Sureler
Mealler
Sonraki
Sâd Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 Sâf sâf dizilip emir bekleyenlere, sâf sâf dizip emir bekletenlere andolsun.
2 Emirler yağdırarak sevk ve idare edenlere, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayanlara andolsun.
3 Övünç kaynağı Kur’ân’ı okuyanlara, uygulayanlara, zikir meclislerinde bulunanlara öğüt verenlere andolsun.
4 Tanrınız, ilâhınız birdir.
5 O, göklerin, yerin, ikisi arasındaki varlıkların ve imkânların yaratıcısı, düzeninin hâkimi, Rabbidir, güneşin doğduğu (ve battığı) yerlerin Rabbidir.
6 Biz dünya semâsını, zinetlerle, yıldızlarla, gezegenlerle süsledik.
7 Semâyı, uzayı, mütemadiyen bozgunculuk ve kötülük yapan her türlü şeytandan, şeytanî güçlerden koruduk.
8 Onlar yüce melekler meclisini dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar.
9 Her taraftan uzaklaştırılırlar. Onlar ardı arkası kesilmeyen cezaları hak etmişlerdir.
10 Ancak bilgi sızdıranlar, uzaya kulak verip bilgi hırsızlığı yapanlar var. Hiç fırsat vermeden, gökten yere doğru delip geçen kor halinde düşen gök cisimleri, alevler, gök mermileri onların peşlerini bırakmaz, işlerini bitirir.
11 Şimdi inkâr edenlere sorarak cevap iste: 'Onları yeniden yaratmak mı, yoksa bizim yaratmaya devam ettiklerimizi yaratmak mı daha güç?' Biz onları cıvık, yapışkan bir çamurdan yarattık.
12 Doğrusu sen, Allah’ın kudretine hayranlıkla; yeniden diriltilmeyi inkârlarına şaşkınlığı bir arada yaşıyorsun, onlar da alay ediyorlar.
13 Onlara tebliğ edildiği, öğüt verildiği zaman, öğüt de almazlar.
14 Muhammed’in hak peygamber olduğu ile ilgili bir mûcize delili, Kur’ân’ı gördükleri zaman da alaya alırlar.
15 Bir de:'Bunlar, kesinkes aklı etki altına alan apaçık büyüleyici sözler' dediler.
16 'Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik yığını haline geldiğimiz zaman mı, biz mi tekrar diriltilecekmişiz?'
17 'Önceki atalarımız da mı tekrar diriltilecekmiş?'
18 Onlara: 'Evet, sizler, hem de aşağılanarak, hakaret edilerek diriltileceksiniz.' de.
19 'Diriltmek için kesinlikle bir tek emir, bir komut yetecek. Derhal onların gözleri açılacak.'
20 'Vâh! Eyvah bize! Bu gün herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğunun hesabını vereceği, yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu gündür.' diyecekler.
21 'Bu gün, yalanlamaya devam ettiğiniz, mükâfata nâil olanla cezaya müstehak olanların muhakeme ile hesapların görülüp kesin hükümlerin verileceği gündür.'
22 'Baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyenleri, hakka riayet etmeyenleri ve haksızlığı alışkanlık haline getirenleri, müşrikleri, dostlarını, yârenlerini ve taptıkları putları toplayıp mahşere getirin!'
23 'Allah’ı bırakıp kulları durumundakilerden taptıklarını toplayın. Hepsine kaynayan köpüren Cehennem’in yolunu gösterin.'
24 'Durdurun onları. Sorguya çekilecekler.'
25 Nerde kaldı imtiyazlarınız, niçin birbirinize yardım edemiyorsunuz?
26 Hayır! Onlar bugün teslimiyet göstermişler, bugün boyun eğmişlerdir.
27 Onlar birbirine dönmüş, birbirlerine suç atıyorlar, birbirlerini sigaya çekiyorlar.
28 Güç ve iktidar sahiplerine uyanlar: 'Siz sûreti haktan görünerek etkili usullerle bize yaklaşır, inkâra cür’et ettirir ve bizi hak yoldan uzaklaştırırdınız' diyorlar.
29 Güç ve iktidar sahipleri de: 'Aksine, siz zaten inanmamıştınız.' diyorlar.
30 'Bizim, sizin üzerinizde bir nüfûzumuz yoktu. Siz, zaten azgın, haksızlığı alışkanlık haline getirmiş bir toplumdunuz.'
31 'Hür iradeye, özgürce seçme hakkına sahipken, peygamberlere ve kutsal kitaplara itibar etmediğimiz için Rabbimizin, aleyhimizdeki ceza ile ilgili gerekçeli kararı haklıdır. Biz bu azâbı tadacağız.'
32 'Doğru olan şu, biz sizin hak yoldan uzaklaşmanıza, dalâleti, hıyaneti tercihinize imkân sağladık. Hep birlikte azdık, hain düşünceler içine daldık, helâke maruz kaldık.'
33 O halde, o gün onların hepsi azâba ortaktır.
34 İşte biz, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsileri, suçluları, günahkârları böyle yaparız.
35 Onlara ne zaman: 'Hak ilâh yalnızca Allah’tır' deyin denilse, her defasında kelime-i tevhidi söylemeyi kibir-gurur meselesi yaparlar, zorbalık ederler.
36 'Cinlere mahkûm olmuş, deli bir şâir için tanrılarımızı mı terk edeceğiz.' diyorlardı.
37 Hayır! Muhammed, gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak kitap Kur’ân ile geldi. Özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen bütün peygamberleri de tasdik etti.
38 Elbette siz can yakıp inleten müthiş azâbı tadacaksınız.
39 Sadece işlediğiniz amellerin cezasını çekeceksiniz.
40 Beni ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlanan hâlis kullarım, samimi kullarım ceza görmeyecek.
41 İşte onlara görünüşü, tadı, kokusu belirlenmiş dillere destan rızıklar var.
42 Meyvalar toplanacak. Kendilerine ikram edilecek.
43 Nimetlerle dolu Cennetlerde ikram edilecek.
44 Karşılıklı tahtlar üzerinde otururlarken ikram edilecek.
45 Önlerinde meşrubat pınarlarından, ırmaklarından doldurulmuş kadehler dolaştırılacak.
46 Bembeyaz, içenlere lezzet veren, dolu kadehler dolaştırılacak.
47 Orada hiçbir keder, sıkıntı, zarar, baş ağrısı, aklı giderme, mide sancısı söz konusu değildir. İçtiklerinden sarhoş da olmazlar.
48 Yanlarında süzgün bakışlı, alımlı, hasretlik çekmiş gibi gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş, çılgınca seven, iri gözlü güzeller var.
49 Onlar gün yüzü görmemiş, el sürülmemiş yumurta gibi bembeyazdır.
50 Dünyadaki hayatlarıyla ilgili birbirlerine dönüp sorarlar.
51 İçlerinden biri: 'Benim bir arkadaşım vardı' der.
52 'Sen de, dirilmeye inananlardan mısın, derdi.'
53 'Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik yığını haline geldiğimiz zaman mı, biz mi yargılanarak cezaya maruz kalacağız; mükâfata nail olacağız? derdi.'
