|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ Sâd. And olsun öğüt dolu Kur'ân'a. |
1 |
|
بَلِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي عِزَّةٍ وَشِقَاقٍ Doğrusu, inkâr edenler kibirleri yüzünden muhalefet içindeler. |
2 |
|
كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ ح۪ينَ مَنَاصٍ Biz onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. O zaman feryad edip durdularsa da kurtuluş vakti geçmişti. |
3 |
|
وَعَجِبُٓوا اَنْ جَٓاءَهُمْ مُنْذِرٌ مِنْهُمْۘ وَقَالَ الْكَافِرُونَ هٰذَا سَاحِرٌ كَذَّابٌۚ Onlar, kendilerine içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da 'Bu yalancı bir sihirbaz,' dediler. |
4 |
|
اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ 'Tanrıları tek bir tanrı mı yapacakmış? Ne acaip şey bu böyle?' |
5 |
|
وَانْطَلَقَ الْمَلَأُ مِنْهُمْ اَنِ امْشُوا وَاصْبِرُوا عَلٰٓى اٰلِهَتِكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ يُرَادُۚ İleri gelenleri 'Yürüyün,' diyerek kalktılar. 'Tanrılarınız hakkında sebat gösterin. Sizden istenen budur. |
6 |
|
مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا فِي الْمِلَّةِ الْاٰخِرَةِۚ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا اخْتِلَاقٌۚ 'Böyle birşeyi en son dinde bile işitmedik. Bu uydurmadan başka birşey değil! |
7 |
|
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ 'Aramızdan ona mı kitap inmiş?' Doğrusu onlar Benim kitabımdan kuşku içindeler. Fakat henüz azabımı tatmadılar. |
8 |
|
اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَٓائِنُ رَحْمَةِ رَبِّكَ الْعَز۪يزِ الْوَهَّابِۚ Yoksa herşeye üstün kudret sahibi ve bütün nimetlerin bağışlayıcısı olan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mı? |
9 |
|
اَمْ لَهُمْ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا۠ فَلْيَرْتَقُوا فِي الْاَسْبَابِ Veya göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin malikiyeti onlarda mı? Öyleyse sebepler içinde yükselip de Arş'a çıksınlar. |
10 |
|
جُنْدٌ مَا هُنَالِكَ مَهْزُومٌ مِنَ الْاَحْزَابِ Nihayet onlar da çeşitli topluluklardan, şuracıkta bozguna uğrayacak bir ordu döküntüsüdür. |
11 |
|
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَعَادٌ وَفِرْعَوْنُ ذُوالْاَوْتَادِۙ Onlardan önce Nuh kavmi ile Âd ve güçlü saltanat sahibi Firavun da peygamberlerini yalanlamıştı. |
12 |
|
وَثَمُودُ وَقَوْمُ لُوطٍ وَاَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الْاَحْزَابُ Semud, Lût kavmi ve Eyke ahalisi de öyle. O topluluklar, işte bunlardı. |
13 |
|
اِنْ كُلٌّ اِلَّا كَذَّبَ الرُّسُلَ فَحَقَّ عِقَابِ۟ Hepsi de peygamberleri yalanladı ve hepsi cezayı hak etti. |
14 |
|
وَمَا يَنْظُرُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً مَا لَهَا مِنْ فَوَاقٍ Bunların beklediği de birtek sesten ibarettir ki, vakti eriştiğinde bir an bile gecikmeksizin geliverir. |
15 |
|
وَقَالُوا رَبَّنَا عَجِّلْ لَنَا قِطَّنَا قَبْلَ يَوْمِ الْحِسَابِ Yine de 'Rabbimiz, bizim azaptan payımızı hesap gününden önce hemen ver' dediler. |
16 |
|
اِصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَاذْكُرْ عَبْدَنَا دَاوُ۫دَ ذَا الْاَيْدِۚ اِنَّـهُٓ اَوَّابٌ Sen onların söylediklerine sabret ve güçlü kulumuz Davud'u hatırla. O, Allah'a yönelmiş bir kimseydi. |
17 |
|
اِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْاِشْرَاقِۙ Dağları Biz onun emrine verdik ki, akşam sabah onunla birlikte tesbih ederlerdi. |
