|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ (1-2) (İbadet için) Saflar bağlayanlar hakkı için. (Fenalıklardan) Nehy ve men edenler hakkı için. |
1 |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ (1-2) (İbadet için) Saflar bağlayanlar hakkı için. (Fenalıklardan) Nehy ve men edenler hakkı için. |
2 |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ (3-4) Kur'an'ı tilâvet edenler hakkı için. Şüphe yok ki, sizin ilahınız birdir. |
3 |
|
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ (3-4) Kur'an'ı tilâvet edenler hakkı için. Şüphe yok ki, sizin ilahınız birdir. |
4 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ (O) göklerin ve yerin, bunların arasındakilerin Rabbidir ve maşrıkların Rabbidir. |
5 |
|
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ (6-7) Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik. |
6 |
|
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ (6-7) Muhakkak ki, Biz yakın olan göğü ziynet ile yıldızlar ile bezedik. Ve hem her isyankar şeytandan muhafaza ettik. |
7 |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ Onlar en yüksek bir cemaati (sözlerine kulak vererek) dinleyemezler ve her taraftan kovulup atılırlar. |
8 |
|
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ Bir uzaklaştırılma ile uzaklaştırılmış (olurlar) ve onlar için bir daimi azap da vardır. |
9 |
|
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ Ancak bir çalıp çarpan müstesna. Ona da hemen bir parça ateş parçası ulaşıverir. |
10 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ Allah'a es kosanlara sor: Kendilerini yaratmak mi daha zordur, yoksa Bizim yarattigimiz gokleri yaratmak mi? Aslinda Biz kendilerini ozlu ve yapiskan camurdan yaratmisizdir. |
11 |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ (12-14) Evet. Sen taaccüp ettin. Onlar ise istihzâda bulunurlar. Ve onlara nasihat verildiği zaman, düşünüp nasihat kabul etmezler. Ve bir mûcize gördükleri vakit de onunla istihzâ eder dururlar. |
12 |
|
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ (12-14) Evet. Sen taaccüp ettin. Onlar ise istihzâda bulunurlar. Ve onlara nasihat verildiği zaman, düşünüp nasihat kabul etmezler. Ve bir mûcize gördükleri vakit de onunla istihzâ eder dururlar. |
13 |
|
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ (12-14) Evet. Sen taaccüp ettin. Onlar ise istihzâda bulunurlar. Ve onlara nasihat verildiği zaman, düşünüp nasihat kabul etmezler. Ve bir mûcize gördükleri vakit de onunla istihzâ eder dururlar. |
14 |
|
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ (15-17) Ve dediler ki: «Bu, bir apaçık büyüden başka bir şey değildir. Ya bizler öldüğümüz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, bizler mi muhakkak yeniden diriltilmiş olacağız? Yoksa bizim evvelki babalarımız da mı (öyle) diriltilecekler? |
15 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ (15-17) Ve dediler ki: «Bu, bir apaçık büyüden başka bir şey değildir. Ya bizler öldüğümüz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, bizler mi muhakkak yeniden diriltilmiş olacağız? Yoksa bizim evvelki babalarımız da mı (öyle) diriltilecekler? |
16 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ (15-17) Ve dediler ki: «Bu, bir apaçık büyüden başka bir şey değildir. Ya bizler öldüğümüz ve bir toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, bizler mi muhakkak yeniden diriltilmiş olacağız? Yoksa bizim evvelki babalarımız da mı (öyle) diriltilecekler? |
17 |
|
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ (18-21) De ki: «Evet. Ve sizler zeliller olarak haşrolunacaksınızdır.» Çünkü o bir sayhadan ibarettir, onlar o zaman hemen bakar dururlar. Ve derler ki: «Eyvah bizlere! İşte bu, ceza günü.» İşte bu, sizin o yalan sandığınız ayırmak günüdür. |
18 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ (18-21) De ki: «Evet. Ve sizler zeliller olarak haşrolunacaksınızdır.» Çünkü o bir sayhadan ibarettir, onlar o zaman hemen bakar dururlar. Ve derler ki: «Eyvah bizlere! İşte bu, ceza günü.» İşte bu, sizin o yalan sandığınız ayırmak günüdür. |
19 |
|
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ (18-21) De ki: «Evet. Ve sizler zeliller olarak haşrolunacaksınızdır.» Çünkü o bir sayhadan ibarettir, onlar o zaman hemen bakar dururlar. Ve derler ki: «Eyvah bizlere! İşte bu, ceza günü.» İşte bu, sizin o yalan sandığınız ayırmak günüdür. |
20 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ (18-21) De ki: «Evet. Ve sizler zeliller olarak haşrolunacaksınızdır.» Çünkü o bir sayhadan ibarettir, onlar o zaman hemen bakar dururlar. Ve derler ki: «Eyvah bizlere! İşte bu, ceza günü.» İşte bu, sizin o yalan sandığınız ayırmak günüdür. |
21 |
