|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ Allah’ın (küfredenleri vuracak felâket ve Kıyamet’le ilgili) hükmü verilmiştir ve mutlaka gelecektir; şu halde (ey inançsızlar, Rasûlüllah’a “Kendisiyle bizi tehdit ettiğin azabı haydi getir!” diyerek inkârınızı ortaya koymanıza ve) o hükmün icrasını hemen istemenize hiç gerek yok. Allah, (yalan söyleme, sözünde durmama ve verdiği hükmün yerine gelmemesi gibi her türlü noksanlıktan) münezzehtir ve hangi şekilde olursa olsun müşriklerin O’na ortak koşmasından nihayet derecede yücedir, aşkındır. |
1 |
|
يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ O, melekleri (bütünüyle pak ve manevî) emirleri âleminden hayat kaynağı vahiy ile kullarından her kimi dilerse ona indirir ve şöyle emreder: “Allah, ‘Ben’den başka hiçbir ilâh yoktur, şu halde Bana karşı gelmekten, dolayısıyla azabımdan sakının!’ buyuruyor.” diyerek insanları ikaz edin.” |
2 |
|
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ O, gökleri ve yeri boş yere değil, hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yaratmıştır. Hangi şekilde olursa olsun, müşriklerin O’na ortak koşmasından nihayet derecede yücedir, aşkındır. |
3 |
|
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ İnsanı da (baba ve anneden gelen) birkaç damla sıvıdan yarattı; ama insan, (Yaratıcısı ve O’nunla alâkalı gerçekler karşısında) yaman bir hasım ve tartışmacı kesiliverdi. |
4 |
|
وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ Eti yenen büyük ve küçükbaş evcil hayvanları da yarattı. Sizin için onlarda sizi soğuktan koruyan (deri, yün, kıl gibi) maddeler ve daha başka pek çok faydalar vardır. Onların etlerini ve ürettikleri yiyecekleri de yersiniz. |
5 |
|
وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ Onları akşamleyin ağıllarına getirir ve sabahleyin otlağa sürerken bambaşka bir zevk alırsınız. |
6 |
|
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ Yüklerinizi öyle uzak ve varılması zor diyarlara taşırlar ki, onlar olmasa çok büyük zahmet ve meşakkat çekmeden oralara ulaşamazdınız. Gerçekten Rabbiniz, pek şefkatlidir; (bilhassa zayıf ve çaresizlere karşı) hususî rahmeti pek boldur. |
7 |
|
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ Hem binmeniz, hem de bir ziynet, hayatınıza hoş bir katkı olsun diye atları, katırları ve merkepleri de yarattı. O, sizin bilmediğiniz daha neler neler yaratmaktadır ve daha da yaratacaktır. |
8 |
|
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ Yolun doğrusunu bildirmek, (sizi yaratan, koruyan ve yaşatan Rabbiniz olarak) Allah’a aittir; yolun eğrisi olduğu gibi, eğri yollarda gidenler de pek çoktur. Eğer Allah dilese (ve kendilerine seçim hürriyeti vermeyip insanları tek bir yolda gitmeğe zorlasaydı), sizin hepinizi yolun doğru olanına iletirdi. |
9 |
|
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ O’dur ki, sizin için gökten bir tür su indirir: içme suyunuz ondan meydana geldiği gibi, hayvanlarınıza yedirdiğiniz ot ve ağaçlar da onunla yetişir. |
10 |
|
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Allah, o su ile sizin için ekinler, zeytinlikler, hurmalıklar, üzüm bağları ve çeşit çeşit meyveler bitirir. Elbette bütün bunlarda ciddî ve sistemli düşünen bir topluluk için çok önemli bir işaret, bir ders vardır. |
11 |
|
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ Sonra geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı hizmetinize verdi; bütün yıldızlar, O’nun mutlak emri altındadır. Hiç şüphesiz bunda düşünüp akleden bir topluluk için apaçık işaretler ve nice dersler söz konusudur. |
12 |
|
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ Yeryüzünde sizin için her türde ve her renkte daha nice nice hayvanlar ve bitkiler yaratmıştır O. Kuşkusuz bunda da düşünüp ders alan bir topluluk için ne kadar mühim bir işaret, bir ders vardır. |
13 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ Yine O’dur ki, denizi hükmü altında belli bir sisteme koymuştur; böylece ondan taptaze et yer ve takı için ziynet eşyası çıkarırsınız. Denizde gemilerin suları yara yara akıp gittiklerini de görürsün; görürsün ki, O’nun pek bol olan lütf u ihsanından nasibinizi arayasınız ve (nimetleri karşısında O’na) sürekli şükredesiniz. |
14 |
|
وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَاراً وَسُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ Hem, hareketiyle sizi sarsmasın diye yeryüzüne sağlam kazıklar (dağlar) çaktı; nehirler ve yollar da var etti ki, orada şaşırmadan seyahat edip, hedefinize ulaşabilesiniz. |
15 |
|
وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ Ve yol bulmada yararlanacağınız daha bir çok işaretler koydu; pek çokları da yıldızlarla yollarını bulur, yönlerini tayin ederler. |
16 |
|
اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ O halde, şöyle bir düşünün: Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Az da olsa düşünüp ders ve öğüt almayacak mısınız? |
17 |
|
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ Sonra, Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, mümkün değil, onları toplu halde bile sayamazsınız. Hiç kuşkusuz Allah, (hata ve günahları) çok bağışlayandır; (günahlarına rağmen, kullarına) hususî rahmeti pek bol olandır. |
18 |
|
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ Allah, neleri gizleyip neleri açığa vurduğunuzu da bilir. |
19 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ O müşriklerin Allah’tan başka yönelip yalvardıkları, dua ve ibadet ettikleri (canlıcansız, insanmelekcin ve put her ne varsa), herhangi bir şey yaratmak şöyle dursun, bizzat kendileri yaratılmaktadır. |
20 |
|
اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟ Ölüdür onlar, diri değillerdir (ve dolayısıyla kendilerine hayat verecek birine muhtaçtırlar). Ne zaman diriltileceklerini de bilmezler. |
21 |
|
اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ Oysa ilâhınız, tek bir ilâhtır; fakat Âhiret’e inanmayanlar –işte onların kalbleri, (bu en büyük gerçeği ve ona dayanan daha pek çok gerçekleri) inkâra da şartlanmıştır. Onlar, boş bir büyüklenme içindedirler. |
22 |
|
لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ Şüphe yok ki Allah, onların neleri gizleyip neleri açığa vurduklarını bilmektedir. Şurası bir gerçek ki O, büyüklük taslayıp, iman etmeyi kibirlerine yediremeyenleri sevmez. |
23 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ Onlara, “Rabbiniz ne indiriyor?” dendiğinde, “Öncekilerin masalları, hurafeleri!” diye karşılık verirler. |
24 |
|
لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟ Sonuçta da, Kıyamet Günü kendi günah yüklerini tastamam yüklenecekleri gibi, hiçbir kesin bilgiye dayanmadan saptırdıkları kimselerin günah yüklerinden bir kısmını da taşıyacaklardır. Gerçekten, sırtlarına ne kötü bir yük alıyorlar! |
25 |
|
قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ Onlardan önce gelip geçen (ve onlar gibi inkâr, zulüm ve kibirde ısrar eden)ler de, (kendilerine gönderilen peygamberlere ve getirdikleri İlâhî Mesaj’a karşı) tuzak kurmaya yeltenmişlerdi. Fakat Allah, tuzaklarını ve şehirlerini dolduran binalarını ta temellerinden yıktı da, üstlerindeki bütün tavanlar tepelerine çöktü. Bu azap, onlara hiç farkedemedikleri bir yerden gelmişti. |
26 |
|
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ Sonra, elbette Kıyamet Günü gelecek ve o gün Allah onları rüsvay edecektir. Şöyle diyecektir (onlara): “Nerede kendileri uğrunda mü’minlere düşman kesildiğiniz ortaklarım(!)?” Kendilerine ilim nasip edilenler ise (o gün), “Her türlü rüsvaylık bugün kâfirlerin başınadır!” derler. |
27 |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Melekler, böylesi kâfirlerin canlarını onlar (küfür ve günaha bulaşmış halde) bizzat kendilerine zulüm içindeyken alırlar. Onlar, azabı görünce teslim bayrağını çeker ve mazeret bulma gayreti içinde, “Biz, herhangi bir kötülük yapma niyeti taşımıyorduk!” derler. “Hayır, hayır! Allah, neyi ne maksatla yaptığınızı elbette çok iyi bilmektedir. |
28 |
|
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ “Şimdi, Cehennem’de sonsuzca kalmak üzere girin bakalım kapılarından içeri! Ne de kötüdür gurur ve kibir heykellerinin yeri!” |
29 |
|
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْراًۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ “Rabbiniz ne indiriyor?” diye, Allah’a karşı gelmekten, dolayısıyla O’nun azabından sakınanlara sorulduğunda ise onlar, “Sadece hayır indiriyor.” derler. Bu dünyada Allah’ın kendilerini gördüğünün şuuru içinde iyilik düşüncesiyle yaşayan ve sürekli güzel davranışlarda bulunanlar için, (niteliğini insanların burada kavraması mümkün olmayan sürpriz) mükâfat ve güzellikler vardır. Âhiret yurdu, elbette ve bütünüyle hayırlıdır. Ne hoştur takva sahiplerinin yurdu! |
30 |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ Sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetleri; oraya girerler, ırmaklar akar (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından; her ne dilerlerse vardır orada. Allah, takva sahiplerini işte böyle mükâfatlandırır. |