54 Allah: 'Siz, onun halini görmek ister misiniz?' buyurur.
55 Derken, arkadaşı bakınır, onu kaynayıp köpüren Cehennem’in ta ortasında görür.
56 Arkadaşına: 'Allah’a yemin ederim ki, sen, az kalsın beni yakacaktın' der.
57 'Rabbimin nimeti olmasaydı, kalbime iman lütfetmese, bana doğruyu göstermese, rahmetini, İslâm’ı benden esirgeseydi, ben de Cehennem’e ihzarlı getirilenlerden olurdum.'
58 'Biz bir daha ölmeyeceğiz, değil mi?'
59 'Önceki ölümümüzün dışında tabii. Azâba da uğratılmayacağız.'
60 'Bu, işte bu, büyük bir mutluluktur.'
61 'Sorumluluğunu bilenler, buna benzer bir mutluluk için amaçla örtüşen niyete dayalı, devamlı amel etsinler, çalışsınlar.'
62 İkram olarak bu mu hayırlı, yoksa kaktüs bitkisi mi?
63 Biz, kaktüsü ateş içinde bitirerek inkârda, isyanda, şirkte ısrar eden zâlimler için ağır bir imtihan konusu yaptık.
64 Kaktüs, kaynayan, köpüren Cehennem’in dibinde çıkar.
65 Tomurcukları yılanbaşı gibidir.
66 Cehennemlikler, kesinlikle bunu yerler. Karınlarını bununla doldururlar.
67 Sonra, bunun üzerine, kaynar su karıştırılmış bir haşlama içerler.
68 Dahası onların götürülecekleri yer, kesinlikle kaynayan köpüren Cehennemdir.
69 Onlar, atalarının, hak yoldan uzaklaşarak dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edip, başlarına buyruk yaşadıklarını bile bile atalarına uydular.
70 Hâlâ baskıyla, korkutularak izdiham halinde onların izinde koşturuluyorlar.
71 Onlardan önce, geçmiş milletlerin çoğu, andolsun başlarına buyruk hareket ederek, hak yoldan uzaklaşıp, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih etmişlerdi.
72 Biz de onlara, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler göndermiştik.
73 Sorumluluk, hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılıp da, doğru yola gelmeyenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna ibret nazarıyla bir bak, incele.
74 Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman olarak Allah’a bağlanan hâlis kulları, samimi kulları bu kötü âkıbetten kurtulmuşlardır.
75 Celâlim hakkı için, Nuh bize niyâz etmişti. Biz duaya ne güzel icabet edenleriz, duayı ne güzel kabul edenleriz.
76 Biz onu ve ailesini, mü’minleri büyük sıkıntıdan, büyük felaketten kurtardık.
77 Biz onun neslini, işte onları payidar kıldık.
78 Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
79 Bütün âlemler, insanlar içinde Nûh’a selâm olsun, selâmette olsun, selâmete erenlerdendir.
80 İşte biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri ve inanmışları böyle mükâfatlandırırız.
81 O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
82 Şunu da belirtelim ki, diğerlerini, inanmayanları tûfanda boğduk.
83 İbrâhim de, dinî esaslarda, imanda, tevhidde, uyguladığı metotta, kesinlikle Nûh’un sıkı takipçilerindendi.
84 Hani Rabbine tertemiz, saf bir kalp ile, akl-ı selim ile, iman, ilim, güzel ahlâk ve sâlih amellerle gelmişti.
85 Babasına ve kavmine: 'Siz neye tapıyorsunuz?' demişti.
86 'Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?'
87 'Âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi hakkındaki düşünceniz nedir?'
88 Sonra yıldızlara bir göz attı, düşündü.
89 'Ben hastayım' dedi.
90 Yanında duramadılar, ikballerine ve istikballerine sırt çevirip ondan uzaklaştılar.
91 Bir kurnazlık yaparak gizlice putların yanına gitti. Önlerindeki yemeklere bakarak, alaylı bir ifadeyle: 'Yemeyecek misiniz?' dedi.
92 'Derdiniz ne ki, konuşmuyorsunuz?'
93 Nihayet yanlarına sokulup onlara sağ eliyle kuvvetli bir darbe indirdi, putları paramparça etti.
94 Bunun üzerine, telâş ile birbirlerine girerek İbrâhim’e geldiler.
95 İbrâhim: 'Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?' dedi.
96 'Sizi ve ibadet niyetiyle taptığınız putları, amel yeteneğinizi, amellerinizi Allah yarattı.'
97 Onlar: 'Büyük ocaklar çatın, derhal onu alevlerin arasına atın.' dediler.
98 Ona bir kötülük planı hazırlamak istediler. Biz onları küçük düşürdük.
99 İbrâhim: 'Ben Rabbimin emrettiği yere gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek, başarıya ulaştıracak.' dedi.
100 'Rabbim, bana dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’minler, Sâlihler arasına dahil edeceğin bir oğul ver' diye niyâz etti.
101 İşte o zaman, biz onu, ihtiraslarına hâkim, temkinli, güçlü, mâkul ve hoşgörülü bir oğul ile müjdeledik.
102 Babasıyla beraber koşup gezecek, babasını anlayacak çağa gelince, babası: 'Oğulcuğum, rüyâlarımda, kendimi, hep seni kurban edecek vaziyetteyken görüyorum. Sen de, bu konuda ne düşündüğünü, görüşünü söyle?' dedi. İsmail de: 'Babacığım, emrolunduğun seyi yap. Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa, beni sabredenlerden, metanetini kaybetmeyenlerden bulacaksın' dedi.
103 Baba-oğul Allah’a teslim olup, boyun eğdiği, İslâm’daki samimiyetlerini gösterdikleri, İbrâhim’in İsmâil’i şakağı üzerine yatırdığı zaman biz seslendik.
104 Ona: 'Ey İbrâhim!' diye seslendik.
105 'Rüyana gerçekten sadakat gösterdin. İşte biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inanmışları daha önce seni mükâfatlandırdığımız gibi mükâfatlandırırız.'
106 Bu, işte bu, açık açık bir imtihandır.
107 Kurban edilecek yaşa gelmiş bir kurban kesme sorumluluğu karşılığında oğlunu kurban edilmekten kurtardık.
108 Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
109 İbrâhim’e selâm olsun, selâmette olsun, selâmete erenlerdendir.
110 İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan, müslüman önderleri, inananları işte biz böyle mükâfatlandırırız.
111 O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
112 Onu, dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’min sâlih kullarımdan bir peygamber olan İshak ile müjdeledik.
113 İbrâhim’e ve İshak’a bereketler ihsan ettik. Onların nesillerinden iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idareciler ve müslümanlar olacak, kendilerine yazık eden, açık açık günaha giren âsiler de olacak.
114 Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da ihsanlarda bulunduk, nimetler verdik.
