|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ElifLâmMîmRâ. (Kur’ân’a dahil olarak inen ve bu sûrede gelecek bütün) sözler, Kitabın âyetleridir. Rabbinden sana indirilen (bu Kur’ân) gerçeğin ta kendisidir, buna rağmen insanların çoğu yine de iman etmemektedir. |
1 |
|
اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ Allah O’dur ki, gökleri gözle görebileceğiniz direkler, destekler olmadan yükseltti; sonra da Arş’ın üzerine istiva buyurdu ve güneşle ayı (her birine kendine has hareket biçimleri ve vazifeler yükleyerek) emrine râm etti. Her bir (gezegen), kendisi için tayin ve takdir buyurulan bir sona ulaşıncaya kadar (yörüngesinde) akıp durmaktadır. O, (tam bir sisteme koyduğu kâinattaki) her işi çekip çeviriyor, her şeyi idare ediyor ve gerçeğin bütün işaret ve delillerini detaylarıyla açıklıyor ki, bir gün gelip Rabbinize kavuşacağınıza kesin iman edesiniz. |
2 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Yine O’dur ki, yeri yaydı; onun içinden sağlam dağlar yükseltti ve ırmaklar akıttı. Ve orada her bir ürünü çift çift kıldı, sürekli olarak geceyi de gündüze bürüyüp duruyor. Bütün bunlarda sistemli düşünebilenler için hiç kuşkusuz işaretler, deliller vardır. |
3 |
|
وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Yerde birbirlerine yakın (ama aynı zamanda birbirlerinden çok farklı) kara parçaları, ayrıca üzüm bağları, ekili ve ekim için araziler ve aynı kökten, aynı dalda salkım salkım fakat her biri kendine ait bir dalcıkta kendi başına biten hurmalar vardır; bunların her biri aynı su ile sulanmaktadır ama Biz tat, gıda ve kalite açısından onları farklı farklı yapar ve bazısını bazısına göre daha tercih edilir kılarız. Hiç kuşkusuz bunda da aklını kullanan kimseler için nice dersler, nice işaret ve deliller vardır. |
4 |
|
وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ Eğer hayret etmeni gerektirecek bir şey varsa asıl hayret edilmesi gereken, onların “Toprak olduktan sonra mı, yani biz o zaman yeni bir yaratılışa mı erdirileceğiz!?” demeleridir. Onlardır nankörlük içinde Rabbilerine küfür içinde bulunanlar ve onlardır boyunlarında (başlarını eğip gerçeği görmelerine mani ve kendilerini küfre, neticede de Cehennem’e sürükleyen) tasma olanlar. Onlar, Ateş’in yârânı ve yoldaşlarıdırlar, orada sonsuzca kalacaklardır. |
5 |
|
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ Bir de, kendilerinden önce ibret vesilesi ve (Kur’ân’da anlatılan, kendilerinin de bildiği) cezalandırma vakaları geçmiş olmasına rağmen, güzellik içinde yaşama dururken “Haydi, kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı hemen getir!” diye sana meydan okuyorlar. Oysa senin Rabbin, her türlü zulümlerine rağmen insanlar için onların kavrayamayacağı ölçüde bağışlaması olandır; bununla beraber senin Rabbin cezalandırması çok çetin olandır da. |
6 |
|
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ Küfür içinde bulunanlar, “(Peygamberlik iddia eden) şu kişiye Rabbisinden açık bir delil (bir mucize) indirilmeli değil mi?” diyorlar. (Rasûlüm,) sen sadece bir uyarıcısın ve her bir halk için, (seçilip kendilerine gönderilmiş) bir yol gösteren vardır. |
7 |
|
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ Allah, her bir dişinin (hamile kalma ânından doğurma ânına kadar) karnında hangi özellikte ne taşıdığını ve rahimlerin neyi atıp neyi aldığını, (hamilelik süresince) neleri ne ölçüde eksiltip neleri fazlalaştırdığını ve hamilelik süresine ne ölçüde tesir ettiğini bilmektedir. Her bir şey, O’nun katında bir ölçü iledir. |
8 |
|
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ O, gaybı da şahadeti de (duyu ötesini de, duyuların algı sahasına gireni de) bilendir; Mutlak Büyük ve YüceAşkın Olan’dır. |
9 |
|
