|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ Düşün sıra sıra dizilmiş bu (mesajlar)ı, |
1 |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ ve bir vazgeçme çağrısı ile (kötülüklerden) alıkoymasını, |
2 |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ ve (bütün dünyaya) bir öğüt ve uyarıda bulunmasını: |
3 |
|
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ Şüphe yok ki sizin İlahınız Tek'tir, |
4 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi; bütün gündoğumu noktalarının Rabbi! |
5 |
|
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ Biz yeryüzüne en yakın gökleri yıldızların güzelliğiyle süsledik, |
6 |
|
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ ve onları her türlü bozguncu, şeytani güce karşı emin kıldık, |
7 |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ (ki) onlar, (o bilinmeyeni bilmek isteyenler,) yüce sakinler topluluğuna kulak veremesinler ve her taraftan kovulup sürülsünler, |
8 |
|
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ (rahmetten) yoksun kalsınlar ve (öteki dünyada) kendilerini bekleyen ebedi azaba duçar olsunlar; |
9 |
|
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ ama eğer birisi (bu bilgiden) bir kırıntı koparmayı başarırsa, (bundan dolayı) yakıcı bir alevin pençesine düşsün. |
10 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ Ve şimdi, o (hakikati inkar ede)nlerden sana cevap vermelerini iste: Onları yaratmak, Bizim yarattığımız bu (sayısız mucizelerden) daha mı zordur? Nitekim Biz onları (basit) bir balçıktan yarattık! |
11 |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ Hayır, sen hayranlık ve şaşkınlık duyarken onlar (yalnızca) alay ederler; |
12 |
|
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ ve (hakikat) kendilerine hatırlatıldığında onu kavramaya yanaşmazlar; |
13 |
|
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ ve bir (ilahi) mesajla muhatab olduklarında onu küçümserler |
14 |
|
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ ve "Bu, bir (beşerin) büyülü sözlerinden başka bir şey değildir!" derler, |
15 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ "Ne? Ölüp toprak ve kemik yığını haline geldikten sonra sahiden yeniden dirilecek miyiz? |
16 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ Yani eski atalarımız da mı?" |
17 |
|
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ De ki: "Elbette, hem de en perişan ve zavallı şekilde!" |
18 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Çünkü o (alay ettikleri yeniden dirilme,) bir itham çığlığı şeklinde (aniden onların tepesinde patlayacak.) İşte o zaman (hakikati) anlamaya başlayacaklar, |
19 |
|
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ ve "Eyvah!" diyecekler, "İşte Hesap Günü bugündür!" |
20 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ (Ve onlara şöyle denilecek:) "Bu, yalanlamış olduğunuz (gündür, şaşmaz hakikat ile sahte ve yalan arasında) ayrım günüdür!" |
21 |
|
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ (Ve Allah şöyle buyuracaktır:) "Toplayın bütün o zalimleri, kendileri gibi olanlarla ve bütün o Allah'tan başka taptıkları (ile) birlikte; |
22 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ ve hepsini yakıcı ateşin yoluna sürün, |
23 |
|
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ ve onları (orada) tutun!" (O zaman) böylelerine sorulacak: |
24 |
|
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ "Size ne oldu ki (şimdi) birbirinize yardım etmiyorsunuz?" |
25 |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Hayır, onlar o Gün isteyerek (Allah'a) teslim olacaklar; |
26 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ fakat (çok geç kaldıklarından) birbirlerine dönüp bakacaklar ve birbirlerinden (geçmiş günahlarının yükünü hafifletmelerini) isteyecekler. |
27 |
|
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ (Onların) bir kısmı: "Bakın" diyecek, "Siz bize (ayartma niyetiyle) sağdan yaklaşırdınız!" |
28 |
|
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ Ötekiler, "Hayır" diyecekler, "aslında siz kendiniz imandan zerre kadar nasip almamıştınız! |
29 |
|
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ Üstelik sizi zorlayacak bir gücümüz yoktu, bilakis, siz küstahça bir kibire kapılmıştınız! |
30 |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ Fakat şimdi Rabbimizin sözü bizim (de) aleyhimize çıktı, biz (günahlarımızın acı meyvesini) mutlaka tadacağız. |
31 |
|
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ O halde, sizi derin bir sapıklığa ittiğ(imiz eğer doğruysa), o zaman biz de vahim bir sapıklığa düşmüşüzdür!" |
32 |
|
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ O Gün onların hepsi ortak azaplarını paylaşacaklar. |
33 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ Günaha batmış olanlara işte böyle davranacağız: |
