓا اِلَّا الْمُجْرِمُونَ 'Bizi, kesinlikle, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsiler, suçlular, günahkârlar hak yoldan uzaklaştırıp başımıza buyruk hale getirerek, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercihimize imkân sağladılar.' |
99 |
|
فَمَا لَنَا مِنْ شَافِع۪ينَۙ 'Bak, bizim şefaat edenlerimiz yok.' |
100 |
|
وَلَا صَد۪يقٍ حَم۪يمٍ 'Yakın bir dost da yok.' |
101 |
|
فَلَوْ اَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 'Ah, keşke, bizim için dünyaya bir dönüş fırsatı olabilseydi, biz de mü’minlerden olurduk.' |
102 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Kesinlikle bunlarda Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, insanlar için ibretler vardır. Fakat onların çoğu iman edecek değildir. |
103 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin, işte O, kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
104 |
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ Nûh’un kavmi de özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen Nûh’u yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr ettiler. |
105 |
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ نُوحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ Hani kardeşleri Nuh onlara: 'Hâlâ, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız?' demişti. |
106 |
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 'Ben size gönderilmiş emin bir Rasulüm.' |
107 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
108 |
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۚ 'Tebliğ görevime karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim, mükâfatım âlemlerin, bütün varlıkların Rabbine aittir.' |
109 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۜ 'O halde, Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
110 |
|
قَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لَكَ وَاتَّبَعَكَ الْاَرْذَلُونَۜ 'Ayak takımı, reziller senin peşinden giderken biz sana inanıp, güvenebilir miyiz?' dediler. |
111 |
|
قَالَ وَمَا عِلْم۪ي بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ Nuh: 'Onların ne yaptıklarıyla ilgili benim bir bilgim yok' dedi. |
112 |
|
اِنْ حِسَابُهُمْ اِلَّا عَلٰى رَبّ۪ي لَوْ تَشْعُرُونَۚ 'Eğer iyi düşünecek olursanız, onların hesabı kesinlikle Rabbimin huzurunda görülecektir.' |
113 |
|
وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ 'Ben mü’minleri meclisimden kovamam.' |
114 |
|
اِنْ اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۜ 'Ben kesinlikle, sorumluluk, hesap ve cezanın varlığını açıklayan apaçık bir uyarıcıyım.' |
115 |
|
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا نُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمَرْجُوم۪ينَۜ 'Ey Nûh, davandan vazgeçmezsen, kesinlikle taşa tutularak öldürülenlerden olacaksın.' dediler. |
116 |
|
قَالَ رَبِّ اِنَّ قَوْم۪ي كَذَّبُونِۚ Nuh: 'Rabbim, kavmim beni yalancılıkla suçladı.' dedi. |
117 |
|
فَافْتَحْ بَيْن۪ي وَبَيْنَهُمْ فَتْحاً وَنَجِّن۪ي وَمَنْ مَعِيَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 'Artık benimle onların arasında, hakkı ortaya koyanla, hakkı baskı altına alanları açığa çıkaracak kesinkes hükmünü vererek durumu açıklığa kavuştur. Beni ve beraberimdeki mü’minleri kurtar.' |
118 |
|
فَاَنْجَيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۚ Biz de, onu ve beraberindekileri, istiap haddi aşılarak yüklenmiş o donanımlı gemilere alarak kurtardık. |
119 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا بَعْدُ الْبَاق۪ينَۜ Sonra da geri kalanları tufanda boğduk. |
120 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Bunlarda kesinlikle, Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, insanlar için ibretler vardır. Onların çoğu iman edecek değildi. |
121 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin, işte O, kudretli, hükümran, engin merhamet sahibidir. |
122 |
|
كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ Âd kavmi de özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen Hûd’u yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr etti. |
123 |
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ هُودٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ Hani kardeşleri Hûd onlara: 'Hâlâ, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız?' demişti. |
124 |
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 'Ben size gönderilen emin bir Rasulüm.' |
125 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun ve bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
126 |
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 'Tebliğ görevime karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, mükâfatım, ancak âlemlerin, bütün varlıkların Rabbine aittir.' |