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ İster içinizden biri sözünü gizlice söylesin, isterse bir başkası açıktan konuşsun veya biri gecenin altında kendini (ve düşüncelerini, planlarını) gizlemeye çalışsın veyahut gündüzün ortaya çıksın, O’nun için farketmez. |
10 |
|
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ (Herkes, önünden ve arkasından kendisini saran farklı durumlar arasında hayatını sürdürür ve) Allah’ın emri gereği onu önünden ve arkasından nöbetleşe takip edip koruyan ve her sözünü, her yaptığını kaydeden melekler vardır. Gerçek şu ki Allah, bir topluluğun durumunu o topluluk kendi içindekini değiştirmedikçe değiştirmez. Allah, (yaptıklarının karşılığı olarak) bir topluluğa da bir belâ isabet etmesini dilemişse onu da geri çevirecek yoktur. İnsanlar için onları gerçekten koruyup sahiplenecek Allah’tan başka kimse bulunmaz ki. |
11 |
|
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ O’dur size şimşeği hem korku verecek hem de ümide sevkedecek şekilde gösteren ve yağmur yüklü bulutları inşa eden. |
12 |
|
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ Gök gürültüsü, (yağmur için bir ön hadise olarak) O’na hamd ile tesbihte bulunur (bütün atmosfer hadiselerinin O’nun emri ile meydana geldiğini ve icraatında O’na hiçbir şeyin, hiçbir “tabiî” kanun ve cismin ortak olamayacağını ilan eder). Melekler de, O’na karşı saygı ve korku ile aynı şe kilde hamd ve tesbihte bulunurlar. Ayrıca O, yıldırımları gönderir ve onlarla dilediği kimseyi çarpar. Böyle iken, (o küfredenler) halâ Allah hakkında tartışıp durmakta ve ilerigeri konuşmaktadırlar. Oysa O, cezası pek çetin olandır. |
13 |
|
لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّۜ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ لَا يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَيْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ۜ وَمَا دُعَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ Göklerde ve yerde her kim ve her ne varsa isteyerek veya istemeyerek, gölgeleri de sabah ve akşam O’na secde eder. |
14 |
|
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ طَوْعاً وَكَرْهاً وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْاٰصَالِ Şimdi onlara soru”ver: “Göklerin ve yerin Rabbi (onları yaratıp sisteme koyan, ayakta tutup varlıklarını devam ettiren) kimdir? (İster istemez “Allah” diyecekleri için cevabı kendin ver ve) “Allah” de! De ki: “Gerçek bu iken O’nu bırakıp da, bizzat kendilerine bile ne fayda verebilme, ne de kendilerinden bir zararı savabilme imkân ve iktidarı bulunan birtakım sahipler, koruyucular ve vekiller mi edindiniz?” De ki: “Hiç körle gören bir olur mu? Karanlıklarla nur hiç bir midir?” Yoksa onlar, Allah için O’nun yarattığı gibi yaratan bazı ortaklar buldular da, yaratma işi kafalarını karıştırıp gerçek Yaratıcı’yı seçmelerine mani mi oldu? De ki: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır ve O, (isimleri bütün kâinatta tecelli halinde) Tek ve hükmü, gücü her şeyin üzerinde Mutlak Hakim Olan’dır.” |
15 |
|
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۜ قُلْ اَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِاَنْفُسِهِمْ نَفْعاً وَلَا ضَراًّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ اَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُۚ اَمْ جَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِه۪ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْۜ قُلِ اللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ Gökten bir tür su indirir ve vadilerde akıp giden ırmakların her biri onunla kapasitesine göre dolup akar. Dolu dolu akıp giden bu sular, üzerlerinde kabaran köpükleri yüklenir götürür. İnsanların ziynet veya başka bazı eşya yapmak için ateşte erittikleri madenlerin üzerinde de buna benzer bir köpük oluşur. İşte Allah, hak ve bâtılı böyle bir temsille anlatır. Köpük fazla kalmaz, yok olur gider; insanlara faydası olan öze gelince, o yerde sabit kalır. Allah, işte böyle misaller verir. |
16 |
|
اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَسَالَتْ اَوْدِيَةٌ بِقَدَرِهَا فَاحْتَمَلَ السَّيْلُ زَبَداً رَابِياًۜ وَمِمَّا يُوقِدُونَ عَلَيْهِ فِي النَّارِ ابْتِغَٓاءَ حِلْيَةٍ اَوْ مَتَاعٍ زَبَدٌ مِثْلُهُۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْحَقَّ وَالْبَاطِلَۜ فَاَمَّا الزَّبَدُ فَيَذْهَبُ جُفَٓاءًۚ وَاَمَّا مَا يَنْفَعُ النَّاسَ فَيَمْكُثُ فِي الْاَرْضِۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَۜ (Kendilerini başıboş, sahipsiz ve rehbersiz bırakmayan) Rabbilerinin çağrısına uyanlar için güzel âkıbet ve en güzel mükâfat (olarak Cennet) vardır. Bu çağrıya uymayanlar ise (bilhassa Âhiret’te) başlarına gelecekler karşısında isterler ki, yeryüzünde ne varsa hepsi ve bir o kadarı daha kendilerinin olsun da, başlarına geleceklerden kurtulmak için bunların tamamını versinler. Onlar içindir hesabın kötüsü ve onların barınakları da Cehennem’dir. Ne fena bir yataktır o! |
17 |
|
لِلَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمُ الْحُسْنٰىۜ وَالَّذ۪ينَ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُ لَوْ اَنَّ لَهُمْ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ سُٓوءُ الْحِسَابِۙ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمِهَادُ۟ Şimdi, Rabbinden sana indirilen (Kur’ ân)’ın gerçeğin ta kendisi olduğunu bilen kişi hiç kör olan gibi midir? Fakat ancak gerçek akıl ve idrak sahipleridir ki, düşünüp ders ve öğüt alırlar. |
18 |
|
اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verip bağlandıkları sözden asla dönmezler. |
19 |
|
اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ Yine onlardır ki, Rabbilerinin rızasını kazanma arzu ve iştiyakıyla (O’nun yolunda karşılaştıkları her zorluğa) sabreder, namazı bütün şartlarına riayet ederek vaktinde ve aksatmadan kılar, kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden (Allah yolunda ve muhtaçlar için) gizli ve açık infakta bulunur ve kötülüğü daima iyilikle savarlar. Onlarındır nihaî Âhiret yurdu: |
20 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ Sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetleri: bu cennetlere kendileriyle birlikte annebaba ve atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar da girer; öyle ki, melekler de her bir kapıdan yanlarına varıp (şöyle derler): |
21 |
|
وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ “(Dünyada iken) sabretmenize karşılık selâm sizlere; ne güzeldir bu nihaî Âhiret yurdu!” |
22 |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ Söz verip bağlandıktan sonra sözlerinden dönüp Allah’ın ahdiyle (vicdanî irtibatlarını) söküp atanlara, bununla kalmayıp, Allah’ın (insanlar arasında) kurulmasını ve korunmasını emrettiği bağları da kesip koparan ve yeryüzünde bozgunculuk çıkaranlara gelince: onların hakkı rahmetten ebediyen kovulmadır ve en kötü yurt (olan Cehennem’dir). |
23 |
|
سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ Allah, (hikmeti ve imtihan gereği) kimi dilerse ona bol rızık verir; (dilediğine de) kısar da, az ve ölçülü verir. Fakat onlar, (bu gerçeğin farkında ve şuurunda olmadıklarından) dünya hayatıyla sevinip şımarmaya durdular. Oysa dünya hayatı, Âhiret’in yanında sadece basit ve değersiz bir geçimlikten ibarettir. |
24 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ Küfür içinde bulunan o kimseler, “(Peygamberlik iddia eden) şu kişiye Rabbisinden açık bir delil (bir mucize) indirilmeli değil mi?” diyorlar. De ki: “Şurası bir gerçek ki Allah, kimi dilerse onu saptırır ve bütün kalbiyle O’na yöneleni de hidayete erdirir.” |
25 |
|
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟ O (çok kıymetli) insanlardır ki, iman etmişlerdir; kalbleri de daima Allah’ı hatırlayıp anmakla doygunluk ve huzur bulur. Evet, bilin ki kalbler, ancak Allah’ı hatırlayıp anmakla doygunluğa ve huzura erer. |
26 |
|