34 |
|
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ çünkü bakın, ne zaman onlara "Allah'tan başka ilah yoktur!" denilse küstahça böbürlenirlerdi |
35 |
|
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ ve "Mecnun bir şairin sözüyle biz ilahlarımızı mı terk edeceğiz?" derlerdi. |
36 |
|
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ Hayır, asla! (Sizin deli şair dediğiniz) o kişi hakikati getirmiştir; ve o, (Allah'ın önceki) elçilerinin (bildirdikleri) hakikati tasdik etmektedir. |
37 |
|
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ Bakın siz, (öteki dünyada) acıklı azabı tadacaksınız, |
38 |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ ama yapmış olduğunuzdan başka bir şeyle cezalandırılmayacaksınız. |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak Allah'ın halis kullarına böyle davranılmayacak: |
40 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ (öteki dünyada) onlar için, yabancısı olmadıkları bir rızık hazırlanacaktır |
41 |
|
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ (yeryüzündeki hayatlarının) ürünü olarak; ve onlar ağırlanacaklardır |
42 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ nimet bahçelerinde, |
43 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ mutluluk tahtları üzerinde birbirlerine (sevgi ile) bakışarak. |
44 |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ Aralarında dupduru pınarlardan (içecekle doldurulmuş) bir kase dolaştırılacak, |
45 |
|
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ berrak ve içenlere tat veren (bir içecek); |
46 |
|
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ çarpmayan ve sarhoşluk vermeyen. |
47 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ Ve yanlarında yumuşak bakışlı, güzel gözlü eşler olacak, |
48 |
|
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ gizlenmiş (deve kuşu) yumurtaları gibi (kusursuz) eşler. |
49 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ Hepsi dönüp (geçmiş hayatları hakkında) birbirlerine sorular soracaklar. |
50 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ İçlerinden biri şöyle diyecek: "Bakın, benim (yeryüzünde) bir arkadaşım vardı, |
51 |
|
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ (bana) derdi ki, 'Ne? Sen onun doğru olduğuna gerçekten inananlardan mısın, |
52 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ ölüp toz ve kemik yığını haline geldikten sonra yargılanacağımıza!" |
53 |
|
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ (Ve) ekleyecek: "Bakmak (ve onu görmek) ister misiniz?" |
54 |
|
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ Bunun üzerine dönüp bakar ve o (arkadaşı)nı yanan ateşin ortasında görür; |
55 |
|
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ ve "Aman Allahım!" der, "(Ey eski arkadaşım), neredeyse (beni de) mahvedecektin! |
56 |
|
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı ben de (şimdi) (azaba) uğratılanlar arasında olurdum! |
57 |
|
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ Ama sonra, (ey cennetteki arkadaşlarım,) biz gerçekten (bir daha) ölmeyeceğiz, |
58 |
|
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ önceki ölümümüz dışında ve (bir daha) azaba uğratılmayacağız, değil mi? |
59 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ İşte bu; bu, gerçekten müthiş bir mazhariyettir!" |
60 |
|
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ (Allah yolunda) çalışanlar, demek ki böyle bir şey için çalışırlar! |
61 |
|
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ Böyle (bir cennet) mi daha iyi bir ağırlanmadır, yoksa (cehennemin) ölümcül meyve ağacı mı? |
62 |
|
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ Gerçek şu ki, biz o (ağac)ı zalimler için bir sınama aracı yaptık, |
63 |
|
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ zira o, (cehennemin) yakıcı ateşinin ortasında büyüyen bir ağaçtır, |
64 |
|
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ meyvesi şeytanların kellesi gibi (tiksindirici)dir; |
65 |
|
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ ve (zalim)ler ondan yemeye ve karınlarını onunla doldurmaya mahkumdurlar. |
66 |
|
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ Bunun da üzerinde, onlar korkunç bir ümitsizlik (cezası)na çarpılacaklardır! |
67 |
|
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ Ve bir kez daha (söyleyelim): yakıcı ateş onların nihai durağı olacaktır; |
68 |
|
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ çünkü onlar atalarını eğri bir yol üzerinde buldular, |
69 |
|
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ ve (şimdi) atalarının izinden gitmeye can atıyorlar! |
70 |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ Onlardan önce gelip geçmiş eski toplumların çoğu yollarını şaşırmıştı, |
