Sureler
Mealler
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 TâSîn. (Sûreye dahil olarak gelecek bütün) bu sözler, (hem okunur hem yazılır metinler olarak) Kur’ân’ın, gerçeği açıklayan ve Allah’tan olduğu apaçık bir Kitab’ın âyetleridir.
2 O, mü’minler için dupduru bir hidayet kaynağı olduğu gibi, ayrıca çok büyük bir müjdedir de.
3 O mü’minler ki, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılarlar, malî sorumluluklarını tam olarak yerine getirirler ve Âhiret’e de şüphe götürmez bir kesinlikle iman ederler.
4 Âhiret’e inanmayanlara gelince, (inkârları sebebiyle) bütün (kötü) işlerini ve davranışlarını kendilerine güzel gösterdik; onlar, (ölmüş kalbleriyle dünya hayatları adına) endişeler içinde bocalar dururlar.
5 Onlardır kötü bir azabın kendilerini beklediği kimseler; ve onlardır Âhiret’te en çok kayba ve hüsrana uğrayacak olanlar.
6 (Ey Rasûlüm,) hiç şüphesiz ki Kur’ân, sana her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan ve her şeyi hakkıyla bilen Zât’ın katından ulaştırılmaktadır.
7 Hani bir vakit Musa, (ailesiyle çölde yol alırken bir ateş görmüş ve) ailesine “(Durun,)” demişti, “bir ateş gördüm. (Gidip bir bakayım,) oradan ya size (yerimiz ve takip etmemiz gereken yol hakkında) bir haberle dönerim veya bir kor getiririm de, ateş yakar ısınırsınız.”
8 Musa oraya varmıştı ki, kendisine şöyle seslenildiğini duydu: “Ateş mahallinde ve onun etrafında bulunanlara feyiz ve bereketler verilmiştir. Yüceler yücesidir Âlemlerin Rabbi Allah; (her türlü eksiklikten ve insanın aklına gelebilecek her türlü tasavvurdan) mutlak münezzehtir.
9 “Ey Musa! Ben, Azîz (izzet ve ululuk sahibi ve mutlak galip) ve Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler) olan Allah’ım.
10 “Şimdi asânı yere bırak!” (Musa, asâsını yere bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan oradan uzaklaşmaya durdu. “Ya Musa, korkma!” dedik: “Rasûllerin Benim huzurumda korkmaları için hiçbir sebep yoktur.
11 “Ancak kim zulme batmışsa, öylelerinin Ben’den korkması gerekir. Şu kadar ki, onlar da işledikleri fenalıklardan sonra o fenalıkları iyiliklerle değiştirir (tevbe ederek, artık iyilik işleyen kullar haline gelirlerse), bilmeliler ki Ben çok bağışlayanım; (bilhassa tevbe ve ıslahı hâl ile Bana yönelenlere karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olanım.
12 “Haydi, (sağ) elini koynuna sok, kusursuz, pırıl pırıl ışık saçar bir halde çıkacaktır. (Asâ ve sağ el,) Firavun’a ve halkına göstereceğin dokuz büyük delil (mucize) den ikisidir. Firavun ve halkı, gerçekten bütün bütün yoldan çıkmış bir güruh haline gelmiş bulunuyor.
13 Mucizelerimiz bütün açıklığıyla gerçeği gösterici deliller olarak kendilerine takdim edildiğinde (Firavun ve halkı), “Bunlar, belli ki birer büyüden ibaret!” dediler.
14 Vicdanları onların Allah’tan olduğuna tam kanaat getirdiği halde, bile bile yanlışta ısrar ederek ve boş bir büyüklenme ile onları inkâr ettiler. Ama neticede, işi gücü bozgunculuk olan o güruhun âkıbeti nasıl oldu, bir düşün.
15 Beri tarafta, (Firavunların asırlarca zulmettiği İsrail Oğulları’nı o zulümlerden kurtardık ve her bakımdan zirveye taşıdık. Bu arada) Davud’a ve Süleyman’a hususî bir ilim verdik. (Onlar, her zaman şükür hisleriyle dopdolu olarak,) “Bütün hamd, bize mü’min kullarından pek çoğunun üzerinde mevki veren Allah içindir!” diye hamd ederlerdi.
16 Süleyman Davud’a vâris oldu. O, (Allah’ın lütuflarını insanlara şöyle) ilan ederdi: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize (Allah’ın kullarına bahşedeceği) her şeyden bir nasip verildi. Şüphesiz bu, başka değil, apaçık bir lütuftur.”
17 Bir gün, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları, emri üzere Süleyman’ın önünde toplandılar; tam bir itaat ve disiplin altında ilerliyorlardı.
18 Derken, karınca vadisine geldiler. Karıncalardan biri, “Ey karıncalar,” diye seslendi, “derhal yuvalarınıza girin! Süleyman ve orduları, farkınıza varmadan sizi ezip çiğnemesinler!”
19 Bu sözleri işiten Süleyman, (Allah’ın lütufları karşısında duyduğu) masum bir mutluluk içinde gülümsedi ve “Rabbim,” dedi, “beni öyle yönlendir ki, bana ve anne–babama olan nimetlerinden dolayı Sana hakkıyla şükredeyim ve daima razı olacağın işler yapayım. Ayrıca, bana rahmetinle muamele et de, beni salih kullarının arasına kat!”
20 Süleyman, (bir başka zaman bir münasebetle) kuşları teftiş etti ve “Hüdhüd’ü neden göremiyorum? (Neden yerinde, vazifesinin başında değil?) Yoksa kayıplara mı karıştı?” diye sordu.
21 “Madem öyle, ona şiddetli bir ceza vereceğim; belki de boynunu vuracağım, ya da bana kuvvetli ve geçerli bir mazeretle gelir.”
22 Çok geçmemişti ki, (Hüdhüd çıkageldi ve mazeretini beyanla) “Ben,” dedi, “senin malûmatın dahilinde olmayan önemli bir bilgiye ulaştım ve sana Sebe’den çok mühim ve doğruluğu şüphesiz bir haberle geldim.
23 “Sebe’yi bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm. Kendisine (bir hükümdarın sahip olması beklenen) her şey verilmiş. Çok büyük bir tahta, (belli ki güçlü bir yönetime) sahip.
24 “Ne var ki, kendisinin ve halkının Allah’a değil de, güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, yaptıklarını onlara güzel göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden, bulunmaları gereken doğru yol üzerinde değiller.
