Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Bütün hamd, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Kendisi’ne ait bulunan Allah içindir ve Âhiret’te de hamdin tamamı yine O’na mahsustur. O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
2 Yerde ne olup bitiyor, oraya her an ne girip oradan ne çıkıyor ve gökten ne inip, oraya ne yükseliyorsa, O hepsini bilir. O, Rahîm (bilhassa mü’minlere karşı hususî rahmeti pek bol olan)dır, Ğafûr (günahları pek çok bağışlayan)dır.
3 Küfürde ısrar edenler, “Başımızda öyle Kıyamet falan kopacak değil!” iddiasında bulunuyorlar. De ki: “Evet (kopacak), yemin olsun Rabbime –ki O, gaybı (duyu ötesini) bilendir– Kıyamet mutlaka başınızda patlayacaktır. Göklerde olsun yerde olsun, zerre ağırlığında tek bir şey bile O’ndan gizlenemez; o kadar ki, ister bundan daha küçük isterse daha büyük olsun, her şey Apaçık bir Kitap’ta kayıtlıdır.
4 Evet, (Allah her şeyi bilir, kaydettirir ve muhafaza eder,) çünkü O, iman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanları mükâfatlandıracaktır. O kutlu kişiler için, (sürprizlerle dolu) bir bağışlanma ve pek bol, artıp eksilmeyen, hiç zararsız ve bütünüyle hayır bir rızık vardır.
5 (İnsanlar tarafından kabul görmesin ve) neticesiz kalsın diye âyetlerimiz aleyhinde koşturup duranlar ise, onlardır (bu kötü ve murdar işlerinin karşılığı olarak) kendilerini pek acı ve murdar bir azabın beklediği kimseler.
6 Kendilerine gerçeğin ilmi verilmiş olanlar açıkça görmektedirler ki, sana Rabbinden indirilen Kitap (ve onun Âhiretle ilgili söyledikleri) gerçeğin ta kendisidir ve o, Azîz (mutlak onur ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip) ve Hamîd (bütün ihtiyaçlarınızı gideren ve rızkınızı veren Rabbiniz olarak) hakkıyla hamde ve övgüye lâyık olanın yolunu tarif etmektedir.
7 Böyle iken, küfürde saplanıp kalmış olanlar, birbirlerine alaylı alaylı şöyle diyorlar: “Size, lime lime olduktan sonra, evet bu halde iken yeniden yaratılacağınızı söyleyen bir adamı gösterelim mi?
8 “(Bu adam,) bir yalan uydurup onu Allah’a mı isnat ediyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var, (anlayamadık)!” Hayır, hiç de öyle değil. Gerçek şu ki, Âhiret’e inanmayanlar, (zihnen ve kalben) azap içindedirler ve doğru yoldan bütün bütün sapmış ve uzaklaşmış durumdadırlar.
9 Hiç görmüyorlar mı ki, önlerinde de gök ve yer var, arkalarında da (–tam bir kuşatılmışlık içindeler). Eğer dilersek, onları yerin dibine geçirir veya üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz bunda, bütün samimiyetiyle gerçeğin peşinde olan ve Allah’a yönelen her kul için bir ders, bir mesaj vardır.
10 Biz Davud’a tarafımızdan büyük lütf u ihsanda bulunduk. “Ey dağlar! Onunla birlikte Allah’ı tesbih edin, ve ey kuşlar siz de!” Ve demiri onun için yumuşattık (ve kendisine onu şekillendirme imkânı verdik).
11 (Ve şöyle emrettik:) “Vücudun gerekli yerlerini örtecek ve koruyacak büyüklükte zırhlar yap ve onların yeterli ölçü ve sağlamlıkta olmasına dikkat et; ve (siz ey Davud ailesi ve O’nun ashabı)! Daima yerinde, meşrû, sağlam ve ıslaha yönelik işler yapın. Muhakkak ki Ben, yaptığınız her şeyi çok iyi görmekteyim.
12 Rüzgârı da Süleyman’ın hizmetine sunduk; o, sabah (herkesin normalde) bir ayda ulaştığı bir mesafeye kadar gider, aynı şekilde akşam da yine bir aylık mesafeyi kat ederek dönerdi. Süleyman’ın istifadesi için erimiş bakırı da sel gibi akıttık. Rabbisinin izniyle önünde, emri altında birtakım cinler de çalışırdı. İçlerinden kim (O’na itaatsizlik ederek) emrimizden sapacak olsa, onu kendisine alev alev yanan ateşten tattırarak cezalandırırdık.
13 O cinler, O’na kaleler, (cansız varlıklara ait) büyük oyma figürler ve şekiller, havuz büyüklüğünde çanaklar, leğenler ve yere sabitlenmiş kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi! Çalışın ve Bana şükredin!” Kullarım içinde gerçekten şükredenler ne kadar azdır!
14 Nihayet Süleyman’ın eceli gelip de hakkındaki ölüm hükmümüzü icra ettiğimizde, (kendilerine verilen ağır işlerde çalışmakta olan) cinlerin hiç biri O’nun öldüğünün farkına varmadı. Ne zaman ki, (tahtında otururken dayandığı) asâsını bir termitin içeriden yemesi neticesinde Süleyman yere yıkıldı, ancak o zaman O’nun öldüğünün farkına vardılar. Bu da gösterdi ve cinler de anladılar ki, eğer onlar gaybı (duyularının ötesinde olup bitenleri) bilmiş olsalardı, kendilerini zelil ve perişan eden bu ağır işleri yapmaya devam etmezler, (Süleyman’ın ölmekte olduğunu bilir ve o işleri bırakırlardı).
