|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ Ant olsun sıra sıra dizilenlere, |
1 |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ Haykırarak sevk edenlere, |
2 |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ Zikir (anlayarak Kur'an) okuyanlara! |
3 |
|
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ Evet, sizin İlâhınız BİR TEK Allah’tır! |
4 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ Göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir. Hem de doğuların Rabbi'dir. |
5 |
|
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ Biz yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik. |
6 |
|
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ Onu her inatçı/azgın şeytandan koruduk. |
7 |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ (ne kadar çabalasalar da) onlar, yüce meclisi dinleyemezler ve her taraftan atışa tutulurlar; |
8 |
|
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ Kovulurlar ve onlar için peşlerini bırakmayan bir azap vardır. |
9 |
|
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ Ancak, (bir söz) kapan olursa, derhal peşine delip geçen yakıcı bir alev topu takılır. |
10 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ Ve şimdi onlara sor: “Yaratılış bakımından onlar mı daha zor? Yoksa Bizim diğer yarattıklarımız mi?” Doğrusu Biz onları, yapışkan bir çamurdan yarattık! |
11 |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ Hayır sen hayranlıkla bakıyorsun, onlar ise alay ediyorlar! |
12 |
|
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ Kendilerine öğüt verilip hatırlatıldığı zaman, hatırlamak istemiyor/öğüt kabul etmiyorlar. |
13 |
|
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ Bir mucize/ayet/delil gördükleri zaman, eğleniyor/alaya alıyorlar. |
14 |
|
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ Şöyle dediler: “Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir. |
15 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ Biz öldüğümüz, toprak ve kemik yığını olduğumuz zaman mı? Biz mi gerçekten diriltilecek mişiz? |
16 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ Önceki atalarımız da mı?” |
17 |
|
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ De ki: “Evet, hem de aşağılanmış, boyun bükmüş kimseler olarak!” |
18 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Işte o, korkunç bir sestir. Onlar hemen bakıp dururlar! |
19 |
|
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ Derler ki: “Yazıklar olsun bize! Bu, hesap günüdür!” |
20 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ Işte bu yalanlayıp durmuş olduğunuz ayırt edilme günüdür! |
21 |
|
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ Toplayin o zalimleri ve zalim eşlerini ve tapmış oldukları şeyleri, |
22 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ Allah hariç! Artık onları, cehennemin yoluna sürün... |
23 |
|
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ Onları tutuklayın çünkü onlar sorguya çekilecekler. |
24 |
|
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ “neyiniz var? Neden birbirinize yardım etmiyorsunuz?” |
25 |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Aksine, bugün onlar, teslim olmuşlardır. |
26 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ Ve birbirlerine dönerek, birbirlerini sorumlu tutacaklar. |
27 |
|
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ Derler ki: “Gerçekten bize ‘iyilik yapıyoruz’ diye gelenler sizdiniz.” |
28 |
|
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ Diğerleri de şöyle derler: “Aksine siz, inanan kişiler değildiniz. |
29 |
|
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ Bizim sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu. Aksine siz, azmış bir toplum idiniz! |
30 |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ Artık rabbimizin sözü üzerimize hak oldu. Şüphesiz biz tadıcılarız! |
31 |
|
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ Evet, biz sizi saptırıp azdırdık. Çünkü, bizler de sapıtmış azgın kişiler idik.” |
32 |
|
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Muhakkak o gün onlar, azapta ortaktırlar. |
33 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ Işte biz, suçlu günahkarlara böyle yaparız! |
34 |
|
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ Çünkü onlara: “Allah’tan başka İlâh yoktur” denildiği zaman büyükleniyorlar |
35 |
|
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ Ve diyorlardı ki: “Biz, mecnun bir şair için ilâhlarımızı terk mi edeceğiz?” |
36 |
|
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ Aksine o gerçeği getirmişti ve elçileri de doğrulamıştı. |
37 |
|
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ Şüphesiz siz, acıklı azabı tadıcılarsınız. |
38 |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ Yapmış olduklarınızdan başkasıyla cezalandırılmıyorsunuz! |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak, Allah’ın samimi kulları hariç! |
40 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ Işte onlar, onlar için bilinen bir rızık vardır. |
41 |
|
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ Türlü meyveler ve ikramla ağırlananlardır. |
42 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ Nimetlerle dolu cennetlerde, |
43 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ Karşılıklı tahtlar üzerinde. |