31 |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Melekler, onların canlarını onlar (küfür, şirk, zulüm) kirlerinden arınık halde iken alırlar.. “Size selâm olsun!” derler: “Sürekli meşgul bulunduğunuz güzel işlerden dolayı girin Cennet’e!” |
32 |
|
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ (O müşrik kâfirler, canlarını almak veya başlarında bir felâketin patlaması için) illâ ki kendilerine meleklerin gelmesini veya Allah’ ın azap emrinin gelip çatmasını mı bekliyorlar? Kendilerinden önceki (kâfirler de) böyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmemişti, fakat onlar, (şirk, küfür ve günahlarda diretmekle) bizzat kendilerine zulmediyorlardı. |
33 |
|
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ Sonunda, işledikleri kötülükler başlarında patladı ve sürekli alayla karşıladıkları gerçekler onları çepeçevre kuşatıverdi. |
34 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ Şirk koşanlar, bir de “Eğer Allah öyle dilemiş olsaydı, biz de, atalarımız da Allah’tan başka hiçbir şeye ibadet etmez, O’nun emri olmadan hiçbir şeyi haram kılmazdık!” diyorlar. Onlardan önceki (müşrik)ler de böyle davranmıştı. Yoksa rasûllere düşen, (Allah’ın kendilerine tevdî buyurduğu Mesaj’ı) hiçbir kapalılık bırakmadan tebliğ etmekten başka bir şey midir? |
35 |
|
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ Doğrusu her millet içinde, “Allah’a ibadet edin ve sahte ilâhlardan, Allah’a isyanla başka yollar, başka dinler icat ederek insanları bunlara itaate zorlayan bâtıl güçlerden (tağut) uzak durun!” diye bir rasûl görevlendirdik. Neticede, her milletten bir kısmına Allah hidayet nasip buyurdu ve bir kısmı hakkında da (müstahak oldukları için) sapkınlık kesinleşti. Yeryüzünde şöyle bir dolaşın da, (rasûlleri ve Allah’ın onlarla gönderdiği Mesajını) yalanlayanların sonu nasıl oldu görün! |
36 |
|
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ (Ey Rasûlüm!) Onların hidayete ermeleri için ne kadar hırs gösterip gayret ortaya koyarsan koy, şurası bir gerçek ki Allah, hakkında sapkınlık hükmü verdiği kimseyi hidayete erdirmez ve böyleleri için (onları Allah’a karşı koruyabilecek) hiçbir yardımcı da yoktur. |
37 |
|
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ “Allah, ölen kimseyi diriltmez!” diye var güçleriyle yemin ediyorlar. Hayır, diriltecek! Ölüleri diriltmek, Allah’ın mutlak bir gerçek olarak yerine getirmeyi taahhüt buyurduğu bir va’ddir. Ne var ki insanların çoğu, (Allah’ı gerektiği gibi tanıyacak ilimden mahrum bulundukları için, bu ve benzeri gerçekleri) bilmezler. |
38 |
|
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ Diriltecek ki, üzerinde ihtilâf ettikleri iman esaslarını onlara bütün açıklığıyla göstersin ve küfürde kökleşmiş olanlar, (Allah’ın dinini reddetmek ve başka inançlara dalmakla) gerçekte birer yalancı olduklarını bilsinler. |
39 |
|
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ (Başka her şey gibi, ölüleri diriltmek de Bizim için çok kolaydır.) Bir şeyin olmasını dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “Ol!” demektir, o da hemen oluverir (olma yoluna giriverir). |
40 |
|
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ (Bulundukları yerde inançlarından dolayı) zulme maruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri elbette dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Âhiret’te verilecek mükâfat ise şüphesiz daha büyüktür. Ah, (insanlar) bunu bir bilselerdi! |
41 |
|
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ O muhacirler, (inançlarından dolayı başlarına gelenlere) sabretmişlerdir ve ancak Rabbilerine dayanıp güvenmektedirler. |
42 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ (Ey Rasûlüm! O müşriklerin senin peygamberliğine bir insan olduğun için karşı çıkmaları manâsız ve temelsizdir.) Biz, senden önce de kendilerine vahiyde bulunduğumuz peygamberleri ancak birer erkek olarak gönderdik. (Ey müşrikler ve daha başkaları,) eğer bu konuda bilginiz yoksa, (Ehli Kitap âlimleri başta olmak üzere) ilim ehline, (bilhassa vahye dayalı bilgiye sahip olanlara) sorun. |
43 |
|
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ Apaçık mucizeler, daha başka deliller ve kitaplarla gönderdik o peygamberleri. (Ey rasûlüm,) sana da bu Zikr’i (Kur’ân’ı) indirdik ki, (senin vasıtanla o Kur’ân’da) kendilerine indirilmekte olan (gerçekleri, kaide ve hükümleri, va’d ve tehditleri) insanlara apaçık anlatasın. Umulur ki, ciddî ve sistemli olarak düşünürler. |
44 |
|