|
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ (22-24) Toplayınız mahşere o zulmetmiş kimseleri ve onların eşlerini ve kendilerine taptıkları şeyleri. Allah'ın gayrı. Artık onlara cehennem yolunu bildiriniz. Ve onları tevkif ediniz. Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecek kimselerdir. |
22 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ (22-24) Toplayınız mahşere o zulmetmiş kimseleri ve onların eşlerini ve kendilerine taptıkları şeyleri. Allah'ın gayrı. Artık onlara cehennem yolunu bildiriniz. Ve onları tevkif ediniz. Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecek kimselerdir. |
23 |
|
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ (22-24) Toplayınız mahşere o zulmetmiş kimseleri ve onların eşlerini ve kendilerine taptıkları şeyleri. Allah'ın gayrı. Artık onlara cehennem yolunu bildiriniz. Ve onları tevkif ediniz. Şüphe yok ki, onlar sorguya çekilecek kimselerdir. |
24 |
|
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ (Ve onlara denilecektir ki) «Sizin için ne oldu ki birbirinize yardım edemiyorsunuz?» |
25 |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ (26-27) Hayır. Bugün onlar (zelilâne bir halde) teslimiyette bulunmuş kimselerdir. Ve onların bazıları bazılarına yönelerek muhasemede bulunurlar. |
26 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ (26-27) Hayır. Bugün onlar (zelilâne bir halde) teslimiyette bulunmuş kimselerdir. Ve onların bazıları bazılarına yönelerek muhasemede bulunurlar. |
27 |
|
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ (Tâbi olanlar) Derler ki: «Şüphe yok, siz bize sağdan gelir olmuştunuz.» |
28 |
|
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ Metbû bulunanlar da derler ki: «Hayır. Siz mü'min kimse olmuş değildiniz.» |
29 |
|
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ «Bizim için sizin üzerinizde bir saltanat bulunmuş değildik. Belki siz sapıtmışlar olan bir kavim olmuş idiniz.» |
30 |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ «Artık hepimizin üzerine Rabbimizin sözü tahakkuk etti. Şüphe yok ki bizler, elbette (azabı) tadıcı kimseleriz.» |
31 |
|
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ «Evet. Biz sizi sapıttırdık, muhakkak ki, biz de sapıklığa düşmüş kimseler idik.» |
32 |
|
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Şüphesiz ki onlar o gün azapta ortak kimselerdir. |
33 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ (34-35) Biz muhakkak ki, günahkârlara böyle yaparız. Şüphe yok ki onlara, «Allah'tan başka ilâh yoktur,» denildiği vakit tekebbürde bulunurlar. |
34 |
|
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ (34-35) Biz muhakkak ki, günahkârlara böyle yaparız. Şüphe yok ki onlara, «Allah'tan başka ilâh yoktur,» denildiği vakit tekebbürde bulunurlar. |
35 |
|
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ Ve derler ki: «Mecnun bir şair için kendi ilâhlarımızı biz mi terkedeceğiz?» |
36 |
|
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ Hayır. O hak ile geldi ve peygamberleri tasdik etti. |
37 |
|
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ (38-39) Şüphe yok ki, siz elbette o pek acıklı azabı tadıcılarsınız. Ve siz, başka şeyle değil, ancak yapar olduğunuz şeyler ile (cezalandırılacaksınız). |
38 |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ (38-39) Şüphe yok ki, siz elbette o pek acıklı azabı tadıcılarsınız. Ve siz, başka şeyle değil, ancak yapar olduğunuz şeyler ile (cezalandırılacaksınız). |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ (40-42) Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. Onlar var ya, onlar için malûm rızk vardır. (Her nevi) Meyveler (vardır) ve onlar ikrâm olunmuşlardır. |
40 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ (40-42) Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. Onlar var ya, onlar için malûm rızk vardır. (Her nevi) Meyveler (vardır) ve onlar ikrâm olunmuşlardır. |
41 |
|
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ (40-42) Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. Onlar var ya, onlar için malûm rızk vardır. (Her nevi) Meyveler (vardır) ve onlar ikrâm olunmuşlardır. |
42 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ (43-46) Naîm cennetlerde. Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde. Onların üzerlerine ırmaktan bir bardak ile dolaşılır. Bembeyaz, içenler için lezzetli. |
43 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ (43-46) Naîm cennetlerde. Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde. Onların üzerlerine ırmaktan bir bardak ile dolaşılır. Bembeyaz, içenler için lezzetli. |