44 |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ Üzerlerinde kaynaktan doldurulmuş kadehler dolaştırılır; |
45 |
|
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ Bembeyazberrak içenlere lezzet veren. |
46 |
|
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ Onda sersemletme yoktur, ondan sarhoş da olmazlar! |
47 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ Yanlarında gözlerini yalnız kendilerine dikmiş, iri gözlü eşler! |
48 |
|
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Tıpkı gizlenmiş yumurta gibi tertemiz eşler! |
49 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ Birbirlerine dönerek sorarlar. |
50 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ Içlerinden bir konuşmacı dedi ki: “Benim yakın bir arkadaşım vardı. |
51 |
|
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ Derdi ki: Gerçekten sen de doğrulayanlardan mısın? |
52 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik yığını olduğumuz zaman mı? Gerçekten biz cezalandırılacak mıyız?” |
53 |
|
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ O dedi ki: “Sizler haberdar mısınız?” |
54 |
|
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ Derken baktı ve onu cehennemin tam ortasında gördü. |
55 |
|
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ Dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki, az kalsın sen beni de mahvedecektin!.. |
56 |
|
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ Eğer rabbimin nimeti (Kur’an) olmasaydı, ben de orada hazır edilen kimselerden olurdum!” |
57 |
|
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ “biz artık bir daha ölmeyeceğiz, |
58 |
|
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ Ilk ölümümüzden başka! Ve azaba uğratılanlardan da olmayacağız!..” |
59 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ Şüphesiz işte bu, büyük başarının ta kendisidir! |
60 |
|
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Çalışanlar, böylesi için çalışsınlar! |
61 |
|
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ Ödül ve ağırlanmak için bu mu daha iyidir, yoksa zakkum ağacı mı? |
62 |
|
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ Şüphesiz biz o ağacı, zalimler için bir açığa çıkar(ıl)ma aracı yaptık. |
63 |
|
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ O, cehennemin dibinden çıkan bir ağaçtır. |
64 |
|
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ Tomurcukları şeytanların (zararlı mahlukların) başları gibidir! |
65 |
|
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ Mutlaka onlar bundan yiyecekler, bununla karınlarını dolduracaklar! |
66 |
|
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ Sonra muhakkak onlar için, üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. |
67 |
|
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ Sonra kesinlikle onların dönüşleri çılgın ateşedir. |
68 |
|
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ Onlar atalarını sapıtmış kimseler olarak buldular. |
69 |
|
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Kendileri de onların izlerinde koşuyorlar! |
70 |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ Ant olsun ki, onlardan önce evvelki nesillerin birçoğu da sapmıştı. |
71 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ Ant olsun ki, onların içine uyarıcılar göndermiştik. |
72 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ Bak, uyarılanların sonu nasıl oldu! |
73 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ Allah’ın muhlis/samimi olan kulları bunun dışındadır! |
74 |
|
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ Ant olsun, Nuh Bize yalvarmıştı da Biz, ne güzel karşılık vermiştik. |
75 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ Onu ve ailesini, o büyük sıkıntıdan kurtardık. |
76 |
|
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ Ve onun soyunu da kalıcı kıldık. |
77 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ Ve onu gelecek nesiller övgüyle ansın. |
78 |
|
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ Âlemler içinde Nuh’a selâm olsun! |
79 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Biz, iyi davrananları, işte böyle ödüllendiririz! |
80 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Şüphesiz o, inanan kullarımızdandı. |
81 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra, diğerlerini boğduk. |
82 |
|
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ Doğrusu ibrahim de onu (Nuh’u) takip edenlerden idi. |
83 |
|
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ Hani o, tertemiz sağlam bir kalple Rabbine gelmişti. |
84 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ Hani o zaman babasına ve kavmine: “Siz neye kulluk ediyorsunuz?” demişti. |
85 |
|
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ “Allah’tan başka, uydurma tanrılar/ilahlar mı istiyorsunuz? |
86 |
|
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ Âlemlerin rabbi hakkındaki zannınız/düşünceniz nedir?” |
87 |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ Sonra yıldızlara bir bakışla baktı. |
88 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ “gerçekten ben, kendimde hastalık hali hissediyorum” dedi. |
89 |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ Bunun üzerine arkalarını dönüp ondan ayrıldılar. |
90 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ Derken gizlice, onların (tapındıkları) ilahlarına/tanrılarına yaklaştı ve dedi ki: “Yemez misiniz? |