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ Onlar ki, iman ettiler ve imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yaptılar: Ne mutlu onlara ve sonunda varılacak güzel yer de onlar içindir. |
27 |
|
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ İşte (ey Rasûlüm,) bu netice için seni kendilerinden önce nice benzer topluluklar geçmiş bulunan bir topluluğun içinde rasûl olarak gönderdik; Rahmân’a nankörlük ve küfür içinde bulunan o insanlara sana vahyettiğimiz Kur’ân’ı açık açık okuyup anlatasın. De ki: “O (Rahmân) benim Rabbimdir; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben, bütün varlığımla yalnız O’na dayandım ve dönüşüm de sadece O’nadır.” |
28 |
|
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ Kur’ân ki, (eğer inanmayanlar inansın diye İlâhî bir kitapla) dağlar yürütülecek veya yeryüzü parça parça edilecek ya da ölüler konuşturulacak olsaydı, bunlar ancak onunla olurdu. Gerçek şu ki, (kâinat ve insan hayatıyla ilgili) bütün emir ve irade Allah’a aittir; (O, nasıl dilerse öyle emreder, öyle işler ve O’nun her emrinde, her işinde pek çok hikmetler vardır). Şu halde iman etmiş bulunanlar halâ bilmezler mi ki, eğer Allah dilemiş olsa idi, bütün insanları mutlaka hidayet ederdi? (Ama O, kimseyi inanmaya zorlamaz; daima hikmet yörüngeli davranır. Bununla birlikte, inanmalarını arzu ettikleri o kâfirler Kur’ân’a rağmen inkârda direttikleri için, o mü’minler artık kimse inanmayacak diye) ümitsizliğe mi düştüler? Şu da var ki, (hidayete ehil olmayan) o küfredenler, Allah’ın (İslâm’ın zaferi veya Kıyamet’le ilgili) va’di gerçekleşinceye kadar, bizzat kendilerinin yaptıkları işler, kurdukları düzenler ve sistemler sebebiyle birtakım musibetlerin başlarında patlamasından veya yurtlarının yakınına inmesinden kurtulamayacaklardır. Allah, asla sözünden dönmez. |
29 |
|
كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ (Rasûlüm,) senden önce de nice rasûllerle alay edildi. Fakat (yaptıklarından vazgeçer ve yollarını düzeltirler mi diye) o küfür içinde bulunanlara mühlet verdim; ama (yollarından dönmeyince de) onları kıskıvrak yakaladım. Benim cezalandırmam nasıl oldu bir bak! |
30 |
|
وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ Her bir insanın ne yapıp ettiğini, (günah ve sevap olarak) ne kazandığını görüp gözeten Allah mı (onları cezalandıramayacak da, böyle isyan ve alay etmede diretiyorlar)? Tutup bir de Allah’a ortaklar koşuyorlar. De ki: “(Öyle birine ilâh demekle ilâh olunuyorsa,) deyin durun! Yoksa (gerçekten başka bir ilâh var da), O yeryüzüne ait bu gerçeği bilmiyor ve siz de bunu O’na haber mi veriyorsunuz? Veya manâsız, boş lâkırdılarla meşgul bulunuyor olmayasınız! Doğrusu, küfredenlere (inkâr ve inanmama adına) başvurdukları hileler, kurdukları tuzaklar (şeytan tarafından) süslenip güzel gösterilmekte ve (bu şekilde) onlar, hak yoldan alıkonmaktadırlar. Allah her kimi sapkınlığa mahkûm etmişse, artık onu doğru yola getirecek kimse yoktur. |
31 |
|
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ Dünya hayatında, niteliğini tahmin edemeyecekleri cezalar beklemektedir onları; Âhiret azabı ise, şüphesiz çok daha ağırdır. Onları Allah’a karşı koruyacak bir kimse de yoktur. |
32 |
|
اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ Müttakîlere va’d olunan Cennet’in durumu ise şuna benzer: (Ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akar. Ağaçlarının meyveleri gibi, gölgeleri de bitevîdir. İşte Allah’a karşı derin saygı besleyen ve O’na itaatsizlikten sakınanların âkıbeti; kâfirlerin âkıbeti ise, o malûm Ateş’tir. |
33 |
|
لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ Kendilerine daha önceden Kitap vermiş olduğumuz o kimseler, sana indirilen (Kur’ ân)’dan memnuniyet ve sevinç duyarlar. Ama o gruplar içinde, o Kur’ân’ın bir kısmını inkâr edenler de vardır. (Ey Rasûlüm,) de ki: “Ben, başka bir şeyle değil, ancak Allah’a ibadet etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamakla emrolundum. Ben, ancak O’nu (Rab ve İlâh) tanır, O’na davet eder ve bütün varlığımla ancak O’na yönelirim. |