127 |
|
اَتَبْنُونَ بِكُلِّ ر۪يعٍ اٰيَةً تَعْبَثُونَۙ 'Siz her tepeye, yol kavşaklarına, saraylar kâşâneler, eğlence merkezleri kurup, eğlenmeye mi devam edeceksiniz?' |
128 |
|
وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِـعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَۚ 'Koca koca köşkler, şatolar, saraylar, âbideler, fabrikalar dikerek, ebedî yaşayacağınızı mı umuyorsunuz?' |
129 |
|
وَاِذَا بَطَشْتُمْ بَطَشْتُمْ جَبَّار۪ينَۚ 'İnsanları, mü’minleri, insafsız, insan haklarına riayet etmeyen, gücüne karşı konulmayan zorbalar gibi yakaladığınız, tutukladığınız zaman hesap vereceğini düşünmeyen zâlim diktatörler gibi mi cezalandırıyorsunuz?' |
130 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun ve bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
131 |
|
وَاتَّقُوا الَّـذ۪ٓي اَمَدَّكُمْ بِمَا تَعْلَمُونَۚ 'Size, o bildiğiniz şeyleri veren Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun.' |
132 |
|
اَمَدَّكُمْ بِاَنْعَامٍ وَبَن۪ينَۙ 'Size hayvanlar ve oğullar veren Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp azaptan korunun.' |
133 |
|
وَجَنَّاتٍ وَعُيُونٍۚ 'Size bahçeler, akarsular ve pınarlar veren Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp azaptan korunun.' |
134 |
|
اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍۜ 'Ben sizin adınıza, büyük bir günün azâbından korkuyorum.' |
135 |
|
قَالُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَوَعَظْتَ اَمْ لَمْ تَكُنْ مِنَ الْوَاعِظ۪ينَۙ Kavmi: 'Sen gönül alsan, öğüt versen, sorumlulukla ilgili uyarılarda bulunsan da, öğüt verenlerden, uyarılarda bulunanlardan olmasan da, bizim için farketmez.' dediler. |
136 |
|
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا خُلُقُ الْاَوَّل۪ينَۙ 'Bu sahip olduğumuz inanç ve âdetler geçmiş ataların inanç ve âdetleridir.' |
137 |
|
وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَۚ 'Biz cezalandırılacak değiliz' dediler. |
138 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاَهْلَكْنَاهُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Böylece onu yalanladılar. Biz de onları helâk ettik. Bunlarda da, kesinlikle Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, bütün insanlar için ibretler, alınacak dersler, ülkelerinde kalıntılar vardır. Onların çoğu iman edecek değildir. |
139 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin, işte O, kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
140 |
|
كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ Semûd kavmi de, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere kendilerine gönderilen Sâlih’i yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr ettiler. |
141 |
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ صَالِحٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ Hani kardeşleri Sâlih, onlara: 'Hâlâ, Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız?' demişti. |
142 |
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 'Ben size gönderilen Allah’ın emin bir Rasulüyüm.' |
143 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'Öyleyse, Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
144 |
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 'Tebliğ görevime karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, mükâfatım âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi Allah’a aittir. |
145 |
|
اَتُتْرَكُونَ ف۪ي مَا هٰهُنَٓا اٰمِن۪ينَۙ 'Siz burada ölüme ve cezaya maruz kalmadan güven içinde mi bırakılacaksınız?' |
146 |
|
ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ 'Bahçelerin pınarların, akarsuların arasında mı bırakılacaksınız?' |
147 |
|
وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَض۪يمٌۚ 'Ekinlerin, sebze bahçelerinin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında mı bırakılacaksınız?' |
148 |
|
وَتَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً فَارِه۪ينَۚ 'Hep böyle, dağlarda keyifli keyifli ustaca mağaralar, kâşâneler kesip yontabileceğinizi mi sanıyorsunuz?' |
149 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'O halde, Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
150 |
|
وَلَا تُط۪يعُٓوا اَمْرَ الْمُسْرِف۪ينَۙ 'Cahilce davranarak Allah’ın emirlerine âsi olanların, koyduğu kuralları tanımayanların düzenine itaat etmeyin, boyun eğmeyin.' |
151 |
|
اَلَّذ۪ينَ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 'Yeryüzünde, ülkede fesat çıkaranlara, yeryüzünü ıslaha çalışmayanlara, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkilerini düzelterek, geliştirerek yaşamayanlara itaat etmeyin.' |