115 Onları ve kavimlerini, büyük sıkıntılardan, kölelik felâketinden kurtardık.
116 Onlara yardım ettik. Onlar galip geldiler.
117 Her ikisine de, açık seçik, anlaşılan kitabı, Tevrat’ı verdik.
118 Her ikisini de doğru, muhkem ve güvenli yolda, İslâmî hayatta başarıya ulaştırdık.
119 Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
120 Mûsâ’ya ve Hârûn’a da selâm olsun, selâmette olsunlar, selâmete erenlerdendir.
121 Biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inananları, işte böyle mükâfatlandırırız.
122 O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
123 İlyas da, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
124 Hani kavmine: 'Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak mısınız, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak mısınız, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak mısınız, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız' demişti.
125 'Yaratıcıların en güzelini bırakıp da Ba’l’e mi tapıyor, yalvarıyorsunuz?'
126 'Rabbiniz Allah’ı, önceki atalarınızın Rabbini mi bırakıyorsunuz?'
127 İlyas’ı da yalanladılar. Ama onlar Cehenneme ihzarlı getirilecekler.
128 Beni ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlanan hâlis, samimi kullarımın böyle bir derdi yok.
129 Onun hayatından, sonraki nesillerde devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
130 İlyas ailesine de selâm olsun, selâmette olsunlar; selâmete erenlerdendir.
131 Biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inananları işte böyle mükâfatlandırırız.
132 İlyas da mü’min kullarımızdandı.
133 Lût da, kesinlikle özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
134 Onu, bütün ailesini ve mü’minleri kurtardık.
135 Ancak bir kocakarı, geride kalanlar arasındaydı.
136 Sonra diğerlerini helâk ettik.
137 Siz, elbette seyahatlerinizde, sabah saatlerinde onların yaşadıkları yerlere uğrarsınız.
138 Geceleyin de, onların yaşadıkları yerlere uğrarsınız. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
139 Yunus da, kesinlikle özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
140 Hani o, âni bir öfkeye kapılıp görevi terkederek gizlice, istiap haddi aşılarak yüklenmiş, donanımlı bir gemiye binip kaçmıştı.
141 Gemidekilerle, aralarında kur’a çektiler de, kaybedenlerden, denize atılanlardan oldu.
142 Onu balina yuttu. Yunus kendini kınayıp duruyordu.
143 Eğer Allah’ı devamlı tesbih edenlerden, zikredenlerden olmasaydı, orada kalacaktı.
144 Kesinlikle, tekrar insanların diriltileceği güne, Kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.
145 Biz onu hasta, halsiz bir halde, bir açık alana çıkardık.
146 Üzerine, bal kabağı cinsinden geniş yapraklı, gölge yapacak bir bitki yetiştirdik.
147 Onu yüz bin veya daha çok kişiye özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderdik.
148 O zaman, onlar iman ettiler. Biz de, bir vakte kadar, onları zevk-u safa içinde, refah içinde yaşattık.
149 Putperestlere: 'Yalnızca oğullar onların çocukları olurken, kızlar mı senin Rabbine ait?' diye sor, cevap iste.
150 'Yoksa onların gözleri önünde, biz melekleri dişi olarak mı, yarattık?'
151 Öyle mi? Kesinlikle yalan ve iftiralarından böyle söylüyorlar?'
152 'Allah babadır, oğlu vardır' diyorlar. Onlar kesinlikle, hâlâ yalanlarına yalan katmaya devam ediyorlar.
153 Allah kızları oğullara tercih mi etmiş?'
154 Bir bildiğiniz mi var? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
155 Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
156 Yoksa sizin elinizde açık açık bir fermanınız mı var?
157 Doğru söylüyorsanız, kitabınızı getirin.
158 Allah ile görünmeyen varlıklar, melekler ve cinler arasında da bir hısımlık, bir akrabalık uydurdular. Andolsun melekler ile cinler de, onların hesap yerine ihzarlı getirileceklerini bilirler.
159 Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir, yücedir.
160 Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman, hâlis, samimi kulları böyle yakıştırmalarda bulunmazlar.
161 Siz ve taptıklarınız, hâlis kulları inançlarından ve düşüncelerinden ayıramazsınız.
162 Siz, Allah’a rağmen hâlis kulları inançlarından ve düşüncelerinden ayıramazsınız.
163 Kendiliğinden, kaynayan köpüren Cehenneme saldıran kimseleri ayırabilirsiniz.
164 Melekler: 'Bizim her birimizin, belirli bir makamı var' derler.
165 'O sâf sâf dizilenler, emir bekleyenler biziz.'
166 'O devamlı tesbih edenler, zikredenler biziz, biz.'
167 Müşrikler kesinkes diyorlardı.
168 'Eğer yanımızda, önceki ümmetlerinkine benzer bir kitap olsaydı, biz de hâlis kul olurduk.'
169 'Elbette biz de Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman samimi kullar olurduk.'
170 İşte şimdi onu inkâr ettiler, kâfir oldular. Yakında başlarına gelecekleri öğrenecekler.
171 Andolsun, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilmiş kullarımıza, geçmişte verilmiş sözümüz var.
172 Onlar, kesinlikle onlar başarıya ulaşacaklar, zafer kazanacaklar.'
173 Bizim kurmaylarımız, bizim ordularımız elbette galip gelecekler.
174 Onun için sen, başlarına gelecek sıkıntılarla karşılaşıncaya kadar, onlardan uzak dur.
175 Onların, inkâr edenlerin âkıbetlerinin nasıl olacağına, dünyada uğrayacakları felâketlere iyi bak. Yakında kendileri de görecekler. Akılları başlarına gelecek.
176 Küstahça azâbımızı, acele mi istiyorlar?
177 Azâbımız, bulundukları topraklara ansızın indiğinde, sorumluluk, hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılanların, uyarıya kulak asmayanların hali, sabahı, ne kötü olur.
178 Sen başlarına gelecek sıkıntılarla karşılaşıncaya kadar, onlardan uzak dur.
179 Âkıbetlerinin nasıl olacağını onlara göster. Yakında kendileri de müşkil vaziyette kaldıklarını görecekler, akılları başlarına gelecek.
180 Senin Rabbini, kudret ve hükümranlığın Rabbini, onların yakıştırdıkları şeylerden tenzih ederim.
181 Özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik göreviyle gönderilenlerin hepsine selâm olsun, selâmette olsunlar, hepsi de selâmete erenlerdendir.
182 Âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi Allah’a hamdolsun.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ 1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ 2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ 3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ 4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ 5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ 6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ 7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ 8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ 9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ 10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ 11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ 12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ 13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ 14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ 16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ 17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ 18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ 19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ 20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟ 21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ 22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ 23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ 24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ 25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ 26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ 28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ 29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ 30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ 31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ 32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ 33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ 34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ 35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ 36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ 37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ 38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ 39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ 41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ 42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ 43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ 45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ 46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ 47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ 48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ 49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ 50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ 51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ 52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ 53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ 54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ 55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ 56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ 57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ 58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ 59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ 60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ 61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ 62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ 63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ 64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ 65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ 66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ 67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ 68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ 69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ 70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ 71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ 72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ 73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟ 74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ 75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ 76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ 77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ 78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ 79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ 82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ 83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ 84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ 85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ 86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ 87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ 88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ 89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ 90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ 91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ 92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ 93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ 94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ 95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ 96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ 97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ 98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ 99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ 100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ 101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ 102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ 103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ 104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ 106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ 107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ 109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟ 113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ 114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ 116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ 117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ 118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ 119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ 120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ 124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ 125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ 126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ 129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ 130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ 131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ 132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ 134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ 135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ 136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ 137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ 139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ 140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ 141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ 142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ 143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ 145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ 146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ 147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ 148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ 149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ 150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ 151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ 152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ 153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ 154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ 155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ 156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ 158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ 159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ 161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ 162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ 163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ 164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ 165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ 166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ 167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ 168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ 169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ 171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ 172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ 173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ 176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ 177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ 178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ 179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ 180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ 181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 182
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
وَالصَّٓافَّاتِ صَفاًّۙ
Sâf sâf dizilip emir bekleyenlere, sâf sâf dizip emir bekletenlere andolsun.