18 |
|
وَالطَّيْرَ مَحْشُورَةًۜ كُلٌّ لَـهُٓ اَوَّابٌ Kuşları da toplu halde onun emrine vermiştik; hepsi birden ona yönelirdi. |
19 |
|
وَشَدَدْنَا مُلْكَهُ وَاٰتَيْنَاهُ الْحِكْمَةَ وَفَصْلَ الْخِطَابِ Biz onun egemenliğini güçlendirmiş ve kendisine hem hikmet, hem de açık ve güzel konuşma yeteneği vermiştik. |
20 |
|
وَهَلْ اَتٰيكَ نَـبَؤُا الْخَصْمِۢ اِذْ تَسَوَّرُوا الْمِحْرَابَۙ Peki, o dâvâcıların haberi sana ulaştı mı? Hani onlar duvardan tırmanarak mâbede girmişlerdi. |
21 |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلٰى دَاوُ۫دَ فَفَزِعَ مِنْهُمْ قَالُوا لَا تَخَفْۚ خَصْمَانِ بَغٰى بَعْضُنَا عَلٰى بَعْضٍ فَاحْكُمْ بَيْنَنَا بِالْحَقِّ وَلَا تُشْطِطْ وَاهْدِنَٓا اِلٰى سَوَٓاءِ الصِّرَاطِ Yanına girdiklerinde, Davud onlardan korktu. 'Korkma,' dediler. 'Biz birbirimize hakkı geçen iki dâvâlıyız. Aşırı gitmeden, aramızda adaletle hükmet ve bize yolun doğrusunu göster. |
22 |
|
اِنَّ هٰذَٓا اَخ۪ي لَهُ تِسْعٌ وَتِسْعُونَ نَعْجَةً وَلِيَ نَعْجَةٌ وَاحِدَةٌ فَقَالَ اَكْفِلْن۪يهَا وَعَزَّن۪ي فِي الْخِطَابِ 'Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu, benim de bir koyunum var. Buna rağmen 'O tek koyunu da bana ver' dedi ve tartışmada bana üstün geldi.' |
23 |
|
قَالَ لَقَدْ ظَلَمَكَ بِسُؤَالِ نَعْجَتِكَ اِلٰى نِعَاجِه۪ۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ الْخُلَطَٓاءِ لَيَبْغ۪ي بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَقَل۪يلٌ مَا هُمْۜ وَظَنَّ دَاوُ۫دُ اَنَّمَا فَتَنَّاهُ فَاسْتَغْفَرَ رَبَّهُ وَخَرَّ رَاكِعاً وَاَنَابَ Davud dedi ki: 'Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlık etmiş. Ortakların birçoğu böyle birbirinin hakkını yer. Ancak iman edip güzel işler yapanlar müstesna-ki, onların da sayısı pek azdır.' Davud kendisini sınadığımızı anladı ve Rabbinden bağışlanma diledi; Ona yönelerek secdeye kapandı. |
24 |
|
فَغَفَرْنَا لَهُ ذٰلِكَۜ وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ Biz de onu bağışladık. Onun için katımızda bir yakınlık ve güzel bir âkıbet vardır. |
25 |
|
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ Ey Davud, Biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. İnsanlar arasında adaletle hükmet. Keyfe tâbi olma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Allah yolundan sapanlara, hesap gününü unutmaları yüzünden, çetin bir azap vardır. |
26 |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا بَاطِلاًۜ ذٰلِكَ ظَنُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنَ النَّارِۜ Biz göğü, yeri ve arasındakileri boşuna yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır. Cehennem ateşinden, o kâfirlerin başlarına gelecek var! |
27 |
|
اَمْ نَجْعَلُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِد۪ينَ فِي الْاَرْضِۘ اَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّق۪ينَ كَالْفُجَّارِ Biz iman edip güzel işler yapanları yeryüzünde bozgunculuk edenlerle bir tutar mıyız? Yahut kötülükten sakınanları yoldan çıkanlarla bir tutar mıyız? |
28 |
|
كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُٓوا اٰيَاتِه۪ وَلِيَتَذَكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ Bu kutlu bir kitaptır ki, âyetleri üzerinde iyice düşünsünler ve aklıselim sahipleri öğüt alsın diye sana indirmiş bulunuyoruz. |
29 |
|