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ Yoksa (Allah’ın dininin tebliğini önlemek için) türlü türlü şer planları yapanlar, Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmesinden veya kendilerini yok edecek felâketin hiç farkına varmayacakları bir yerden başlarına gelivermesinden emin mi oldular? |
45 |
|
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ Yahut, çalımlı çalımlı dolaşırlarken Allah’ın kendilerini kıskıvrak yakalayıvermesinden? –Allah’ın bunları yapmasına asla mani olabilecek değillerdir. |
46 |
|
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ Yahut da, (belki ders alıp kendilerine gelir ve yollarını düzeltirler diye) güçlerinden, mallarından eksilterek ve içlerine korku salarak kendilerini yakalamasından? Çünkü Rabbiniz gerçekten (kullarına) çok acıyandır, onlara karşı hususî merhameti pek bol olandır. |
47 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ Hiç bakıp görmüyorlar mı ki, Allah’ ın yarattığı her bir şeyin gölgesi, sadece Allah’ın emrine boyun eğerek sağdan ve soldan sürünüp, Allah’a secde halinde dönmektedir? |
48 |
|
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ Göklerde ve yerde ne varsa, ister canlı maddî bir varlık, isterse melâike olsun, hepsi Allah’a secde eder ve asla büyüklenip kibirlenmezler. |
49 |
|
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ Üzerlerinde mutlak hakim bulunan Rabbilerinden korkar ve kendilerine ne emredilirse onu yerine getirirler. |
50 |
|
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ Allah şöyle buyurdu: “Bir Olan’dan başka iki veya daha fazla ilâh edinmeyin. Bilin ki O, ancak tek bir ilâhtır. O halde, (size ancak zillet getirecek korkulardan kurtulun ve) yalnızca Ben’den korkun.” |
51 |
|
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi O’nundur ve mutlak itaat ancak O’na ait olup, bütün kâinat ancak O’na itaatle kaimdir. Öyleyken, Allah’tan başkasından çekinip, O’ndan başkasının korumasını mı arayacaksınız? |
52 |
|
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ Hem nimet adına sizde ne varsa ve size ne geliyorsa hepsi Allah’tandır. Kaldı ki, size bir sıkıntı dokunduğunda da ancak O’na yalvarırsınız. |
53 |
|
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ Ama O sıkıntınızı giderince de, tutar içinizden bir kısmı (kendilerini yaratan, besleyip büyüten, hayatta tutan, nimetlerle donatan ve sıkıntılarını gideren) Rabbilerine ortak koşmaya kalkışır, (O’nun İlâhlık, Rablık ve hakimiyetini taksim ederler). |
54 |
|
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ Böyle yapar ve kendilerine verdiğimiz onca nimetler karşısında nankörlükte bulunurlar. (Siz ey nankör müşrikler,) verdiğimiz nimetlerden istifade ile hayattan kâm almaya devam edin bakalım; elbet bir zaman gelecek ve (bütün bunların ne manâya geldiğini) bileceksiniz. |
55 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ Bir de, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gerçek yüzleri ve mahiyetleri itibariyle kendilerinin de bilmediği şeylere pay ayırıyorlar. Allah hakkı için, yapageldiğiniz bütün bu iftiraların hesabı mutlaka sorulacaktır. |
56 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ Ayrıca, Allah’a kızlar isnat ediyor –mutlak münezzehtir O çocuklar sahibi olmaktan– ve pek sevdikleri (erkek) çocukları ise kendilerine yakıştırıyorlar. |
57 |
|
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ Yaptıklarına bakın ki, onlardan birine bir kız çocuğunun dünyaya geldiği müjdelenince de öfke ve üzüntüsünden yüzü mosmor kesilir ve yutkunur durur. |
58 |
|
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ Kendisine verilen haberin (güya) kötülüğü sebebiyle halktan gizlenmeye çalışır: Şimdi ne yapsın: zillet ve horluğuna katlanarak o bîçareyi tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün. (Böyle kızerkek ayrımı yapmak ve Allah’a çocuk isnat etmekle) ne kötü hükmediyorlar! |
59 |
|
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ Âhiret’e inanmayanlar, ancak böyle kötülükte örnek sıfatlarla anılır ve anlatılır; en yüce sıfatlar ise Allah’a aittir ve O, ancak böyle sıfatlarla anılır ve anlatılır. O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunan)dır. |
60 |
|
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ Eğer Allah, (şirkten daha başka hatalarına kadar) zulümleri sebebiyle insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hareket eden tek bir canlı bırakmazdı; fakat O, onları takdir buyurduğu bir vadeye kadar bekletmektedir. Vadeleri gelince, onu ne bir an geciktirebilirler, ne de bir an öne alabilirler. |