1
فَالزَّاجِرَاتِ زَجْراًۙ
Emirler yağdırarak sevk ve idare edenlere, iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayanlara andolsun.
2
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْراًۙ
Övünç kaynağı Kur’ân’ı okuyanlara, uygulayanlara, zikir meclislerinde bulunanlara öğüt verenlere andolsun.
3
اِنَّ اِلٰهَكُمْ لَوَاحِدٌۜ
Tanrınız, ilâhınız birdir.
4
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِۜ
O, göklerin, yerin, ikisi arasındaki varlıkların ve imkânların yaratıcısı, düzeninin hâkimi, Rabbidir, güneşin doğduğu (ve battığı) yerlerin Rabbidir.
5
اِنَّا زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِز۪ينَةٍۨ الْـكَوَاكِبِۙ
Biz dünya semâsını, zinetlerle, yıldızlarla, gezegenlerle süsledik.
6
وَحِفْظاً مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍۚ
Semâyı, uzayı, mütemadiyen bozgunculuk ve kötülük yapan her türlü şeytandan, şeytanî güçlerden koruduk.
7
لَا يَسَّمَّعُونَ اِلَى الْمَلَأِ الْاَعْلٰى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍۗ
Onlar yüce melekler meclisini dinleyemezler. Her taraftan kovulup atılırlar.
8
دُحُوراً وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌۙ
Her taraftan uzaklaştırılırlar. Onlar ardı arkası kesilmeyen cezaları hak etmişlerdir.
9
اِلَّا مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ
Ancak bilgi sızdıranlar, uzaya kulak verip bilgi hırsızlığı yapanlar var. Hiç fırsat vermeden, gökten yere doğru delip geçen kor halinde düşen gök cisimleri, alevler, gök mermileri onların peşlerini bırakmaz, işlerini bitirir.
10
فَاسْتَفْتِهِمْ اَهُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمْ مَنْ خَلَقْنَاۜ اِنَّا خَلَقْنَاهُمْ مِنْ ط۪ينٍ لَازِبٍ
Şimdi inkâr edenlere sorarak cevap iste: 'Onları yeniden yaratmak mı, yoksa bizim yaratmaya devam ettiklerimizi yaratmak mı daha güç?' Biz onları cıvık, yapışkan bir çamurdan yarattık.
11
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَۖ
Doğrusu sen, Allah’ın kudretine hayranlıkla; yeniden diriltilmeyi inkârlarına şaşkınlığı bir arada yaşıyorsun, onlar da alay ediyorlar.
12
وَاِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَۖ
Onlara tebliğ edildiği, öğüt verildiği zaman, öğüt de almazlar.
13
وَاِذَا رَاَوْا اٰيَةً يَسْتَسْخِرُونَۖ
Muhammed’in hak peygamber olduğu ile ilgili bir mûcize delili, Kur’ân’ı gördükleri zaman da alaya alırlar.
14
وَقَالُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Bir de:'Bunlar, kesinkes aklı etki altına alan apaçık büyüleyici sözler' dediler.
15
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَۙ
'Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik yığını haline geldiğimiz zaman mı, biz mi tekrar diriltilecekmişiz?'
16
اَوَاٰبَٓاؤُ۬نَا الْاَوَّلُونَۜ
'Önceki atalarımız da mı tekrar diriltilecekmiş?'
17
قُلْ نَعَمْ وَاَنْتُمْ دَاخِرُونَۚ
Onlara: 'Evet, sizler, hem de aşağılanarak, hakaret edilerek diriltileceksiniz.' de.
18
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌ فَاِذَا هُمْ يَنْظُرُونَ
'Diriltmek için kesinlikle bir tek emir, bir komut yetecek. Derhal onların gözleri açılacak.'
19
وَقَالُوا يَا وَيْلَنَا هٰذَا يَوْمُ الدّ۪ينِ
'Vâh! Eyvah bize! Bu gün herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğunun hesabını vereceği, yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu gündür.' diyecekler.
20
هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِ الَّذ۪ي كُنْتُمْ بِه۪ تُكَذِّبُونَ۟
'Bu gün, yalanlamaya devam ettiğiniz, mükâfata nâil olanla cezaya müstehak olanların muhakeme ile hesapların görülüp kesin hükümlerin verileceği gündür.'
21
اُحْشُرُوا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا وَاَزْوَاجَهُمْ وَمَا كَانُوا يَعْبُدُونَۙ
'Baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu ve Allah yolundaki faaliyetleri engelleyenleri, hakka riayet etmeyenleri ve haksızlığı alışkanlık haline getirenleri, müşrikleri, dostlarını, yârenlerini ve taptıkları putları toplayıp mahşere getirin!'
22
مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَاهْدُوهُمْ اِلٰى صِرَاطِ الْجَح۪يمِۙ
'Allah’ı bırakıp kulları durumundakilerden taptıklarını toplayın. Hepsine kaynayan köpüren Cehennem’in yolunu gösterin.'
23
وَقِفُوهُمْ اِنَّهُمْ مَسْؤُ۫لُونَۙ
'Durdurun onları. Sorguya çekilecekler.'
24
مَا لَـكُمْ لَا تَنَاصَرُونَ
Nerde kaldı imtiyazlarınız, niçin birbirinize yardım edemiyorsunuz?
25
بَلْ هُمُ الْيَوْمَ مُسْتَسْلِمُونَ
Hayır! Onlar bugün teslimiyet göstermişler, bugün boyun eğmişlerdir.
26
وَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Onlar birbirine dönmüş, birbirlerine suç atıyorlar, birbirlerini sigaya çekiyorlar.
27
قَالُٓوا اِنَّكُمْ كُنْتُمْ تَأْتُونَنَا عَنِ الْيَم۪ينِ
Güç ve iktidar sahiplerine uyanlar: 'Siz sûreti haktan görünerek etkili usullerle bize yaklaşır, inkâra cür’et ettirir ve bizi hak yoldan uzaklaştırırdınız' diyorlar.
28
قَالُوا بَلْ لَمْ تَكُونُوا مُؤْمِن۪ينَۚ
Güç ve iktidar sahipleri de: 'Aksine, siz zaten inanmamıştınız.' diyorlar.
29
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍۚ بَلْ كُنْتُمْ قَوْماً طَاغ۪ينَ
'Bizim, sizin üzerinizde bir nüfûzumuz yoktu. Siz, zaten azgın, haksızlığı alışkanlık haline getirmiş bir toplumdunuz.'
