|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ And olsun (ibâdet için) sâffât olan (saf saf dizilen meleklere, mü’minlere, âlimlere, mücâhid)lere! |
1 |
|
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ Ve (başkalarını da) sevk ederek idâre (ve haykırarak men') edenlere! |
2 |
|
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ Hem zikir (Kur’ân) okuyanlara! (And olsun!) |
3 |
|
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ Şübhesiz ki sizin İlâhınız, gerçekten tektir. |
4 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ Göklerin ve yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir; doğuların da Rabbidir. |
5 |
|
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ Şübhesiz ki biz, en yakın göğü (dünya semâsını) bir ziynetle, yıldızlarla süsledik. |
6 |
|
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ Ve (onu) her âsî şeytandan muhâfaza ederek (koruduk). |
7 |
|
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ (8-9) (O şeytanlar, artık) mele-i a'lâyı (semâdaki melekleri) dinleyemezler ve her taraftan kovularak (alevli yıldızlarla) taşlanırlar ve onlar için devamlı bir azab vardır. |
8 |
|
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ (8-9) (O şeytanlar, artık) mele-i a'lâyı (semâdaki melekleri) dinleyemezler ve her taraftan kovularak (alevli yıldızlarla) taşlanırlar ve onlar için devamlı bir azab vardır. |
9 |
|
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ Ancak bir söz kapan olursa, onu da delici, alevli bir yıldız ta'kib eder. |
10 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ Şimdi sor onlara: 'Yaratılış cihetiyle kendileri mi daha zor, yoksa bizim (semâ ile berâber içinde) yarattıklarımız mı?' Muhakkak ki biz, kendilerini yapışkan bir çamurdan yarattık. |
11 |
|
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ (Ey Habîbim!) Bil'akis (sen, onların bu kadar delillere rağmen inkâr etmelerine)hayret ettin, hâlbuki (onlar senin anlattıklarınla) alay ediyorlar. |
12 |
|
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ Kendilerine nasîhat edildiği zaman da, ibret almıyorlar. |
13 |
|
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ Ve bir mu'cize gördükleri zaman, (onunla) alay etmek istiyorlar. |
14 |
|
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ Bir de dediler ki: 'Bu, apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.' |
15 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ '(Biz) öldüğümüz, bir toprak ve bir kemik (yığını) hâline geldiğimiz zaman mı, gerçekten biz mi yeniden diriltilecek kimseleriz?' |
16 |
|
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ 'Önceki atalarımız da mı?' |
17 |
|
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ (Ey Resûlüm!) De ki: 'Evet! Hem de siz zelîl kimseler olarak (diriltileceksiniz)!' |
18 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ Artık o (dirilme işi), sâdece (korkunç) bir sesten ibârettir; bir de bakarsın ki onlar(dirilmiş de etraflarına) bakıyorlar! |
19 |
|
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ Ve: 'Eyvâh bize! Bu, dîn (cezâ) günüdür!' derler. |
20 |
|
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ (Melekler onlara der ki:) '(Evet) bu, kendisini yalanlamakta olduğunuz ayırma günü (aranızda hüküm verme günü)dür!' |
21 |
|
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ (22-23) (Meleklere ise o gün şöyle denilir:) 'Zulmedenleri ve onlara eşlik edenleri ve Allah’dan başka tapmakta oldukları şeyleri toplayın; sonra onları Cehennemin yoluna götürün!' |
22 |
|
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ (22-23) (Meleklere ise o gün şöyle denilir:) 'Zulmedenleri ve onlara eşlik edenleri ve Allah’dan başka tapmakta oldukları şeyleri toplayın; sonra onları Cehennemin yoluna götürün!' |
23 |
|
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ 'Ve tutun onları! Çünki onlar, sorguya çekilecek kimselerdir.' |
24 |
|
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ Size ne oldu ki yardımlaşmıyorsunuz? |
25 |
|
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ Hayır! Bugün onlar teslîm olmuş kimselerdir. |
26 |
|
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ Ve onlar birbirlerine yönelmiş, karşılıklı (olarak birbirlerini) mes’ûl tutarlar(çekişirler). |
27 |
|
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ (Tâbi' olanlar, elebaşlarına:) 'Doğrusu siz, bize sağdan gelirdiniz (hayrımıza çalışır görünürdünüz)!' derler. |
28 |
|
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ (O reisler ise) derler ki: 'Bil'akis, (siz zâten) mü’min kimseler olmamıştınız.' |
29 |
|
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ 'Hem bizim için, sizin üzerinizde bir güç yoktu. Bil'akis (siz), bir azgınlar topluluğu idiniz.' |