152 |
|
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۚ Kavmi: 'Sen, kesinlikle büyülenerek aklı etki altına alınanlardan birisin' dediler. |
153 |
|
مَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۚ فَأْتِ بِاٰيَةٍ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 'Sen ancak bizim gibi bir insansın. Eğer iddialarında doğruysan hak peygamber olduğuna dair bize maddî bir mûcize getir.' |
154 |
|
قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ Sâlih: 'İşte mûcize dişi devedir. Onun su içme hakkı vardır. Belirli günlerde sizin de su içme hakkınız vardır.' dedi. |
155 |
|
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ 'Ona kötü niyetle el sürmeyin. Yoksa büyük bir günün azâbı sizin işinizi bitirir.' |
156 |
|
فَعَقَرُوهَا فَاَصْبَحُوا نَادِم۪ينَۙ Derken, onu, kılıçla bacaklarından biçerek öldürdüler. Ama pişman da oldular. |
157 |
|
فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Şiddetli bir gürleme halinde âni bir darbe onların işini bitirdi. Bunda da, kesinlikle bütün insanlar için ibretler, alınacak dersler vardır. Onların çoğu iman edecek değildi. |
158 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin, işte o, kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
159 |
|
كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ Lût kavmi de özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen Lût’u yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr etti. |
160 |
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ اَخُوهُمْ لُوطٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ Hani kardeşleri Lût onlara: 'Hâlâ Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız?' demişti. |
161 |
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 'Ben size gönderilen emin bir Rasûlüm.' |
162 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'O halde, Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
163 |
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 'Tebliğ görevime karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım, ancak âlemlerin, bütün varlıkların Rabbine aittir.' |
164 |
|
اَتَأْتُونَ الذُّكْرَانَ مِنَ الْعَالَم۪ينَۙ 'İnsanlar içinde, meşrû olan karşı cinsten uzaklaşarak, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?' |
165 |
|
وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ 'Rabbinizin sizler için yarattığı eşleri bırakıp da erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz, sapık, insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz.' |
166 |
|
قَالُوا لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ يَا لُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ الْمُخْرَج۪ينَ Kavmi: 'Ey Lût, davandan vazgeçmezsen, kesinlikle sürgüne gönderilenlerden olacaksın' dediler. |
167 |
|
قَالَ اِنّ۪ي لِعَمَلِكُمْ مِنَ الْقَال۪ينَۜ Lût: 'Doğrusu, ben, sizin bu yaptıklarınızdan tiksiniyorum' dedi. |
168 |
|
رَبِّ نَجِّن۪ي وَاَهْل۪ي مِمَّا يَعْمَلُونَ 'Rabbim, beni, ailemi ve mü’minleri, onların işlemeye devam ettikleri kötülüklerin vebalinden kurtar.' |
169 |
|
فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ Bunun üzerine onu ve bütün ailesini, mü’minleri kurtardık. |
170 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَۚ Ancak geridekilerin arasında ailesinden bir kocakarı kaldı. |
171 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَۚ Sonra geridekilerin hepsini helâk ettik. |
172 |
|
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ Üzerlerine dehşetli bir yağmur, taş yağdırdık. Sorumluluk hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılanların yağmuru ne berbat bir yağmurdu. |
173 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Bunlarda da, kesinlikle Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, bütün insanlar için ibretler, alınacak dersler vardır. Onların çoğu iman edecek değildi. |
174 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin işte O, kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
175 |
|
كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ Eyke halkı da özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere kendilerine gönderilen Şuayb’i yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr etti. |
176 |
|
اِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ اَلَا تَتَّقُونَۚ Hani Şuayb onlara: 'Hâlâ Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak mısınız?' demişti. |
177 |
|
اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ 'Ben size gönderilen emin bir Rasulüm.' |
178 |
|
فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ 'Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun, bana itaat edin, benim sünnetimi uygulayın.' |
