|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
وَالنَّازِعَاتِ غَرْقاًۙ Yemin olsun, (Allah’ın emirlerini alıp) uçup giden ve (onları yerine getirmeye) dalan (melek)lere, |
1 |
|
وَالنَّاشِطَاتِ نَشْطاًۙ (Aldıkları emirle) sevinç ve şevk içinde hareket edenlere, |
2 |
|
وَالسَّابِحَاتِ سَبْحاًۙ (İlâhî emirleri yerine getirmek için feza okyanusunda) yüzercesine hareket edenlere, |
3 |
|
فَالسَّابِقَاتِ سَبْقاًۙ Böylece birbiriyle âdeta yarışan, |
4 |
|
فَالْمُدَبِّرَاتِ اَمْراًۢ Ve, (kâinatın idaresi adına üzerlerine düşen) işleri yerine getirenlere: |
5 |
|
يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ Ki, (Kıyamet mutlaka gelecek ve) o gün (Sûr’un) dehşetli çığlığı (dünyayı) titretip yıkacak; |
6 |
|
تَتْبَعُهَا الرَّادِفَةُۜ Onu takip edecek ikinci bir çığlık. |
7 |
|
قُلُوبٌ يَوْمَئِذٍ وَاجِفَةٌۙ Kalbler var, o gün güp güp atacak; |
8 |
|
اَبْصَارُهَا خَاشِعَةٌۢ Gözleri korkuyla eğilecek (o kalb sahiplerinin). |
9 |
|
يَقُولُونَ ءَاِنَّا لَمَرْدُودُونَ فِي الْحَافِرَةِۜ Buna rağmen, (bunları yaşayacak olan inkârcılar alaylı alaylı) derler: “Ne, yani biz eski halimize iade mi edileceğiz, |
10 |
|
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً نَخِرَةًۜ “Hem de çürüyüp, ufalanmış kemikler haline geldikten sonra?” |
11 |
|
قَالُوا تِلْكَ اِذاً كَرَّةٌ خَاسِرَةٌۢ Sonra da ilâve ederler: “Desenize, bizim için pek zararlı bir dönüş bu!” |
12 |
|
فَاِنَّمَا هِيَ زَجْرَةٌ وَاحِدَةٌۙ Ama, olacak olan olacaktır, hem de tek bir sayha ile! |
13 |
|
فَاِذَا هُمْ بِالسَّاهِرَةِۜ Bir de ne görsünler, o dümdüz (Mahşer) yerinde toplanıvermişler. |
14 |
|
هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ Musa’nın yaşadıklarının bilgisi sana ulaşmış mıydı? |
15 |
|
اِذْ نَادٰيهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًىۚ Hani Rabbisi ona mukaddes Tuvâ Vâdisi’nde şöyle seslenmişti: |
16 |
|
اِذْهَبْ اِلٰى فِرْعَوْنَ اِنَّهُ طَغٰىۘ “Firavun’a git, çünkü o iyice azgınlaştı. |
17 |
|
فَقُلْ هَلْ لَكَ اِلٰٓى اَنْ تَزَكّٰىۙ “Ona de ki: ‘Arınmaya, temizlenmeye niyetin var mı? |
18 |
|
وَاَهْدِيَكَ اِلٰى رَبِّكَ فَتَخْشٰىۚ ‘Gel, seni Rabbinin yoluna yönelteyim de, saygıyla O’na teslim olasın!’” |
19 |
|
فَاَرٰيهُ الْاٰيَةَ الْـكُبْرٰىۘ (Musa Firavun’a vardı ve) ona en büyük mucizesini gösterdi. |
20 |
|
فَـكَذَّبَ وَعَصٰىۘ Fakat Firavun O’nu yalanladı ve O’na cephe aldı. |
21 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ يَسْعٰىۘ Bununla da yetinmedi, O’nunla mücadeleye girişti. |
22 |
|
فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ (Adamlarını ve ordularını) topladı ve ilânatta bulundu. |
23 |
|
فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ “Ben”, dedi, “sizin en büyük rabbinizim!” |
24 |
|
فَاَخَذَهُ اللّٰهُ نَكَالَ الْاٰخِرَةِ وَالْاُو۫لٰىۜ Nihayet Allah onu kıskıvrak yakalayıp, Âhiret ve öncesinde dünya azabıyla herkese örnek olacak şekilde cezalandırdı. |
25 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَعِبْرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۜ۟ Hiç kuşkusuz bunda, Allah karşısında kalbi yumuşamaya açık herkes için bir ders vardır. |
26 |
|
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقاً اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ (Ey insanlar,) sizi yaratmak mı, yoksa göğü yaratmak mı daha çetin bir iş? Allah, o göğü bina etti. |
27 |
|
رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ Onu bir kubbe halinde yükseltip tam ve kusursuz bir düzene koydu. |
28 |
|
وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ Ve derece derece karanlığını giderip, ışığını ortaya çıkardı. |
29 |
|
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ Bunun ardından yeri (iskâna hazır hale getirmek için) yumurta biçiminde yaydı. |
30 |
|
اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ Ondan sularını ve otlaklarını çıkardı. |
31 |
|
وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ Ve dağları da sapasağlam oturtup, yerleştirdi. |
32 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ Sizin ve hayvanlarınızın hayatı için. |
33 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الطَّٓامَّةُ الْكُبْرٰىۘ Ve nihayet o kaçınılmaz ve her şeyi bastıran felâket geldiği zaman; |
34 |
|
يَوْمَ يَتَذَكَّرُ الْاِنْسَانُ مَا سَعٰىۙ O gün insan, dünyada ne için çalışıp çabaladığını anlar; |
35 |
|
وَبُرِّزَتِ الْجَح۪يمُ لِمَنْ يَرٰى Ve o Kızgın Alevli Ateş, herkesin görebileceği şekilde ortaya çıkarılır. |
36 |
|
فَاَمَّا مَنْ طَغٰىۙ Artık, kim hiçbir sınır tanımadan azgınlaşmış idiyse, |
37 |
|
وَاٰثَرَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۙ Ve dünya hayatını tercih ettiyse, |
38 |
|
فَاِنَّ الْجَح۪يمَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ İşte o Kızgın Alevli Ateş, odur onun için nihaî barınak. |
39 |
|
وَاَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّه۪ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوٰىۙ Ama kim de Rabbisinin kendisini gördüğü ve bir gün O’nun huzuruna çıkacağı gerçeğinin endişesiyle yaşamış ve nefsini baş aşağı heveslere dalmaktan men etmişse, |
40 |
|
فَاِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوٰىۜ Muhakkak ki Cennet’tir onun için son barınak. |
41 |
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ Şimdi sana Kıyamet’i soruyorlar, “Ne zaman gelip demir atacak?” diye; |
42 |
|
ف۪يمَ اَنْتَ مِنْ ذِكْرٰيهَاۜ Ama sen onu nereden bilebilir, vaktini nasıl söyleyebilirsin ki!? |
43 |
|
اِلٰى رَبِّكَ مُنْتَهٰيهَاۜ Onun nihaî bilgisi varıp Rabbine dayanır, (bütün detaylarıyla onu ancak Rabbin bilir). |
44 |
|
اِنَّمَٓا اَنْتَ مُنْذِرُ مَنْ يَخْشٰيهَاۜ Sen ise, kimin kalbi ondan ürperiyorsa, ancak onun için bir uyarıcısın. |
45 |
|
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَهَا لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا عَشِيَّةً اَوْ ضُحٰيهَا Onunla karşılaştıkları gün öyle gelir ki onlara, sanki bir akşam veya bir sabah vakti kalmışlar dünyada. |
46 |