30 |
|
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ 'Artık Rabbimizin (azab) sözü üzerimize hak oldu; şübhesiz biz (bu azâbı)gerçekten tadacak kimseleriz.' |
31 |
|
فَاَغْوَيْنَاكُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ 'Evet, (biz) sizi azdırdık; çünki kendimiz azgın kimseler idik.' |
32 |
|
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ Artık şübhesiz ki o gün onlar, azabda ortaktırlar. |
33 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ İşte biz, günahkârlara böyle yaparız. |
34 |
|
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ Çünki onlar kendilerine: 'Allah’dan başka ilâh yoktur' denildiği zaman, büyüklük taslıyorlardı. |
35 |
|
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ Ve: 'Doğrusu biz, deli bir şâir için ilâhlarımızı gerçekten terk edecek kimseler miyiz?' diyorlardı. |
36 |
|
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ Hayır! (O,) hakkı getirdi ve (bütün) peygamberleri tasdîk etti. |
37 |
|
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ Muhakkak ki siz, o elemli azâbı gerçekten tadıcılarsınız. |
38 |
|
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ Ve sâdece yapmakta olduklarınızın karşılığını göreceksiniz. |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâ. |
40 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ (41-42) İşte onlar var ya, kendileri için ma'lûm bir rızık, türlü meyveler vardır. Ve onlar, ikrâm olunacak kimselerdir. |
41 |
|
فَوَاكِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ (41-42) İşte onlar var ya, kendileri için ma'lûm bir rızık, türlü meyveler vardır. Ve onlar, ikrâm olunacak kimselerdir. |
42 |
|
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ (43-44) Naîm Cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerindedirler. |
43 |
|
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ (43-44) Naîm Cennetlerinde, karşılıklı tahtlar üzerindedirler. |
44 |
|
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ Pınardan (doldurulmuş) kadehlerle, (onların) etraflarında dolaşılır. |
45 |
|
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ (O içecekler ki) bembeyazdır; içenler için lezzetlidir. |
46 |
|
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ Onda ne bir sersemletme vardır, ne de onlar ondan sarhoş olurlar. |
47 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ Ve yanlarında, (kocalarından) başkasına bakmayan iri gözlü (zevce)ler vardır. |
48 |
|
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ Sanki onlar (örtülüp saklanmış) toz toprak görmemiş (latîf bir rengi olan) yumurta gibidirler. |
49 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ O zaman (Cennet ehli) birbirlerine yönelerek karşılıklı soru sorarlar (sohbet ederler). |
50 |
|
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ İçlerinden konuşan biri şöyle der: 'Doğrusu benim (dünyada) bir yakınım vardı.' |
51 |
|
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ '(Bana:) 'Gerçekten sen, (dirilmeyi) tasdîk edenlerden misin?’ derdi.' |
52 |
|
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ '(Ve bana:) '(Biz) öldüğümüz ve bir toprak, bir kemik (yığını) hâline geldiğimiz zaman mı, gerçekten biz mi cezâlandırılacak kimseler olacağız?’ (derdi).' |
53 |
|
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ (Sonra o kişi yanındakilere:) 'Siz (onun hâlinden) haberdâr mısınız?' dedi. |
54 |
|
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ Derken baktı da onu Cehennemin ortasında gördü. |
55 |
|
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ Dedi ki: 'Allah’a yemîn olsun ki, (sen) nerede ise gerçekten beni (de) helâk edecektin!' |
56 |
|
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ 'Eğer Rabbimin ni'meti olmasaydı, doğrusu (ben de orada) hazır bulundurulmuşlardan olacaktım.' |
57 |
|
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ (58-59) 'Peki (nasılmış), biz (dünyada) ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek(Cennette ebedî olarak kalacak) ve biz (îmânımızdan dolayı) azab görmeyecek kimseler değil miymişiz?' |
58 |
|
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ (58-59) 'Peki (nasılmış), biz (dünyada) ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek(Cennette ebedî olarak kalacak) ve biz (îmânımızdan dolayı) azab görmeyecek kimseler değil miymişiz?' |
59 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ Şübhesiz ki bu, elbette büyük kurtuluşun ta kendisidir! |
60 |
|
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ Çalışanlar, o hâlde böylesi (bir netîce) için çalışsın! |
61 |
|
