|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ Doğmakta olan yıldıza, Kur’ân’a andolsun! Yükselmekte olan yıldıza Muhammed’e andolsun, doğan ve yükselen yıldızlara andolsun! |
1 |
|
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ Hemşehriniz, arkadaşınız Muhammed, başına buyruk hareket etmedi, hak yoldan uzaklaşmadı, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih etmedi, bâtıla inanmadı, insanlara karşı hiçbir zaman haince bir düşünce taşımadı. |
2 |
|
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ Size tebliğ ettiği Kur’ân ve açıklamaları, sünneti, arzu ve meyillerine göre, Muhammed’in, aklıyla, mantığıyla düzenlediği sözler-bilgiler değildir. |
3 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ Onun tebliğleri, Kur’ân ve sünnet, yalnızca Allah tarafından kendisine iletilen vahiylerdir. |
4 |
|
عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ Kur’ân’ı ve Kur’ân’a vukufu, üstün yaratılışlı, yüksek akıl ve anlayışa, vahyi iletme ve Allah’ın emirlerini icra etme gücüne sahip Cebrâil Muhammed’e öğretti. |
5 |
|
ذُومِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ Üstün yaratılışlı, yüksek akıl ve anlayış gücüne sahip Cebrâil, asli hüviyeti ile doğruldu. |
6 |
|
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ O, en yüksek ufukta idi. |
7 |
|
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ Sonra yakınına geldi. Nezaketle yaklaşarak peygamberlik görevine başlamasını talep etti. |
8 |
|
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ İlâhî planın gerçekleşmesi için, Allah’ın Rasulü Muhammed’le söz ve işbirliği yapan Cibril, eşit iki makamda olandan biri veya (bazı konularda) bir ast rütbeli elçisidir. |
9 |
|
فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ Allahın kendisine tevdî ettiği vahiy emanetini, Allah’ı ilâh tanıyan, candan müslüman olarak Allah’a bağlanan, saygılı kulu Muhammed’e vahiy yoluyla iletti. |
10 |
|
مَا كَذَبَ الْفُؤٰ۬ادُ مَا رَاٰى Muhammed’in aklı, kalbi, çıplak gözle gördüklerinin aksini düşünmedi, söylemedi. |
11 |
|
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى Onun görmeye devam ettikleri üzerinde şimdi tartışmaya mı giriyorsunuz? |
12 |
|
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ Andolsun, onu yüce huzurdan bir diğer inişi sırasında da görmüştü. |
13 |
|
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى Sidre-i Müntehâ’nın, büyüklüğü, güzelliği, kokusu ölçüsüz Sidre ağacının bulunduğu, akıl ölçülerinin, çirkinliğin bittiği, nihaî sınırın yanında görmüştü. |
14 |
|
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ Onun yakınındaki Cennet’ül-Me’vâ’nın yanında görmüştü. |
15 |
|
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ Hani Sidre’yi, Allah’ın nuru ve melekler kaplamıştı. |
16 |
|
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى Melekler âlemini görürken, aklı ve gözü sorumluluğunun ötesine kaymadı ve edep sınırını aşmadı. |
17 |
|
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْـكُبْرٰى Andolsun ki, o, Rabbinin âyetlerinin, kudretinin delillerinin en büyüklerinden bazılarını gördü. |
18 |
|
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ Lât ve Uzza’ya neden taptığınızı hiç düşündünüz mü? |
19 |
|
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى Üçüncüleri olan ötekini, Menât’ı gördünüz mü? |
20 |
|
اَلَـكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى Kızlar O’na ait derken, yalnızca erkekleri mi çocuklarınız kabul ediyorsunuz? |
21 |
|
تِلْكَ اِذاً قِسْمَةٌ ض۪يزٰى Bu yaptığınız, saygısızca, insafsızca bir ayırım. |
22 |
|
اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ Putlar, sizin ve atalarınızın uydurduğu hayal mahsûlü isimlerden ibaret. Allah onlarla ilgili hiçbir ferman, hiçbir yetki indirmedi. Kendilerine Rableri tarafından hidayet rehberi, kitap ve peygamber geldiği halde, onlar kesinlikle zanna ve nefislerinin arzusuna, ihtiraslarına uyuyorlar. |
23 |
|
اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ Yoksa insanın elde etmek istediği her şeye sahip olabileceğini mi sanıyorsunuz? |
24 |
|
فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ Son hayat da, ilk hayat da, ebedî yurt da, dünya da Allah’ındır, Allaha kulluk ve ibadet içindir, Allahın kudret ve tasarrufundadır. |
25 |
|
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى Göklerde nice melekler var! Onların şefaatleri, ancak Allah izin verdikten sonra, Allah’ın sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, hoşnut olduğu akıllı ve sorumlu kimseler için fayda sağlar. |
26 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى Âhirete, ebedî yurda inanmayanlar, meleklere dişi varlık isimleri takıyorlar. |
27 |
|
وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ Halbuki, onların bu hususta bir değer ifade eden hiçbir bilgileri yok. Sadece zanna, tahmine uyuyorlar. Zan, hakkı, hakikati, kesin bilgiyi ifade bakımından bir değer taşımaz. |
28 |
|
فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ Sen, bizi anmaktan, bizi zikirden, bizim övünç kaynağımız Kur’ân’dan, şeriatımızdan, bize şükürden uzak duran, dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselere yüz verme, onlara karşı tedbir al. |
29 |
|
ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى Bu tür kimselerin ilimleri ancak kendilerini dünya zevkleri ile ilgilendirecek seviyededir. Rabbin, işte O, yolundan İslam’dan uzaklaşanı, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih ederek başına buyruk yaşayanı iyi bilir. Hidayet rehberiyle gösterilen, öğretilen hak yola, İslâm’a girmeye istekli olanları, İslâm’da sebat edenleri de iyi bilir. |
30 |
|
