|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰىۙ Necm'e (bölüm bölüm açığa çıkararak tüm hakikati anlatana) yemin olsun ki, |
1 |
|
مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰىۚ Arkadaşınız ne saptı ne de azdı! |
2 |
|
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ (O), hevâsından (hayalî şeyleri) konuşmaz! |
3 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ O yalnızca vahyolunan bir vahiydir! |
4 |
|
عَلَّمَهُ شَد۪يدُ الْقُوٰىۙ O'na kuvveleri şiddetli olan talim etti! |
5 |
|
ذُومِرَّةٍۜ فَاسْتَوٰىۙ O (kuvve) kendini fark ettirdi, böylece de istiva etti (böylece de vahye açık hâle geldi)! |
6 |
|
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىۜ O, Ufuk-u Âlâ (tüm dışsallığı kaplamış - âfakta) olduğu hâlde! |
7 |
|
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ Sonra yaklaştı, tedelli etti (âfaktan enfüse dönüştü müşahedesi). |
8 |
|
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ İki yayın birleşimi (kab-ı kavseyn) veya Edna (daha da yakın) oldu! |
9 |
|
فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِه۪ مَٓا اَوْحٰىۜ Böylece kuluna vahyettiğini vahyetti. |
10 |
|
مَا كَذَبَ الْفُؤٰ۬ادُ مَا رَاٰى FUAD (Kalbindeki nöronların beyinde açtığı gerçeklikle bütünleşti dıştan gelen bilgi) yalanlamadı (inkâr etmedi) gördüğünü! |
11 |
|
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى Gördüğü hakkında O'nunla tartışıyor musunuz? |
12 |
|
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ Andolsun ki Onu bir daha gördü (hakikatin bilincine inişiyle fark edilmesinde). |
13 |
|
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى Sidret-ül Münteha (şuur olarak sonsuz yaşam hissedişi) indînde. |
14 |
|
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىۜ Cennet-ül Me'va da Onun (Sidret-ül Münteha'nın) indînde yaşanır! |
15 |
|
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ O an ki, Sidre'yi (varlığını) bürüyen (hakikat nûru) bürüyordu (beden hissi kaybolmuş bir hâlde)! |
16 |
|
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى Görüşü ne kaydı (gayrı kavramına); ne de haddi aştı (hakikati müşahededen dolayı tanrılık davasına düşüp, Firavunlaştı)! |
17 |
|
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْـكُبْرٰى Andolsun ki, Rabbinin (Hakikatini var kılan Esmâ özelliklerinin) işaretlerinden en büyüğünü gördü! |
18 |
|
اَفَرَاَيْتُمُ اللَّاتَ وَالْعُزّٰىۙ Gördünüz mü Lat'ı, Uzza'yı? |
19 |
|
وَمَنٰوةَ الثَّالِثَةَ الْاُخْرٰى Diğer üçüncüleri Menat'ı (böyle bir mi'râc yaşatabilirler mi)? |
20 |
|
اَلَـكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْاُنْثٰى Erkek sizin, dişi O'nun mu? |
21 |
|
تِلْكَ اِذاً قِسْمَةٌ ض۪يزٰى Öyle ise bu insafsız paylaşmadır! |
22 |
|
اِنْ هِيَ اِلَّٓا اَسْمَٓاءٌ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ Onlar ancak sizin ve atalarınızın isimlendirdiği, Allâh'ın hiçbir delil inzâl etmediği (arkası - müsemması olmayan yalnızca) isimlerden ibarettirler! Onlar, ancak zanna ve nefslerin hoşlandığı kuruntulara uyarlar. . . Andolsun ki kendilerine Rablerinden hakikat ilmi gelmiştir! |
23 |
|