91 |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Neyiniz var, neden konuşmuyorsunuz?” |
92 |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ Sonunda iyice yanlarına sokulup sağ eliyle bir darbe indirdi! |
93 |
|
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ Çok geçmeden koşarak ona geldiler. |
94 |
|
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ Dedi ki: “Kendi yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? |
95 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Oysa sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır.” |
96 |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ Dediler ki: “Onun için bir bina yapın ve onu ateşin içine atın!” |
97 |
|
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, Biz de onları sefiller haline getirdik! |
98 |
|
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ Dedi ki: “Şüphesiz ben Rabbime gidiyorum. O bana kılavuzluk edecektir.” |
99 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ “rabbim! bana iyilerden birini hediye et.” |
100 |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ Biz de ona ağırbaşlı bir oğul müjdeledik. |
101 |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ Çocuk, onunla birlikte koşma çağına erişince, “Yavrucuğum!” dedi. Ben, rüya şeklinde bana gelen vahiyde seni kestiğimi görüyorum. Bak bakalım sen ne dersin?” “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşAllah beni, sabredenlerden bulacaksın” dedi. |
102 |
|
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ Böylece ikisi de teslim olup, onu (Peygamber olmayanlar rüya ile hareket edemez), yanı üzere getirdi. |
103 |
|
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ Ve biz de: “Ey İbrahim!” diye ona seslendik. |
104 |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ “sen, vahyi/rüyayı doğruladın/gereğini yerine getirdin. Biz, iyi davrananları işte böyle ödüllendiririz!” |
105 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ Şüphesiz bu, onun için apaçık bir karşılıktır! |
106 |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Fidye olarak ona büyük bir kurbanlık verdik. |
107 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonra gelenler içinde de ona (iyi bir ün) bıraktık. |
108 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ Ibrahim’e selâm olsun! |
109 |
|
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Iyi davrananları, işte böyle ödüllendiririz! |
110 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Çünkü o, Bizim inanan kullarımızdan idi. |
111 |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Ona ishak’ı müjdeledik, salihlerden/iyi insanlardan bir peygamber olarak. |
112 |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ Ona ve İshak’a bereketler verdik. Onların neslinden iyi davranan da var, açıkça kendi benliğine zulmeden de var. |
113 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ Ve ant OLSUN ki, Biz Musa’ya ve Harun’a da iyilikte bulunduk. |
114 |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ O ikisini ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık. |
115 |
|
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ Onlara yardım ettik. Böylece onlar, galip gelenler oldular. |
116 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ Onlara açık net ifadeli kitabı verdik. |
117 |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ Her ikisini de doğru yola ilettik. |
118 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonradan gelenler içinde, onlara iyi bir ün bıraktık. |
119 |
|
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ Musa’ya ve Harun’a selâm olsun! |
120 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Iyi davrananları işte böyle ödüllendiririz! |
121 |
|
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Çünkü ikisi de mümin kullarımızdandı. |
122 |
|
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Ve şüphesiz, İlyas da elçilerdendir. |
123 |
|
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ Hani o kavmine demişti: “Korkup sakınmıyor musunuz? |
124 |
|
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ Ba’l’e yalvarıp da ‘en güzel yaratan’ı bırakıyor musunuz? |
125 |
|
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ Sizin de evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıyor musunuz?” |
126 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Nihayet, onu yalanladılar. Bu yüzden onlar hazır edileceklerdir. |
127 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak, Allah’ın muhlis/samimi kulları hariç! |
128 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonrakiler içinde, ona iyi bir ün bıraktık. |
129 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ Ilyas’a selâm olsun! |
130 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Iyi davrananları, işte böyle ödüllendiririz! |
131 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ O, bizim inanan kullarımızdan idi. |
132 |
|
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Ve şüphesiz, Lût da gönderilen elçilerdendi. |
133 |
|
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ Hani, onu ve tüm ailesini kurtarmıştık. |
134 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ Ancak, yaşlı bir kadın azaba uğrayanlar arasındaydı. |
135 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra, ötekileri kırıp geçirdik. |
136 |
|