25 “Oysa göklerde ve yerde gizli bulunan her şeyi açığa, (göklerde ve yerde bulunan her varlığı yokluk karanlığından varlık aydınlığına) çıkaran ve her neyi gizleyip kendinize saklıyor, her neyi de açığa vuruyorsanız, bunların hepsini bilen Allah’a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?
26 “O Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; o büyük Arş’ın Rabbidir.”
27 Süleyman, “Göreceğiz” dedi, “doğru mu söylüyorsun, yoksa bir yalancı mısın?”
28 (Sonra, yazdığı mektubu Hüdhüd’e verip,) “Bu mektubumu al götür ve (Kraliçe ile idare meclisinin) önlerine bırak. Sonra bir kenara çekil ve bak bakalım, mektubu nasıl karşılayacaklar?”
29 (Mektubu alan Kraliçe, etrafındakilere) “Ey vezirler, idare meclisinin değerli üyeleri!” dedi: “Bana çok yüksek bir makamdan geldiği anlaşılan önemli bir mektup bırakıldı.
30 “Süleyman’dan geliyor ve Rahman, Rahîm Allah’ın Adı’yla diye başlıyor. (Özü de şu):
31 ‘Bana karşı ululuk göstermeyin ve tam bir teslimiyetle bana gelin!’”
32 (Kraliçe), “Ey vezirler, idare meclisinin değerli üyeleri!” diye devam etti: “(Karşı karşıya bulunduğum) bu meselede bana görüşlerinizi söyleyin. Biliyorsunuz ki, sizin hazır bulunmadığınız herhangi bir konuda ben asla kesin bir karar vermiş değilim.”
33 “Biz,” dediler, “güçlü kuvvetliyiz ve oldukça savaşçı bir milletiz. Ama yetki sizindir; bir değerlendirmede bulunup, nasıl davranılması gerekiyorsa onu emredin.”
34 “Doğrusu,” dedi (Kraliçe), “krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini bozar ve halkın azizlerini sefil ve zelil ederler. Evet, böyle yapar onlar.
35 “Şimdi ben (Süleyman ve idarecilerine, önemli ve anlamlı) bir hediye gönderecek ve elçilerimin ne tür bir cevapla geleceklerine bakacağım.”
36 Elçi Süleyman’ın huzuruna varınca Süleyman, “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği (peygamberlik, hükümdarlık ve servet) size verdiği her şeyden çok daha hayırlı, çok daha üstündür. Ancak siz, işte bu tür hediyelerinizle sevinir, böbürlenirsiniz.
37 “Şimdi, seni gönderenlerin yanına dön ve hiç şüphe etmesinler ki, üzerlerine karşı koyamayacakları ordularla geleceğiz ve onları yurtlarından zelil ve mağlûp bir halde çıkaracağız.”
38 (Süleyman’ın mektubunu alan ve bir heyet halinde O’nu ziyaret etmeye karar veren Kraliçe Kudüs yolunda iken Süleyman, idare meclisinde,) “Değerli meclis üyeleri! Onlar teslimiyet içinde bana ulaşmadan, hanginiz bana Kraliçe’nin tahtını getirir?” diye sordu.
39 Cinler içinde en güçlü–kuvvetlilerden biri, “Şimdi sen, toplantıyı bitirip de makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Şüphesiz bunu yapacak güçteyim ve bana güvenebilirsin, söylediğimi yaparım!” dedi.
40 Kitap’tan hususî bir bilgiye sahip olan zat ise, “Ben, onu sana daha gözünü kırpmadan getiririm!” dedi. Süleyman tahtı yanıbaşına konmuş görünce, “Bu, Rabbimin bir lütfudur. Karşılığında şükür mü edeceğim, yoksa (öyle bir lütfu kendimden bilip) nankörlük mü yapacağım diye beni sınıyor. Kim şükrederse, ancak kendi iyiliğine olarak şükreder. Kim de nankörlükte bulunursa, şurası bir gerçek ki, Rabbim mutlak servet sahibidir ve kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur; lütuf ve keremi pek boldur.”
41 Sonra buyurdu: “Şimdi, Kraliçe’nin tahtını tanıyamayacağı hale getirin, bakalım gerçeği görüp hidayete erecek mi, yoksa hidayete eremeyenlerden olmaya devam mı edecek.”
42 Derken Kraliçe geldi ve kendisine, “Bak bakalım, bu senin tahtın olmasın?” dendi. “Evet, sanki o!” cevabını verdi (Kraliçe ve ekledi): “Zaten bize daha önce (Süleyman ve hükümdarlığı, misyonu, sahip bulunduğu imkânların kaynağı konusunda) bilgi ulaşmıştı ve biz de teslim olmaya karar vermiştik.”
43 O’nu gerçeği bulmaktan alıkoyan (inadı, kibri ve aklî–iradî tercihi değil, atalarından gelen bir âdet olarak), Allah’tan başka (sahte) ilâhlara tapmasıydı. İnkârcı bir toplum içinde neşet etmişti.
44 Ardından kendisine, “Buyurun, saraya girin!” denildi. Saraya girince, zemininde engin ve duru su olduğunu, sanki bir havuza girdiğini zannedip eteğini sıvadı. Süleyman, “Bu,” dedi, “tabanı kristal kaplı sırçadan yapılmış bir saraydır.” (Böyle bir mülke herhangi bir hükümdarın değil, ancak bir peygamberin sahip olabileceği neticesine varan Kraliçe,) “Rabbim,” dedi, “ben, şimdiye kadar (Sen’den başkasına tapmakla) kendime zulmetmişim. Artık Süleyman’ın maiyetinde, Âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olmuş bulunuyorum.”
45 Şurası bir gerçek ki, Semûd’a kardeşleri Salih’i, “Yalnızca Allah’a ibadet edin!” diye çağrıda bulunmak üzere risalet vazifesiyle göndermiştik. O davetine başlayınca, birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler.
46 Salih, “Ey kavmim!” dedi, “niye iyiliği istemek varken, başınıza acele bir kötülüğün gelmesini istiyorsunuz. Rahmet ve merhamete nail kılınmak ümidiyle, günahlarınızdan dolayı Allah’tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi?”
47 “Senin ve beraberinde bulunanların yüzünden uğursuzluğa maruz kaldık!” dediler. Salih, “Uğursuzluk dediğiniz şey, Allah katında takdir buyurulmuş bir haldir. Doğrusu şu ki siz, (hayırlınız şerlinizden ayrılsın diye) imtihana tâbi tutulan bir topluluksunuz.”