اَمْ لِلْاِنْسَانِ مَا تَمَنّٰىۘ Yoksa insanın her dilediği olacak diye bir kural mı var? |
24 |
|
فَلِلّٰهِ الْاٰخِرَةُ وَالْاُو۫لٰى۟ Allâh (Esmâ'sının özelliklerinin açığa çıkması) içindir sonsuz gelecek yaşam da dünya da! |
25 |
|
وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمٰوَاتِ لَا تُغْن۪ي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً اِلَّا مِنْ بَعْدِ اَنْ يَأْذَنَ اللّٰهُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْضٰى Semâlarda nice melek vardır ki, Allâh'ın dilediği ve razı olduğu için verdiği izin dışında, onların şefaati hiçbir fayda vermez! |
26 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ لَيُسَمُّونَ الْمَلٰٓئِكَةَ تَسْمِيَةَ الْاُنْثٰى Muhakkak ki sonsuz geleceklerine iman etmeyenler, melekleri elbette dişi olarak tanımlarlar. |
27 |
|
وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ Oysa bu hususta onların bir ilmi (delilleri) yoktur. . . Onlar ancak zanna uyuyorlar! Muhakkak ki zan, gerçeği yansıtmaz! |
28 |
|
فَاَعْرِضْ عَنْ مَنْ تَوَلّٰى عَنْ ذِكْرِنَا وَلَمْ يُرِدْ اِلَّا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ Bizim zikrimize (hatırlattığımız hakikate) sırtını dönen ve dünya hayatının zevklerinden başka bir şey istemeyenden yüz çevir! |
29 |
|
ذٰلِكَ مَبْلَغُهُمْ مِنَ الْعِلْمِۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اهْتَدٰى Bilgilerinin onları ulaştıracağı son nokta işte budur (dünya zevkleriyle yaşayıp vefat etmek, başkasını düşünemezler)! Muhakkak ki Rabbin "HÛ" yolundan sapanı daha iyi bilir! "HÛ" daha iyi bilir hakikate ereni! |
30 |
|
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۙ لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا وَيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا بِالْحُسْنٰىۚ Semâlarda her ne varsa ve arzda her ne varsa Allâh (Esmâ'sının işaret ettiği özelliklerin açığa çıkması) içindir! (Bu) kötü fiilleri açığa çıkaranlara yaptıklarının sonuçlarını yaşatması, güzel davrananları da en güzeli ile cezalandırması içindir! |
31 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَـبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ اِلَّا اللَّمَمَۜ اِنَّ رَبَّكَ وَاسِعُ الْمَغْفِرَةِۜ هُوَ اَعْلَمُ بِكُمْ اِذْ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاِذْ اَنْتُمْ اَجِنَّةٌ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْۚ فَلَا تُزَكُّٓوا اَنْفُسَكُمْۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنِ اتَّقٰى۟ Onlar ki, büyük suçlardan (şirk, iftira, öldürmek vb. gibi) ve fevahişten (zina vb. gibi) uzak dururlar; beşeriyetin sonucu ufak suçlar dışında. . . Muhakkak ki Rabbinin mağfireti geniştir! O varlığınızı Esmâ'sıyla oluşturan olarak sizi daha iyi bilir; arzdan (bedeniniz) sizi inşa ettiğinde ve analarınızın karınlarında ceninler hâlindeyken! O hâlde nefslerinizi (benliğinizi) temize çıkarmaya çalışmayın! O, korunanın kim olduğunu (Esmâ'sıyla yaratanı olarak) bilendir! |
32 |
|
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي تَوَلّٰىۙ Yüz çevirip geri döneni gördün mü? |
33 |
|
وَاَعْطٰى قَل۪يلاً وَاَكْدٰى Az (bir şey) verip, (sonra vermeyi - infakı kesip) sımsıkı tutanı! |
34 |
|