179 |
|
وَمَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍۚ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلٰى رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ 'Tebliğ görevime karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, mükâfatım, ancak âlemlerin, bütün varlıkların Rabbine aittir. |
180 |
|
اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ 'Ölçekleri tam doldurun. Noksan ölçüp tartanlardan, kendisini hüsrana uğratanlardan olmayın.' |
181 |
|
وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ 'Doğru, sağlam, düzgün ölçü ve tartı âletleriyle ölçüp tartın.' |
182 |
|
وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ 'İnsanların mallarını eksik teslim etmeyin, değerlerini düşürmeyin, bedellerini eksik ödemeyin, mallarını kötülemeyin, haksız rekabet yapmayın, aldatarak, hile yaparak, fırsat kollayarak, gasp ederek insanların haklarını zayi etmeyin, zayiine sebep olmayın. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta, küfürde ileri gitmeyin.' |
183 |
|
وَاتَّقُوا الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ وَالْجِبِلَّةَ الْاَوَّل۪ينَۜ 'Sizi ve önceki nesilleri yaratan Allah’a sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun.' |
184 |
|
قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ Onlar: 'Sen, olsa olsa, büyülenerek aklı etki altına alınanlardan birisisin' dediler. |
185 |
|
وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ 'Sen de, sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu düşünüyoruz.' |
186 |
|
فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ 'Eğer iddianda doğru isen, gökten üzerimize kütleler düşür.' |
187 |
|
قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ Şuayb: 'Rabbim, yaptıklarınızı iyi bilir' dedi. |
188 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ Onu da yalanladılar. Onların işini gölgeli günün azâbı bitirdi. Hakikaten o büyük bir günün azâbı idi. |
189 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ Bunlarda da, kesinlikle Allah’ın kudretine, ilmine, hikmet sahibi olduğuna işaretler, bütün insanlar için ibretler, alınacak dersler vardır. Onların çoğu iman edecek değildi. |
190 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ۟ Senin Rabbin, işte o, kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibidir. |
191 |
|
وَاِنَّهُ لَتَنْز۪يلُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ Bu Kur’ân âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi olan Allah’ın vahyidir, onun indirdiği kitaptır. |
192 |
|
نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْاَم۪ينُۙ Onu, ilâhî düzenin güvenilir hizmetkârı Rûhu’l-Emîn, Cebrâil indirip getirdi. |
193 |
|
عَلٰى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَۙ Sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılardan olman için senin hafızana, kalbine indirip yerleştirdi. |
194 |
|
بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُب۪ينٍۜ Açık, edebî Arap diliyle indirdi. |
195 |
|
وَاِنَّهُ لَف۪ي زُبُرِ الْاَوَّل۪ينَ Kur’ân âyetlerinin bir kısmı, özü itibariyle daha önceki peygamberlerin kitaplarında bölümler halinde mevcuttur. |
196 |
|
اَوَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ اٰيَةً اَنْ يَعْلَمَهُ عُلَمٰٓؤُ۬ا بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَۜ İsrâiloğulları’nın bilginlerinin Kurân’ı bilmesi, tanıması onlar için bir delil değil midir?' |
197 |
|
وَلَوْ نَزَّلْنَاهُ عَلٰى بَعْضِ الْاَعْجَم۪ينَۙ Biz Kur’ân’ı, Arapça bilmeyenlerden birine bölüm bölüm indirsek Kur’ân’a iman etmezlerdi. |
198 |
|
فَقَرَاَهُ عَلَيْهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ مُؤْمِن۪ينَۜ Kur’ân’ı, onlara okusaydı, inceletseydi, yine iman etmezlerdi. |
199 |
|
كَذٰلِكَ سَلَكْنَاهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۜ Kur’ân’ı yalanlamayı, inkârı ve hidayeti kafalarına, kalplerine soktuğumuz gibi, onun, Kur’ân’ın İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsilerin, suçluların, günahkârların kafalarında, kalplerinde yankı bulmadan geçip gitmesine de biz yol açtık. |
200 |
|
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَۙ Can yakıp inleten müthiş azâbı görmedikçe onlar Kur’ân’a iman etmeyecekler. |
201 |
|
فَيَأْتِيَهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَۙ İşte o azap da, onlara, ansızın, farkında olmadıkları bir sırada gelecek. |
202 |
|
فَيَقُولُوا هَلْ نَحْنُ مُنْظَرُونَۜ O zaman: 'Bize iman etmemiz için mühlet verilir mi, acaba?' diyecekler. |
203 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ 'Yanlış mı duyduk? Azâbımızı küstahça çabuk istemiyorlar mıydı?' |
204 |
|