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ Ağırlama olarak bu mu hayırlıdır, yoksa zakkum ağacı mı? |
62 |
|
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ Gerçekten biz, onu (alevler içindeki o ağacı) zâlimler için bir fitne (dünyada bir imtihan vesîlesi) kıldık. |
63 |
|
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ Muhakkak ki o, Cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. |
64 |
|
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ Tomurcukları, sanki şeytanların başları gibidir. |
65 |
|
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ Bundan sonra şübhesiz ki onlar, elbette bundan yiyecek kimseler olup, artık karınları(nı) bununla dolduracak olanlardır. |
66 |
|
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ Sonra bunun üzerine, doğrusu onlar için kaynar sudan karıştırılmış bir içecek vardır. |
67 |
|
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ Sonra onların dönüşleri elbette Cehennemedir. |
68 |
|
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ Doğrusu onlar, atalarını sapık kimseler buldular. |
69 |
|
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ Fakat kendileri (de) onların izleri üzerinde koşturuyorlar. |
70 |
|
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ And olsun ki, onlardan önce, evvelki (ümmet)lerin çoğu dalâlete düşmüştü. |
71 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ (Ve yine) and olsun ki, onların içlerinde de (Allah’ın azâbından haber veren)korkutucu (peygamber)ler göndermiştik. |
72 |
|
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ Artık bak, o korkutulanların âkıbeti nasıl oldu? |
73 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâ. |
74 |
|
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ Celâlim hakkı için, Nûh (kavminden ümîdini kesince) bize yalvarmıştı; işte (biz) ne güzel icâbet edenleriz! |
75 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ Çünki (biz) onu ve ehlini o büyük felâketten kurtardık. |
76 |
|
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ Ve (yeryüzünde) onun neslini gerçekten kalıcı kimseler kıldık. |
77 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ Hem sonraki (ümmet)ler içinde, ona (iyi bir nâm) bıraktık. |
78 |
|
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ (Bütün) âlemler içinde Nûh’a selâm olsun! |
79 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (80-81) Muhakkak ki biz, iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Çünki o, bizim mü’minkullarımızdandır. |
80 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ (80-81) Muhakkak ki biz, iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Çünki o, bizim mü’minkullarımızdandır. |
81 |
|
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra diğerlerini suda boğduk. |
82 |
|
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ Şübhesiz İbrâhîm de onun yolunda olanlardandır. |
83 |
|
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ Çünki Rabbisine selîm bir kalb ile gelmişti. |
84 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ (85-87) Hani, babasına ve kavmine şöyle demişti: '(Siz) nelere tapıyorsunuz?' 'İftirâ etmek için mi Allah’dan başka ilâhlar istiyorsunuz?' 'Peki âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?' |
85 |
|
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ (85-87) Hani, babasına ve kavmine şöyle demişti: '(Siz) nelere tapıyorsunuz?' 'İftirâ etmek için mi Allah’dan başka ilâhlar istiyorsunuz?' 'Peki âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?' |
86 |
|
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ (85-87) Hani, babasına ve kavmine şöyle demişti: '(Siz) nelere tapıyorsunuz?' 'İftirâ etmek için mi Allah’dan başka ilâhlar istiyorsunuz?' 'Peki âlemlerin Rabbi hakkındaki zannınız nedir?' |
87 |
|
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ (88-89) Derken yıldızlara bir bakış baktı da: 'Ben gerçekten hastayım' dedi. |
88 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ (88-89) Derken yıldızlara bir bakış baktı da: 'Ben gerçekten hastayım' dedi. |
89 |
|
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ Bunun üzerine (kavmi kendilerine de bulaşır korkusuyla) arkalarını dönen kimseler olarak ondan kaçtılar. |
90 |
|
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ Sonra (o da bir bahâne ile) gizlice onların ilâhlarına varıp dedi ki: '(Önünüze konmuş bu yiyeceklerden) yemiyor musunuz?' |
91 |
|
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ 'Size ne oldu da konuşmuyorsunuz?' |
92 |
|
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ Derken sağ eliyle (kuvvetli) bir darbe indirmek üzere gizlice üzerlerine vardı (da onları kırdı). |
93 |
|