وَوَهَبْنَا لِدَاوُ۫دَ سُلَيْمٰنَۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌۜ Biz Davud'a Süleyman'ı verdik. Süleyman ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah'a yönelirdi. |
30 |
|
اِذْ عُرِضَ عَلَيْهِ بِالْعَشِيِّ الصَّافِنَاتُ الْجِيَادُۙ Hani bir ikindi vakti ona duruşu zarif, koşması çevik mi çevik atlar sunulmuştu. |
31 |
|
فَقَالَ اِنّ۪ٓي اَحْبَبْتُ حُبَّ الْخَيْرِ عَنْ ذِكْرِ رَبّ۪يۚ حَتّٰى تَوَارَتْ بِالْحِجَابِ۠ Süleyman, 'Rabbimi hatırlattığı için mal sevgisi bana hoş geliyor' dedi. Nihayet atlar gözden kayboldular. |
32 |
|
رُدُّوهَا عَلَيَّۜ فَطَفِقَ مَسْحاً بِالسُّوقِ وَالْاَعْنَاقِ 'Onları bana getirin' dedi. Sonra onların boyunlarını ve bacaklarını okşadı. |
33 |
|
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمٰنَ وَاَلْقَيْنَا عَلٰى كُرْسِيِّه۪ جَسَداً ثُمَّ اَنَابَ Biz Süleyman'ı da sınadık ve onu tahtına bir ceset halinde bıraktık; sonra yine eski haline döndü. |
34 |
|
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَهَبْ ل۪ي مُلْكاً لَا يَنْبَغ۪ي لِاَحَدٍ مِنْ بَعْد۪يۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 'Rabbim, beni bağışla,' dedi. 'Ve bana öyle bir saltanat ver ki, benden başka hiç kimseye nasip olmasın. Şüphesiz bütün nimetleri bağışlayan Sensin.' |
35 |
|
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرّ۪يحَ تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ رُخَٓاءً حَيْثُ اَصَابَۙ Biz de rüzgârı ona boyun eğdirdik ki, onun emriyle istediği yöne doğru tatlı tatlı eserdi. |
36 |
|
وَالشَّيَاط۪ينَ كُلَّ بَنَّٓاءٍ وَغَوَّاصٍۙ Binalar kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, |
37 |
|
وَاٰخَر۪ينَ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِ Zincirlere vurulmuş daha başkalarını da onun emrine verdik. |
38 |
|
هٰذَا عَطَٓاؤُ۬نَا فَامْنُنْ اَوْ اَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ 'Bu bizim armağanımızdır,' dedik. 'İster ver, ister tut; hesabı sorulmaz.' |
39 |
|
وَاِنَّ لَهُ عِنْدَنَا لَزُلْفٰى وَحُسْنَ مَاٰبٍ۟ Onun için katımızda bir yakınlık ve güzel bir âkıbet vardır. |
40 |
|
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ Kulumuz Eyyub'u da an ki, 'Yorgunluk ve acı yüzünden Şeytan bana sıkıntı verdi' diye Rabbine dua etmişti. |
41 |
|
اُرْكُضْ بِرِجْلِكَۚ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ Ona 'Ayağını yere vur,' dedik. 'İşte sana hem yıkanmak, hem de içmek için soğuk bir su.' |
42 |
|
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنَّا وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ Tarafımızdan bir rahmet ve aklıselim sahipleri için bir öğüt olarak, ona ailesini ve bir o kadarını daha bağışladık. |
43 |
|
وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثاً فَاضْرِبْ بِه۪ وَلَا تَحْنَثْۜ اِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِراًۜ نِعْمَ الْعَبْدُۜ اِنَّهُٓ اَوَّابٌ 'Eline bir demet alıp onunla vur; yeminini bozma' dedik. Gerçekten Biz onu sabredici bulduk. Ne güzel bir kuldu o; doğrusu, Allah'a yönelmiş bir kimseydi. |
44 |
|
وَاذْكُرْ عِبَادَنَٓا اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ اُو۬لِي الْاَيْد۪ي وَالْاَبْصَارِ Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim'i, İshak'ı ve Yakub'u da an. |
45 |
|
اِنَّٓا اَخْلَصْنَاهُمْ بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِۚ Biz onları, özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kullar kıldık. |