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ Göklerdeki varlıklar ve imkânlar, yerdeki varlıklar ve imkânlar Allah’ındır, Allah’ın tasarrufundadır. Bu sebeple, kötü icraat yapan idarecileri, bilinçli olarak kötülük edenleri, işlerini kötü yapanları, amellerine karşılık O cezalandırabilir. İyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman idarecileri, askerî erkânı, inananları da, devlet nimetiyle, daha güzeliyle, en güzelini ölçü alarak O mükâfatlandırabilir. |
31 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟ İhsan sahibi, devamlı aktif samimi mü’minler, küçük kusurların dışında, bilerek büyük günah işlemekten ve meşrû olmayan şehevî fiillerden, gayri meşrû ilişkilerden, zinadan, hayâsızlıktan, cimrilikten, haddi aşmaktan ve ahlâksızlıktan kaçınanlardır. Senin Rabbinin koruma kalkanı ve bağışlaması geniştir. O, sizi topraktan yarattığı günler dahil, annelerinizin karnında cenin halinde bulunduğunuz dönemleri de içine alacak şekilde her şeyi bilir, sizi iyi tanır. Bu sebeple kendinizi, vicdanlarınızı, birbirinizi temize çıkarmayın. O, kendisine sığınıp, emirlerine yapışarak günahlardan arınıp, azaptan korunanları, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan, takva esaslarını, takvaya dayalı düzeni benimseyen mü’minleri de iyi bilir. |
32 |
|
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ (33-34) Şimdi (îmandan) dönen, (malından) biraz (ını) verib de gerisini sert kaya gibi elinde tutan adamı gördün mü? |
33 |
|
وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى Azıcık verip, sonra, vermemekte, arkasını getirmemekte direneni? |
34 |
|
اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى Gayb âlemindeki, Levh-i Mahfuz’daki bilgiler onun yanında da, âhiretteki cezasını, kendi yerine başkalarının çektiğini mi görüyor? |
35 |
|
اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ Yoksa Mûsâ’ya indirilen sahifelerde yazılı olanlar kendisine haber verilerek, hesap ve ceza konusunda uyarılmadı mı? |
36 |
|
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ Ahdine vefa gösteren İbrâhim’in sahifelerinde yazılı olanlar da mı kendisine haber verilerek uyarılmadı? |
37 |
|
اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ Hiçbir günahkâr, günah yüklü, suçlu bir kişi, başkasının günahının, suçunun cezasını çekmez. |
38 |
|
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ İnsan için, yalnızca çalışmasının, gayretinin, hâlis niyetlerinin karşılığı vardır. |
39 |
|
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ Çalışmasının, gayretinin, emeğinin hâlis niyetlerinin karşılığı da ilerde görülecektir. |
40 |
|
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ Sonra ona karşılığı tamı tamına verilecektir. |
41 |
|
وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ Ergin akılla düşünmek insanı Rabbine götürür, her şey nihai olarak Rabbine varır, nihaî hesap Rabbinin huzurunda görülür. |
42 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ Doğrusu güldüren de, ağlatan da sadece O’dur. |
43 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ Eceller gelince ölümü gerçekleştiren de, hayat veren, yaşatan da O’dur. |
44 |
|
وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ İki cinsi, erkekleri ve dişileri oluşturan özellikleri (x ve y kromozomlarını) erkek menisinde yaratandır. |
45 |
|
مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ Rahime atıldığı sırada, meni içinde yaratmış olandır. |
46 |
|
وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ Onları, ruhları, iradeleri, organları ve güçleriyle başka bir biçimde yaratmak ve ebedî âlem için farklı şekilde diriltmek O’na aittir. |
47 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ Kimseye minnet etmeden tok gözlü yaşatan da O, mala mülke servete sâmana boğan da O’dur. |
48 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ Ak yıldızın Rabbi de O’dur. |
49 |
|
وَاَنَّـهُٓ اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ Önceki Âd kavmini helâk eden de O’dur. |
50 |
|
وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ Semûd’u helâk eden, geride hiçbir şey bırakmayan da O’dur. |
51 |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ Daha önceden Nuh toplumunu da helak etmişti. Çünkü onlar çok zalim ve çok azgın, isyankar bir toplumdu. |
52 |
|
وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ Altüst olan şehirleri, yerin dibine batıran O’dur. |
53 |
|
فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ Onları ne felâketler sardı, neler! |
54 |
|
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى Şimdi Rabbinin hangi nimetlerinden şüphe edersin? |
55 |
|
هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى Bu Kur’ân ve Muhammed önceki uyarıcılar gibi, sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan birer uyarıcıdırlar. |
56 |
|
اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ Yaklaşan, yaklaştı, Kıyamet yaklaştı. |
57 |
|
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ Onu açığa çıkaracak, ıstıraplarını, acılarını ortadan kaldıracak, Allah’ın dışında kimse yoktur. |
58 |
|
اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ Şimdi siz, bu sözden, Kur’ân’dan dolayı mı hayretler içindesiniz? |
59 |
|
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ Bu sözlere mi alay yollu gülüyor da, ağlamıyorsunuz? |
60 |
|
وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ Hâlâ kafa tutuyor, aptalca gaflet içinde oyalanıyorsunuz. |
61 |
|
فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا Haydi Allah’a secde edin, O’nu ilâh tanıyın, candan müslümanlar olarak O’na teslim olun, saygıyla O’na kulluk ve ibadet edin, O’nun şeriatına bağlanın, O’na boyun eğin. |
62 |