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ Bunun üzerine (kavmi) koşarak ona yöneldiler. |
94 |
|
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ (95-96) (İbrâhîm) dedi ki: '(Siz ellerinizle) yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.' |
95 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ (95-96) (İbrâhîm) dedi ki: '(Siz ellerinizle) yontmakta olduğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Hâlbuki sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.' |
96 |
|
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ (Onlar ise:) 'Onun için bir binâ yapın da, onu ateşe atın!' dediler. |
97 |
|
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ Böylece ona tuzak kurmak istediler, fakat onları en alçak kimseler kıldık. |
98 |
|
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ Nihâyet (biz kendisini ateşten kurtardıktan sonra İbrâhîm) dedi ki: 'Gerçekten ben Rabbime gidiciyim; (O) bana doğru yolu gösterecektir.' |
99 |
|
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ 'Rabbim! Bana sâlihlerden (olacak bir çocuk) ihsân eyle!' |
100 |
|
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ Bunun üzerine (biz de) onu halîm bir oğul (olan İsmâîl) ile müjdeledik. |
101 |
|
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ Nihâyet (çocuğu) onunla berâber çalışacak çağa erişince (İbrâhîm): 'Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykuda (rüyâmda) görüyorum ki, gerçekten ben seni boğazlıyorum(kurbân ediyorum); artık bak, (bu rüyâm hakkında) sen ne görürsün (fikrin nedir)?' dedi.(Çocuğu İsmâîl:) 'Ey babacığım! Sana emredileni yap! İnşâallah beni sabredenlerden bulacaksın!' dedi. |
102 |
|
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ (103-106) Böylece (ikisi de) teslîm olup (İbrâhîm) onu alnının bir tarafı (yere gelecek şekilde, yanı) üzerine yere yatırınca, artık ona: 'Ey İbrâhîm! Hakikaten rüyâya sadâkat gösterdin! İşte biz iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Şübhesiz ki bu, gerçekten apaçık bir imtihandır!' diye seslendik. |
103 |
|
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ (103-106) Böylece (ikisi de) teslîm olup (İbrâhîm) onu alnının bir tarafı (yere gelecek şekilde, yanı) üzerine yere yatırınca, artık ona: 'Ey İbrâhîm! Hakikaten rüyâya sadâkat gösterdin! İşte biz iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Şübhesiz ki bu, gerçekten apaçık bir imtihandır!' diye seslendik. |
104 |
|
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ (103-106) Böylece (ikisi de) teslîm olup (İbrâhîm) onu alnının bir tarafı (yere gelecek şekilde, yanı) üzerine yere yatırınca, artık ona: 'Ey İbrâhîm! Hakikaten rüyâya sadâkat gösterdin! İşte biz iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Şübhesiz ki bu, gerçekten apaçık bir imtihandır!' diye seslendik. |
105 |
|
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ (103-106) Böylece (ikisi de) teslîm olup (İbrâhîm) onu alnının bir tarafı (yere gelecek şekilde, yanı) üzerine yere yatırınca, artık ona: 'Ey İbrâhîm! Hakikaten rüyâya sadâkat gösterdin! İşte biz iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. Şübhesiz ki bu, gerçekten apaçık bir imtihandır!' diye seslendik. |
106 |
|
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ Ve (oğluna bedel) ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. |
107 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Hem sonraki (ümmet)ler içinde ona (iyi bir nâm) bıraktık. |
108 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ İbrâhîm’e selâm olsun! |
109 |
|
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ İyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. |
110 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Çünki o, bizim mü’min kullarımızdandır. |
111 |
|
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Bir de onu sâlihlerden bir peygamber olarak İshâk ile müjdeledik. |
112 |
|
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ Ona da, İshâk’a da bereket verdik. Her ikisinin neslinden iyilik eden de, nefsine apaçık zulmeden de bulunur. |
113 |
|
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ Celâlim hakkı için, Mûsâ ve Hârûn’a da ihsanda bulunduk! |
114 |
|
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ Çünki kendilerini ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan (Fir'avun’un işkencesinden)kurtardık. |
115 |
|
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ Ve onlara yardım ettik de galib gelenler onlar oldular. |
116 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ İkisine de apaçık anlaşılan Kitâb’ı (Tevrât’ı) verdik. |
117 |
|
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ Ve kendilerini dosdoğru yola hidâyet ettik. |