48 Şehirde dokuz (kişilik bir) çete vardı ki, bunlar ülkede sürekli bozgunculuk yapıyor ve hiçbir şeyi ıslaha yanaşmıyorlardı.
49 Bir araya gelip, Allah adına yemin ederek şöyle anlaştılar: “Andolsun, Salih ve ailesi üzerine âni bir gece baskını yapıp hepsini öldürecek, sonra da hakkını arayacak yakınlarına öldürülmeleri hadisesini görmediğimizi, böyle bir şeye şahit olmadığımızı kesin bir dille ifade edeceğiz. Kesinlikle doğruyu söylediğimizi de bilhassa belirteceğiz.”
50 İşte, kendilerince böyle bir tuzak kurdular; Biz de, haklarındaki irademizi uygulamaya koyduk ama bunun farkında değillerdi.
51 İşte bak, tuzaklarının âkıbeti ne oldu? O (dokuz kişilik) çeteyi de, topluluklarını da geriye tek kişi bırakmadan imha ettik.
52 İşte, zulümleri sebebiyle yıkılıp gitmiş ve ıssız kalmış evleri! Şüphesiz bunda gerçeği öğrenme peşindeki insanlar için önemli bir ibret vardır.
53 İman edip, kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan, O’na karşı gelmekten ve dolayısıyla O’nun azabından sakınanları ise kurtardık.
54 Lût’a da (risalet görevi verdik). Halkına şu tebliğde bulundu: “Göz göre göre bu hayasız ve çirkin işi mi yapıyorsunuz?!
55 “Kadınlar yerine şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz?! Anlaşılan siz, cahilce davranan ve cahillikte ısrar eden bir topluluksunuz.”
56 Halkının cevabı ancak, “Lût’u ve ailesini ülkenizden sürüp çıkarın; onlar, temizliğe pek düşkün, pek ahlâklı insanlar!” demek oldu.
57 Neticede Biz de O’nu ve ailesini kurtardık, hanımı hariç. O’nun geride kalıp helâk edilenlerden olmasını takdir buyurduk.
58 Ve o halkın üzerine öyle bir yağmur indirdik ki! Uyarılan, fakat uyarıya kulak asmayanların yağmuru ne fena bir yağmur oldu!
59 De ki: “(Bütün bu olup bitenlerden sonra ve her zaman için) hamd Allah’a ve selâm seçtiği kullarının üzerine olsun. Kim gerçekten hayırlı ve ilâh olarak kabûl edilmeye lâyıktır: Allah mı, yoksa O’na ortak koştukları varlıklar mı?
60 (O varlıklar mı,) yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gök tarafından sizin için su indiren mi? O su ile yüze gülen, gözleri, gönülleri açan pek güzel bahçeler bitiriyoruz. Siz ise, (bırakın o bahçelerin verdiği menfaatleri,) onların ağacını bile bitiremezsiniz. Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Hayır, hayır.. onlar, haktan sapıp giden bir güruhtur.
61 Yoksa (hareketine rağmen) yerküreye istikrar verip, onu oturmaya elverişli kılan ve yer yer yarıp içinden ırmaklar akıtan, sonra onun (istikrarı ve fonksiyonlarını görebilmesi için sabit kazıklar misali) dağlar var eden ve birbiriyle birleşen iki büyük su kütlesinin arasına bir engel koyan mı? Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Hayır, hayır.. onların çoğu, gerçeği bilmemektedir ve öğrenme peşinde de değillerdir.
62 Yoksa çaresiz kalıp O’na dua ettiğinde çaresizin duasına cevap vererek sıkıntısını gideren ve siz bütün insanları (orayı imar edip, kanunları istikametinde yaşayasınız diye) yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Ne de az düşünüyor ve (bunlardan) gerekli dersi çıkarmaya çalışmıyorsunuz!
63 Yoksa karanın ve denizin kat kat karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârları gönderen mi? Allah’tan başka bir ilâh mı olurmuş? Allah, onların her türlü şirk koşmalarından sonsuzca yücedir, aşkındır.
64 Yoksa bütün varlıkları baştan yaratan, sonra sürekli olarak yeniden yaratan ve (hepsinin ölümünden sonra) onları tekrar yeni baştan yaratacak olan ve sizi hem gök tarafından, hem de yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilâh mı olurmuş? De ki: “Eğer (Allah’tan başka bir ilâh daha olabileceği iddiasında) samimi iseniz, haydi delilinizi gösterin!”
65 De ki: “Göklerde ve yerde (kâinatta) hiç kimse gaybı (duyu ötesini) bilemez; gaybı ancak Allah bilir. Onlar (ve Allah’tan başka ilâh diye taptıkları varlıklar, Kıyamet’in ne zaman kopup,) öldükten sonra ne zaman diriltecekleri konusunda da herhangi bir bilgiye ve şuura sahip değillerdir.
66 Gerçek şu ki, onlar (hep dünya hayatı peşinde koşup, bütün öğrenme melekelerini dünya hayatıyla ilgili bilgileri edinme yolunda harcadıklarından) Âhiret hakkında bilgiden yoksun kalmışlardır. (Kendilerine vahiy yoluyla bilgi gelmiş,) fakat bu defa da şüpheye batmış bulunmaktadırlar. Hayır hayır, Âhiret(le ilgili onca delil karşısında) körlüğü tercih etmektedir onlar.
67 Küfürde ısrar edenler, “Biz ve atalarımız toprak olup gittikten sonra, yani o zaman biz diriltilip kabirlerimizden çıkarılacağız öyle mi?” diyorlar.
68 “Öyle ya, bize de, daha önce atalarımıza da bu tehdit yapıldı durdu. Ama bu, eskilerin masallarından, bâtıl inançlarından başka bir şey değil ki!”
69 De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın; (gezip dolaşın da) bakın bakalım, hayatları günah hasadından ibaret inkârcı suçluların âkıbeti nasıl olmuş?”
70 (Tebliğ ettiğin gerçeklere karşı takındıkları tavır sebebiyle) onlardan ötürü sakın üzülme; (gayretlerini boşa çıkarmak ve insanları Allah’ın yolunda alıkoymak için) yaptıkları planlardan, kurdukları tuzaklardan dolayı da sakın daralma.