15 Sebe’ halkı için yaşadıkları diyarda çok önemli bir ders, bir mesaj vardı. Oturdukları meskenlerin (iki yanından) sağında ve solunda bahçeler uzanıyordu. “Rabbinizin size bahşettiği nimetlerden faydalanın ve (karşılığında) O’na şükredin! İşte, sizin için ne hoş bir memleket ve ne kadar da bağışlayıcı bir Rab!”
16 Fakat onlar bu davetten hoşlanmadılar ve yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine (yıkılan) barajlardan boşanmış bir sel gönderdik ve onların sağdan–soldan uzanıp giden o güzelim bahçelerini içinde sadece acı–buruk yemişli bitkiler, ılgınlık ve meyvesi az, dikeni çok ağaçlar biten bahçelere çevirdik.
17 Nankörlükleri ve onun sebep olduğu Allah’a itaatsizliklerinden dolayı onları işte böyle cezalandırdık. Hiç nankör asilerden başkasını cezalandırdığımız olmuş mudur?
18 Onların memleketleriyle bereketlerle donattığımız (Filistin ve Şam) diyarı arasında âdeta sırt sırta vermiş ve biri diğerinden görülebilen beldeler var etmiş ve bunlar arasında düzenli ve sistemli ulaşım imkânları sağlamıştık. “Gece–gündüz tam bir rahat ve emniyet içinde yolculuklarınızı yapın!”
19 Ne var ki, (bu rahatlık ve güvenlik onları şımarttı ve Allah’a,) “Rabbimiz, seyahatlerimizde konaklama yerlerimiz arasındaki mesafeyi artır!” (dediler ve bu manâda işler yaptılar). Ve (işledikleri günahlarla) kendilerine zulmettiler. Neticede Biz onları (geçmişin ibret sahneleri olarak) nesilden nesile anlatılacak bir hikâye haline getirdik ve bölük bölük her tarafa dağıttık. Elbette bunda (Allah’a itaat ve günahlardan kaçınma konusunda ve bu yolda başlarına gelenlere karşı) çok sabırlı, (Allah’ın nimetlerine) çok şükreden kimseler için mesajlar, ibretler vardır.
20 İblis, (Sebe’lilerin) yaptıklarıyla insanlar hakkındaki zan ve temennisinde haklı çıktı. İçlerinde bulunan mü’min bir grup hariç, hepsi ona tâbi oldular.
21 Aslında şeytanın onlar üzerinde bir sultası, onları bir şey yapmaya zorlayacak bir gücü yoktur. Ancak Biz, kim gerçekten Âhiret’e iman ediyor, kim o konuda şüpheler içinde boğuluyor birbirinden ayıralım diye (insanı şeytanla imtihan eder ve şeytana insana musallat olma izni veririz). Rabbin her şeyi gözetlemekte ve (her söylenen sözü, her yapılan işi) kayda aldırmaktadır.
22 De ki: “Allah’tan başka ilâh zannettiklerinize istediğiniz kadar yalvarın!” Onların gökte de yerde de zerre ağırlığınca bir şey üzerinde bile hakimiyetleri yoktur (ki, size faydaları olsun veya sizden bir zararı def edebilsinler). Ayrıca, göklerin ve yerin hakimiyet ve idaresinde onların (Allah’a) hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi, Allah onlardan bir destekçi edinmiş ve edinecek de değildir.
23 Sonra, O’nun huzurunda O’nun izin verdiği kişi hakkında ve yine O’nun izin verdiği kişi tarafından yapılmadıkça şefaat da hiçbir fayda vermez. (Şefaati umulan meleklerin) kalbi, (Allah’ın emrini almaktan gelen) şok edici ürpertiden sıyrılınca, diğer melekler onlara, “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorar. Onlar da, “Her zamanki gibi gerçeği.” diye cevap verirler. O, Aliyy (mutlak yüce ve aşkın)dır, Kebîr (mutlak büyük)tür.
24 Onlara, “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor?” diye sor. Sen “Allah!” de (ve ekle): “O halde, ya (O’nun mutlak birliğine inanan ve yalnızca O’na ibadet eden) biz, ya da (O’na ortaklar koşan) siz, evet hangimiz doğru yönde yol alıyoruz veya apaçık bir sapıklığın içine saplanıp kalmışız?”
25 De ki: “(Eğer bizi sadece Bir Allah’a iman ve ibadet ediyoruz diye suç işlemekle itham ediyorsanız,) bizim işlediğimiz herhangi bir suçtan dolayı siz sorguya çekilecek değilsiniz; biz de sizin yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekilmeyeceğiz.”
26 De ki: “(Kıyamet Günü) Rabbimiz sizi de bizi de bir araya toplayacak ve sonra aramızda hükmünü vererek bizi birbirimizden ayıracaktır. O, Fettâh (insanlar arasında tam bir hakkaniyetle hükmeden ve doğru yolda gidenle yanlış yolda gideni birbirinden ayıran) dır, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.”
27 De ki: “Ortakları diye O’nun yanına koyduğunuz şu varlıkları bana gösterin de, (bakayım içlerinde kendisine ibadet edilmeyi gerçekten hak eden biri var mı?) Hayır hayır, böyle bir şeyin olması asla mümkün değildir! O Allah’tır, Azîz (izzet ve ululuk sahibidir, asla ortak kabul etmez ve buna ihtiyacı yoktur); Hakîm’dir (hikmeti ortak kabul etmeyi reddeder).