61 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ Hoşlanmayıp kendilerine yakışır görmedikleri şeyleri Allah’a yakıştırıyorlar; dilleri de durmadan, en güzel âkıbetin kendilerini beklediği yalanını uyduruyor. Oysa hiç şüphe yok ki, onları bekleyen sadece Ateş’tir, hem de oraya sürüklenenlerin en önünde olacaklardır. |
62 |
|
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Allah’a andolsun ki (ey Rasûlüm), senden önce pek çok müşrik topluma da (kendilerini irşad için) rasûller gönderdik; fakat şeytan, onlara bâtıl amellerini süslüpüslü gösterdi (de, rasûlleri yalanladılar). (Senin rasûl bulunduğun ve Kur’ân’ın indirildiği) bugün de şeytan yine müşriklere yakındır ve onlar, onu yine dost edinip peşisıra gitmektedirler. (Öncekiler için olduğu gibi) onlar için de çok acı bir azap vardır. |
63 |
|
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Sana Kitabı (Kur’ân) ancak, farklı farklı yollar tuttukları (inanç ve davranış) konularında müşriklere gerçeği bütün açıklığıyla anlatasın diye, bir de inanmaya açık ve imanda derinleşecek bir topluluk için dupduru bir hidayet kaynağı ve rahmet olarak indiriyoruz. |
64 |
|
وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟ Allah, gök tarafından bir tür su indirir ve ölümünden sonra yeryüzüne onunla yeniden hayat verir. Elbette bunda (kâinatın sesine ve vahye) kulak verecek bir topluluk için bir işaret, bir delil vardır. |
65 |
|
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ Sizin için, (süt veren) ehlî büyük ve küçükbaş hayvanlarda da bambaşka bir ibret, bir ders vardır. Size onların vücutlarının içinde, bağırsaklarındaki yarı sindirilmiş fışkı ile kan arasından halis süt şeklinde içecek ikram ediyoruz ki, içenlerin boğazından kolayca ve afiyetle geçer. |
66 |
|
وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ (Size) hurma ağacının meyvelerinden ve üzümlerden de (içecek ikram ediyoruz). Onlardan hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel ve temiz gıda elde edersiniz. Hiç şüphesiz bunda da düşünüp akleden bir topluluk için açık bir işaret, bir delil vardır. |
67 |
|
وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ Rabbin, bal arısına da şöyle vahyetti: “Dağlardan kendine göz göz ev edin, ağaçlardan ve insanların kurup yükselttikleri çardak ve benzeri şeylerden de. |
68 |
|
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Sonra da her türlü ‘meyve’den ye; ye de, (çiçeklerin meyveler için döl yatağı vazifesi gördüğü kısımlarından) aldığın gıdaların ağırlığı altında, Rabbinin senin için kolaylaştırdığı dönüş yollarını takip et.” Arının karnından farklı renkleri bulunan bir şerbet çıkar ki o, insanlar için bir tür şifa kaynağıdır. Kuşkusuz bunda da ciddî ve sistemli düşünebilen bir topluluk için açık bir işaret, bir delil vardır. |
69 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟ Allah, sizi yarattı ve (bir süre yaşattıktan) sonra (farklı yaşlarda) sizi vefat ettirir. İçinizde ömrün en fena devrine bırakılan vardır –ki böyle biri, daha önce kendine göre bazı şeyler öğrenmiş olsa da, artık hiçbir şey bilmez hale gelir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her şeye hakkıyla güç yetirendir. |
70 |
|
وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ Allah, rızık konusunda kiminizi kiminize üstün kıldı. Kendilerine daha fazla rızık verilenler, (herkesin rızkını veren Biz olmamıza rağmen,) sahip oldukları rızıktan elleri altında bulunan kölelere kendileriyle aynı seviyede olacakları ölçüde vermezler. O halde nasıl olur da, Allah’ın kendilerine verdiği nimet üzerindeki mutlak hakimiyetini inkâr eder ve bu hakimiyete başkalarını ortak kılarlar? |
71 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ Allah, nefislerinizden (sizinle aynı mahiyeti paylaşan insan kardeşlerinizden) sizin için eşler var etti; eşlerinizden size evlâtlar, torunlar verdi ve sizi temiz, sağlıklı gıdalarla besledi. Böyle iken onlar bâtıla inanıyor ve Allah’ın bunca nimetlerini inkâr ile O’na ortaklar mı tanıyorlar? |
72 |
|
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ Ve (kendileri dahil herhangi bir varlığı) rızıklandırma adına göklerden ve yerden hiçbir şeyin mülkiyetine sahip bulunmayan, esasen böyle bir şeyi yapabilecek güçte de olmayan birtakım varlıklara mı ibadet ediyorlar? |
73 |
|
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ Artık birtakım benzetmelerde bulunarak, temsiller, misaller getirerek Allah’a benzerler icat etmeyin. (Kendisini, Kendisi hakkındaki gerçeği ve başka her bir varlığın gerçek mahiyetini tam olarak ancak) Allah bilir, siz bilmezsiniz. |
74 |
|