71 Bir de, “İddianızda doğru iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
72 De ki: “Böyle hemen gelivermesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de ensenizde patlamak üzeredir!”
73 Doğrusu senin Rabbin, insanlara karşı fevkalâde lütufkârdır, fakat onların çoğu şükretmezler.
74 Yine Rabbin, onlar göğüslerinin derinliklerinde neleri gizli tutuyor, neleri de açığa vuruyorlarsa hepsini mutlaka bilmektedir.
75 Gökte ve yerde (onlardan ve diğer bütün yaratıklardan) gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta muhakkak yer almış olmasın.
76 Bilesiniz ki bu Kur’ân, hakkında ihtilâfa düştükleri şeylerin pek çoğunu İsrail Oğulları’na anlatmaktadır.
77 Aynı zamanda o, mü’minler için dupduru bir hidayet kaynağı ve baştan sona bir rahmettir.
78 Rabbin, onlar (inananlar ve inanmayanlar) arasında Kendi kanunlarıyla hükmedecektir. O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.
79 O halde sen Allah’a dayan ve güven. Şüphesiz sen, hakkında ne en küçük bir şüphe ne de bir gizlisi bulunan apaçık gerçeğin üzerindesin.
80 Şunu da bil ki, ölülere sesini duyuramadığın gibi, (gerçek kendilerine anlatıldığında) arkalarını dönüp uzaklaşan sağırlara da davetini işittiremezsin.
81 Körleri de savrulup durdukları yanlış yollardan doğru yola çekebilecek değilsin. Sen davetini ancak, (önyargısız ve hem iç dünyalarındaki hem de dış dünyadaki) âyetlerimize inanmaya ve dolayısıyla gerçeğe teslim olmaya yatkın bulunanlara duyurabilirsin.
82 O (ölü, sağır ve körler) hakkında azap sözümüzün gerçekleşme zamanı gelince, onlar için yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız. O da, insanların (kendi iç dünyalarındaki, dış dünyadaki ve Kitap’taki) âyetlerimiz hakkında kesin inanç sahibi olmaya yanaşmadıklarını dile getirir.
83 Bir gün de gelir, her ümmet içinde âyetlerimizi yalanlayanlardan bir grubu toplarız da, düzenli bir şekilde hesap yerine doğru sevkolunurlar.
84 Nihayet oraya vardıklarında (Allah) sorar: “Demek siz, haklarında tam ve kesin bir bilgiye sahip olmadığınız halde âyetlerimi yalanladınız öyle mi? Yok, değil diyorsanız, o halde ne idi yaptığınız?”
85 Ve (başta Allah’a şirk koşma olmak üzere) işledikleri zulümlerden dolayı haklarındaki azap sözü gerçekleşir. Artık tek bir kelimeyle de olsa mazeret beyan edebilecek durumda değillerdir.
86 Hiç görmezler mi ki, geceyi insanlar dinlenip sükûnet bulsunlar diye, gündüzü de etraflarını görüp çalışsınlar diye var ettik. Şüphesiz bunda iman edecek ve imanda derinleşecek kimseler için dersler, işaretler vardır.
87 O gün ki Sûr’a üfürülür ve göklerde ve yerde kim varsa, Allah’ın diledikleri dışında, (yıldırım çarpmış gibi) dehşet içinde donakalır. Ve istisnasız herkes, tam bir boyun eğmişlik içinde O’nun huzuruna gelir.
88 Dağları görür ve hareketsiz, yerlerinde sabit sanırsın; halbuki onlar, sürekli hareket halindedir ve bulutların geçip gittiği gibi, (yerin hareketiyle birlikte) geçip gitmektedirler. (Ve Kıyamet Günü de, Âhiret’te oraya has bir şekil almak üzere parçalanıp toz–duman haline geleceklerdir.) Her şeyi muhkem ve kusursuz yapan Allah’ın yapmasıdır bu. Muhakkak ki O, işlediğiniz her şeyden hakkıyla haberdardır.
89 (O Hüküm Günü) kim sadece iyiliklerle (ve günahlardan arınmış olarak) gelirse, onun için yaptığı iyiliklerden daha güzeli, daha üstünü vardır. Üstelik onlar, o gün dehşetli bir korkudan da emin olacaklardır.
90 Kim de (imandan ve hayırdan mahrum olarak) kötülüklerle, günahlarla gelirse, böyleleri yüzükoyun Ateş’in içine fırlatılır. “Dünyada iken sürekli yaptıklarınızın karşılığından başka bir şey mi bulacaktınız?”
91 De ki: “Bana ancak, bu beldenin onu muhterem ve mukaddes kılan ve her şey Kendisi’ne ait bulunan Rabbine ibadet etmem emredildi ve bana her bakımdan O’na teslim olmuş (Müslümanlardan) olmam emredildi;
92 Ve, Kur’ân okumam, (böylece O’nun Mesajı’nı tebliğ etmem emredildi). Artık kim doğru yolu tercih ve takip ederse, başka bir şey için değil, ancak kendi iyiliği için tercih ve takip etmiş olur. Kim de sapar giderse, de ki: “Ben, ancak uyarmakla görevli elçilerden biriyim.”
93 Yine söyle: “Bütün hamd, Allah içindir; O size, (her ne buyurmuşsa onun doğru olduğunu ispat eden) âyetlerini gösterecek, siz de o âyetleri tanıyacaksınız.” Bil ki Rabbin, yapıp durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ 1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ 2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ 3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ 4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ 5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ 6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ 7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ 9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ 10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ 12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟ 14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ 15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ 16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ 17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ 19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ 20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ 21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ 22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ 23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ 24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ 25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ 26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ 28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ 29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ 30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟ 31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ 32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ 33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ 34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ 35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ 36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ 37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ 38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ 39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ 40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ 41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ 42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ 43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ 44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ 45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ 47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ 51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ 53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ 57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟ 58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ 59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ 60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ 61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ 62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ 63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ 65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ 66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ 67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ 69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ 70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ 72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ 73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ 74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ 78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ 79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ 80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ 81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ 82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ 83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ 85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ 88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ 89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ 91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ 92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 93
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ
TâSîn. (Sûreye dahil olarak gelecek bütün) bu sözler, (hem okunur hem yazılır metinler olarak) Kur’ân’ın, gerçeği açıklayan ve Allah’tan olduğu apaçık bir Kitab’ın âyetleridir.
1
هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
O, mü’minler için dupduru bir hidayet kaynağı olduğu gibi, ayrıca çok büyük bir müjdedir de.
2
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ
O mü’minler ki, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılarlar, malî sorumluluklarını tam olarak yerine getirirler ve Âhiret’e de şüphe götürmez bir kesinlikle iman ederler.