28 (Ey Rasûlüm!) Biz seni bütün insanlara, onları yanlış yollardan alıkoyman için (iman edip salih işler yapanları af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyici ve (her türlü dalâlet yollarına karşı ve bu dalâlet yollarında gidenleri ise) uyarıcı olarak gönderdik. Ama insanların çoğu bunu bilmemekte (ve risaletinin onlar için ne büyük bir nimet olduğunu idrak edememektedir).
29 Ve (mü’minlere), “İddianızda doğru ve samimi iseniz, mutlaka gelecek deyip durduğunuz şu Kıyamet ne zaman?” demektedirler.
30 De: “Sizin için tayin edilmiş öyle bir gün var ki, ne o günden bir an öte geçebilir (bir an daha fazla dünyada kalabilirsiniz), ne de o günü bir an öne alabilirsiniz.”
31 Küfürde ısrar edenler, “Bu Kur’ân’a asla inanmayız, ondan önce indirilen (kitaplara da) inanmayız.” diyorlar. Sen o zalimleri bir de Rabbilerinin huzuruna getirildiklerinde görsen: birbirlerine laf yetiştirirler. Dünyada iken ezilip sömürülmelerine ses çıkarmayan ve zillet içinde diğerlerine itaat edenler, üzerlerinde haksız yere hakimiyet kurup onları ezenlere, “Eğer siz olmasaydınız, biz hiç kuşkusuz iman ederdik.” derler.
32 Diğerleri üzerinde haksız yere hakimiyet kurup onları ezenler, zillet içinde onlara itaat eden ezilmişlere, “Hidayet size geldikten sonra biz sizi ondan zorla mı geri çevirdik? Hayır, asıl siz kendiniz günahkâr suçlulardınız.” diye cevap verirler.
33 Bu defa, ezilmişler ezenlere, “Hiç de öyle değil. İşiniz gücünüz, (gerçeğin yayılmasını ve bizim onu kabul etmemizi engellemek için) gece gündüz dolap çevirmekti: Allah gerçeğini örtmemiz ve O’na ortaklar, denkler tanımamız için bize baskı üstüne baskı yapıyordunuz.” derler. Derken azapla karşı karşıya gelince (şok içinde) pişmanlıklarını bile dile getiremezler. Küfür içinde ölmüş olanların boyunlarına bukağılar geçirir (ve onları sürekli Ateş’te tutarız). Yoksa, (dünyada) sürekli yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılacaklardı?
34 Ne zaman Biz bir memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın hiçbir ölçü ve kural tanımadan ve hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan dünyevî zevkler peşinde koşan önde gelenleri, mutlaka uyarıcılara, “Bakın, sizle gönderilen o Mesaj’ı biz kesinlikle ret ve inkâr ediyoruz!” diye karşı çıkmışlardır.
35 Üstelik, “Bizim malımız da evlâdımız da sizinkinden daha fazla, sizden daha güçlüyüz. Biz, öyle azap falan da görecek değiliz!” demişlerdir.
36 De ki: “Rabbim rızkı kime dilerse ona bol verir, kimi dilerse ona da kısar ve ölçülü verir. Ne var ki, insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.”
37 Kaldı ki, sizi Bize yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâdınızdır; ancak iman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlardır (ki, nezdimizde yakınlık bulurlar). O kutlu insanlar için yaptıkları bu güzel işlerden dolayı kat kat mükâfat vardır ve onlar, Cennet’in yüksek köşklerinde güven ve huzur içinde olacaklardır.
38 Âyetlerimiz aleyhinde, onlar insanlar tarafından kabul görmesin ve neticesiz kalsın diye koşturup duranlar ise, öyleleri derdest edilip getirilecek ve azabın orta yerine bırakılacaklardır.
39 De ki: “Rabbim rızkı kimi dilerse ona bol verir, kimi de dilerse ona kısar ve ölçülü verir. Siz hayır yolunda ne harcarsanız, Allah onun yerini doldurur. O, her zaman en hayırlı rızk veren ve rızk vermede nihaî mertebede hayır sahibi olandır.”
40 O, (âyetlerimize karşı mücadele verenleri ve melekler dahil ilâhlaştırdıkları) her şeyi, herkesi günü gelince bir araya toplayacak, sonra da meleklere, “Şunlar, (bilginiz ve rızanız dahilinde mi) size tapıyorlardı?” diye soracaktır.
41 Melekler, “Tesbih ederiz Seni, Sen tapılmada ortakları olmaktan mutlak münezzehsin. Bizim sahibimiz, koruyucumuz, ma’budumuz ancak Sen’sin; bizim onlarla bu manâda hiçbir münasebetimiz olamaz ve olmamıştır.” diyeceklerdir. Hayır, onlar (meleklere de değil,) aslında cinlere tapıyorlardı; çoğu gerçekten onların mü’miniydi.
42 Bugün (artık her şey ortada); birbiriniz üzerinde, karşılıklı olarak birbirinize yardım edebilecek veya zarar verebilecek ne gücünüz var ne de yetkiniz.” (Allah’a ortaklar tanımakla en büyük zulmü işlemiş bulunan) o zalimlere, “Tadın (dünyada iken) sürekli yalanladığınız Ateş azabını!” deriz.
43 Kendilerine âyetlerimiz apaçık deliller halinde okunup tebliğ edildiğinde (müşrikler), (Allah Rasûlü’nü işaret edip,) “Bu var ya,” diyorlar, “bu, sizi atalarınızın ibadet ettiği ilâhlarınızdan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değil!” Bununla da kalmıyor, “O okuduğu da ancak bir yalan, (Allah’a karşı) bir iftira!” diyorlar. O küfürde saplanıp kalmış olanlar, gerçek (bütün açıklığıyla) kendilerine gelince “Bu,” diyorlar, “başka değil, apaçık bir sihir.”
