|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ (1-3) Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. |
1 |
|
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ (1-3) Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. |
2 |
|
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ (1-3) Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. |
3 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. |
4 |
|
عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ (5-7) Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu. |
5 |
|
ذُومِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ (5-7) Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu. |
6 |
|
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ (5-7) Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti. Sonra en yüksek ufukta iken asıl şekliyle doğruldu. |
7 |
|
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ (8-9) Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. |
8 |
|
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ (8-9) Sonra (Muhammed'e) yaklaştı, derken daha da yaklaştı. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. |
9 |
|
فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ (10-11) Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. |
10 |
|
مَا كَذَبَ الْفُؤٰ۬ادُ مَا رَاٰى (10-11) Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. (Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. |
11 |
|
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? |
12 |
|
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ (13-14) Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. |
13 |
|
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى (13-14) Andolsun onu, Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında önceden bir defa daha görmüştü. |
14 |
|
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. |
15 |
|
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. |
16 |
|
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. |
17 |
|
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْـكُبْرٰى Andolsun o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını gördü. |
18 |
|
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ Gördünüz mü o Lât ve Uzzâ'yı? |
19 |
|
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى Ve üçüncüleri olan ötekini, Menât'ı. |
20 |
|
اَلَـكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى Demek erkek size, dişi O'na öyle mi? |
21 |
|
تِلْكَ اِذاً قِسْمَةٌ ض۪يزٰى O zaman bu, insafsızca bir taksim! |
22 |
|
اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir. |
23 |
|
اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ Yoksa insan, her arzu ettiği şeye sahip mi olacaktır? |
24 |
|
فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ Ahiret de dünya da Allah'ındır. |
25 |
|
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى Göklerde nice melek var ki onların şefaatleri, dilediği ve hoşnut olduğu kimse için Allah'ın izin vermesi dışında, bir işe yaramaz. |
26 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. |
27 |
|
وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ Halbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez. |
28 |
|
فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ Onun için sen bizi anmaktan yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme. |
29 |
|
ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى İşte onların erişebilecekleri bilgi budur. Şüphesiz ki senin Rabbin, evet O, yolundan sapanı daha iyi bilir; O, hidayette olanı da çok iyi bilir. |
30 |
|
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ Göklerde ve yerde bulunanlar hep Allah'ındır. Bu, Allah'ın, kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, güzel davrananları da daha güzeliyle mükâfatlandırması içindir. |
31 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟ Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin, affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir. |
32 |
|
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ Gördün mü arkasını döneni? |
33 |
|
وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى Azıcık verip sonra vermemekte direneni? |
34 |
|
اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى Acaba gaybın bilgisi kendi yanındadır da o görüyor mu? |
35 |
|
اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ (36-37) Yoksa, Musa'nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim'in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi? |
36 |
|
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ (36-37) Yoksa, Musa'nın ve ahdine vefa gösteren İbrahim'in sahifelerinde yazılı olanlar kendisine haber verilmedi mi? |
37 |
|
اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ Gerçekten hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez. |
38 |
|
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. |
39 |
|
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ Ve çalışması da ileride görülecektir. |
40 |
|
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir. |
41 |
|
وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ Ve şüphesiz en son varış Rabbinedir. |
42 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ Doğrusu güldüren de ağlatan da O'dur. |
43 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ Öldüren de dirilten de O'dur. |
44 |
|
وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ (45-46) Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı. |
45 |
|
مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ (45-46) Şurası muhakkak ki (rahime) atıldığında nutfeden, erkek ve dişiden ibaret olan iki çifti O yarattı. |
46 |
|
وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. |
47 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ Zengin eden de yoksul kılan da O'dur. |
48 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabbi de O'dur. |
49 |
|
وَاَنَّـهُٓ اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ Ve şüphesiz ki önceki Âd kavmini O helâk etti. |
50 |
|
وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ Semûd'u da (O helâk etti) ve geriye hiçbir şey bırakmadı. |
51 |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ Daha önce de çok zalim ve pek azgın olan Nuh kavmini (helâk etmişti). |
52 |
|
وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ Altüst olan şehirleri de o böyle yaptı. |
53 |
|
فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ Onların başına getireceğini getirdi! |
54 |
|
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinde şüpheye düşersin. |
55 |
|
هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى İşte bu ilk uyarıcılardan bir uyarıcıdır. |
56 |
|
اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ Yaklaşan yaklaştı. |
57 |
|
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ Onu (vaktini) Allah'tan başka açığa çıkaracak yoktur. |
58 |
|
اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ Şimdi siz bu söze (Kur'an'a) mı şaşıyorsunuz? |
59 |
|
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz! |
60 |
|
وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ Ve siz gaflet içinde oyalanmaktasınız! |
61 |
|
فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا Haydi Allah'a secde edip O'na kulluk edin! |
62 |