71 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ halbuki kendilerine uyarıcılar göndermiştik. |
72 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ Bak şu uyarılmış olanların haline! |
73 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ Allah'ın halis kulları hariç, (insanların çoğu sapkınlığa mütemayildir.) |
74 |
|
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ Nuh (işte bu sebeple) Bize yalvarmıştı ve Bizim cevabımız ne güzeldi, |
75 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ çünkü onu ve ailesini o korkunç felaketten kurtardık, |
76 |
|
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ soyunu (yeryüzünde) kalıcı yaptık; |
77 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ ve böylece onun sonraki kuşaklar arasında yaşayıp anılmasını sağladık. |
78 |
|
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ "Bütün alemlerde Nuh'a selam olsun!" |
79 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İşte Biz güzel işler yapanları böyle ödüllendiririz; |
80 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ çünkü o, Bizim gerçekten inanmış kullarımızdandı; |
81 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ (böylece o'nu ve kendisini izleyenleri kurtardık) ve sonra ötekileri suda boğduk. |
82 |
|
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ Doğrusu İbrahim de onun yolundan gidenlerdendi, |
83 |
|
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ Rabbine tertemiz bir kalp ile yönelmişti, |
84 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ babasına ve halkına şöyle seslenmişti: "Siz neye tapıyorsunuz? |
85 |
|
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ Bir yalan(a) -Allah'tan başka güçler(e)- (boyun eğmek) mi istiyorsunuz? |
86 |
|
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ Öyleyse alemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz nedir?" |
87 |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ Sonra yıldızlara gözünü dikti, |
88 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ ve "Ben kesinlikle (gönlümden) rahatsızım!" dedi, |
89 |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ bunun üzerine onlar ona arkalarını döndüler ve uzaklaşıp gittiler. |
90 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ O da onların tanrılarına gizlice yaklaştı ve "Ne o! (Önünüze konulmuş nimetlerden) yemiyor musunuz? |
91 |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?" dedi. |
92 |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ Sonra üzerlerine yürüyüp onlara sağ eliyle vurdu. |
93 |
|
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ Bunun üzerine diğerleri koşarak o'na doğru geldiler (ve yaptığından dolayı o'nu suçladılar). |
94 |
|
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ O, "Siz" dedi, "kendi ellerinizle yonttuklarınıza mı tapıyorsunuz? |
95 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ Oysa sizi de, sizin yonttuklarınızı da yaratan Allah'tır!" |
96 |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ Onlar, "Bir odun yığını hazırlayın ve o'nu yanan ateşin içine atın!" diye bağırdılar. |
97 |
|
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ Ona kötülük yapmak istediler, ama Biz (onların planlarını bozduk ve böylece) onları küçük düşürdük. |
98 |
|
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ (İbrahim,) "Ben" dedi, "(bu toprakları terk edeceğim ve) Rabbim beni ne tarafa sevk ederse oraya gideceğim!" |
99 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ (Ve şöyle yalvardı:) "Ey Rabbim! Bana dürüst ve erdemli (olacak bir erkek çocuk) bağışla!" |
100 |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ Bunun üzerine ona (kendisi gibi) yumuşak huylu bir erkek çocuk müjdeledik. |
101 |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ Ve (bir gün, çocuk, babasının) tutum ve davranışlarını anlayıp paylaşacak olgunluğa eriştiğinde babası şöyle dedi: "Ey yavrucuğum! Rüyamda seni kurban ettiğimi gördüm, bir düşün, ne dersin?" (İsmail): "Ey babacığım" dedi, "sana emredilen neyse onu yap! İnşallah beni sıkıntıya göğüs gerenler arasında bulacaksın!" |
102 |
|
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ Fakat ikisi Allah'ın emri (olarak gördükleri)ne kendilerini teslim edince ve (İbrahim) onu yüzüstü yatırınca, |
103 |
|
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ kendisine seslendik: "Ey İbrahim, |
104 |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ sen şimdiden o rüya(nın amacı)nı yerine getirmiş oldun!" İşte iyilik yapanları Biz böyle ödüllendiririz: |
105 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ çünkü bu, gerçekten apaçık bir sınama idi. |
106 |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Ve fidye olarak o'na büyük bir kurban verdik, |
107 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ böylece o'nun sonraki kuşaklar tarafından şöyle hatırlanmasını sağladık: |