44 Biz onlara daha önce, okuyup mütalâa ettikleri bir kitap vermedik (ki, Kitabın ne olduğunu bilip, Kur’ân hakkında “Bu bir yalan, bir sihir!” diyebilsinler). Onlara senden önce bir uyarıcı da göndermedik (ki, seni bir yalancı, bir sihirbaz olmakla suçlayabilsinler).
45 Kendilerinden önceki inkârcı topluluklar da gerçeği yalanlamışlardı. Bunlar, onlara verdiğimiz güç ve kuvvetin onda birine bile ulaşmış değiller. Onlar, kendilerine gönderilen rasûllerimizi yalanladıklarında (kendilerini öyle cezalandırdık ki,) görsünler Benim reddedişim, tanımayışım nasıl olurmuş!
46 De ki: “Size tek bir şey tavsiye ediyorum: Kendinizi toparlayın, ister ikişer kişi halinde, isterse tek tek Allah için şöyle bir kenara çekilin (ve bütün önyargılarınızı bir tarafa bırakıp,) samimi ve ciddi olarak düşünün. Sizin arkadaşınızda delilikten eser yoktur. O, çok çetin bir azaptan önce sizi uyarmak için gelmiş bir peygamberden başkası değildir.”
47 De ki: “Bu yaptığımın karşılığında sizden bir ücret de talep etmiyorum. (Talep edeceğimi düşündüğünüz ne varsa,) hepsi sizindir. Benim ücretimi verecek olan ancak Allah’tır. Ve O, her şeye tam olarak şahittir.”
48 De ki: “Benim Rabbim gerçeği gönderir, yerli yerine koyar (ve onu bâtılın başında patlatır). O, bütün gizlilikleri, insan duyularının ve zaman, mekân, madde sınırlarının ötesinde kalan her şeyi hakkıyla bilendir.”
49 De ki: “Hak geldi ve bütün açıklığıyla kendisini ortaya koydu. Artık, (takipçileri canlı tutmaya çalışsa da) bâtılın yapacağı yeni bir şey olmadığı gibi, geçmişi geri getirebilecek de değildir.”
50 De ki: “Eğer ben yanlış bir yola sapmışsam, ancak nefsimin itmesiyle ve kendi aleyhime olarak sapmışımdır. Ama hidayeti tabiatım haline getirmişsem, bu ise, Rabbimin bana vahyetmekte olduğu gerçekler sayesindedir. O, her şeyi hakkıyla işitendir, kullarına pek yakındır.”
51 Onları ölüm korkusuyla çırpınırken bir görsen; ama artık kurtuluş ve geri dönüş yoktur; çok yakın bir mevkiden yakalanmışlardır.
52 İş işten geçtikten sonra, “Ona (Kur’ân’a) inandık!” derler. Ama, bu kadar uzak bir mevkiden imana ve kurtuluşa ulaşmayı artık nasıl ümit edebilirler ki?!
53 Gerçek şu ki, onu önceden, (inanmaları gereken zamanda) inkâr etmişlerdi; ve çok uzak bir mevkiden, tamamen gayb olan (Âhiret’e) atıp tutuyorlardı.
54 Artık, tıpkı daha önce ölen ve kendileriyle aynı inancı paylaşan herkese yapıldığı gibi, onlarla (dünyada iken) arzu ve iştah duyup peşlerinden koştukları şeyler arasına bir set çekilmiştir. Ümitsiz bir şüphenin içinde bocalayıp duruyorlardı onlar.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ 1
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ 2
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ 3
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ 4
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ 5
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ 6
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ 7
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ 8
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟ 9
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ 10
اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ 11
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ 12
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْراًۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ 13
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ 14
لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ 15
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ 16
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ 17
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ 18
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ 19
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ 20
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟ 21
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ 22
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ 23
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 24
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ 25
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ 26
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 27
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ 28
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 29
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ 30
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ 31
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَ 32
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 33
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ 34
وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ 35
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ 36
وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ 37
وَالَّذ۪ينَ يَسْعَوْنَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ 38
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ 39
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ 40
قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ 41
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ 42
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ 43
وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ 44
وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟ 45
قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ 46
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ 47
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ 48
قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُ 49
قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّـمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌ 50
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ 51
وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ 52
وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ 53
وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ 54
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَلَهُ الْحَمْدُ فِي الْاٰخِرَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ
Bütün hamd, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Kendisi’ne ait bulunan Allah içindir ve Âhiret’te de hamdin tamamı yine O’na mahsustur. O, Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır, Habîr (her şeyden hakkıyla haberdar olan)dır.
1
يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْاَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا يَعْرُجُ ف۪يهَاۜ وَهُوَ الرَّح۪يمُ الْغَفُورُ
Yerde ne olup bitiyor, oraya her an ne girip oradan ne çıkıyor ve gökten ne inip, oraya ne yükseliyorsa, O hepsini bilir. O, Rahîm (bilhassa mü’minlere karşı hususî rahmeti pek bol olan)dır, Ğafûr (günahları pek çok bağışlayan)dır.
2
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَا تَأْت۪ينَا السَّاعَةُۜ قُلْ بَلٰى وَرَبّ۪ي لَتَأْتِيَنَّكُمْ عَالِمِ الْغَيْبِۚ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرُ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
Küfürde ısrar edenler, “Başımızda öyle Kıyamet falan kopacak değil!” iddiasında bulunuyorlar. De ki: “Evet (kopacak), yemin olsun Rabbime –ki O, gaybı (duyu ötesini) bilendir– Kıyamet mutlaka başınızda patlayacaktır. Göklerde olsun yerde olsun, zerre ağırlığında tek bir şey bile O’ndan gizlenemez; o kadar ki, ister bundan daha küçük isterse daha büyük olsun, her şey Apaçık bir Kitap’ta kayıtlıdır.