46 |
|
وَاِنَّهُمْ عِنْدَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْاَخْيَارِ Hiç şüphesiz, onlar Bizim katımızda seçkin ve hayırlı kullardandı. |
47 |
|
وَاذْكُرْ اِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَذَا الْـكِفْلِۜ وَكُلٌّ مِنَ الْاَخْيَارِۜ İsmail, Elyesa' ve Zülkifl'i de an. Onların hepsi de hayırlı kimselerdendi. |
48 |
|
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ Bütün bunlar bir hatırlatmadır. Kötülükten sakınanlar için ise varılacak güzel bir yer vardır. |
49 |
|
جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ Adn Cennetleri ki, kapıları onlara açıktır. |
50 |
|
مُتَّكِـ۪ٔينَ ف۪يهَا يَدْعُونَ ف۪يهَا بِفَاكِهَةٍ كَث۪يرَةٍ وَشَرَابٍ Orada koltuklara kurulur, her çeşit meyve ve içecekten isterler. |
51 |
|
وَعِنْدَهُمْ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ اَتْرَابٌ Yanlarında ise gözlerini eşlerine çevirmiş yaşıt güzeller vardır. |
52 |
|
هٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِيَوْمِ الْحِسَابِ İşte hesap günü için size vaad edilen budur. |
53 |
|
اِنَّ هٰذَا لَرِزْقُنَا مَا لَهُ مِنْ نَفَادٍۚ Bu Bizim hazırladığımız rızıktır ki, bitmek tükenmek bilmez. |
54 |
|
هٰذَاۜ وَاِنَّ لِلطَّاغ۪ينَ لَشَرَّ مَاٰبٍۙ Bu sakınanlar içindir; azgınlar için ise varılacak kötü bir yer vardır. |
55 |
|
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمِهَادُ Onların gireceği yer Cehennemdir. Ne kötü bir döşektir o! |
56 |
|
هٰذَاۙ فَلْيَذُوقُوهُ حَم۪يمٌ وَغَسَّاقٌۙ İşte kaynar su ile irin; tatsınlar onu! |
57 |
|
وَاٰخَرُ مِنْ شَكْلِه۪ٓ اَزْوَاجٌۜ Bunlara benzer daha nice azaplar var. |
58 |
|
هٰذَا فَوْجٌ مُقْتَحِمٌ مَعَكُمْۚ لَا مَرْحَباً بِهِمْۜ اِنَّهُمْ صَالُوا النَّارِ 'İşte şunlar da sizinle beraber azaba göğüs gerecek olan güruh' denir. Ateştekiler 'Rahat yüzü görmesinler,' derler. 'Onlar da ateşe girecekler.' |
59 |
|
قَالُوا بَلْ اَنْتُمْ۠ لَا مَرْحَباً بِكُمْۜ اَنْتُمْ قَدَّمْتُمُوهُ لَنَاۚ فَبِئْسَ الْقَرَارُ Onlar ise 'Asıl siz rahat yüzü görmeyin,' derler. 'Bu âkıbeti siz bize hazırladınız. Ne kötü bir yer burası!' |
60 |
|
قَالُوا رَبَّنَا مَنْ قَدَّمَ لَنَا هٰذَا فَزِدْهُ عَذَاباً ضِعْفاً فِي النَّارِ 'Rabbimiz,' derler. 'Kim bunu başımıza getirdiyse, Sen ona ateşten kat kat azap ver!' |
61 |
|
وَقَالُوا مَا لَنَا لَا نَرٰى رِجَالاً كُنَّا نَعُدُّهُمْ مِنَ الْاَشْرَارِۜ Sonra derler ki: 'Ne oluyor bize, dünyada iken kötü saydığımız adamları niçin burada göremiyoruz? |
62 |
|
اَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِياًّ اَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْاَبْصَارُ 'Halbuki biz onlarla eğlenirdik. Yoksa gözümüzden mi kaçtılar?' |
63 |
|
اِنَّ ذٰلِكَ لَحَقٌّ تَخَاصُمُ اَهْلِ النَّارِ۟ Ateş ehlinin böylece çekişmesi gerçektir. |
64 |
|
قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مُنْذِرٌۗ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّا اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۚ De ki: Ben ancak bir uyarıcıyım. Herşeyi kudretine boyun eğdiren tek bir Allah'tan başka tanrınız yoktur. |
65 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ O göklerin, yerin ve arasındakilerin Rabbidir; Onun kudreti herşeye üstündür; O çok bağışlayıcıdır. |
66 |
|
قُلْ هُوَ نَبَؤٌا عَظ۪يمٌۙ De ki: Bu Kur'ân pek büyük bir haberdir. |