اَفَرَاَيْتَ اِنْ مَتَّعْنَاهُمْ سِن۪ينَۙ Ne dersin? Onları, senelerce nimetlere boğsak zevk-u safa ettirsek, faydasız. |
205 |
|
ثُمَّ جَٓاءَهُمْ مَا كَانُوا يُوعَدُونَۙ Sonra tehdit edilmekte oldukları azap da başlarına gelse, bir şey değişmeyecek. |
206 |
|
مَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يُمَتَّعُونَۜ Sahip oldukları servetler ve refahları, vaktiyle kendilerine verilmiş olan fırsatlar, devamlı tehdit edildikleri azaptan kendilerini kurtaramadı. |
207 |
|
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا لَهَا مُنْذِرُونَۗۛ Biz hiçbir memleketi sorumluluk hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar göndermeden helâk etmedik. |
208 |
|
ذِكْرٰى۠ۛ وَمَا كُنَّا ظَالِم۪ينَ İkazda bulunmadan, öğüt vermeden de helâk etmedik. Biz zâlim değiliz. |
209 |
|
وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ الشَّيَاط۪ينُ Onu, Kur’ân’ı şeytanlar indirmedi. |
210 |
|
وَمَا يَنْبَغ۪ي لَهُمْ وَمَا يَسْتَط۪يعُونَۜ Bu, onların yapabileceği bir şey değil. Yapmaya güçleri de yetmez. |
211 |
|
اِنَّهُمْ عَنِ السَّمْعِ لَمَعْزُولُونَۜ Onlar, kesinlikle vahyi işitmekten uzak tutulmuşlardır. |
212 |
|
فَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَۚ O halde, Allah ile beraber bir başka tanrıya kulluk edip yalvarma. Sonra cezalandırılacaklardan olursun. |
213 |
|
وَاَنْذِرْ عَش۪يرَتَكَ الْاَقْرَب۪ينَۙ En yakın akrabalarını, seninle samimi olan, sana yakınlık duyan arkadaş grubunu, sorumluğu, hesap ve cezayı hatırlatarak uyar. |
214 |
|
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّـبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ Sana, senin tebliğ ettiğin Kur’ân’a ve sünnetine tâbî olan, peşinden gelen mü’minlere kol-kanat ger. |
215 |
|
فَاِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تَعْمَلُونَۚ Sana, sünnetine bağlılığı ve saygıyı terk ederler, emirlerine itaat etmezler, savsaklarlar ve rızanı gözetmezlerse eğer, onlara : 'Ben sizin işlediğiniz amellerin sorumluluğunu kabul etmem' diye bildir. |
216 |
|
وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَز۪يزِ الرَّح۪يمِۙ Kudretli, hükümran ve engin merhamet sahibi Allah’a dayanıp güven, işlerini Allah’a havale et. |
217 |
|
اَلَّذ۪ي يَرٰيكَ ح۪ينَ تَقُومُۙ O, namaza başlarken, yalnız başına ibadet ederken, bir işe girişirken, görevini yaparken, yatağından ve bir meclisten kalkarken, meydanlarda mücadele ederken seni görendir. |
218 |
|
وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِد۪ينَ Cemaatle kıldığın namazın erkânına riayetteki davranışlarını, arkanda olup bitenleri de önündekiler gibi gördüğünü, müslümanların işleri için koşuşturduğunu, adının sanının önceki peygamberlerin dilinden düşmediğini, sulplerinden dolaşa dolaşa geldiğini de görendir. |
219 |
|
اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O’dur. |
220 |
|
هَلْ اُنَبِّئُكُمْ عَلٰى مَنْ تَنَزَّلُ الشَّيَاط۪ينُۜ Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi? |
221 |
|
تَنَزَّلُ عَلٰى كُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ Onlar, bile bile günaha giren, iftirayı alışkanlık haline getiren herkesin üstüne çullanırlar. |
222 |
|
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَاَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَۜ Bilerek günah işlemekte ısrar eden günaha dadanan yalancılar şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu da yalancıdır. |
223 |
|
وَالشُّعَرَٓاءُ يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُ۫نَۜ Akılsızlar, şaşkınlar, müşrikler, hain düşünceler taşıyan azgınlar, hak yoldan uzaklaşarak bozuk düzeni, helâki tercih edenler şâirlerin peşinden giderler. |
224 |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ Onların her vadide, kelimeler ve hayaller arasında, amaçsız ve tutarsız, şaşkın şaşkın dolaştıklarını görmüyor musun? |
225 |
|
وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ Onların yapamayacakları şeyleri söylediklerini görmüyor musun? |
226 |
|
اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ Ancak iman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçiren, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayan, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olan, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyen, Allah’ı çok çok zikreden, Allah’a çokça ibadet eden, Allah’ın dinini, şeriatını çokça anlatan, zulme, haksızlığa uğradıktan sonra kendilerini savunan şairler müstesna. Haksızlık edenler, zulmedenler, İslâm’ın yükselişinin, müslümanların ilerlemesinin önünü kesme planları yapanlar ve uygulayanlar, günah, isyan ve inkâr bataklığında bocalayanlar nasıl devrileceklerini, hangi âkibete uğrayacaklarını yakında öğrenecekler. |
227 |