3
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ
Evet, (Allah her şeyi bilir, kaydettirir ve muhafaza eder,) çünkü O, iman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanları mükâfatlandıracaktır. O kutlu kişiler için, (sürprizlerle dolu) bir bağışlanma ve pek bol, artıp eksilmeyen, hiç zararsız ve bütünüyle hayır bir rızık vardır.
4
وَالَّذ۪ينَ سَعَوْ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٌۗ
(İnsanlar tarafından kabul görmesin ve) neticesiz kalsın diye âyetlerimiz aleyhinde koşturup duranlar ise, onlardır (bu kötü ve murdar işlerinin karşılığı olarak) kendilerini pek acı ve murdar bir azabın beklediği kimseler.
5
وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Kendilerine gerçeğin ilmi verilmiş olanlar açıkça görmektedirler ki, sana Rabbinden indirilen Kitap (ve onun Âhiretle ilgili söyledikleri) gerçeğin ta kendisidir ve o, Azîz (mutlak onur ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip) ve Hamîd (bütün ihtiyaçlarınızı gideren ve rızkınızı veren Rabbiniz olarak) hakkıyla hamde ve övgüye lâyık olanın yolunu tarif etmektedir.
6
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا هَلْ نَدُلُّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ يُنَبِّئُكُمْ اِذَا مُزِّقْتُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۙ اِنَّكُمْ لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۚ
Böyle iken, küfürde saplanıp kalmış olanlar, birbirlerine alaylı alaylı şöyle diyorlar: “Size, lime lime olduktan sonra, evet bu halde iken yeniden yaratılacağınızı söyleyen bir adamı gösterelim mi?
7
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ
“(Bu adam,) bir yalan uydurup onu Allah’a mı isnat ediyor, yoksa kendisinde bir delilik mi var, (anlayamadık)!” Hayır, hiç de öyle değil. Gerçek şu ki, Âhiret’e inanmayanlar, (zihnen ve kalben) azap içindedirler ve doğru yoldan bütün bütün sapmış ve uzaklaşmış durumdadırlar.
8
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفاً مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟
Hiç görmüyorlar mı ki, önlerinde de gök ve yer var, arkalarında da (–tam bir kuşatılmışlık içindeler). Eğer dilersek, onları yerin dibine geçirir veya üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz bunda, bütün samimiyetiyle gerçeğin peşinde olan ve Allah’a yönelen her kul için bir ders, bir mesaj vardır.
9
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلاًۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ
Biz Davud’a tarafımızdan büyük lütf u ihsanda bulunduk. “Ey dağlar! Onunla birlikte Allah’ı tesbih edin, ve ey kuşlar siz de!” Ve demiri onun için yumuşattık (ve kendisine onu şekillendirme imkânı verdik).
10
اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ
(Ve şöyle emrettik:) “Vücudun gerekli yerlerini örtecek ve koruyacak büyüklükte zırhlar yap ve onların yeterli ölçü ve sağlamlıkta olmasına dikkat et; ve (siz ey Davud ailesi ve O’nun ashabı)! Daima yerinde, meşrû, sağlam ve ıslaha yönelik işler yapın. Muhakkak ki Ben, yaptığınız her şeyi çok iyi görmekteyim.
11
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ
Rüzgârı da Süleyman’ın hizmetine sunduk; o, sabah (herkesin normalde) bir ayda ulaştığı bir mesafeye kadar gider, aynı şekilde akşam da yine bir aylık mesafeyi kat ederek dönerdi. Süleyman’ın istifadesi için erimiş bakırı da sel gibi akıttık. Rabbisinin izniyle önünde, emri altında birtakım cinler de çalışırdı. İçlerinden kim (O’na itaatsizlik ederek) emrimizden sapacak olsa, onu kendisine alev alev yanan ateşten tattırarak cezalandırırdık.
12
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْراًۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ
O cinler, O’na kaleler, (cansız varlıklara ait) büyük oyma figürler ve şekiller, havuz büyüklüğünde çanaklar, leğenler ve yere sabitlenmiş kazanlar yaparlardı. “Ey Davud ailesi! Çalışın ve Bana şükredin!” Kullarım içinde gerçekten şükredenler ne kadar azdır!
13
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ
Nihayet Süleyman’ın eceli gelip de hakkındaki ölüm hükmümüzü icra ettiğimizde, (kendilerine verilen ağır işlerde çalışmakta olan) cinlerin hiç biri O’nun öldüğünün farkına varmadı. Ne zaman ki, (tahtında otururken dayandığı) asâsını bir termitin içeriden yemesi neticesinde Süleyman yere yıkıldı, ancak o zaman O’nun öldüğünün farkına vardılar. Bu da gösterdi ve cinler de anladılar ki, eğer onlar gaybı (duyularının ötesinde olup bitenleri) bilmiş olsalardı, kendilerini zelil ve perişan eden bu ağır işleri yapmaya devam etmezler, (Süleyman’ın ölmekte olduğunu bilir ve o işleri bırakırlardı).
14
لَقَدْ كَانَ لِسَبَأٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ
Sebe’ halkı için yaşadıkları diyarda çok önemli bir ders, bir mesaj vardı. Oturdukları meskenlerin (iki yanından) sağında ve solunda bahçeler uzanıyordu. “Rabbinizin size bahşettiği nimetlerden faydalanın ve (karşılığında) O’na şükredin! İşte, sizin için ne hoş bir memleket ve ne kadar da bağışlayıcı bir Rab!”