3
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ
Âhiret’e inanmayanlara gelince, (inkârları sebebiyle) bütün (kötü) işlerini ve davranışlarını kendilerine güzel gösterdik; onlar, (ölmüş kalbleriyle dünya hayatları adına) endişeler içinde bocalar dururlar.
4
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ
Onlardır kötü bir azabın kendilerini beklediği kimseler; ve onlardır Âhiret’te en çok kayba ve hüsrana uğrayacak olanlar.
5
وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ
(Ey Rasûlüm,) hiç şüphesiz ki Kur’ân, sana her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan ve her şeyi hakkıyla bilen Zât’ın katından ulaştırılmaktadır.
6
اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ
Hani bir vakit Musa, (ailesiyle çölde yol alırken bir ateş görmüş ve) ailesine “(Durun,)” demişti, “bir ateş gördüm. (Gidip bir bakayım,) oradan ya size (yerimiz ve takip etmemiz gereken yol hakkında) bir haberle dönerim veya bir kor getiririm de, ateş yakar ısınırsınız.”
7
فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
Musa oraya varmıştı ki, kendisine şöyle seslenildiğini duydu: “Ateş mahallinde ve onun etrafında bulunanlara feyiz ve bereketler verilmiştir. Yüceler yücesidir Âlemlerin Rabbi Allah; (her türlü eksiklikten ve insanın aklına gelebilecek her türlü tasavvurdan) mutlak münezzehtir.
8
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
“Ey Musa! Ben, Azîz (izzet ve ululuk sahibi ve mutlak galip) ve Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler) olan Allah’ım.
9
وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ
“Şimdi asânı yere bırak!” (Musa, asâsını yere bıraktı ve) onun çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan oradan uzaklaşmaya durdu. “Ya Musa, korkma!” dedik: “Rasûllerin Benim huzurumda korkmaları için hiçbir sebep yoktur.
10
اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Ancak kim zulme batmışsa, öylelerinin Ben’den korkması gerekir. Şu kadar ki, onlar da işledikleri fenalıklardan sonra o fenalıkları iyiliklerle değiştirir (tevbe ederek, artık iyilik işleyen kullar haline gelirlerse), bilmeliler ki Ben çok bağışlayanım; (bilhassa tevbe ve ıslahı hâl ile Bana yönelenlere karşı) hususî rahmet ve merhameti pek bol olanım.
11
وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ
“Haydi, (sağ) elini koynuna sok, kusursuz, pırıl pırıl ışık saçar bir halde çıkacaktır. (Asâ ve sağ el,) Firavun’a ve halkına göstereceğin dokuz büyük delil (mucize) den ikisidir. Firavun ve halkı, gerçekten bütün bütün yoldan çıkmış bir güruh haline gelmiş bulunuyor.
12
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ
Mucizelerimiz bütün açıklığıyla gerçeği gösterici deliller olarak kendilerine takdim edildiğinde (Firavun ve halkı), “Bunlar, belli ki birer büyüden ibaret!” dediler.
13
وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Vicdanları onların Allah’tan olduğuna tam kanaat getirdiği halde, bile bile yanlışta ısrar ederek ve boş bir büyüklenme ile onları inkâr ettiler. Ama neticede, işi gücü bozgunculuk olan o güruhun âkıbeti nasıl oldu, bir düşün.
14
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Beri tarafta, (Firavunların asırlarca zulmettiği İsrail Oğulları’nı o zulümlerden kurtardık ve her bakımdan zirveye taşıdık. Bu arada) Davud’a ve Süleyman’a hususî bir ilim verdik. (Onlar, her zaman şükür hisleriyle dopdolu olarak,) “Bütün hamd, bize mü’min kullarından pek çoğunun üzerinde mevki veren Allah içindir!” diye hamd ederlerdi.
15
وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ
Süleyman Davud’a vâris oldu. O, (Allah’ın lütuflarını insanlara şöyle) ilan ederdi: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize (Allah’ın kullarına bahşedeceği) her şeyden bir nasip verildi. Şüphesiz bu, başka değil, apaçık bir lütuftur.”
16
وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ
Bir gün, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları, emri üzere Süleyman’ın önünde toplandılar; tam bir itaat ve disiplin altında ilerliyorlardı.
17
حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Derken, karınca vadisine geldiler. Karıncalardan biri, “Ey karıncalar,” diye seslendi, “derhal yuvalarınıza girin! Süleyman ve orduları, farkınıza varmadan sizi ezip çiğnemesinler!”
18
فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ
Bu sözleri işiten Süleyman, (Allah’ın lütufları karşısında duyduğu) masum bir mutluluk içinde gülümsedi ve “Rabbim,” dedi, “beni öyle yönlendir ki, bana ve anne–babama olan nimetlerinden dolayı Sana hakkıyla şükredeyim ve daima razı olacağın işler yapayım. Ayrıca, bana rahmetinle muamele et de, beni salih kullarının arasına kat!”
19
وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ
Süleyman, (bir başka zaman bir münasebetle) kuşları teftiş etti ve “Hüdhüd’ü neden göremiyorum? (Neden yerinde, vazifesinin başında değil?) Yoksa kayıplara mı karıştı?” diye sordu.
20
لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
“Madem öyle, ona şiddetli bir ceza vereceğim; belki de boynunu vuracağım, ya da bana kuvvetli ve geçerli bir mazeretle gelir.”
21
فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ
Çok geçmemişti ki, (Hüdhüd çıkageldi ve mazeretini beyanla) “Ben,” dedi, “senin malûmatın dahilinde olmayan önemli bir bilgiye ulaştım ve sana Sebe’den çok mühim ve doğruluğu şüphesiz bir haberle geldim.
22
اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ
“Sebe’yi bir kadın hükümdarın yönettiğini gördüm. Kendisine (bir hükümdarın sahip olması beklenen) her şey verilmiş. Çok büyük bir tahta, (belli ki güçlü bir yönetime) sahip.
23
وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ
“Ne var ki, kendisinin ve halkının Allah’a değil de, güneşe taptıklarını gördüm. Şeytan, yaptıklarını onlara güzel göstermiş ve böylece onları yoldan çıkarmış. Bu yüzden, bulunmaları gereken doğru yol üzerinde değiller.