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Allah, (Kendisine kul olup başka her türlü kulluktan kurtulan gerçek hürlerle, Kendisine kulluğu bırakıp pek çok ma’budlar edinen ve böylece köle gibi hürriyetlerini teslim edenler arasındaki farkı açıklamak için) bir misal veriyor: Bir yanda, bir şahsın kölesi olup kendine ait bir yetkisi ve herhangi bir şey üzerinde tasarruf hakkı bulunmayan âciz bir adam; diğer yanda, tarafımızdan kendisine güzel ve bol rızık verdiğimiz ve bundan gizli açık infak eden (hür) bir adam: bu ikisi hiç bir olur mu? Bütün hamd, (insanları hür yaratan, hürriyetlerini korumak için kendilerine Din gönderen, bütün kâinatın hakimi ve mülkün yegâne sahibi) Allah içindir. Ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler (de, pek çok ma’bud edinip, onlara kölelikte bulunur ve dalkavukluk ederler). |
75 |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ Allah, (aynı gerçek adına) bir başka misal daha veriyor: İki kişi var: Birisi dilsiz, (duymadığı için de) hiçbir şey beceremez ve efendisine sadece bir yük; efendisi ona hangi işi verse, onu hayırlı bir neticeye erdiremez. Hiç böyle biri ile hakkı hakikati bilen, adaleti dile getirip gerçekleştiren ve her işte dosdoğru bir yol takip eden insan bir olur mu? |
76 |
|
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ Göklerin ve yerin taşıdıkları gerçeğin görünmeyen boyutunu ve gelecek adına neler sakladıklarını hakkıyla bilen ve onlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olan ancak Allah’tır. (Hakkında inkârcıların ve müşriklerin sorular sorup durdukları) Kıyamet’in kopması ise, (Allah’ın Kudreti açısından) ancak bir göz açıp kapama süresi, hattâ daha az bir zaman içinde olup bitiverir. Kuşkusuz Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir. |
77 |
|
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ (Bütün hayvanları hayatlarında lâzım olacak bilgi ile donanmış olarak dünyaya gönderen) Allah, sizi hiçbir şey bilmez bir halde iken annelerinizin karnından çıkardı ve (öğrenerek mükemmelleşmeniz için) size duyma gücü, gözler ve (kalblerinizin merkezinde) iç idrak lâtifeleri verdi ki, (kalben, dille ve O’nun emirlerini yerine getirmek suretiyle fiilen) şükredesiniz. |
78 |
|
اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Gök boşluğunda Allah’ın emrine ve kanununa boyun eğmiş bir halde uçan kuşlara hiç mi dikkat etmezler? Onları orada Allah’ tan başkası tutmuyor. Elbette bunda imana ve onda derinleşmeye açık bir topluluk için pek çok işaretler, deliller vardır. |
79 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ Allah size, bazıları sizin için (bazıları ise hayvanlarınız için) oturma ve dinlenme yeri olmak üzere evler yapma ilham etti ve kabiliyeti verdi; yine size davarların ve sığırların derilerinden, gerek göçtüğünüz gerekse konakladığınız günlerde taşınması kolay meskenler edinme, onların yünlerinden, tüylerinden ve kıllarından giyilecek, döşenecek ve kullanacak eşyalar yapma ve ölümünüze kadar daha başka yollarla onlardan faydalanma imkânı bahşetti. |
80 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler, gölgelikler, dağlarda barınaklar, sizi sıcaktan (ve soğuktan) koruyacak elbiseler ve savaşta koruyacak zırhlar var etti. Allah, bütün bu nimetler (ve en büyük nimet olan İslâm’la) üzerinizdeki nimetini böylece tamamlamaktadır ki, tam bir teslimiyetle O’na yönelesiniz. |
81 |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ (Ey Rasûlüm,) bütün bu nimetlere rağmen onlar yine de yüz çevirir (ve inkârda, şirkte diretir)lerse, (biliyorsun ki) sana düşen, gerçeği apaçık anlatmak ve iletmektir. |
82 |
|
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟ (Müşrikler,) hayatları boyu faydalandıkları nimetlerin Allah’tan olduğunu içten içe bilip itiraf ettikleri halde, Allah’tan başkalarına ibadet etmekle bu nimetleri inkâr ederler. Onların pek çoğu, inatçı kâfirlerdir. |
83 |
|
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ Fakat gün gelir, her ümmetten (onlara Allah’ın dininin tebliğ edildiğine şahitlik yapacak) bir şahit çıkarırız. Artık ne o kâfirlere konuşup özür beyan etmeleri için izin verilir, ne de hallerini düzeltme fırsatı tanınır. |
84 |
|
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ (Allah’a şirk koşmakla) en büyük zulmü işleyen o kimseler azabı görünce koparacakları feryad u figan ve yalvarmalarına kulak asılmaz ve azapları hafifletilmeyeceği gibi, kendilerine kurtuluş adına herhangi bir mühlet de tanınmaz. |
85 |
|
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ Allah’a şirk koşan o kimseler, (ibadet ve itaatte) Allah’a ortak kıldıkları (ve putlarını diktikleri peygamberleri, azizleri, devlet büyüklerini, vb.) görünce, “Yüce Rabbimiz, işte Sen’den başka ilâhlaştırıp yalvardıklarımız (ve bizi saptıranlar)!” diye haykırır; onlar ise, bunların suratlarına şu sözü çarpar: “Siz, hiç şüphe yok ki birer yalancısınız!” |