44 |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ (43-46) Naîm cennetlerde. Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde. Onların üzerlerine ırmaktan bir bardak ile dolaşılır. Bembeyaz, içenler için lezzetli. |
45 |
|
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ (43-46) Naîm cennetlerde. Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde. Onların üzerlerine ırmaktan bir bardak ile dolaşılır. Bembeyaz, içenler için lezzetli. |
46 |
|
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ (47-49) Kendisinde ne bir gâile vardır ve ne de onlar ondan sarhoş olacaklardır. Ve onların yanlarında irice gözlü, nazarlarını (kendilerine) tahsis etmiş zevceler de vardır. Sanki onlar, kapalı yumurtalardır. |
47 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ (47-49) Kendisinde ne bir gâile vardır ve ne de onlar ondan sarhoş olacaklardır. Ve onların yanlarında irice gözlü, nazarlarını (kendilerine) tahsis etmiş zevceler de vardır. Sanki onlar, kapalı yumurtalardır. |
48 |
|
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ (47-49) Kendisinde ne bir gâile vardır ve ne de onlar ondan sarhoş olacaklardır. Ve onların yanlarında irice gözlü, nazarlarını (kendilerine) tahsis etmiş zevceler de vardır. Sanki onlar, kapalı yumurtalardır. |
49 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ (50-51) Onların (o ehl-i cennetin) bazıları bazılarına karşı teveccüh ederek soruşturmaya başlarlar. Onlardan birisi der ki: «Benim (dünyada iken) muhakkak bir arkadaşım var idi.» |
50 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ (50-51) Onların (o ehl-i cennetin) bazıları bazılarına karşı teveccüh ederek soruşturmaya başlarlar. Onlardan birisi der ki: «Benim (dünyada iken) muhakkak bir arkadaşım var idi.» |
51 |
|
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ Derdi ki: «Sen de hakikaten tasdik edenlerden misin?» |
52 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ «Biz öldüğümüz ve biz toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi tekrar hayat bulup cezalandırılanlar (olacağız?)». |
53 |
|
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ Dedi ki: Siz (onun halinden) haberdar olmak ister misiniz? |
54 |
|
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ Derken kendisi bakar, onu (O arkadaşını) cehennemin ortasında görür. |
55 |
|
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ Der ki: «Vallahi sen az kaldı elbette beni helâk edecek idin.» |
56 |
|
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ «Ve eğer Rabbimin nîmeti olmasa idi, elbette ki, ben de (bu cehennemde) hazır bulundurulmuşlardan olacak idim.» |
57 |
|
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ (O cennetteki zât diyecektir ki) «Değil mi biz (artık) ölüler olmayacağız?» |
58 |
|
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ «İlk ölümümüz müstesna ve biz azap görücüler de olmayacağız değil mi?» |
59 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ Şüphe yok ki, bu, elbette en büyük bir kurtuluştur. |
60 |
|
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ İşte çalışanlar, bunun misli için çalışıversinler. |
61 |
|
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ Nasıl, bu mu bir ziyafet taamı olarak hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? |
62 |
|
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ Şüphe yok ki, Biz onu (O ağacı) zalimler için bir mihnet kıldık. |
63 |
|
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ Muhakkak o bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda (meydana) çıkar. |
64 |
|
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ Onun meyvesi sanki şeytanların başlarıdır. |
65 |
|
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ Artık şüphe yok ki onlar, ondan elbette yiyicilerdir ve ondan karınlarını dolduruculardır. |
66 |
|
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ Sonra muhakkak ki, onlar için onun üzerine elbette pek kaynamış bir su da vardır. |
67 |
|
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ Şüphe yok ki, nihâyet onların olup gidecekleri yer cehennemdir. |
68 |
|
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ (69-71) Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler buldular. İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar. Andolsun ki, onlardan evvelkilerin ekserisi de sapıtmış idi. |
69 |
|
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ (69-71) Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler buldular. İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar. Andolsun ki, onlardan evvelkilerin ekserisi de sapıtmış idi. |
70 |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ (69-71) Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler buldular. İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar. Andolsun ki, onlardan evvelkilerin ekserisi de sapıtmış idi. |