24
اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ
“Oysa göklerde ve yerde gizli bulunan her şeyi açığa, (göklerde ve yerde bulunan her varlığı yokluk karanlığından varlık aydınlığına) çıkaran ve her neyi gizleyip kendinize saklıyor, her neyi de açığa vuruyorsanız, bunların hepsini bilen Allah’a secde ve ibadet etmeleri gerekmez mi?
25
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ
“O Allah ki, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur; o büyük Arş’ın Rabbidir.”
26
قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Süleyman, “Göreceğiz” dedi, “doğru mu söylüyorsun, yoksa bir yalancı mısın?”
27
اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
(Sonra, yazdığı mektubu Hüdhüd’e verip,) “Bu mektubumu al götür ve (Kraliçe ile idare meclisinin) önlerine bırak. Sonra bir kenara çekil ve bak bakalım, mektubu nasıl karşılayacaklar?”
28
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ
(Mektubu alan Kraliçe, etrafındakilere) “Ey vezirler, idare meclisinin değerli üyeleri!” dedi: “Bana çok yüksek bir makamdan geldiği anlaşılan önemli bir mektup bırakıldı.
29
اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ
“Süleyman’dan geliyor ve Rahman, Rahîm Allah’ın Adı’yla diye başlıyor. (Özü de şu):
30
اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟
‘Bana karşı ululuk göstermeyin ve tam bir teslimiyetle bana gelin!’”
31
قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ
(Kraliçe), “Ey vezirler, idare meclisinin değerli üyeleri!” diye devam etti: “(Karşı karşıya bulunduğum) bu meselede bana görüşlerinizi söyleyin. Biliyorsunuz ki, sizin hazır bulunmadığınız herhangi bir konuda ben asla kesin bir karar vermiş değilim.”
32
قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ
“Biz,” dediler, “güçlü kuvvetliyiz ve oldukça savaşçı bir milletiz. Ama yetki sizindir; bir değerlendirmede bulunup, nasıl davranılması gerekiyorsa onu emredin.”
33
قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ
“Doğrusu,” dedi (Kraliçe), “krallar bir ülkeye girdiler mi, oranın düzenini bozar ve halkın azizlerini sefil ve zelil ederler. Evet, böyle yapar onlar.
34
وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ
“Şimdi ben (Süleyman ve idarecilerine, önemli ve anlamlı) bir hediye gönderecek ve elçilerimin ne tür bir cevapla geleceklerine bakacağım.”
35
فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ
Elçi Süleyman’ın huzuruna varınca Süleyman, “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Allah’ın bana verdiği (peygamberlik, hükümdarlık ve servet) size verdiği her şeyden çok daha hayırlı, çok daha üstündür. Ancak siz, işte bu tür hediyelerinizle sevinir, böbürlenirsiniz.
36
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
“Şimdi, seni gönderenlerin yanına dön ve hiç şüphe etmesinler ki, üzerlerine karşı koyamayacakları ordularla geleceğiz ve onları yurtlarından zelil ve mağlûp bir halde çıkaracağız.”
37
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
(Süleyman’ın mektubunu alan ve bir heyet halinde O’nu ziyaret etmeye karar veren Kraliçe Kudüs yolunda iken Süleyman, idare meclisinde,) “Değerli meclis üyeleri! Onlar teslimiyet içinde bana ulaşmadan, hanginiz bana Kraliçe’nin tahtını getirir?” diye sordu.
38
قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ
Cinler içinde en güçlü–kuvvetlilerden biri, “Şimdi sen, toplantıyı bitirip de makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Şüphesiz bunu yapacak güçteyim ve bana güvenebilirsin, söylediğimi yaparım!” dedi.
39
قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ
Kitap’tan hususî bir bilgiye sahip olan zat ise, “Ben, onu sana daha gözünü kırpmadan getiririm!” dedi. Süleyman tahtı yanıbaşına konmuş görünce, “Bu, Rabbimin bir lütfudur. Karşılığında şükür mü edeceğim, yoksa (öyle bir lütfu kendimden bilip) nankörlük mü yapacağım diye beni sınıyor. Kim şükrederse, ancak kendi iyiliğine olarak şükreder. Kim de nankörlükte bulunursa, şurası bir gerçek ki, Rabbim mutlak servet sahibidir ve kimsenin şükrüne ihtiyacı yoktur; lütuf ve keremi pek boldur.”
40
قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ
Sonra buyurdu: “Şimdi, Kraliçe’nin tahtını tanıyamayacağı hale getirin, bakalım gerçeği görüp hidayete erecek mi, yoksa hidayete eremeyenlerden olmaya devam mı edecek.”
41
فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ
Derken Kraliçe geldi ve kendisine, “Bak bakalım, bu senin tahtın olmasın?” dendi. “Evet, sanki o!” cevabını verdi (Kraliçe ve ekledi): “Zaten bize daha önce (Süleyman ve hükümdarlığı, misyonu, sahip bulunduğu imkânların kaynağı konusunda) bilgi ulaşmıştı ve biz de teslim olmaya karar vermiştik.”
42
وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ
O’nu gerçeği bulmaktan alıkoyan (inadı, kibri ve aklî–iradî tercihi değil, atalarından gelen bir âdet olarak), Allah’tan başka (sahte) ilâhlara tapmasıydı. İnkârcı bir toplum içinde neşet etmişti.
43
ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟
Ardından kendisine, “Buyurun, saraya girin!” denildi. Saraya girince, zemininde engin ve duru su olduğunu, sanki bir havuza girdiğini zannedip eteğini sıvadı. Süleyman, “Bu,” dedi, “tabanı kristal kaplı sırçadan yapılmış bir saraydır.” (Böyle bir mülke herhangi bir hükümdarın değil, ancak bir peygamberin sahip olabileceği neticesine varan Kraliçe,) “Rabbim,” dedi, “ben, şimdiye kadar (Sen’den başkasına tapmakla) kendime zulmetmişim. Artık Süleyman’ın maiyetinde, Âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olmuş bulunuyorum.”
44
وَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ
Şurası bir gerçek ki, Semûd’a kardeşleri Salih’i, “Yalnızca Allah’a ibadet edin!” diye çağrıda bulunmak üzere risalet vazifesiyle göndermiştik. O davetine başlayınca, birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler.
45
قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
Salih, “Ey kavmim!” dedi, “niye iyiliği istemek varken, başınıza acele bir kötülüğün gelmesini istiyorsunuz. Rahmet ve merhamete nail kılınmak ümidiyle, günahlarınızdan dolayı Allah’tan bağışlanma dilemeniz gerekmez mi?”