30
فَحَقَّ عَلَيْنَا قَوْلُ رَبِّنَاۗ اِنَّا لَذَٓائِقُونَ
'Hür iradeye, özgürce seçme hakkına sahipken, peygamberlere ve kutsal kitaplara itibar etmediğimiz için Rabbimizin, aleyhimizdeki ceza ile ilgili gerekçeli kararı haklıdır. Biz bu azâbı tadacağız.'
31
فَاَغْوَيْنَا‌كُمْ اِنَّا كُنَّا غَاو۪ينَ
'Doğru olan şu, biz sizin hak yoldan uzaklaşmanıza, dalâleti, hıyaneti tercihinize imkân sağladık. Hep birlikte azdık, hain düşünceler içine daldık, helâke maruz kaldık.'
32
فَاِنَّهُمْ يَوْمَئِذٍ فِي الْعَذَابِ مُشْتَرِكُونَ
O halde, o gün onların hepsi azâba ortaktır.
33
اِنَّا كَذٰلِكَ نَفْعَلُ بِالْمُجْرِم۪ينَ
İşte biz, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsileri, suçluları, günahkârları böyle yaparız.
34
اِنَّهُمْ كَانُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَهُمْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ يَسْتَكْبِرُونَۙ
Onlara ne zaman: 'Hak ilâh yalnızca Allah’tır' deyin denilse, her defasında kelime-i tevhidi söylemeyi kibir-gurur meselesi yaparlar, zorbalık ederler.
35
وَيَقُولُونَ اَئِنَّا لَتَارِكُٓوا اٰلِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَجْنُونٍۜ
'Cinlere mahkûm olmuş, deli bir şâir için tanrılarımızı mı terk edeceğiz.' diyorlardı.
36
بَلْ جَٓاءَ بِالْحَقِّ وَصَدَّقَ الْمُرْسَل۪ينَ
Hayır! Muhammed, gerekçeli, hikmete dayalı, toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak kitap Kur’ân ile geldi. Özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen bütün peygamberleri de tasdik etti.
37
اِنَّكُمْ لَذَٓائِقُوا الْعَذَابِ الْاَل۪يمِۚ
Elbette siz can yakıp inleten müthiş azâbı tadacaksınız.
38
وَمَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۙ
Sadece işlediğiniz amellerin cezasını çekeceksiniz.
39
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Beni ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlanan hâlis kullarım, samimi kullarım ceza görmeyecek.
40
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ رِزْقٌ مَعْلُومٌۙ
İşte onlara görünüşü, tadı, kokusu belirlenmiş dillere destan rızıklar var.
41
فَوَا‌كِهُۚ وَهُمْ مُكْرَمُونَۙ
Meyvalar toplanacak. Kendilerine ikram edilecek.
42
ف۪ي جَنَّاتِ النَّع۪يمِۙ
Nimetlerle dolu Cennetlerde ikram edilecek.
43
عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Karşılıklı tahtlar üzerinde otururlarken ikram edilecek.
44
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِكَأْسٍ مِنْ مَع۪ينٍۙ
Önlerinde meşrubat pınarlarından, ırmaklarından doldurulmuş kadehler dolaştırılacak.
45
بَيْضَٓاءَ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ
Bembeyaz, içenlere lezzet veren, dolu kadehler dolaştırılacak.
46
لَا ف۪يهَا غَوْلٌ وَلَا هُمْ عَنْهَا يُنْزَفُونَ
Orada hiçbir keder, sıkıntı, zarar, baş ağrısı, aklı giderme, mide sancısı söz konusu değildir. İçtiklerinden sarhoş da olmazlar.
47
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ ع۪ينٌۙ
Yanlarında süzgün bakışlı, alımlı, hasretlik çekmiş gibi gözlerini yalnız eşlerine çevirmiş, çılgınca seven, iri gözlü güzeller var.
48
كَاَنَّهُنَّ بَيْضٌ مَكْنُونٌ
Onlar gün yüzü görmemiş, el sürülmemiş yumurta gibi bembeyazdır.
49
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَسَٓاءَلُونَ
Dünyadaki hayatlarıyla ilgili birbirlerine dönüp sorarlar.
50
قَالَ قَٓائِلٌ مِنْهُمْ اِنّ۪ي كَانَ ل۪ي قَر۪ينٌۙ
İçlerinden biri: 'Benim bir arkadaşım vardı' der.
51
يَقُولُ اَئِنَّكَ لَمِنَ الْمُصَدِّق۪ينَ
'Sen de, dirilmeye inananlardan mısın, derdi.'
52
ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَد۪ينُونَ
'Öldüğümüz zaman, toprak ve kemik yığını haline geldiğimiz zaman mı, biz mi yargılanarak cezaya maruz kalacağız; mükâfata nail olacağız? derdi.'
53
قَالَ هَلْ اَنْتُمْ مُطَّلِعُونَ
Allah: 'Siz, onun halini görmek ister misiniz?' buyurur.
54
فَاطَّـلَعَ فَرَاٰهُ ف۪ي سَوَٓاءِ الْجَح۪يمِ
Derken, arkadaşı bakınır, onu kaynayıp köpüren Cehennem’in ta ortasında görür.
55
قَالَ تَاللّٰهِ اِنْ كِدْتَ لَتُرْد۪ينِۙ
Arkadaşına: 'Allah’a yemin ederim ki, sen, az kalsın beni yakacaktın' der.
56
وَلَوْلَا نِعْمَةُ رَبّ۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ
'Rabbimin nimeti olmasaydı, kalbime iman lütfetmese, bana doğruyu göstermese, rahmetini, İslâm’ı benden esirgeseydi, ben de Cehennem’e ihzarlı getirilenlerden olurdum.'
57
اَفَمَا نَحْنُ بِمَيِّت۪ينَۙ
'Biz bir daha ölmeyeceğiz, değil mi?'
58
اِلَّا مَوْتَتَنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ
'Önceki ölümümüzün dışında tabii. Azâba da uğratılmayacağız.'
59
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ
'Bu, işte bu, büyük bir mutluluktur.'
60
لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ
'Sorumluluğunu bilenler, buna benzer bir mutluluk için amaçla örtüşen niyete dayalı, devamlı amel etsinler, çalışsınlar.'
61
اَذٰلِكَ خَيْرٌ نُزُلاً اَمْ شَجَرَةُ الزَّقُّومِ
İkram olarak bu mu hayırlı, yoksa kaktüs bitkisi mi?
62
اِنَّا جَعَلْنَاهَا فِتْنَةً لِلظَّالِم۪ينَ
Biz, kaktüsü ateş içinde bitirerek inkârda, isyanda, şirkte ısrar eden zâlimler için ağır bir imtihan konusu yaptık.
63
اِنَّهَا شَجَرَةٌ تَخْرُجُ ف۪ٓي اَصْلِ الْجَح۪يمِۙ
Kaktüs, kaynayan, köpüren Cehennem’in dibinde çıkar.
64
طَلْعُهَا كَاَنَّهُ رُؤُ۫سُ الشَّيَاط۪ينِ
Tomurcukları yılanbaşı gibidir.
65
فَاِنَّهُمْ لَاٰكِلُونَ مِنْهَا فَمَالِؤُ۫نَ مِنْهَا الْبُطُونَۜ
Cehennemlikler, kesinlikle bunu yerler. Karınlarını bununla doldururlar.