71 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ (72-74) Yemin olsun ki, onların içinde korkutucular göndermiş idik. Artık bak, o korkutulmuş olanların akibetleri nasıl oluverdi? Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. |
72 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ (72-74) Yemin olsun ki, onların içinde korkutucular göndermiş idik. Artık bak, o korkutulmuş olanların akibetleri nasıl oluverdi? Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. |
73 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ (72-74) Yemin olsun ki, onların içinde korkutucular göndermiş idik. Artık bak, o korkutulmuş olanların akibetleri nasıl oluverdi? Allah'ın ihlâsa erdirilmiş olan kulları müstesna. |
74 |
|
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ Celâlim hakkı için Nûh Bize nidâ etmişti. Artık Biz ne güzel icabet edenler (olduk). |
75 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ Ve O'nu ve ehlini o pek büyük gamdan kurtardık. |
76 |
|
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ Ve onun zürriyetini (evet onları) payidârlar kıldık. |
77 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ Ve onun üzerine sonra gelenler arasında (bir zikr-i cemîl) bıraktık. |
78 |
|
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ (79-80) Selâm Nûh'a, bütün âlemler içinde. İşte şüphe yok, Biz muhsin olanları böylece mükâfaata nâil kılarız. |
79 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (79-80) Selâm Nûh'a, bütün âlemler içinde. İşte şüphe yok, Biz muhsin olanları böylece mükâfaata nâil kılarız. |
80 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ (81-82) Muhakkak o, Bizim mü'min olan kullarımızdan idi. Sonra ötekilerini sulara gark ettik. |
81 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ (81-82) Muhakkak o, Bizim mü'min olan kullarımızdan idi. Sonra ötekilerini sulara gark ettik. |
82 |
|
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ Şüphe yok ki, İbrahim de O'nun izinden gidenlerdendir. |
83 |
|
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ (84-85) Çünkü o, Rabbine tertemiz bir yürekle geldi. O vakit babasına ve kavmine dedi: «Siz nelere ibadet edersiniz?» |
84 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ (84-85) Çünkü o, Rabbine tertemiz bir yürekle geldi. O vakit babasına ve kavmine dedi: «Siz nelere ibadet edersiniz?» |
85 |
|
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ «Bir iftira olarak mı Allah'tan başka ilâhlar diliyorsunuz?» |
86 |
|
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ «İmdi âlemlerin Rabbine âit zannınız neden ibarettir?» |
87 |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ (88-89) Derken yıldızlara bir bakışla baktı. Sonra dedi ki: «Şüphe yok, ben hastayım.» |
88 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ (88-89) Derken yıldızlara bir bakışla baktı. Sonra dedi ki: «Şüphe yok, ben hastayım.» |
89 |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ Hemen ondan arkalarını çevirmişler olarak uzaklaştılar. |
90 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ Artık onların putlarına gitti de (istihzâ tarikiyle) dedi ki: «Yemek yemez misiniz?» |
91 |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ «Size ne oluyor ki, konuşamıyorsunuz?» |
92 |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ Ve onların üzerine gizlice vararak eliyle bir vuruş vuruverdi. |
93 |
|
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ (94-96) Bunun üzerine koşar oldukları halde ona yöneldiler. Dedi ki: «Kendi yontar olduğunuz şeye mi taparsınız?» «Halbuki Allah sizi ve yaptığınız şeyi yaratmıştır.» |
94 |
|
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ (94-96) Bunun üzerine koşar oldukları halde ona yöneldiler. Dedi ki: «Kendi yontar olduğunuz şeye mi taparsınız?» «Halbuki Allah sizi ve yaptığınız şeyi yaratmıştır.» |
95 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (94-96) Bunun üzerine koşar oldukları halde ona yöneldiler. Dedi ki: «Kendi yontar olduğunuz şeye mi taparsınız?» «Halbuki Allah sizi ve yaptığınız şeyi yaratmıştır.» |
96 |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ Dediler ki: «Bunun için bir bina yapınız da bunu bir ateş içinde bırakınız.» |
97 |
|
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ Onun için böyle bir hile dilediler. Artık Biz de onları pek sefil kimseler kıldık. |
98 |
|
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ Ve dedi ki: «Şüphe yok ben Rabbime gidiciyim, elbette beni doğru yola iletir.» |
99 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ (100-101) «Yarabbi! Bana sâlihlerden (bir çocuk) ihsan buyur.» Biz de onu pek yumuşak tâbiatlı bir oğul ile müjdeledik. |