108 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ "İbrahim'e selam olsun!" |
109 |
|
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Biz iyileri böyle ödüllendiririz, |
110 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ çünkü o Bizim gerçekten inanmış kullarımızdandı. |
111 |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Ve (zamanı geldiğinde) ona, (kendisi de) bir peygamber (olan) dürüst ve erdemli birini, İshak'ı müjdeledik; |
112 |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ onu ve İshak'ı kutsadık ama onların soyundan iyi işler yapan da çıkacak, kendisine açıkça zulmeden de. |
113 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ Biz, Musaya ve Harun'a da lütufta bulunduk; |
114 |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ onları ve kavimlerini büyük bir (kölelik) felaket(in)den kurtardık, |
115 |
|
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ ve kendilerine yardım ettik de (sonunda) zafer kazanan onlar oldu. |
116 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ Onlara (doğru ile eğriyi) ayırd eden ilahi kelamı verdik, |
117 |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ ve onları doğru yola ilettik, |
118 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ ve sonraki kuşaklar arasında yaşayıp anılmalarını sağladık: |
119 |
|
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ "Musa'ya ve Harun'a selam olsun!" |
120 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İyileri işte böyle ödüllendiririz, |
121 |
|
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ çünkü onların ikisi de gerçekten inanmış kullarımızdandı. |
122 |
|
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Kuşkusuz, İlyas (da) elçilerimizden biriydi |
123 |
|
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ ve kavmine şöyle seslenmişti: "Allah'a karşı sorumluluğunuzu idrak etmez misiniz? |
124 |
|
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ Ba'l'e yalvarıp sanatkarların en güzelini, (Allah'ı) bırakır mısınız, |
125 |
|
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ Allah'ı, sizin ve evvelki atalarınızın Rabbini?" |
126 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Fakat onlar (İlyas'ı) yalanladılar: bu nedenle (Hesap Günü) kesinlikle yargılanacaklardır, |
127 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ yalnız Allah'ın halis kulları hariç; |
128 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ ve o'nun sonraki nesiller arasında yaşayıp anılmasını sağladık: |
129 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ "İlyas'a ve o'nun yolundan gidenlere selam olsun!" |
130 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İyileri işte böyle ödüllendiririz, |
131 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ çünkü o, gerçekten inanmış kullarımızdan biriydi! |
132 |
|
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şüphesiz, Lut da elçilerimizden biriydi; |
133 |
|
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ (dolayısıyla, o'nun günahkar ülkesini cezalandırırken) kendisini ve aile efradını kurtardık, |
134 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ geride kalanlar arasında bulunan yaşlı bir kadın dışında; |
135 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ ve sonra diğerlerini tamamen yok ettik: |
136 |
|
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ siz (bugüne kadar) onların yurtlarından gelip geçmektesiniz her sabah |
137 |
|
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ ve her akşam. O halde (bakıp da) aklınızı kullanmıyor musunuz? |
138 |
|
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şüphesiz, Yunus da elçilerimizden biriydi, |
139 |
|
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ kaçak bir köle gibi, yüklü bir gemiye (binip) kaçmıştı. |
140 |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ Ve sonra kur'a çekilmiş, o, (kur'ada) kaybedenlerden olmuştu; |
141 |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ (sonra o'nu denize atmışlar ve) denizde büyük balık tarafından yutulmuştu, çünkü kınananlardan biriydi. |
142 |
|
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ Eğer o, (en derin bunalım anlarında bile) Allah'ın sınırsız şanını yüceltenlerden olmasaydı, |
143 |
|
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ herkesin yeniden dirileceği güne kadar o (balığı)n karnında kalmış olacaktı. |
144 |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ ama biz o'nu manevi çöküntü/iç huzursuzluğu içinde ıssız bir kıyıya çıkarttık, |
145 |
|
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ ve onun üzerinde (çorak toprakta) yetişen bir bodur fidan yeşerttik. |
146 |
|
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ Ve onu (bir kez daha kendi halkına,) yüz bin veya daha fazla (kişi)ye gönderdik. |
147 |
|
