|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ And olsun o tutup boğarcasına çekip alanlara, |
1 |
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ O hafif dokunup usulca alanlara. |
2 |
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ Yüzdükçe yüzenlere, |
3 |
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ Yarıştıkça yarışanlara, |
4 |
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ İşi yönetip yönlendirenlere.. |
5 |
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ O gün (yeri) sarsan sarsacak. |
6 |
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ Ardı sıra bir diğeri izleyecek. |
7 |
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ Kalbler o gün (titreyip) yerinden oynayacak. |
8 |
|
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ Gözleri saygı ile yere bakıp kalacak. |
9 |
|
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ (10-11) (İnkarcı sapıklar) derler ki: «Biz çürüyüp ufalanmış kemikler hâline geldiğimizde acaba eski durumumuza döndürülecek miyiz?!» |
10 |
|
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ (10-11) (İnkarcı sapıklar) derler ki: «Biz çürüyüp ufalanmış kemikler hâline geldiğimizde acaba eski durumumuza döndürülecek miyiz?!» |
11 |
|
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ «O takdirde bu zararlı bir dönüştür..» derler. |
12 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ (Ama onların dirilip eski hallerine gelmesi için yetecek) bir tek haykırış!. |
13 |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ Bir de bakarsın (hepsi) uyanık olarak toprağın üstündeler. |
14 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ Musa'nın hâdisesi (başından geçen kıssası) sana geldi değil mi ? |
15 |
|
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ Hani Rabbi ona mukaddes vadi Tûvâ'da (şöyle) seslenmişti: |
16 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ Fir'avn'a git, doğrusu o iyice azmıştır. |
17 |
|
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ Ona de ki: «Arınmak ister misin ? |
18 |
|
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ Sana, Rabbına giden doğru yolu göstereyim de derin bir saygıyla korkup eğilesin.» |
19 |
|
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ Bunun üzerine Musa, ona o büyük mu'cizeyi gösterdi. |
20 |
|
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ Fir'avn (onu) yalanladı ve baş kaldırdı. |
21 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ Sonra da arkasını çevirip acele gitti. |
22 |
|
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ (Halkı) biraraya toplayıp seslendi : |
23 |
|
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ «Ben sizin en yüce tanrınızım !» dedi. |
24 |
|
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ Bu yüzden Allah onu (öğüt ve ibret alınacak şekilde) Dünya ve Âhiret azâbıyla yakalayıverdi. |
25 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟ Şüphesiz ki bu hâdisede, Allah'tan saygı ile korkanlara ibret ve öğüt vardır. |
26 |
|
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ Sizi yaratmak mı daha zordur yoksa göğü yaratmak mı ? (Allah) onu inşâ edip var kılmıştır. (Hâlâ görmüyor musunuz?!) |
27 |
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ Tavanını yükseltti de ona (en uygun) düzen ve dengeyi sağladı. |
28 |
|
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ Gecesini karanlık yaptı, kuşluğunu (aydınlık olarak) çıkardı. |
29 |
|
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ Arkasından da yeryüzünü döşeyip hazırladı. |
30 |
|
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ Ondan da suyunu ve otlağını (çeşit çeşit ağaç ve bitkilerini) çıkardı. |
31 |
|
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ Dağları dikip sağlamlaştırdı. |
32 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ (Bütün bunları) size ve davarlarınıza yararlı geçimlik kılmıştır. |
33 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ O güç getirilemiyecek büyük (Kıyamet) felâketi geldiği zaman ; |
34 |
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ O gün insan ne için çalışıp çabaladığını hatırlayıp anlar. |
35 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى Cehennem de ortaya çıkıp görebilene görünür. |
36 |
|
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ (37-38-39) Artık kim azıp dünya hayatını seçerek tercîh etmişse, şüphesiz Cehennem onun varacağı yerdir. |
37 |
|
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ (37-38-39) Artık kim azıp dünya hayatını seçerek tercîh etmişse, şüphesiz Cehennem onun varacağı yerdir. |
38 |
|
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ (37-38-39) Artık kim azıp dünya hayatını seçerek tercîh etmişse, şüphesiz Cehennem onun varacağı yerdir. |
39 |
|
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ (40-41) Kim de Rabbının (yüce) makamından korkmuş da nefsini havaî şeylerden alıkoymuşsa, şüphesiz ki Cennet onun varacağı yerdir. |
40 |
|
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ (40-41) Kim de Rabbının (yüce) makamından korkmuş da nefsini havaî şeylerden alıkoymuşsa, şüphesiz ki Cennet onun varacağı yerdir. |
41 |
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ Senden Kıyâmet'in kopuş saatinin ne vakit ortaya çıkacağını soruyorlar. |
42 |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ Sende ona ait bilgi nerede ki anlatasın ?! |
43 |
|
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ Onun kopuş ânının bilgisi Rabbına dayanıp noktalanır. |
44 |
|
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ Sen ancak (Allah'tan) saygı ile korkup eğilenleri uyaransın. |
45 |
|
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا Kıyâmet'i gördükleri gün sanki (Dünya'da) ancak bir akşam veya kuşluk vakti kadar kalmış gibidirler. (Dünya'nın ömrünün uzunluğuna, Âhiretin sonsulzuğuna nisbetle insanoğlunun ömrünün ne kadar kısa olduğuna işaret ediliyor.) |
46 |