67 |
|
اَنْتُمْ عَنْهُ مُعْرِضُونَ Siz ise ona sırtınızı dönüyorsunuz. |
68 |
|
مَا كَانَ لِيَ مِنْ عِلْمٍ بِالْمَلَأِ الْاَعْلٰٓى اِذْ يَخْتَصِمُونَ Yüce âlemlerin meclislerinde tartışılırken nelerin konuşulduğu hakkında benim bir bilgim yoktur. |
69 |
|
اِنْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اِلَّٓا اَنَّمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ Yalnız, ben apaçık bir uyarıcı olduğum için, bunlar bana vahyolunuyor. |
70 |
|
اِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ ط۪ينٍ Hani Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben çamurdan bir beşer yaratacağım. |
71 |
|
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 'Ben ona güzel ve düzgün bir biçim verip ruhumdan üflediğim zaman, onun önünde secdeye kapanın.' |
72 |
|
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ Meleklerin hepsi secde etti. |
73 |
|
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اِسْتَكْـبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ İblis müstesna. O büyüklük tasladı ve kâfir olup çıktı. |
74 |
|
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا مَنَعَكَ اَنْ تَسْجُدَ لِمَا خَلَقْتُ بِيَدَيَّۜ اَسْتَكْـبَرْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْعَال۪ينَ Allah buyurdu: 'Ey İblis, Kendi elimle yarattığım şeye secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü taslıyorsun, yoksa gerçekten yücelerden misin?' |
75 |
|
قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۜ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ İblis 'Ben ondan hayırlıyım,' dedi. 'Çünkü beni ateşten, onu çamurdan yarattın.' |
76 |
|
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ Allah 'Çık oradan,' buyurdu. 'Artık kovulmuş birisin. |
77 |
|
وَاِنَّ عَلَيْكَ لَعْنَت۪ٓي اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 'Hesap gününe kadar lânetim senin üzerindedir.' |
78 |
|
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ İblis 'Yâ Rabbi, onların diriltilecekleri güne kadar bana süre tanı' dedi. |
79 |
|
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ Allah buyurdu ki: 'Sana süre tanındı. |
80 |
|
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 'Bu süre, vakti belirlenmiş bir güne kadardır.' |
81 |
|
قَالَ فَبِعِزَّتِكَ لَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ İblis dedi ki: 'İzzetin hakkı için, onların hepsini azdıracağım. |
82 |
|
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 'Ancak içlerinden Senin ihlâsa erdirdiğin kulların müstesna.' |
83 |
|
قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ Allah buyurdu ki: 'İşte bu gerçek. Ben şu gerçeği de söylüyorum: |
84 |
|
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ 'Cehennemi seninle ve sana uyanların hepsiyle birden dolduracağım.' |
85 |
|
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُـكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ De ki: Tebliğim karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğimden peygamberlik de taslamıyorum. |
86 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ O ancak bütün milletler ve bütün çağlar için bir öğüttür. |
87 |
|
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ Onun verdiği haberin gerçek olduğunu bir süre sonra siz de öğreneceksiniz. |
88 |