اَعِنْدَهُ عِلْمُ الْغَيْبِ فَهُوَ يَرٰى Gaybın ilmi onun indînde de, o mu görüyor? |
35 |
|
اَمْ لَمْ يُنَبَّأْ بِمَا ف۪ي صُحُفِ مُوسٰىۙ Yoksa Musa'nın sayfalarında olanlar (bilgiler - hükümler) haber verilmedi mi? |
36 |
|
وَاِبْرٰه۪يمَ الَّذ۪ي وَفّٰىۙ O çok vefalı İbrahim (-in sayfalarında olanlar)? |
37 |
|
اَلَّا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۙ Hiçbir günahkâr bir başkasının günahını yüklenmez! |
38 |
|
وَاَنْ لَيْسَ لِلْاِنْسَانِ اِلَّا مَا سَعٰىۙ İnsan için yalnızca çalışmalarının (kendisinden açığa çıkanların) sonucu oluşacaktır! |
39 |
|
وَاَنَّ سَعْيَهُ سَوْفَ يُرٰىۖ Onun çalışmasının sonucu da yakında görülecektir! |
40 |
|
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ Sonra ona tastamam (yaptıklarının) sonuçları yaşatılacaktır! |
41 |
|
وَاَنَّ اِلٰى رَبِّكَ الْمُنْتَهٰىۙ Muhakkak ki gidişin sonu rabbinedir! |
42 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَضْحَكَ وَاَبْكٰىۙ Muhakkak ki "HÛ"dur, güldüren de ağlatan da! |
43 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَمَاتَ وَاَحْيَاۙ Muhakkak ki "HÛ"dur, ölümü tattıran da (ilimle) dirilten (bâ's eden) de! |
44 |
|
وَاَنَّهُ خَلَقَ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْاُنْثٰىۙ Muhakkak ki "HÛ", iki cinsi erkek ve dişi yaratan. . . |
45 |
|
مِنْ نُطْفَةٍ اِذَا تُمْنٰىۖ Sperm olarak atıldığında (Rahime)! |
46 |
|
وَاَنَّ عَلَيْهِ النَّشْاَةَ الْاُخْرٰىۙ Muhakkak ki neş'e-i uhrâ (ikinci yaşam) O'nadır! |
47 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ اَغْنٰى وَاَقْنٰىۙ Muhakkak ki "HÛ"dur, ganî eden de fakir kılan da. |
48 |
|
وَاَنَّهُ هُوَ رَبُّ الشِّعْرٰىۙ Muhakkak ki "HÛ"dur, Rabbüş Şi'ra (Sirius yıldızının Rabbi)! |
49 |
|
وَاَنَّـهُٓ اَهْلَكَ عَاداًۨ الْاُو۫لٰىۙ Muhakkak ki "HÛ"dur, önceki Ad'ı helâk eden. |
50 |
|
وَثَمُودَا۬ فَمَٓا اَبْـقٰىۙ Semud'u da. . . (Öyle ki) geriye (onlardan kimse) bırakmadı! |
51 |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ اَظْلَمَ وَاَطْغٰىۜ Daha önce de Nuh kavmini. . . Muhakkak ki onlar, evet onlar daha zâlim ve nefsanî yaşamda daha beterdiler. |
52 |
|
وَالْمُؤْتَفِكَةَ اَهْوٰىۙ Mü'tefikat'ı (helâk olmuş şehirleri; Sodom ve Gomore'yi) yerin dibine batırdı! |
53 |
|
فَغَشّٰيهَا مَا غَشّٰىۚ Böylece bürüdü onları, bürüdükleriyle (suçlarının karşılığı olarak)! |
54 |
|
فَبِاَيِّ اٰلَٓاءِ رَبِّكَ تَتَمَارٰى Şimdi Rabbinin nimetlerinin hangisinden kuşku duyarsın! |
55 |
|
هٰذَا نَذ۪يرٌ مِنَ النُّذُرِ الْاُو۫لٰى İşte bu da önceki uyarıcılar gibi bir uyarıcıdır! |
56 |
|
اَزِفَتِ الْاٰزِفَةُۚ O yaklaşan (ölüm) yaklaştı! |
57 |
|
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ كَاشِفَةٌ Onu Allâh dûnunda (ölüm sıkıntısını) açacak biri yoktur. |
58 |
|
اَفَمِنْ هٰذَا الْحَد۪يثِ تَعْجَبُونَۙ Şimdi siz bu olayı (ölümle başlayan ölümsüz hayatı) acayip mi buluyorsunuz? |
59 |
|
وَتَضْحَكُونَ وَلَا تَبْكُونَۙ Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz! |
60 |
|
وَاَنْتُمْ سَامِدُونَ Siz keyfinize bakıp oyalanıyorsunuz! |
61 |
|
فَاسْجُدُوا لِلّٰهِ وَاعْبُدُوا Secde edin (Esmâ'sıyla hakikatınız olan) Allâh'a (indîndeki "yok"luğunuzu fark edin) ve kulluğunuza devam edin. (62. âyet secde âyetidir. ) |
62 |