46
قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ
“Senin ve beraberinde bulunanların yüzünden uğursuzluğa maruz kaldık!” dediler. Salih, “Uğursuzluk dediğiniz şey, Allah katında takdir buyurulmuş bir haldir. Doğrusu şu ki siz, (hayırlınız şerlinizden ayrılsın diye) imtihana tâbi tutulan bir topluluksunuz.”
47
وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
Şehirde dokuz (kişilik bir) çete vardı ki, bunlar ülkede sürekli bozgunculuk yapıyor ve hiçbir şeyi ıslaha yanaşmıyorlardı.
48
قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
Bir araya gelip, Allah adına yemin ederek şöyle anlaştılar: “Andolsun, Salih ve ailesi üzerine âni bir gece baskını yapıp hepsini öldürecek, sonra da hakkını arayacak yakınlarına öldürülmeleri hadisesini görmediğimizi, böyle bir şeye şahit olmadığımızı kesin bir dille ifade edeceğiz. Kesinlikle doğruyu söylediğimizi de bilhassa belirteceğiz.”
49
وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
İşte, kendilerince böyle bir tuzak kurdular; Biz de, haklarındaki irademizi uygulamaya koyduk ama bunun farkında değillerdi.
50
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ
İşte bak, tuzaklarının âkıbeti ne oldu? O (dokuz kişilik) çeteyi de, topluluklarını da geriye tek kişi bırakmadan imha ettik.
51
فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
İşte, zulümleri sebebiyle yıkılıp gitmiş ve ıssız kalmış evleri! Şüphesiz bunda gerçeği öğrenme peşindeki insanlar için önemli bir ibret vardır.
52
وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ
İman edip, kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan, O’na karşı gelmekten ve dolayısıyla O’nun azabından sakınanları ise kurtardık.
53
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Lût’a da (risalet görevi verdik). Halkına şu tebliğde bulundu: “Göz göre göre bu hayasız ve çirkin işi mi yapıyorsunuz?!
54
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ
“Kadınlar yerine şehvetle erkeklere mi varıyorsunuz?! Anlaşılan siz, cahilce davranan ve cahillikte ısrar eden bir topluluksunuz.”
55
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ
Halkının cevabı ancak, “Lût’u ve ailesini ülkenizden sürüp çıkarın; onlar, temizliğe pek düşkün, pek ahlâklı insanlar!” demek oldu.
56
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Neticede Biz de O’nu ve ailesini kurtardık, hanımı hariç. O’nun geride kalıp helâk edilenlerden olmasını takdir buyurduk.
57
وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟
Ve o halkın üzerine öyle bir yağmur indirdik ki! Uyarılan, fakat uyarıya kulak asmayanların yağmuru ne fena bir yağmur oldu!
58
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ
De ki: “(Bütün bu olup bitenlerden sonra ve her zaman için) hamd Allah’a ve selâm seçtiği kullarının üzerine olsun. Kim gerçekten hayırlı ve ilâh olarak kabûl edilmeye lâyıktır: Allah mı, yoksa O’na ortak koştukları varlıklar mı?
59
اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ
(O varlıklar mı,) yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gök tarafından sizin için su indiren mi? O su ile yüze gülen, gözleri, gönülleri açan pek güzel bahçeler bitiriyoruz. Siz ise, (bırakın o bahçelerin verdiği menfaatleri,) onların ağacını bile bitiremezsiniz. Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Hayır, hayır.. onlar, haktan sapıp giden bir güruhtur.
60
اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ
Yoksa (hareketine rağmen) yerküreye istikrar verip, onu oturmaya elverişli kılan ve yer yer yarıp içinden ırmaklar akıtan, sonra onun (istikrarı ve fonksiyonlarını görebilmesi için sabit kazıklar misali) dağlar var eden ve birbiriyle birleşen iki büyük su kütlesinin arasına bir engel koyan mı? Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Hayır, hayır.. onların çoğu, gerçeği bilmemektedir ve öğrenme peşinde de değillerdir.
61
اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ
Yoksa çaresiz kalıp O’na dua ettiğinde çaresizin duasına cevap vererek sıkıntısını gideren ve siz bütün insanları (orayı imar edip, kanunları istikametinde yaşayasınız diye) yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah’tan başka bir ilâh daha mı olurmuş? Ne de az düşünüyor ve (bunlardan) gerekli dersi çıkarmaya çalışmıyorsunuz!
62
اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ
Yoksa karanın ve denizin kat kat karanlıklarında size yol gösteren ve rahmetinin önünde müjdeleyici olarak rüzgârları gönderen mi? Allah’tan başka bir ilâh mı olurmuş? Allah, onların her türlü şirk koşmalarından sonsuzca yücedir, aşkındır.
63
اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Yoksa bütün varlıkları baştan yaratan, sonra sürekli olarak yeniden yaratan ve (hepsinin ölümünden sonra) onları tekrar yeni baştan yaratacak olan ve sizi hem gök tarafından, hem de yerden rızıklandıran mı? Allah’tan başka bir ilâh mı olurmuş? De ki: “Eğer (Allah’tan başka bir ilâh daha olabileceği iddiasında) samimi iseniz, haydi delilinizi gösterin!”
64
قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ
De ki: “Göklerde ve yerde (kâinatta) hiç kimse gaybı (duyu ötesini) bilemez; gaybı ancak Allah bilir. Onlar (ve Allah’tan başka ilâh diye taptıkları varlıklar, Kıyamet’in ne zaman kopup,) öldükten sonra ne zaman diriltecekleri konusunda da herhangi bir bilgiye ve şuura sahip değillerdir.
65
بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟
Gerçek şu ki, onlar (hep dünya hayatı peşinde koşup, bütün öğrenme melekelerini dünya hayatıyla ilgili bilgileri edinme yolunda harcadıklarından) Âhiret hakkında bilgiden yoksun kalmışlardır. (Kendilerine vahiy yoluyla bilgi gelmiş,) fakat bu defa da şüpheye batmış bulunmaktadırlar. Hayır hayır, Âhiret(le ilgili onca delil karşısında) körlüğü tercih etmektedir onlar.
66
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ
Küfürde ısrar edenler, “Biz ve atalarımız toprak olup gittikten sonra, yani o zaman biz diriltilip kabirlerimizden çıkarılacağız öyle mi?” diyorlar.
67
لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
“Öyle ya, bize de, daha önce atalarımıza da bu tehdit yapıldı durdu. Ama bu, eskilerin masallarından, bâtıl inançlarından başka bir şey değil ki!”