86 |
|
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ (O zalimlerin, müşriklerin) hepsi Allah’a teslimiyetlerini arzetmiş, uydurdukları sahte ilâhlar da kendilerini yüzüstü bırakıp, görünmez oluvermişlerdir. |
87 |
|
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ Kendileri küfür içinde yüzdükleri gibi, başkalarını da Allah’ın yolunda gitmekten ve böylece Allah’ın dinini yaşanmaktan alıkoyanlar, bu şekilde toplumu ifsat edip bozgunculuğa sürükledikleri için onların azabını kat kat arttırırız. |
88 |
|
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ Gün gelir, her ümmet içinde bizzat kendilerinden (onların İlâhî Din karşısındaki tavırları konusunda) bir şahit çıkarır ve (ey Rasûlüm,) seni de dininin ulaştığı herkese karşı bir şahit olarak getiririz. Sana bu kutlu Kitab’ı (Kur’ân) her şey için bir açıklama ve Allah’a teslim olanlar için ise dupduru bir hidayet kaynağı, çok bereketli bir rahmet ve büyük bir müjde olarak parça parça indiriyoruz. |
89 |
|
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Doğrusu Allah, adaleti, O’nu görüyormuşçasına, en azından O’nun her şeyi gördüğünün şuuruyla davranıp iyilikte bulunmayı ve ihtiyaçlarını gidermek üzere yakınlara vermeyi emreder. (Zina, fuhuş, eşcinsellik gibi) her türlü hayasızlığı, (Din’in, selim aklın, Din temelinde oluşmuş örfün ve Şeriatı fıtriyenin kabul etmediği) her türlü kötülüğü, taşkınlığı ve başkalarının haklarına) tecavüzü yasaklar. Düşünüp taşınır ve gerekli dersi alırsınız diye size böyle öğüt verir. |
90 |
|
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ Bir de, sözleşme yaptığınızda Allah’ın ahdini, Allah adına ve O’nun huzurunda verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kefil ederek bağlandığınız ve böylece pekiştirdiğiniz yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah, her ne yapıyorsanız onu muhakkak bilir. |
91 |
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ İpliğini sağlamca eğip büktükten sonra çözen, böylece bütün emeği boşa giden zavallı kadın gibi olmayın: içinizden bir topluluk (sayı, güç ve daha başka dünyevî imkânlar açısından) diğer bir topluluk karşısında üstünlük sağlasın diye yeminlerinizi aranızda aldatma ve haksızlık vesilesi yapmayın. Gerçek şu ki, bütün bunlarla Allah sizi imtihan etmektedir. Şüpheniz olmasın ki Allah, ihtilâf ettiğiniz bütün meselelerde gerçeği size Kıyamet Günü apaçık bildirecektir. |
92 |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Allah dilemiş (ve irade vermeyerek sizi mecbur bırakmış olsaydı), hepinizi aynı inanç üzerinde tek bir ümmet yapardı. (Fakat O size irade verdi ve sizi herhangi türde bir inanç ve davranışa mecbur bırakmadı.) O, kimi dilerse saptırır ve kimi dilerse hidayet eder. (Ama O’nun saptırması ve hidayete erdirmesinde sizin tercihleriniz ve davranışlarınız elbette pay sahibi olduğu için,) bütün yaptıklarınızdan mutlaka sorguya çekileceksiniz. |
93 |
|
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ Yeminlerinizi aranızda aldatma ve haksızlık vesilesi yapmayın. Aksi halde, doğru yol üzerine sağlam bastıktan sonra sizin ayaklarınız da, (yaptığınız haksızlık ve Din’i yanlış temsiliniz sebebiyle başkalarının ayakları da) kayabilir ve Allah’ın yolundan saptığınız, başkalarını da bu yoldan alıkoyduğunuz için bunun acı sonucunu tadarsınız. Sizi Âhiret’ te de büyük bir azap bekler. |
94 |
|
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Allah’ın ahdini azıcık bir fiyata (pek kısa ve geçici dünya metaına, şan, şöhret ve mevkie vb.) satmayın. Eğer bilseniz, Allah katında olan nimet ve mükâfat, sizin için çok daha hayırlı olan nimet ve mükâfattır. |
95 |
|
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Sizin elinizdekiler tükenir, fakat Allah’ ın katında olan kalıcıdır. Şurası bir gerçek ki, (Allah’ın koyduğu yasakları çiğneneme ve emirlerini yerine getirme hususunda ve Allah yolunda başa gelenlere) sabredenleri, yaptıkları en güzel işleri esas alarak mükâfatlandıracağız. |
96 |
|
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Erkek olsun kadın olsun, her kim Allah’ın razı olacağı sağlam, yerinde, doğru ve ıslaha dönük işler yaparsa, hiç kuşkusuz ona temiz ve güzel bir hayat yaşatırız. Böyle davrananları yine hiç kuşkusuz, yaptıkları en güzel işleri esas alarak mükâfatlandırırız. |
97 |
|