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ Siz onların yanından geçiyorsunuz, sabahleyin |
137 |
|
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ Ve geceleyin! Hâlâ aklınızı kulllanmıyor musunuz? |
138 |
|
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Ve şüphesiz, Yunus da elçilerdendi. |
139 |
|
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ Hani o, dolu bir gemi ile kaçmıştı. |
140 |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ Ve kur’a çekildi de kaybedenlerden oldu. |
141 |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ Kendi kendisini kınarken, onu balina yuttu. |
142 |
|
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ Şayet (tövbe ederek) tesbih edenlerden olmasaydı, |
143 |
|
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ Diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalacaktı. |
144 |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ Biz onu çorak bir yere/sahile attık, hastabitkin bir halde iken! |
145 |
|
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ Üzerine, kabak türünden (geniş yapraklı) bir ağaç bitirdik. |
146 |
|
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ Onu yüz bin kişiye veya daha fazla (bir topluluğa) elçi gönderdik! |
147 |
|
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ Onlar iman ettiler. Biz de onları, bir vakte kadar nimetlendirdik. |
148 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ Şimdi onlara sor: “Kızlar Rabbinin de, erkekler onların mı?” |
149 |
|
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ Yoksa, biz melekleri dişi olarak mı yarattık, onların şahit oldukları bir sırada? |
150 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ Iyi bilin ki, onlar iftira ederek şöyle söylüyorlar: |
151 |
|
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Allah çocuk sahibi oldu” (diyorlar). Elbette onlar, muhakkak yalancıdırlar! |
152 |
|
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ Ne! o, kızları oğullara tercih mi etmiş? |
153 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Size ne oluyor? Nasıl hüküm veriyorsunuz öyle? |
154 |
|
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ Artık hiç düşünüp öğüt almıyor musunuz? |
155 |
|
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ Yoksa apaçık bir deliliniz/belgeniz mi var? |
156 |
|
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Doğru sözlüler iseniz, kitabınızı getirin öyleyse. |
157 |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Allah ile melekler arasında bir soy bağı uydurdular! Ant olsun ki, melekler de Allah’ın huzuruna çıkartılacaklarını bilirler. |
158 |
|
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ Allah onların nitelendirmelerinden münezzehtir! |
159 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Allah’ın temiz olan kulları böyle (iftiracılar gibi) değildir. |
160 |
|
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ Artık siz de kulluk ettiğiniz/taptığınız şeyler de; |
161 |
|
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ O’na karşı, insanları fitneye düşüremezsiniz, |
162 |
|
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ Ancak cehenneme kendi ayakları ile koşanları (düşürürsünüz!) |
163 |
|
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ (melekler der ki): ”Bizim içimizde herkesin belli bir makamı vardır. |
164 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ Şüphesiz biz, saf saf dizilenleriz. |
165 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ Elbette biz, tesbih edenleriz.” |
166 |
|
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ Gerçi onlar şöyle diyorlardı: |
167 |
|
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ “eğer evvelkilere verilenden bir uyarı yanımızda olsaydı, |
168 |
|
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Elbette biz de, Allah’ın temiz olan kullarından olurduk.” |
169 |
|
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Fakat, onu inkâr ettiler. Yakında bilecekler! |
170 |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ Ant olsun ki, gönderilen elçi kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti: |
171 |
|
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ “şüphesiz onlar, yardım görenlerin ta kendileri olacaklardır. |
172 |
|
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve bizim ordularımız, galip gelenlerin ta kendileri olacaktır.” |
173 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Bu sebeple, onlardan bir süre uzak dur; |
174 |
|
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Onları gözetle! Yakında görecekler! |
175 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ Bizim azabımızı acele mi istiyorlar? |
176 |
|
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ Fakat o yurtlarına indiğinde, uyarılmış olanların sabahı ne kötü olur! |
177 |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Ve onlardan bir süre uzak dur, |
178 |
|
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Onları gözetle! Artık onlar da yakında görecekler! |
179 |
|
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ Üstünlük sahibi Rabbinin şanı, onların isnat ettikleri sıfatlardan yücedir, münezzehtir! |
180 |
|
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ Gönderilen elçilerin üzerine selâm olsun! |
181 |
|
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ Hamd'a lâyık olan/yaptığı herşeyi yerli yerince güzel yapan, Alemlerin Rabbi Allah’tır! |
182 |