68
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ
De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın; (gezip dolaşın da) bakın bakalım, hayatları günah hasadından ibaret inkârcı suçluların âkıbeti nasıl olmuş?”
69
وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ
(Tebliğ ettiğin gerçeklere karşı takındıkları tavır sebebiyle) onlardan ötürü sakın üzülme; (gayretlerini boşa çıkarmak ve insanları Allah’ın yolunda alıkoymak için) yaptıkları planlardan, kurdukları tuzaklardan dolayı da sakın daralma.
70
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Bir de, “İddianızda doğru iseniz, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar.
71
قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ
De ki: “Böyle hemen gelivermesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de ensenizde patlamak üzeredir!”
72
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ
Doğrusu senin Rabbin, insanlara karşı fevkalâde lütufkârdır, fakat onların çoğu şükretmezler.
73
وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ
Yine Rabbin, onlar göğüslerinin derinliklerinde neleri gizli tutuyor, neleri de açığa vuruyorlarsa hepsini mutlaka bilmektedir.
74
وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ
Gökte ve yerde (onlardan ve diğer bütün yaratıklardan) gizli hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir Kitap’ta muhakkak yer almış olmasın.
75
اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ
Bilesiniz ki bu Kur’ân, hakkında ihtilâfa düştükleri şeylerin pek çoğunu İsrail Oğulları’na anlatmaktadır.
76
وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
Aynı zamanda o, mü’minler için dupduru bir hidayet kaynağı ve baştan sona bir rahmettir.
77
اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ
Rabbin, onlar (inananlar ve inanmayanlar) arasında Kendi kanunlarıyla hükmedecektir. O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip)tir, Alîm (her şeyi hakkıyla bilen)dir.
78
فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ
O halde sen Allah’a dayan ve güven. Şüphesiz sen, hakkında ne en küçük bir şüphe ne de bir gizlisi bulunan apaçık gerçeğin üzerindesin.
79
اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Şunu da bil ki, ölülere sesini duyuramadığın gibi, (gerçek kendilerine anlatıldığında) arkalarını dönüp uzaklaşan sağırlara da davetini işittiremezsin.
80
وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ
Körleri de savrulup durdukları yanlış yollardan doğru yola çekebilecek değilsin. Sen davetini ancak, (önyargısız ve hem iç dünyalarındaki hem de dış dünyadaki) âyetlerimize inanmaya ve dolayısıyla gerçeğe teslim olmaya yatkın bulunanlara duyurabilirsin.
81
وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟
O (ölü, sağır ve körler) hakkında azap sözümüzün gerçekleşme zamanı gelince, onlar için yerden bir dâbbe (canlı) çıkarırız. O da, insanların (kendi iç dünyalarındaki, dış dünyadaki ve Kitap’taki) âyetlerimiz hakkında kesin inanç sahibi olmaya yanaşmadıklarını dile getirir.
82
وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ
Bir gün de gelir, her ümmet içinde âyetlerimizi yalanlayanlardan bir grubu toplarız da, düzenli bir şekilde hesap yerine doğru sevkolunurlar.
83
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Nihayet oraya vardıklarında (Allah) sorar: “Demek siz, haklarında tam ve kesin bir bilgiye sahip olmadığınız halde âyetlerimi yalanladınız öyle mi? Yok, değil diyorsanız, o halde ne idi yaptığınız?”
84
وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ
Ve (başta Allah’a şirk koşma olmak üzere) işledikleri zulümlerden dolayı haklarındaki azap sözü gerçekleşir. Artık tek bir kelimeyle de olsa mazeret beyan edebilecek durumda değillerdir.
85
اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Hiç görmezler mi ki, geceyi insanlar dinlenip sükûnet bulsunlar diye, gündüzü de etraflarını görüp çalışsınlar diye var ettik. Şüphesiz bunda iman edecek ve imanda derinleşecek kimseler için dersler, işaretler vardır.
86
وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
O gün ki Sûr’a üfürülür ve göklerde ve yerde kim varsa, Allah’ın diledikleri dışında, (yıldırım çarpmış gibi) dehşet içinde donakalır. Ve istisnasız herkes, tam bir boyun eğmişlik içinde O’nun huzuruna gelir.
87
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Dağları görür ve hareketsiz, yerlerinde sabit sanırsın; halbuki onlar, sürekli hareket halindedir ve bulutların geçip gittiği gibi, (yerin hareketiyle birlikte) geçip gitmektedirler. (Ve Kıyamet Günü de, Âhiret’te oraya has bir şekil almak üzere parçalanıp toz–duman haline geleceklerdir.) Her şeyi muhkem ve kusursuz yapan Allah’ın yapmasıdır bu. Muhakkak ki O, işlediğiniz her şeyden hakkıyla haberdardır.
88
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ
(O Hüküm Günü) kim sadece iyiliklerle (ve günahlardan arınmış olarak) gelirse, onun için yaptığı iyiliklerden daha güzeli, daha üstünü vardır. Üstelik onlar, o gün dehşetli bir korkudan da emin olacaklardır.
89
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Kim de (imandan ve hayırdan mahrum olarak) kötülüklerle, günahlarla gelirse, böyleleri yüzükoyun Ateş’in içine fırlatılır. “Dünyada iken sürekli yaptıklarınızın karşılığından başka bir şey mi bulacaktınız?”
90
اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ
De ki: “Bana ancak, bu beldenin onu muhterem ve mukaddes kılan ve her şey Kendisi’ne ait bulunan Rabbine ibadet etmem emredildi ve bana her bakımdan O’na teslim olmuş (Müslümanlardan) olmam emredildi;
91
وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ
Ve, Kur’ân okumam, (böylece O’nun Mesajı’nı tebliğ etmem emredildi). Artık kim doğru yolu tercih ve takip ederse, başka bir şey için değil, ancak kendi iyiliği için tercih ve takip etmiş olur. Kim de sapar giderse, de ki: “Ben, ancak uyarmakla görevli elçilerden biriyim.”
92
وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Yine söyle: “Bütün hamd, Allah içindir; O size, (her ne buyurmuşsa onun doğru olduğunu ispat eden) âyetlerini gösterecek, siz de o âyetleri tanıyacaksınız.” Bil ki Rabbin, yapıp durduklarınızdan asla habersiz ve onlara karşı kayıtsız değildir.
93

Sureler

Mealler
Kasas Suresi
Sonraki