15
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ
Fakat onlar bu davetten hoşlanmadılar ve yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine (yıkılan) barajlardan boşanmış bir sel gönderdik ve onların sağdan–soldan uzanıp giden o güzelim bahçelerini içinde sadece acı–buruk yemişli bitkiler, ılgınlık ve meyvesi az, dikeni çok ağaçlar biten bahçelere çevirdik.
16
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ
Nankörlükleri ve onun sebep olduğu Allah’a itaatsizliklerinden dolayı onları işte böyle cezalandırdık. Hiç nankör asilerden başkasını cezalandırdığımız olmuş mudur?
17
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّاماً اٰمِن۪ينَ
Onların memleketleriyle bereketlerle donattığımız (Filistin ve Şam) diyarı arasında âdeta sırt sırta vermiş ve biri diğerinden görülebilen beldeler var etmiş ve bunlar arasında düzenli ve sistemli ulaşım imkânları sağlamıştık. “Gece–gündüz tam bir rahat ve emniyet içinde yolculuklarınızı yapın!”
18
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Ne var ki, (bu rahatlık ve güvenlik onları şımarttı ve Allah’a,) “Rabbimiz, seyahatlerimizde konaklama yerlerimiz arasındaki mesafeyi artır!” (dediler ve bu manâda işler yaptılar). Ve (işledikleri günahlarla) kendilerine zulmettiler. Neticede Biz onları (geçmişin ibret sahneleri olarak) nesilden nesile anlatılacak bir hikâye haline getirdik ve bölük bölük her tarafa dağıttık. Elbette bunda (Allah’a itaat ve günahlardan kaçınma konusunda ve bu yolda başlarına gelenlere karşı) çok sabırlı, (Allah’ın nimetlerine) çok şükreden kimseler için mesajlar, ibretler vardır.
19
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
İblis, (Sebe’lilerin) yaptıklarıyla insanlar hakkındaki zan ve temennisinde haklı çıktı. İçlerinde bulunan mü’min bir grup hariç, hepsi ona tâbi oldular.
20
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟
Aslında şeytanın onlar üzerinde bir sultası, onları bir şey yapmaya zorlayacak bir gücü yoktur. Ancak Biz, kim gerçekten Âhiret’e iman ediyor, kim o konuda şüpheler içinde boğuluyor birbirinden ayıralım diye (insanı şeytanla imtihan eder ve şeytana insana musallat olma izni veririz). Rabbin her şeyi gözetlemekte ve (her söylenen sözü, her yapılan işi) kayda aldırmaktadır.
21
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ
De ki: “Allah’tan başka ilâh zannettiklerinize istediğiniz kadar yalvarın!” Onların gökte de yerde de zerre ağırlığınca bir şey üzerinde bile hakimiyetleri yoktur (ki, size faydaları olsun veya sizden bir zararı def edebilsinler). Ayrıca, göklerin ve yerin hakimiyet ve idaresinde onların (Allah’a) hiçbir ortaklıkları olmadığı gibi, Allah onlardan bir destekçi edinmiş ve edinecek de değildir.
22
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ
Sonra, O’nun huzurunda O’nun izin verdiği kişi hakkında ve yine O’nun izin verdiği kişi tarafından yapılmadıkça şefaat da hiçbir fayda vermez. (Şefaati umulan meleklerin) kalbi, (Allah’ın emrini almaktan gelen) şok edici ürpertiden sıyrılınca, diğer melekler onlara, “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorar. Onlar da, “Her zamanki gibi gerçeği.” diye cevap verirler. O, Aliyy (mutlak yüce ve aşkın)dır, Kebîr (mutlak büyük)tür.
23
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Onlara, “Sizi gökten ve yerden kim rızıklandırıyor?” diye sor. Sen “Allah!” de (ve ekle): “O halde, ya (O’nun mutlak birliğine inanan ve yalnızca O’na ibadet eden) biz, ya da (O’na ortaklar koşan) siz, evet hangimiz doğru yönde yol alıyoruz veya apaçık bir sapıklığın içine saplanıp kalmışız?”
24
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ
De ki: “(Eğer bizi sadece Bir Allah’a iman ve ibadet ediyoruz diye suç işlemekle itham ediyorsanız,) bizim işlediğimiz herhangi bir suçtan dolayı siz sorguya çekilecek değilsiniz; biz de sizin yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekilmeyeceğiz.”
25
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ
De ki: “(Kıyamet Günü) Rabbimiz sizi de bizi de bir araya toplayacak ve sonra aramızda hükmünü vererek bizi birbirimizden ayıracaktır. O, Fettâh (insanlar arasında tam bir hakkaniyetle hükmeden ve doğru yolda gidenle yanlış yolda gideni birbirinden ayıran) dır, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.”
26
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
De ki: “Ortakları diye O’nun yanına koyduğunuz şu varlıkları bana gösterin de, (bakayım içlerinde kendisine ibadet edilmeyi gerçekten hak eden biri var mı?) Hayır hayır, böyle bir şeyin olması asla mümkün değildir! O Allah’tır, Azîz (izzet ve ululuk sahibidir, asla ortak kabul etmez ve buna ihtiyacı yoktur); Hakîm’dir (hikmeti ortak kabul etmeyi reddeder).
27
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يراً وَنَذ۪يراً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ
(Ey Rasûlüm!) Biz seni bütün insanlara, onları yanlış yollardan alıkoyman için (iman edip salih işler yapanları af, rahmet ve mükâfatımızla) müjdeleyici ve (her türlü dalâlet yollarına karşı ve bu dalâlet yollarında gidenleri ise) uyarıcı olarak gönderdik. Ama insanların çoğu bunu bilmemekte (ve risaletinin onlar için ne büyük bir nimet olduğunu idrak edememektedir).