66
ثُمَّ اِنَّ لَهُمْ عَلَيْهَا لَشَوْباً مِنْ حَم۪يمٍۚ
Sonra, bunun üzerine, kaynar su karıştırılmış bir haşlama içerler.
67
ثُمَّ اِنَّ مَرْجِعَهُمْ لَاِلَى الْجَح۪يمِ
Dahası onların götürülecekleri yer, kesinlikle kaynayan köpüren Cehennemdir.
68
اِنَّهُمْ اَلْفَوْا اٰبَٓاءَهُمْ ضَٓالّ۪ينَۙ
Onlar, atalarının, hak yoldan uzaklaşarak dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edip, başlarına buyruk yaşadıklarını bile bile atalarına uydular.
69
فَهُمْ عَلٰٓى اٰثَارِهِمْ يُهْرَعُونَ
Hâlâ baskıyla, korkutularak izdiham halinde onların izinde koşturuluyorlar.
70
وَلَقَدْ ضَلَّ قَبْلَهُمْ اَكْثَرُ الْاَوَّل۪ينَۙ
Onlardan önce, geçmiş milletlerin çoğu, andolsun başlarına buyruk hareket ederek, hak yoldan uzaklaşıp, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih etmişlerdi.
71
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ مُنْذِر۪ينَ
Biz de onlara, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan uyarıcılar, peygamberler göndermiştik.
72
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَر۪ينَۙ
Sorumluluk, hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılıp da, doğru yola gelmeyenlerin âkıbetlerinin nasıl olduğuna ibret nazarıyla bir bak, incele.
73
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ۟
Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman olarak Allah’a bağlanan hâlis kulları, samimi kulları bu kötü âkıbetten kurtulmuşlardır.
74
وَلَقَدْ نَادٰينَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُج۪يبُونَۚ
Celâlim hakkı için, Nuh bize niyâz etmişti. Biz duaya ne güzel icabet edenleriz, duayı ne güzel kabul edenleriz.
75
وَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۘ
Biz onu ve ailesini, mü’minleri büyük sıkıntıdan, büyük felaketten kurtardık.
76
وَجَعَلْنَا ذُرِّيَّتَهُ هُمُ الْبَاق۪ينَۘ
Biz onun neslini, işte onları payidar kıldık.
77
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَۘ
Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
78
سَلَامٌ عَلٰى نُوحٍ فِي الْعَالَم۪ينَ
Bütün âlemler, insanlar içinde Nûh’a selâm olsun, selâmette olsun, selâmete erenlerdendir.
79
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İşte biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri ve inanmışları böyle mükâfatlandırırız.
80
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
81
ثُمَّ اَغْرَقْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Şunu da belirtelim ki, diğerlerini, inanmayanları tûfanda boğduk.
82
وَاِنَّ مِنْ ش۪يعَتِه۪ لَاِبْرٰه۪يمَۢ
İbrâhim de, dinî esaslarda, imanda, tevhidde, uyguladığı metotta, kesinlikle Nûh’un sıkı takipçilerindendi.
83
اِذْ جَٓاءَ رَبَّهُ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ
Hani Rabbine tertemiz, saf bir kalp ile, akl-ı selim ile, iman, ilim, güzel ahlâk ve sâlih amellerle gelmişti.
84
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَاذَا تَعْبُدُونَۚ
Babasına ve kavmine: 'Siz neye tapıyorsunuz?' demişti.
85
اَئِفْكاً اٰلِهَةً دُونَ اللّٰهِ تُر۪يدُونَۜ
'Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden uydurma ilâhlar mı istiyorsunuz?'
86
فَمَا ظَنُّكُمْ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ
'Âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi hakkındaki düşünceniz nedir?'
87
فَنَظَرَ نَظْرَةً فِي النُّجُومِۙ
Sonra yıldızlara bir göz attı, düşündü.
88
فَقَالَ اِنّ۪ي سَق۪يمٌ
'Ben hastayım' dedi.
89
فَتَوَلَّوْا عَنْهُ مُدْبِر۪ينَ
Yanında duramadılar, ikballerine ve istikballerine sırt çevirip ondan uzaklaştılar.
90
فَرَاغَ اِلٰٓى اٰلِهَتِهِمْ فَقَالَ اَلَا تَأْكُلُونَۚ
Bir kurnazlık yaparak gizlice putların yanına gitti. Önlerindeki yemeklere bakarak, alaylı bir ifadeyle: 'Yemeyecek misiniz?' dedi.
91
مَا لَكُمْ لَا تَنْطِقُونَ
'Derdiniz ne ki, konuşmuyorsunuz?'
92
فَرَاغَ عَلَيْهِمْ ضَرْباً بِالْيَم۪ينِ
Nihayet yanlarına sokulup onlara sağ eliyle kuvvetli bir darbe indirdi, putları paramparça etti.
93
فَاَقْبَلُٓوا اِلَيْهِ يَزِفُّونَ
Bunun üzerine, telâş ile birbirlerine girerek İbrâhim’e geldiler.
94
قَالَ اَتَعْبُدُونَ مَا تَنْحِتُونَۙ
İbrâhim: 'Yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?' dedi.
95
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ وَمَا تَعْمَلُونَ
'Sizi ve ibadet niyetiyle taptığınız putları, amel yeteneğinizi, amellerinizi Allah yarattı.'
96
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَاناً فَاَلْقُوهُ فِي الْجَح۪يمِ
Onlar: 'Büyük ocaklar çatın, derhal onu alevlerin arasına atın.' dediler.
97
فَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَسْفَل۪ينَ
Ona bir kötülük planı hazırlamak istediler. Biz onları küçük düşürdük.
98
وَقَالَ اِنّ۪ي ذَاهِبٌ اِلٰى رَبّ۪ي سَيَهْد۪ينِ
İbrâhim: 'Ben Rabbimin emrettiği yere gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek, başarıya ulaştıracak.' dedi.
99
رَبِّ هَبْ ل۪ي مِنَ الصَّالِح۪ينَ
'Rabbim, bana dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’minler, Sâlihler arasına dahil edeceğin bir oğul ver' diye niyâz etti.
100
فَبَشَّرْنَاهُ بِغُلَامٍ حَل۪يمٍ
İşte o zaman, biz onu, ihtiraslarına hâkim, temkinli, güçlü, mâkul ve hoşgörülü bir oğul ile müjdeledik.
101
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ السَّعْيَ قَالَ يَا بُنَيَّ اِنّ۪ٓي اَرٰى فِي الْمَنَامِ اَنّ۪ٓي اَذْبَحُكَ فَانْظُرْ مَاذَا تَرٰىۜ قَالَ يَٓا اَبَتِ افْعَلْ مَا تُؤْمَرُۘ سَتَجِدُن۪ٓي اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ مِنَ الصَّابِر۪ينَ
Babasıyla beraber koşup gezecek, babasını anlayacak çağa gelince, babası: 'Oğulcuğum, rüyâlarımda, kendimi, hep seni kurban edecek vaziyetteyken görüyorum. Sen de, bu konuda ne düşündüğünü, görüşünü söyle?' dedi. İsmail de: 'Babacığım, emrolunduğun seyi yap. Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygunsa, beni sabredenlerden, metanetini kaybetmeyenlerden bulacaksın' dedi.