100 |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ (100-101) «Yarabbi! Bana sâlihlerden (bir çocuk) ihsan buyur.» Biz de onu pek yumuşak tâbiatlı bir oğul ile müjdeledik. |
101 |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ Vaktâ ki, onunla beraber yürümek çağına yetişti. Dedi: «Oğulcağızım! Ben, şüphe yok rüyâda görüyorum ki, muhakkak seni boğazlıyorum. Artık bak, sen ne görürsün.» Dedi: «Ey babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.» |
102 |
|
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ Vaktâ ki, ikisi de inkiyâd ettiler ve O'nu alnının bir yanı üzerine yatırdı. |
103 |
|
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ Ve O'na: «Ya İbrahim!» diye nidâ ettik ki, |
104 |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ «Sen muhakkak rüyâyı tasdik ettin. Biz böylece muhakkak muhsinleri mükâfaatlandırırız.» |
105 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ Şüphe yok ki bu, elbette apaçık bir imtihandır. |
106 |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Ve O'na bir büyük kurbanlık bedel verdik. |
107 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ (108-109) Ve sonrakilerin arasında O'na karşı (bir güzel sena) bıraktık. İbrahim üzerine selâm olsun. |
108 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ (108-109) Ve sonrakilerin arasında O'na karşı (bir güzel sena) bıraktık. İbrahim üzerine selâm olsun. |
109 |
|
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İşte muhsin olanları böylece mükâfaatlandırırız. |
110 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Şüphe yok ki, o mü'min olan kullarımızdandır. |
111 |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Ve O'nu sâlihlerden bir peygamber olmak üzere İshak ile de müjdeledik. |
112 |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ Ve onun üzerine ve İshak üzerine bereketler verdik ve ikisinin zürriyetinden muhsin olan da vardır ve nefsine apaçık zulmeden de. |
113 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ (114-115) Andolsun ki, Mûsa ve Harun üzerine de ihsanda bulunduk. Ve ikisini de ve kavimlerini de pek büyük bir gamdan kurtardık. |
114 |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ (114-115) Andolsun ki, Mûsa ve Harun üzerine de ihsanda bulunduk. Ve ikisini de ve kavimlerini de pek büyük bir gamdan kurtardık. |
115 |
|
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ Ve onlara yardım ettik. Artık galip olanlar onlar oldular. |
116 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ (117-118) Ve ikisine de o açıkça bildiren kitabı verdik. Ve ikisini de dosdoğru yola sevkettik. |
117 |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ (117-118) Ve ikisine de o açıkça bildiren kitabı verdik. Ve ikisini de dosdoğru yola sevkettik. |
118 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ Ve sonrakiler arasında da onlar için güzel bir sena bıraktık. |
119 |
|
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ Mûsa ve Harun üzerine (bizden) selâm olsun. |
120 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Şüphe yok ki Biz, muhsin olanları böylece mükâfaatlandırırız. |
121 |
|
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Muhakkak ki, ikisi de Bizim mü'minler olan kullarımızdandır. |
122 |
|
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Ve şüphe yok ki, İlyas da gönderilmiş (peygamber)lerdendir. |
123 |
|
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ O vakit, kavmine demişti ki: «Siz korkmaz mısınız?» |
124 |
|
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ «Ba'l'e mi tapınırsınız? Ve Hâlikların en güzeline (ibadeti) terk mi edersiniz?» |
125 |
|
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ «Sizin de Rabbiniz ve evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allah'a (ibadeti mi terkeylersiniz?)» |
126 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ O vakit O'nu tekzîp ettiler. Artık onlar da elbette, (azaba) ihzar edilmişlerdir. |
127 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Allah'ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesna. |
128 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Ve O'na sonrakiler arasında (bir zikr-i cemîl) terkettik. |
129 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ İlyas'ın üzerine selâm olsun. |
130 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Muhakkak ki, Biz muhsin olanları mükâfaatlandırırız. |
131 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Şüphe yok O, Bizim mü'minler olan kullarımızdandır. |
132 |
|
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ (133-134) Ve muhakkak, Lût da elbette gönderilmiş peygamberlerdendir. O vakit O'nu ve ehlini necâta erdirdik. |
