|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَاۙۖ (1-3) Andolsun güneşe ve aydınlığa. Ve güneşe tâbi olduğu vakit kamere. Ve güneşi açıkladığı vakit gündüze. |
1 |
|
وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَاۙۖ (1-3) Andolsun güneşe ve aydınlığa. Ve güneşe tâbi olduğu vakit kamere. Ve güneşi açıkladığı vakit gündüze. |
2 |
|
وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَاۙۖ (1-3) Andolsun güneşe ve aydınlığa. Ve güneşe tâbi olduğu vakit kamere. Ve güneşi açıkladığı vakit gündüze. |
3 |
|
وَالَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَاۙۖ (4-5) Ve güneşi örtüp ışıklığını gideren geceye. Ve göğe ve onu bina edene. |
4 |
|
وَالسَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَاۙۖ (4-5) Ve güneşi örtüp ışıklığını gideren geceye. Ve göğe ve onu bina edene. |
5 |
|
وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَاۙۖ (6-7) Ve yere ve onu yayıp döşeyene. Ve nefse ve onu düzeltmiş olana. |
6 |
|
وَنَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَاۙۖ (6-7) Ve yere ve onu yayıp döşeyene. Ve nefse ve onu düzeltmiş olana. |
7 |
|
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ Sonra da ona günahını ve takvâsını ilham etmiş olana (andolsun ki), |
8 |
|
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ (9-10) Nefsini temizlemiş olan şüphe yok ki, felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, nefsini noksana düşüren de hüsrâna uğramıştır. |
9 |
|
وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ (9-10) Nefsini temizlemiş olan şüphe yok ki, felâha ermiştir. Ve muhakkak ki, nefsini noksana düşüren de hüsrâna uğramıştır. |
10 |
|
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوٰيهَاۙۖ (11-12) Semûd kavmi azgınlığı sebebiyle (Peygamberlerini) tekzîp etmişti. Onların en şâkisi ayaklandığı zaman. |
11 |
|
اِذِ انْبَعَثَ اَشْقٰيهَاۙۖ (11-12) Semûd kavmi azgınlığı sebebiyle (Peygamberlerini) tekzîp etmişti. Onların en şâkisi ayaklandığı zaman. |
12 |
|
فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰيهَا۠ (13-14) Onlara Allah'ın Resûlü demişti ki: «Allah'ın dişi devesine ve onun sulanışına (dokunmayınız).» Fakat O'nu yalancı saydılar, deveyi boğazladılar. Artık onları günahları sebebiyle Rableri azap ile kuşattı da kendilerini müsavî bir ukûbete uğrattı. |
13 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَاۙۖ فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوّٰيهَاۙۖ (13-14) Onlara Allah'ın Resûlü demişti ki: «Allah'ın dişi devesine ve onun sulanışına (dokunmayınız).» Fakat O'nu yalancı saydılar, deveyi boğazladılar. Artık onları günahları sebebiyle Rableri azap ile kuşattı da kendilerini müsavî bir ukûbete uğrattı. |
14 |
|
وَلَا يَخَافُ عُقْبٰيهَا Ve Allah Teâlâ onların bu ihlak-i akibetinden korkacak değildir. |
15 |