102
فَلَمَّٓا اَسْلَمَا وَتَلَّهُ لِلْجَب۪ينِۚ
Baba-oğul Allah’a teslim olup, boyun eğdiği, İslâm’daki samimiyetlerini gösterdikleri, İbrâhim’in İsmâil’i şakağı üzerine yatırdığı zaman biz seslendik.
103
وَنَادَيْنَاهُ اَنْ يَٓا اِبْرٰه۪يمُۙ
Ona: 'Ey İbrâhim!' diye seslendik.
104
قَدْ صَدَّقْتَ الرُّءْيَاۚ اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
'Rüyana gerçekten sadakat gösterdin. İşte biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inanmışları daha önce seni mükâfatlandırdığımız gibi mükâfatlandırırız.'
105
اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْبَلٰٓؤُا الْمُب۪ينُ
Bu, işte bu, açık açık bir imtihandır.
106
وَفَدَيْنَاهُ بِذِبْحٍ عَظ۪يمٍ
Kurban edilecek yaşa gelmiş bir kurban kesme sorumluluğu karşılığında oğlunu kurban edilmekten kurtardık.
107
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
108
سَلَامٌ عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ
İbrâhim’e selâm olsun, selâmette olsun, selâmete erenlerdendir.
109
كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan, müslüman önderleri, inananları işte biz böyle mükâfatlandırırız.
110
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
111
وَبَشَّرْنَاهُ بِاِسْحٰقَ نَبِياًّ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onu, dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’min sâlih kullarımdan bir peygamber olan İshak ile müjdeledik.
112
وَبَارَكْنَا عَلَيْهِ وَعَلٰٓى اِسْحٰقَۜ وَمِنْ ذُرِّيَّتِهِمَا مُحْسِنٌ وَظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ مُب۪ينٌ۟
İbrâhim’e ve İshak’a bereketler ihsan ettik. Onların nesillerinden iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idareciler ve müslümanlar olacak, kendilerine yazık eden, açık açık günaha giren âsiler de olacak.
113
وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَۚ
Andolsun, biz Mûsâ’ya ve Hârûn’a da ihsanlarda bulunduk, nimetler verdik.
114
وَنَجَّيْنَاهُمَا وَقَوْمَهُمَا مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Onları ve kavimlerini, büyük sıkıntılardan, kölelik felâketinden kurtardık.
115
وَنَصَرْنَاهُمْ فَكَانُوا هُمُ الْغَالِب۪ينَۚ
Onlara yardım ettik. Onlar galip geldiler.
116
وَاٰتَيْنَاهُمَا الْكِتَابَ الْمُسْتَب۪ينَۚ
Her ikisine de, açık seçik, anlaşılan kitabı, Tevrat’ı verdik.
117
وَهَدَيْنَاهُمَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۚ
Her ikisini de doğru, muhkem ve güvenli yolda, İslâmî hayatta başarıya ulaştırdık.
118
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِمَا فِي الْاٰخِر۪ينَ
Onun hayatından sonraki nesillerde, devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
119
سَلَامٌ عَلٰى مُوسٰى وَهٰرُونَ
Mûsâ’ya ve Hârûn’a da selâm olsun, selâmette olsunlar, selâmete erenlerdendir.
120
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inananları, işte böyle mükâfatlandırırız.
121
اِنَّهُمَا مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
O bizi ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bize bağlanan, saygıyla bize kulluk ve ibadet eden kullarımızdandı.
122
وَاِنَّ اِلْيَاسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
İlyas da, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
123
اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَلَا تَتَّقُونَ
Hani kavmine: 'Allah’a sığınıp, emirlerine yapışmayacak mısınız, günahlardan arınıp, azaptan korunmayacak mısınız, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarınıza ve özgürlüklerinize sahip çıkarak şahsiyetli davranmayacak mısınız, dinî ve sosyal görevlerinizin bilincinde olmayacak mısınız' demişti.
124
اَتَدْعُونَ بَعْلاً وَتَذَرُونَ اَحْسَنَ الْخَالِق۪ينَۙ
'Yaratıcıların en güzelini bırakıp da Ba’l’e mi tapıyor, yalvarıyorsunuz?'
125
اَللّٰهَ رَبَّكُمْ وَرَبَّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ
'Rabbiniz Allah’ı, önceki atalarınızın Rabbini mi bırakıyorsunuz?'
126
فَكَذَّبُوهُ فَاِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
İlyas’ı da yalanladılar. Ama onlar Cehenneme ihzarlı getirilecekler.
127
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Beni ilâh tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlanan hâlis, samimi kullarımın böyle bir derdi yok.
128
وَتَرَكْنَا عَلَيْهِ فِي الْاٰخِر۪ينَ
Onun hayatından, sonraki nesillerde devam eden güzel gelenekler, övgülerle dolu hâtıralar bıraktık.
129
سَلَامٌ عَلٰٓى اِلْ‌يَاس۪ينَ
İlyas ailesine de selâm olsun, selâmette olsunlar; selâmete erenlerdendir.
130
اِنَّا كَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَ
Biz, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderleri, inananları işte böyle mükâfatlandırırız.
131
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُؤْمِن۪ينَ
İlyas da mü’min kullarımızdandı.
132
وَاِنَّ لُوطاً لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Lût da, kesinlikle özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
133
اِذْ نَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اَجْمَع۪ينَۙ
Onu, bütün ailesini ve mü’minleri kurtardık.
134
اِلَّا عَجُوزاً فِي الْغَابِر۪ينَ
Ancak bir kocakarı, geride kalanlar arasındaydı.
135
ثُمَّ دَمَّرْنَا الْاٰخَر۪ينَ
Sonra diğerlerini helâk ettik.
136
وَاِنَّكُمْ لَتَمُرُّونَ عَلَيْهِمْ مُصْبِح۪ينَۙ
Siz, elbette seyahatlerinizde, sabah saatlerinde onların yaşadıkları yerlere uğrarsınız.
137
وَبِالَّيْلِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Geceleyin de, onların yaşadıkları yerlere uğrarsınız. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?
138
وَاِنَّ يُونُسَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۜ
Yunus da, kesinlikle özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilenlerdendi.
139
اِذْ اَبَقَ اِلَى الْفُلْكِ الْمَشْحُونِۙ
Hani o, âni bir öfkeye kapılıp görevi terkederek gizlice, istiap haddi aşılarak yüklenmiş, donanımlı bir gemiye binip kaçmıştı.
140
فَسَاهَمَ فَكَانَ مِنَ الْمُدْحَض۪ينَۚ
Gemidekilerle, aralarında kur’a çektiler de, kaybedenlerden, denize atılanlardan oldu.
141
فَالْتَقَمَهُ الْحُوتُ وَهُوَ مُل۪يمٌ
Onu balina yuttu. Yunus kendini kınayıp duruyordu.