133 |
|
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ (133-134) Ve muhakkak, Lût da elbette gönderilmiş peygamberlerdendir. O vakit O'nu ve ehlini necâta erdirdik. |
134 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ Azap içinde kalanlar arasındaki bir kocakarı müstesna. |
135 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ (136-137) Sonra diğerlerini de helâk ediverdik. Ve şüphe yok ki, siz elbette onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız. |
136 |
|
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ (136-137) Sonra diğerlerini de helâk ediverdik. Ve şüphe yok ki, siz elbette onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız. |
137 |
|
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ Ve geceleyin de. Siz âkilâne düşünmeyecek misiniz? |
138 |
|
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ (139-140) Ve şüphe yok ki, Yûnus da elbette gönderilmiş peygamberlerdendir. Vaktâ ki O, dolu bir gemiye kaçmıştı. |
139 |
|
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ (139-140) Ve şüphe yok ki, Yûnus da elbette gönderilmiş peygamberlerdendir. Vaktâ ki O, dolu bir gemiye kaçmıştı. |
140 |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ Derken kur'a çekmiş de, mağlup olanlardan olmuştu. |
141 |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ Artık o melâmet eder (nefsini kınar) bir halde iken O'nu balık yutuverdi. |
142 |
|
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ (143-144) Eğer o çokça tesbih edenlerden olmasa idi, elbette ki, onun karnında, tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı. |
143 |
|
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (143-144) Eğer o çokça tesbih edenlerden olmasa idi, elbette ki, onun karnında, tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı. |
144 |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ (145-146) Artık O'nu kendisi hasta olduğu halde bir açık yere atıverdik. Ve O'nun üzerine kabak nev'inden bir ağaç bitirdik. |
145 |
|
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ (145-146) Artık O'nu kendisi hasta olduğu halde bir açık yere atıverdik. Ve O'nun üzerine kabak nev'inden bir ağaç bitirdik. |
146 |
|
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ (147-148) Ve O'nu yüz bin ve daha artar olana (böyle bir kavme peygamber) gönderdik. Nihâyet imân ettiler, artık onları bir müddete kadar geçindirdik (faidelendirdik). |
147 |
|
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ (147-148) Ve O'nu yüz bin ve daha artar olana (böyle bir kavme peygamber) gönderdik. Nihâyet imân ettiler, artık onları bir müddete kadar geçindirdik (faidelendirdik). |
148 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ (149-150) Şimdi onlara sor, «Rabbin için kızlar ve onlar içinse oğullar mı var? Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık? Onlar da şahitler mi idiler?» |
149 |
|
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ (149-150) Şimdi onlara sor, «Rabbin için kızlar ve onlar içinse oğullar mı var? Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık? Onlar da şahitler mi idiler?» |
150 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ (151-152) Agâh ol, şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki; «Allah doğurdu!» Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir. |
151 |
|
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (151-152) Agâh ol, şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki; «Allah doğurdu!» Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir. |
152 |
|
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ Kızları oğullar üzerine tercih mi etmiş? |
153 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ «Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?» |
154 |
|
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ «Hiç düşünüvermez misiniz?» |
155 |
|
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ «Yoksa sizin için apaçık bir hüccet mi var?» |
156 |
|
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ «Haydi, eğer siz sâdıklar iseniz kitabınızı getiriveriniz.» |
157 |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Ve bir de O'nunla cinler arasında bir neseb (iddiasında) bulundular. Andolsun ki, cinler bilmişlerdir ki, elbette onlar (cehenneme) ihzar edilmiş kimselerdir. |
158 |
|
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ Allah Teâlâ, onların tavsif ettiklerinden münezzehtir. |
159 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Allah'ın ihlâsa nâil buyurmuş olduğu kulları müstesna. (onlar böyle bir tavsifte bulunmazlar). |
160 |
|