118 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonraki (ümmet)ler içinde o ikisine de (iyi bir nâm) bıraktık. |
119 |
|
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ Mûsâ ve Hârun’a selâm olsun! |
120 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Doğrusu biz iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. |
121 |
|
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Şübhesiz ikisi (de) bizim mü’min kullarımızdandır. |
122 |
|
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Muhakkak ki İlyâs da elbette peygamberlerdendir. |
123 |
|
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ O vakit kavmine demişti ki: '(Siz Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız?' |
124 |
|
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ (125-126) 'Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba'l’e mi yalvarıyorsunuz?' |
125 |
|
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ (125-126) 'Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba'l’e mi yalvarıyorsunuz?' |
126 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Fakat (kavmi) onu yalanladılar; artık şübhesiz ki onlar, elbette (o gün Cehennemde) hazır bulundurulacak olan kimselerdir. |
127 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâ. |
128 |
|
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ Sonraki (ümmet)ler içinde ona da (iyi bir nâm) bıraktık. |
129 |
|
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْيَاس۪ينَ İlyâs’a selâm olsun! |
130 |
|
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ Doğrusu biz, iyilik edenleri böyle mükâfâtlandırırız. |
131 |
|
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ Çünki o bizim mü’min kullarımızdandır. |
132 |
|
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Şübhesiz ki Lût da elbet peygamberlerdendir. |
133 |
|
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ Hani (kavmini helâk ederken) onu ve bütün âilesini kurtarmıştık. |
134 |
|
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ Ancak geride kalan (isyankâr)lar arasında bulunan bir kocakarı hâriç. |
135 |
|
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ Sonra o diğerlerini helâk ettik. |
136 |
|
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ (137-138) (Ey Mekkeliler!) Elbette siz de sabaha ulaşan kimseler iken ve geceleyin doğrusu onlar(ın harâb olmuş yerlerin)e uğruyorsunuz. Hiç akıl erdirmez misiniz? |
137 |
|
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ (137-138) (Ey Mekkeliler!) Elbette siz de sabaha ulaşan kimseler iken ve geceleyin doğrusu onlar(ın harâb olmuş yerlerin)e uğruyorsunuz. Hiç akıl erdirmez misiniz? |
138 |
|
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ Muhakkak ki Yûnus da elbette peygamberlerdendir. |
139 |
|
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ Hani (o), dolu gemiye kaçmıştı. |
140 |
|
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ Nihâyet (gemidekilerle birlikte) kur'a çekti de, kaybedenlerden oldu. |
141 |
|
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ Derken o (kendi kendini) kınayan bir kimse olduğu hâlde balık onu yuttu. |
142 |
|
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ (143-144) Fakat gerçekten o, tesbîh edenlerden olmasaydı, mutlaka (insanların)diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. |
143 |
|
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ (143-144) Fakat gerçekten o, tesbîh edenlerden olmasaydı, mutlaka (insanların)diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. |
144 |
|
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ Bunun üzerine kendisi hasta bir hâlde iken onu (ağaçsız bir) alana attık. |
145 |
|
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ Ve üzerine (gölge yapması ve ondan beslenmesi için) kabak (cinsin)den bir ağaç bitirdik. |
146 |
|
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ Ve onu yüz bin (kişilik bir topluluğ)a veya (daha da) artmakta olanlara(peygamber olarak) gönderdik. |
147 |
|
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ Sonunda îmân ettiler de onları bir zamâna kadar (dünya ni'metlerinden)faydalandırdık. |
148 |
|
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ (Ey Resûlüm!) Şimdi sor onlara: 'Kızlar Rabbinin de, oğullar onların mı?' |
149 |
|
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ Yoksa melekleri dişiler olarak yarattık da, onlar (buna) şâhid olan kimseler miydi? |
150 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ (151-152) Dikkat edin! Muhakkak ki onlar, iftirâları yüzünden 'Allah doğurdu' diyorlar; şübhe yok ki onlar gerçekten yalancıdırlar. |
151 |
|