28
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ve (mü’minlere), “İddianızda doğru ve samimi iseniz, mutlaka gelecek deyip durduğunuz şu Kıyamet ne zaman?” demektedirler.
29
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟
De: “Sizin için tayin edilmiş öyle bir gün var ki, ne o günden bir an öte geçebilir (bir an daha fazla dünyada kalabilirsiniz), ne de o günü bir an öne alabilirsiniz.”
30
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ
Küfürde ısrar edenler, “Bu Kur’ân’a asla inanmayız, ondan önce indirilen (kitaplara da) inanmayız.” diyorlar. Sen o zalimleri bir de Rabbilerinin huzuruna getirildiklerinde görsen: birbirlerine laf yetiştirirler. Dünyada iken ezilip sömürülmelerine ses çıkarmayan ve zillet içinde diğerlerine itaat edenler, üzerlerinde haksız yere hakimiyet kurup onları ezenlere, “Eğer siz olmasaydınız, biz hiç kuşkusuz iman ederdik.” derler.
31
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَ
Diğerleri üzerinde haksız yere hakimiyet kurup onları ezenler, zillet içinde onlara itaat eden ezilmişlere, “Hidayet size geldikten sonra biz sizi ondan zorla mı geri çevirdik? Hayır, asıl siz kendiniz günahkâr suçlulardınız.” diye cevap verirler.
32
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَـنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَاداًۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Bu defa, ezilmişler ezenlere, “Hiç de öyle değil. İşiniz gücünüz, (gerçeğin yayılmasını ve bizim onu kabul etmemizi engellemek için) gece gündüz dolap çevirmekti: Allah gerçeğini örtmemiz ve O’na ortaklar, denkler tanımamız için bize baskı üstüne baskı yapıyordunuz.” derler. Derken azapla karşı karşıya gelince (şok içinde) pişmanlıklarını bile dile getiremezler. Küfür içinde ölmüş olanların boyunlarına bukağılar geçirir (ve onları sürekli Ateş’te tutarız). Yoksa, (dünyada) sürekli yaptıklarından başka bir şeyle mi cezalandırılacaklardı?
33
وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ
Ne zaman Biz bir memlekete bir uyarıcı göndermişsek, oranın hiçbir ölçü ve kural tanımadan ve hiçbir ahlâkî kaygı taşımadan dünyevî zevkler peşinde koşan önde gelenleri, mutlaka uyarıcılara, “Bakın, sizle gönderilen o Mesaj’ı biz kesinlikle ret ve inkâr ediyoruz!” diye karşı çıkmışlardır.
34
وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
Üstelik, “Bizim malımız da evlâdımız da sizinkinden daha fazla, sizden daha güçlüyüz. Biz, öyle azap falan da görecek değiliz!” demişlerdir.
35
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟
De ki: “Rabbim rızkı kime dilerse ona bol verir, kimi dilerse ona da kısar ve ölçülü verir. Ne var ki, insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.”
36
وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ
Kaldı ki, sizi Bize yaklaştıracak olan ne mallarınızdır ne de evlâdınızdır; ancak iman edip, imanları istikametinde doğru, sağlam, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlardır (ki, nezdimizde yakınlık bulurlar). O kutlu insanlar için yaptıkları bu güzel işlerden dolayı kat kat mükâfat vardır ve onlar, Cennet’in yüksek köşklerinde güven ve huzur içinde olacaklardır.
37
وَالَّذ۪ينَ يَسْعَوْنَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Âyetlerimiz aleyhinde, onlar insanlar tarafından kabul görmesin ve neticesiz kalsın diye koşturup duranlar ise, öyleleri derdest edilip getirilecek ve azabın orta yerine bırakılacaklardır.
38
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ
De ki: “Rabbim rızkı kimi dilerse ona bol verir, kimi de dilerse ona kısar ve ölçülü verir. Siz hayır yolunda ne harcarsanız, Allah onun yerini doldurur. O, her zaman en hayırlı rızk veren ve rızk vermede nihaî mertebede hayır sahibi olandır.”
39
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعاً ثُمَّ يَقُولُ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِيَّاكُمْ كَانُوا يَعْبُدُونَ
O, (âyetlerimize karşı mücadele verenleri ve melekler dahil ilâhlaştırdıkları) her şeyi, herkesi günü gelince bir araya toplayacak, sonra da meleklere, “Şunlar, (bilginiz ve rızanız dahilinde mi) size tapıyorlardı?” diye soracaktır.
40
قَالُوا سُبْحَانَكَ اَنْتَ وَلِيُّنَا مِنْ دُونِهِمْۚ بَلْ كَانُوا يَعْبُدُونَ الْجِنَّۚ اَكْثَرُهُمْ بِهِمْ مُؤْمِنُونَ
Melekler, “Tesbih ederiz Seni, Sen tapılmada ortakları olmaktan mutlak münezzehsin. Bizim sahibimiz, koruyucumuz, ma’budumuz ancak Sen’sin; bizim onlarla bu manâda hiçbir münasebetimiz olamaz ve olmamıştır.” diyeceklerdir. Hayır, onlar (meleklere de değil,) aslında cinlere tapıyorlardı; çoğu gerçekten onların mü’miniydi.
41
فَالْيَوْمَ لَا يَمْلِكُ بَعْضُكُمْ لِبَعْضٍ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ وَنَقُولُ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّت۪ي كُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ
Bugün (artık her şey ortada); birbiriniz üzerinde, karşılıklı olarak birbirinize yardım edebilecek veya zarar verebilecek ne gücünüz var ne de yetkiniz.” (Allah’a ortaklar tanımakla en büyük zulmü işlemiş bulunan) o zalimlere, “Tadın (dünyada iken) sürekli yalanladığınız Ateş azabını!” deriz.