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ (161-162) Artık şüphe yok ki, siz ve ibadet ettiğiniz şeyler O'na karşı (kimseyi) fitneye düşürücüler değilsinizdir. |
161 |
|
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ (161-162) Artık şüphe yok ki, siz ve ibadet ettiğiniz şeyler O'na karşı (kimseyi) fitneye düşürücüler değilsinizdir. |
162 |
|
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ Ancak (kendisini) cehenneme saldıran kimse müstesna. |
163 |
|
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ Ve bizden ise bir kimse yoktur ki, illâ onun için bir malum makam vardır. |
164 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ (165-166) Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o saf beste olanlar. Ve muhakkak ki, bizleriz, o tesbih ediciler. |
165 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ (165-166) Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o saf beste olanlar. Ve muhakkak ki, bizleriz, o tesbih ediciler. |
166 |
|
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ (167-169) Ve elbette ki, (kâfirler, evvelce) diyorlardı ki: «Eğer bizim yanımızda evvelkilerden bir kitap bulunmuş olsa idi. Elbette ki, biz Allah'ın ihlâsa nâil olmuş kullarından olur idik.» |
167 |
|
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ (167-169) Ve elbette ki, (kâfirler, evvelce) diyorlardı ki: «Eğer bizim yanımızda evvelkilerden bir kitap bulunmuş olsa idi. Elbette ki, biz Allah'ın ihlâsa nâil olmuş kullarından olur idik.» |
168 |
|
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ (167-169) Ve elbette ki, (kâfirler, evvelce) diyorlardı ki: «Eğer bizim yanımızda evvelkilerden bir kitap bulunmuş olsa idi. Elbette ki, biz Allah'ın ihlâsa nâil olmuş kullarından olur idik.» |
169 |
|
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (170-171) Fakat şimdi O'nu inkar ettiler. Artık ileride bileceklerdir. Celâlim hakkı için (peygamber) gönderilmiş kullarım için Bizim bir sözümüz geçmiştir. |
170 |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ (170-171) Fakat şimdi O'nu inkar ettiler. Artık ileride bileceklerdir. Celâlim hakkı için (peygamber) gönderilmiş kullarım için Bizim bir sözümüz geçmiştir. |
171 |
|
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ (172-173) Şüphe yok ki, onlar elbette nusrete nâil olanlar onlardır. Ve muhakkak ki, Bizim ordumuz, elbette galipler olanlar onlardır. |
172 |
|
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ (172-173) Şüphe yok ki, onlar elbette nusrete nâil olanlar onlardır. Ve muhakkak ki, Bizim ordumuz, elbette galipler olanlar onlardır. |
173 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ (174-176) Artık sen, onlardan (O muhaliflerden) bir zamana kadar yüz çevir. Ve onlara bak! Elbette ki, yakında göreceklerdir. Ya Bizim azabımızı mı alelacele istiyorlar? |
174 |
|
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (174-176) Artık sen, onlardan (O muhaliflerden) bir zamana kadar yüz çevir. Ve onlara bak! Elbette ki, yakında göreceklerdir. Ya Bizim azabımızı mı alelacele istiyorlar? |
175 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ (174-176) Artık sen, onlardan (O muhaliflerden) bir zamana kadar yüz çevir. Ve onlara bak! Elbette ki, yakında göreceklerdir. Ya Bizim azabımızı mı alelacele istiyorlar? |
176 |
|
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ (177-179) Fakat onların sahasına indiği vakit artık korkutulmuş olanların sabahı ne kadar fenadır. Ve onlardan bir zamana kadar yüz çevir. Ve gör. Onlar da yakında göreceklerdir. |
177 |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ (177-179) Fakat onların sahasına indiği vakit artık korkutulmuş olanların sabahı ne kadar fenadır. Ve onlardan bir zamana kadar yüz çevir. Ve gör. Onlar da yakında göreceklerdir. |
178 |
|
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ (177-179) Fakat onların sahasına indiği vakit artık korkutulmuş olanların sabahı ne kadar fenadır. Ve onlardan bir zamana kadar yüz çevir. Ve gör. Onlar da yakında göreceklerdir. |
179 |
|
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ (180-182) Rabbin, o izzet sahibi, onların tavsif ettiklerinden münezzehtir. Ve selâm peygamberlerin üzerinedir. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. |
180 |
|
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ (180-182) Rabbin, o izzet sahibi, onların tavsif ettiklerinden münezzehtir. Ve selâm peygamberlerin üzerinedir. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. |
181 |
|
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ (180-182) Rabbin, o izzet sahibi, onların tavsif ettiklerinden münezzehtir. Ve selâm peygamberlerin üzerinedir. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. |
182 |