142
فَلَوْلَٓا اَنَّهُ كَانَ مِنَ الْمُسَبِّح۪ينَۙ
Eğer Allah’ı devamlı tesbih edenlerden, zikredenlerden olmasaydı, orada kalacaktı.
143
لَلَبِثَ ف۪ي بَطْنِه۪ٓ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
Kesinlikle, tekrar insanların diriltileceği güne, Kıyamete kadar balığın karnında kalacaktı.
144
فَنَبَذْنَاهُ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ سَق۪يمٌۚ
Biz onu hasta, halsiz bir halde, bir açık alana çıkardık.
145
وَاَنْبَتْنَا عَلَيْهِ شَجَرَةً مِنْ يَقْط۪ينٍۚ
Üzerine, bal kabağı cinsinden geniş yapraklı, gölge yapacak bir bitki yetiştirdik.
146
وَاَرْسَلْنَاهُ اِلٰى مِائَةِ اَلْفٍ اَوْ يَز۪يدُونَۚ
Onu yüz bin veya daha çok kişiye özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderdik.
147
فَاٰمَنُوا فَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى ح۪ينٍۜ
O zaman, onlar iman ettiler. Biz de, bir vakte kadar, onları zevk-u safa içinde, refah içinde yaşattık.
148
فَاسْتَفْتِهِمْ اَلِرَبِّكَ الْبَنَاتُ وَلَهُمُ الْبَنُونَۙ
Putperestlere: 'Yalnızca oğullar onların çocukları olurken, kızlar mı senin Rabbine ait?' diye sor, cevap iste.
149
اَمْ خَلَقْنَا الْمَلٰٓئِكَةَ اِنَاثاً وَهُمْ شَاهِدُونَ
'Yoksa onların gözleri önünde, biz melekleri dişi olarak mı, yarattık?'
150
اَلَٓا اِنَّهُمْ مِنْ اِفْكِهِمْ لَيَقُولُونَۙ
Öyle mi? Kesinlikle yalan ve iftiralarından böyle söylüyorlar?'
151
وَلَدَ اللّٰهُۙ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ
'Allah babadır, oğlu vardır' diyorlar. Onlar kesinlikle, hâlâ yalanlarına yalan katmaya devam ediyorlar.
152
اَصْطَفَى الْبَنَاتِ عَلَى الْبَن۪ينَۜ
Allah kızları oğullara tercih mi etmiş?'
153
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَ
Bir bildiğiniz mi var? Nasıl hüküm veriyorsunuz?
154
اَفَلَا تَذَكَّرُونَۚ
Hâlâ düşünmeyecek misiniz?
155
اَمْ لَـكُمْ سُلْطَانٌ مُب۪ينٌۙ
Yoksa sizin elinizde açık açık bir fermanınız mı var?
156
فَأْتُوا بِكِتَابِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Doğru söylüyorsanız, kitabınızı getirin.
157
وَجَعَلُوا بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْجِنَّةِ نَسَباًۜ وَلَقَدْ عَلِمَتِ الْجِنَّةُ اِنَّهُمْ لَمُحْضَرُونَۙ
Allah ile görünmeyen varlıklar, melekler ve cinler arasında da bir hısımlık, bir akrabalık uydurdular. Andolsun melekler ile cinler de, onların hesap yerine ihzarlı getirileceklerini bilirler.
158
سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ
Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir, yücedir.
159
اِلَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman, hâlis, samimi kulları böyle yakıştırmalarda bulunmazlar.
160
فَاِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَۙ
Siz ve taptıklarınız, hâlis kulları inançlarından ve düşüncelerinden ayıramazsınız.
161
مَٓا اَنْتُمْ عَلَيْهِ بِفَاتِن۪ينَۙ
Siz, Allah’a rağmen hâlis kulları inançlarından ve düşüncelerinden ayıramazsınız.
162
اِلَّا مَنْ هُوَ صَالِ الْجَح۪يمِ
Kendiliğinden, kaynayan köpüren Cehenneme saldıran kimseleri ayırabilirsiniz.
163
وَمَا مِنَّٓا اِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَعْلُومٌ
Melekler: 'Bizim her birimizin, belirli bir makamı var' derler.
164
وَاِنَّا لَنَحْنُ الصَّٓافُّونَۚ
'O sâf sâf dizilenler, emir bekleyenler biziz.'
165
وَاِنَّا لَنَحْنُ الْمُسَبِّحُونَ
'O devamlı tesbih edenler, zikredenler biziz, biz.'
166
وَاِنْ كَانُوا لَيَقُولُونَۙ
Müşrikler kesinkes diyorlardı.
167
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْراً مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ
'Eğer yanımızda, önceki ümmetlerinkine benzer bir kitap olsaydı, biz de hâlis kul olurduk.'
168
لَـكُنَّا عِبَادَ اللّٰهِ الْمُخْلَص۪ينَ
'Elbette biz de Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman samimi kullar olurduk.'
169
فَـكَفَرُوا بِه۪ۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
İşte şimdi onu inkâr ettiler, kâfir oldular. Yakında başlarına gelecekleri öğrenecekler.
170
وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَل۪ينَۚ
Andolsun, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik görevi ile gönderilmiş kullarımıza, geçmişte verilmiş sözümüz var.
171
اِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَۖ
Onlar, kesinlikle onlar başarıya ulaşacaklar, zafer kazanacaklar.'
172
وَاِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ
Bizim kurmaylarımız, bizim ordularımız elbette galip gelecekler.
173
فَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Onun için sen, başlarına gelecek sıkıntılarla karşılaşıncaya kadar, onlardan uzak dur.
174
وَاَبْصِرْهُمْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Onların, inkâr edenlerin âkıbetlerinin nasıl olacağına, dünyada uğrayacakları felâketlere iyi bak. Yakında kendileri de görecekler. Akılları başlarına gelecek.
175
اَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
Küstahça azâbımızı, acele mi istiyorlar?
176
فَاِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمْ فَسَٓاءَ صَبَاحُ الْمُنْذَر۪ينَ
Azâbımız, bulundukları topraklara ansızın indiğinde, sorumluluk, hesap ve ceza hatırlatılarak uyarılanların, uyarıya kulak asmayanların hali, sabahı, ne kötü olur.
177
وَتَوَلَّ عَنْهُمْ حَتّٰى ح۪ينٍۙ
Sen başlarına gelecek sıkıntılarla karşılaşıncaya kadar, onlardan uzak dur.
178
وَاَبْصِرْ فَسَوْفَ يُبْصِرُونَ
Âkıbetlerinin nasıl olacağını onlara göster. Yakında kendileri de müşkil vaziyette kaldıklarını görecekler, akılları başlarına gelecek.
179
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ
Senin Rabbini, kudret ve hükümranlığın Rabbini, onların yakıştırdıkları şeylerden tenzih ederim.
180
وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَۚ
Özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberlik göreviyle gönderilenlerin hepsine selâm olsun, selâmette olsunlar, hepsi de selâmete erenlerdendir.
181
وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Âlemlerin, bütün varlıkların Rabbi Allah’a hamdolsun.
182

Sureler

Mealler
Sâd Suresi
Sonraki