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ (151-152) Dikkat edin! Muhakkak ki onlar, iftirâları yüzünden 'Allah doğurdu' diyorlar; şübhe yok ki onlar gerçekten yalancıdırlar. |
152 |
|
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ (O,) kızları oğullara tercih mi etmiş? |
153 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? |
154 |
|
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ Hiç ibret almıyor musunuz? |
155 |
|
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ Yoksa sizin apaçık bir delîliniz mi var? |
156 |
|
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Öyle ise (iddiânızda) doğru kimseler iseniz, kitâbınızı getirin! |
157 |
|
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ Bir de (Allah’ın) kendisi ile cinler arasında bir neseb (bağı) uydurdular. And olsun cinler de bilirler ki, gerçekten onlar (bu sözü uyduranlar) elbette (o gün Cehennemde) hazır bulundurulacak olan kimselerdir. |
158 |
|
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ Allah, (onların) vasıflandırmakta oldukları şeylerden pek münezzehtir! |
159 |
|
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ Ancak Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları müstesnâdır (onlar Cehennemden kurtulurlar ve Allah’a böyle iftirâ etmezler). |
160 |
|
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ (161-162) Artık gerçekten siz ve tapmakta olduklarınız, siz (hiç kimseyi) O’na (Allah’a)karşı fitneye düşürecek kimseler değilsiniz! |
161 |
|
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ (161-162) Artık gerçekten siz ve tapmakta olduklarınız, siz (hiç kimseyi) O’na (Allah’a)karşı fitneye düşürecek kimseler değilsiniz! |
162 |
|
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ Ancak (kendi ameli ile hak ederek) Cehenneme girecek olan o kimse hâriç. |
163 |
|
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ (Melekler şöyle derler:) 'Bizden bir kimse yoktur ki mutlaka onun için, bilinen bir makam olmasın!' |
164 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ 'Ve şübhesiz ki, (emrolunacağımız herşey için) saf saf duranlar elbette ancak biziz.' |
165 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ 'Hem muhakkak ki, tesbîh edenler gerçekten ancak biziz.' |
166 |
|
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ (167-169) Ve (o müşrikler) doğrusu diyorlardı ki: 'Eğer şübhesiz bizim yanımızda(da) öncekiler(e verilenler)den bir kitab olsaydı, (biz de) elbette Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları olurduk.' |
167 |
|
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ (167-169) Ve (o müşrikler) doğrusu diyorlardı ki: 'Eğer şübhesiz bizim yanımızda(da) öncekiler(e verilenler)den bir kitab olsaydı, (biz de) elbette Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları olurduk.' |
168 |
|
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ (167-169) Ve (o müşrikler) doğrusu diyorlardı ki: 'Eğer şübhesiz bizim yanımızda(da) öncekiler(e verilenler)den bir kitab olsaydı, (biz de) elbette Allah’ın ihlâsa erdirilmiş kulları olurduk.' |
169 |
|
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Buna rağmen (Kur’ân gelince) onu inkâr ettiler. Ama (inkârlarının âkıbetini)ileride bilecekler. |
170 |
|
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ Celâlim hakkı için, peygamber kullarımız hakkında sözümüz geçmiştir (vardır). |
171 |
|
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ Şübhe yok ki onlar, gerçekten kendilerine yardım olunacak kimselerdir. |
172 |
|
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ Ve şübhesiz bizim ordumuz (ki elbette) onlar galib gelenlerdir. |
173 |
|
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ (Ey Habîbim!) Onun için bir zamâna kadar onlardan yüz çevir! |
174 |
|
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve onları(n başlarına gelecek olanı) gör; nihâyet ileride (onlar da) görecekler! |
175 |
|
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ Şimdi azâbımızı acele mi istiyorlar? |
176 |
|
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ Ama (o azab) onların sâhasına indiği zaman, artık o korkutulanların sabâhı ne kötüdür! |
177 |
|
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ Yine (sen) bir zamâna kadar onlardan yüz çevir! |
178 |
|
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ Ve (başlarına gelecekleri) gör; nihâyet ileride (onlar da) görecekler! |
179 |
|
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ İzzet sâhibi Rabbin, (onların) vasıflamakta oldukları şeylerden pek münezzehtir. |
180 |
|
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ Ve selâm, peygamberler üzerine olsun! |
181 |
|
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. |
182 |