42
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا رَجُلٌ يُر۪يدُ اَنْ يَصُدَّكُمْ عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬كُمْۚ وَقَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّٓا اِفْكٌ مُفْتَرًىۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
Kendilerine âyetlerimiz apaçık deliller halinde okunup tebliğ edildiğinde (müşrikler), (Allah Rasûlü’nü işaret edip,) “Bu var ya,” diyorlar, “bu, sizi atalarınızın ibadet ettiği ilâhlarınızdan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değil!” Bununla da kalmıyor, “O okuduğu da ancak bir yalan, (Allah’a karşı) bir iftira!” diyorlar. O küfürde saplanıp kalmış olanlar, gerçek (bütün açıklığıyla) kendilerine gelince “Bu,” diyorlar, “başka değil, apaçık bir sihir.”
43
وَمَٓا اٰتَيْنَاهُمْ مِنْ كُتُبٍ يَدْرُسُونَهَا وَمَٓا اَرْسَلْنَٓا اِلَيْهِمْ قَبْلَكَ مِنْ نَذ۪يرٍۜ
Biz onlara daha önce, okuyup mütalâa ettikleri bir kitap vermedik (ki, Kitabın ne olduğunu bilip, Kur’ân hakkında “Bu bir yalan, bir sihir!” diyebilsinler). Onlara senden önce bir uyarıcı da göndermedik (ki, seni bir yalancı, bir sihirbaz olmakla suçlayabilsinler).
44
وَكَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۙ وَمَا بَلَغُوا مِعْشَارَ مَٓا اٰتَيْنَاهُمْ فَكَذَّبُوا رُسُل۪ي۠ فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟
Kendilerinden önceki inkârcı topluluklar da gerçeği yalanlamışlardı. Bunlar, onlara verdiğimiz güç ve kuvvetin onda birine bile ulaşmış değiller. Onlar, kendilerine gönderilen rasûllerimizi yalanladıklarında (kendilerini öyle cezalandırdık ki,) görsünler Benim reddedişim, tanımayışım nasıl olurmuş!
45
قُلْ اِنَّـمَٓا اَعِظُـكُمْ بِوَاحِدَةٍۚ اَنْ تَقُومُوا لِلّٰهِ مَثْنٰى وَفُرَادٰى ثُمَّ تَتَفَكَّرُوا۠ مَا بِصَاحِبِكُمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ لَكُمْ بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شَد۪يدٍ
De ki: “Size tek bir şey tavsiye ediyorum: Kendinizi toparlayın, ister ikişer kişi halinde, isterse tek tek Allah için şöyle bir kenara çekilin (ve bütün önyargılarınızı bir tarafa bırakıp,) samimi ve ciddi olarak düşünün. Sizin arkadaşınızda delilikten eser yoktur. O, çok çetin bir azaptan önce sizi uyarmak için gelmiş bir peygamberden başkası değildir.”
46
قُلْ مَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍ فَهُوَ لَكُمْۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ
De ki: “Bu yaptığımın karşılığında sizden bir ücret de talep etmiyorum. (Talep edeceğimi düşündüğünüz ne varsa,) hepsi sizindir. Benim ücretimi verecek olan ancak Allah’tır. Ve O, her şeye tam olarak şahittir.”
47
قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَقْذِفُ بِالْحَقِّۚ عَلَّامُ الْغُيُوبِ
De ki: “Benim Rabbim gerçeği gönderir, yerli yerine koyar (ve onu bâtılın başında patlatır). O, bütün gizlilikleri, insan duyularının ve zaman, mekân, madde sınırlarının ötesinde kalan her şeyi hakkıyla bilendir.”
48
قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُ
De ki: “Hak geldi ve bütün açıklığıyla kendisini ortaya koydu. Artık, (takipçileri canlı tutmaya çalışsa da) bâtılın yapacağı yeni bir şey olmadığı gibi, geçmişi geri getirebilecek de değildir.”
49
قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّـمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌ
De ki: “Eğer ben yanlış bir yola sapmışsam, ancak nefsimin itmesiyle ve kendi aleyhime olarak sapmışımdır. Ama hidayeti tabiatım haline getirmişsem, bu ise, Rabbimin bana vahyetmekte olduğu gerçekler sayesindedir. O, her şeyi hakkıyla işitendir, kullarına pek yakındır.”
50
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ
Onları ölüm korkusuyla çırpınırken bir görsen; ama artık kurtuluş ve geri dönüş yoktur; çok yakın bir mevkiden yakalanmışlardır.
51
وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ
İş işten geçtikten sonra, “Ona (Kur’ân’a) inandık!” derler. Ama, bu kadar uzak bir mevkiden imana ve kurtuluşa ulaşmayı artık nasıl ümit edebilirler ki?!
52
وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ
Gerçek şu ki, onu önceden, (inanmaları gereken zamanda) inkâr etmişlerdi; ve çok uzak bir mevkiden, tamamen gayb olan (Âhiret’e) atıp tutuyorlardı.
53
وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ
Artık, tıpkı daha önce ölen ve kendileriyle aynı inancı paylaşan herkese yapıldığı gibi, onlarla (dünyada iken) arzu ve iştah duyup peşlerinden koştukları şeyler arasına bir set çekilmiştir. Ümitsiz bir şüphenin içinde bocalayıp duruyorlardı onlar.
54

Sureler

Mealler