34 |
|
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ Görüldüğü gibi, (Bir Allah’a iman ve ibadete çağıran ve Kitap Ehli’nin de tasdik etmesi gereken) bu Kur’ân’ı, Arapça dilinde nihaî hüküm ve hikmet kaynağı olarak indirdik. Eğer farzı muhal, sana İlim’den gelen bu kadar açık gerçekten sonra, (Kitap Ehli’nden olup da, Kur’ân kendi dillerinde ve istedikleri tarzda gelmedi diye ona inanmayı reddedenlerin) heva ve heveslerine kulak verecek olursan, bu takdirde Allah karşısında ne bir dost, sahip ve yardımcı, ne de bir koruyucu bulabilirsin. |
35 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ Senden önce de pek çok rasûl gönderdik; (onlar da melek değil, birer insandı) ve onlar için de eşler ve evlâtlar takdir ettik. Ayrıca, Allah izin vermedikçe herhangi bir Rasûl’ün mucize göstermesi söz konusu olmamıştır. Her dönem için bir takdir, her işin bir vadesi, her vadenin bir hükmü vardır. |
36 |
|
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟ Allah, (takdir ve hükümleri içinde) neyi dilerse onu siler, neyi de dilerse onu yerinde bırakır. Ana Kitap, O’nun katındadır. |
37 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ Onlara yaptığımız tehditlerin bir kısmını sen hayatta iken yerine getirip sana göstersek de veya sen bunların hiç birini görmeden seni vefat ettirsek de, her halükârda sana düşen tam bir tebliğ, Bize ait olan ise neticeyi tayin ve herkese hak ettiğini vermektir. |
38 |
|
يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ Hiç görmüyorlar mı ki, (ilim, irade ve kudretimizle) yerde tasarrufta bulunup, onu etrafından eksiltiyoruz? Allah hükmeder ve O’nun hükmünü denetleyecek ve o hükmün icrasına mani olacak hiçbir güç yoktur. O, pek çabuk hesap görendir de. |
39 |
|
وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ Onlardan öncekiler de tuzaklar kurmuşlardı. Fakat Allah bütün tuzakları boşa çıkardığı gibi, daima Kendi hükmünü ve (onların anlayamayacağı) en ince ‘plan’larını hakim kılar. Her bir kişinin ne yaptığını, (sevap ve günah adına) ne kazandığını bilir. O kâfirler de, nihaî sonucun kimin lehine olacağını pek yakında bileceklerdir. |
40 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ Küfür içinde bulunanlar, “Sen, rasûl olarak gönderilmiş biri değilsin!” diyorlar. De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de nezdinde Kitabın ilmi bulunan(lar).” |
41 |
|
وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ
A PHP Error was encountered
Severity: Notice
Message: Undefined offset: 41
Filename: views/sure_view.php
Line Number: 347
Backtrace:
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/views/sure_view.php
Line: 347
Function: _error_handler
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/libraries/Template.php
Line: 222
Function: view
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/controllers/Sureler.php
Line: 83
Function: render
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/index.php
Line: 315
Function: require_once
|
42 |
|
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَسْتَ مُرْسَلاًۜ قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۙ وَمَنْ عِنْدَهُ عِلْمُ الْكِتَابِ
A PHP Error was encountered
Severity: Notice
Message: Undefined offset: 42
Filename: views/sure_view.php
Line Number: 347
Backtrace:
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/views/sure_view.php
Line: 347
Function: _error_handler
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/libraries/Template.php
Line: 222
Function: view
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/uygulama/controllers/Sureler.php
Line: 83
Function: render
File: /home/kuranikerimmeali/domains/kuranikerimmeali.net/public_html/index.php
Line: 315
Function: require_once
|
43 |