|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ Şahit olsun (muhatabın yüreğine) dalıp (küfrü oradan) şiddetle söküp atan (uyarı ayetleri)! |
1 |
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ Ve (mü'min gönüllere) müjde dolu bir umudu usulca getirip bırakan (rahmet ayetleri)! |
2 |
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ Ve (o umutla hayat denizine) açılıp yüzdükçe yüzen (mü'min)ler! |
3 |
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ Ve (hayır yolunda) birbirleriyle yarışan öncüler! |
4 |
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ Derken, onların peşinden işlerini yoluna koyan artçılar! |
5 |
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ (Bunların her biri şahit olsun ki) o gün şiddetli bir sarsıcı herşeyi saracak; |
6 |
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ daha büyük sarsıntılar birbirini kovalayacak; |
7 |
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ (ve) kalpler çırpılmış (gibi) titreyecek; |
8 |
|
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ onların gözleri yıkılmışlığı, bitmişliği temsil edecek. |
9 |
|
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ (Hala) diyorlar ki: "Ne yani, şimdi biz yeniden eski halimize mi döneceğiz? |
10 |
|
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ Tamamen çürüyüp bir külçe kemik haline gelsek de mi?" |
11 |
|
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ (Ve) ekliyorlar: "O zaman desene bu ikinci bir hüsran olacak!" |
12 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ Sözün özü: o (kalk emri), sert ve kesin bir komuttan ibarettir. |
13 |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ İşte o zaman onlar, faltaşı gibi açılmış gözlerle mahşer meydanında beliriverecek. |
14 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ Musa'nın olayından haberin var mı? |
15 |
|
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ Hani Rabbi, iki kat kutsal kılınmış bir vadide ona şöyle seslenmişti: |
16 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ "Firavuna git, çünkü o haddini aştı; |
17 |
|
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ ve ona de ki: "Arınmaya var mısın? |
18 |
|
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ İmdi (cevabın evetse), ben seni Rabbine doğru yönelteceğim ve sen de kendine çekidüzen vereceksin!" |
19 |
|
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ Nihayet ona o büyük mucizevi belgeyi gösterdi; |
20 |
|
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ fakat o yalanladı ve sert çıktı; |
21 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ sonra hışımla orayı terk etti; |
22 |
|
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ derken (adamlarını) topladı ve bağırıp çağırdı; |
23 |
|
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ üstelik (bir de) "Ben sizin en büyük rabbinizim!" dedi. |
24 |
|
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ Sonunda Allah, onu ahiret ve dünya azabıyla (aleme) ibret olsun diye yakaladı. |
25 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟ Şüphesiz bunda Allah'a karşı içten bir saygı duyanlar için sayısız ibret vardır. |
26 |
|
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ Yaratılış açısından siz mi daha sağlamsınız, yoksa gök kubbe mi? Göğü O inşa etti; |
27 |
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ onu (içinde gök cisimleri) yüzecek şekilde O yükseltti ve dengeli bir iç düzene kavuşturdu; |
28 |
|
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ onun gecesini adım adım O kararttı, aydınlığını kıvamında O çıkardı. |
29 |
|
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ Ve onun ardından yeryüzünü yuvarlatarak bir düzene koydu; |
30 |
|
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ orada suyunu ve bitki örtüsünü O çıkarttı; |
31 |
|
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ ve dağları sağlamca O yerleştirdi; |
32 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ siz ve hayvanlarınız için geçim aracı olsun diye. |
33 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ O muazzam olay gerçekleştiği zaman; |
34 |
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ (evet) işte o gün, insan neyin peşinden koştuğunu hatırlayacak; |
35 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى zira gözleri faltaşı gibi açacak olan ateş, görme yeteneğine sahip herkesin gözüne sokulacak. |
36 |
|
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ Ne var ki, işin sonunda haddini bilmeyen |
37 |
|
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ ve dünya hayatını tercih edenler var ya: |
38 |
|
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ işte onların varacağı yer gözleri faltaşı gibi açacak olan ateştir. |
39 |
|
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ Ama Rabbinin yüce makamından korkan ve kendini nefsine (kulluktan) alıkoyan kimseler var ya: |
40 |
|
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ işte onların varacağı yer de Cennet'dir. |
41 |
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ (Ey Peygamber!) Sana "Kıyamet ne zaman kopacak?" diye soruyorlar. |
42 |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ Sen nerde onun vaktini bilmek nerde! |
43 |
|
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ Onun nihai ilmi Rabbine malum. |
44 |
|
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ Sen sadece onun azametinden korkanlara hatırlatıcısın. |
45 |
|
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا (Kafirler) bu hakikati bizzat gördükleri gün, onlara sanki (bu dünyada) bir akşam veya bir kuşluktan fazla kalmamışlar gibi gelecek. |
46 |