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ Onlar, (bu defa ona) inandılar; bunun üzerine Biz, verilen süre zarfında onlara mutlu bir hayat yaşattık. |
148 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ Şimdi onlardan sana cevap vermelerini iste: senin Rabbinin kızları var da onların (yalnız) erkek çocukları mı var? |
149 |
|
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ Yoksa melekleri dişi yarattık da o (meleklere ilahlık isnad ede)nler bunu gördüler mi? |
150 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ Bazı insanlar tamamen sahte ve yalan(a olan temayüllerin)den dolayı, |
151 |
|
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ "Allah (bir erkek çocuk) doğurdu" diyorlar; onlar elbette yalan söylüyorlar; |
152 |
|
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ "O, kızları oğlanlara tercih etmiştir!" (sözleri de yalandır.) |
153 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Ne oluyor size, ne biçim karar veriyorsunuz? |
154 |
|
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ Hiç düşünmüyor musunuz? |
155 |
|
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ Yoksa (iddialarınızı doğrulayacak) açık bir deliliniz mi var? |
156 |
|
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Eğer doğru söylüyorsanız, kendi kitabınızı getirin! |
157 |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Bazıları da Allah ile bütün görünmez varlık türleri arasında bir yakınlık uydurdular; oysa bu görünmez varlıklar (da) pekala bilir ki, onlar, (bu şekilde Allah'a isnadda bulunanlar,) mutlaka (Hesap Günü O'nun huzurunda) yargılanacaklardır: |
158 |
|
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ (çünkü) Allah, insanların geliştirdiği her türlü tasavvurun üstünde, sonsuz yüceliktedir. |
159 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Allah'ın halis kulları ise böyle (davranmazlar). |
160 |
|
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ çünkü ne siz (Allah'a iftirada bulunan)lar, ne de sizin taptıklarınız, |
161 |
|
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ hiçbiriniz, kimseyi kendi heves ve ayartmalarınıza boyun eğdiremezsiniz, |
162 |
|
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ (kendi ayaklarıyla) yakıcı ateşe koşanlar hariç! |
163 |
|
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ (Bütün tabiat güçleri Allah'a hamdeder ve şöyle derler:) "İçimizden hiç kimse yoktur ki (Allah tarafından) kendisi için tayin edilmiş bir yere sahip olmasın; |
164 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ biz de (ibadetlerimizde O'nun önünde) saf tutarız; |
165 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ ve şüphesiz biz de O'nun sınırsız şanını yüceltiriz!" |
166 |
|
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ Gerçek şu ki, o (hakikati inkar ede)nler her zaman şöyle derler: |
167 |
|
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ "Eğer atalarımızdan (bu yönde) bir gelenek devralmış olsaydık, |
168 |
|
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ kesinlikle Allah'ın halis kulları olurduk!" |
169 |
|
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Ama (işte bu ilahi kelam önlerine konulduğu halde,) onu kabul etmeye yanaşmıyorlar! Ama zamanla (reddettikleri şeyin ne olduğunu) öğreneceklerdir: |
170 |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ çünkü uzun zaman önce kullarımız olan elçilere söz verdik: |
171 |
|
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ kendilerine mutlaka yardım edilecektir |
172 |
|
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ ve (sonunda) galip gelecek olan mutlaka Bizim ordumuz olacaktır. |
173 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Bu sebeple, o (hakikati inkar ede)nlerden bir süre uzak dur |
174 |
|
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ve onları(n kim olduklarını) gör; onlar (da) zaman içinde (şimdi görmediklerini) göreceklerdir. |
175 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ Onlar azabımızın çabuklaştırılmasını acaba (gerçekten) istiyorlar mı? |
176 |
|
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ Eğer öyleyse, o (azap) bir kez başlarına geldiğinde, uyarılmış olanların uyanması kötü olacaktır! |
177 |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Bu sebeple onlardan bir süre uzak dur, |
178 |
|
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ ve (onların ne olduklarını) gör; zamanla onlar (da şimdi görmediklerini) göreceklerdir. |
179 |
|
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ Kudret ve izzet sahibi Rabbin, insanların her türlü tasavvurunun üstünde (bir yüceliğe sahip)tir. |
180 |
|
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ O'nun bütün elçilerine selam olsun! |
181 |
|
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ Ve hamd, bütün alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur! |
182 |