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ Öyleyse, Kur’ân okuyacağın zaman (içine atabileceği vesveselere karşı,) İlâhî rahmet ve dergâhtan kovulmuş olan o şeytandan Allah’a sığın. |
98 |
|
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ Şurası bir gerçek ki, onun iman etmiş bulunan ve Rabbilerine güvenip dayananlar üzerinde hiçbir nüfuzu olamaz. |
99 |
|
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ Onun nüfuzu, ancak onu dost edinip ona uyanlar ve (itaat ve bağlılıkta) onu Allah’a ortak tanıyanlar üzerindedir. |
100 |
|
وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Biz, (Din’in esaslarını zihinlere ve kalblere yerleştirme ve onu kemale erdirme sürecinde zamanın ve şartların ruhuna uygun olarak) bir âyetin yerine başka bir âyet getirdiğimizde ve gerçekleri farklı âyetlerde farklı ifadelerle açıkladığımızda, Allah öncekiyle ve sonrakiyle neyi indirmekte olduğunu herkesten çok daha iyi bilirken, (ey Rasûlüm) kalkmış “Sen başka değil, sadece Allah adına uydurmalarda bulunan bir iftiracısın!” diyorlar. Hayır, onların çoğu (işin gerçeğini) bilmemektedirler. |
101 |
|
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ De ki: “(Rabbim şöyle buyuruyor): ‘Kur’ân’ı Rabbinden, iman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah’a tam teslim olmuş bulunan (Müslüman)lar için ise her konuda dupduru bir hidayet kaynağı, bir yol gösterici ve müjde olmak üzere, onda hiçbir şüpheye meydan vermeyecek şekilde Rûhü’l Kudüs getirmektedir.’” |
102 |
|
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ Sen’in hakkında onların, “Mutlaka O’na öğreten bir insan var!” dediklerini biliyoruz. Hakikatten saparak imada bulundukları kişinin dili yabancı bir dildir; oysa bu Kur’ân apaçık Arapça’dır. |
103 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Allah’ın âyetlerine iman etmeyen (ve bu şekilde inkâr ve zulümde diretenleri) Allah hidayete erdirmeyecektir. Onlar için pek acı bir azap da vardır. |
104 |
|
اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ Allah’ın âyetlerine iman etmeyenlerdir ki, ancak onlardır sürekli yalan uyduranlar ve onlardır yalancıların ta kendileri. |
105 |
|
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ İnkâra mecbur bırakılıp da bunu yalnızca diliyle yapan, fakat kalbi imanla dopdolu ve doygun olandan başka her kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr eder ve gönlünü küfre açarsa, böylelerinin üzerine Allah’tan çetin bir ceza iner ve onlar için çok büyük bir azap vardır. |
106 |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ Onları böyle bir yola iten, ancak dünya hayatına gönül verip onu Âhiret’e tercih etmeleridir; Allah da, artık küfürde kökleşmiş inkârcılar güruhunu hidayete erdirmez. |
107 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ Böyleleri, Allah’ın kalblerini, işitme duyusu ve gözlerini mühürleyip çalışmaz hale getirdiği kimselerdir. Ve böyleleri, (gerçeği görme, işitme ve anlamaktan mahrum) gafillerin ta kendileridir. |
108 |
|
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ Hiç şüphe edilmesin ki onlar, Âhiret’te de mutlak hüsrana uğrayanlar olacaklardır. |
109 |
|
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Buna karşılık, şüphesiz ki senin Rabbin, imanlarından dolayı mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya maruz kalan ve nihayet hicret eden, ardından Allah yolunda cihad eden, çalışıp didinen ve sabredenlerle beraberdir. Evet Rabbin, onların bütün bu güzel davranışlarına karşılık olarak elbette günahları çok bağışlayandır, (bilhassa mü’ min kullarına karşı) hususî merhameti pek bol olandır. |
110 |
|
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ Gün gelecek, herkes sadece kendisini kurtarmak için uğraşacak, her şahsa dünyada iken yaptıklarının karşılığı eksiksiz ödenecek ve kimseye haksızlık edilmeyecektir. |
111 |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ Allah, bir misal veriyor: Bir memleket vardı güvenlik ve huzur içinde; rızıkları her taraftan bol bol ve kolaylıkla gelirdi. Ne var ki, bu durumda iken Allah’ın nimetlerine nankörlük edip, şirk ve küfür yoluna saptılar. (Dolayısıyla düzenleri bozuldu ve) Allah, âdeta meslek ve sanat haline getirdikleri suçları sebebiyle vücutlarını açlık ve korku elbisesiyle sarıp, onu iliklerine kadar hissettirdi. |
112 |
|
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ Bizzat kendilerinden bir rasûl de geldi onlara, fakat onu da yalanladılar ve zulme gömülmüş giderlerken azap kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi. |
113 |
|
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ Öyleyse, Allah’ın size verdiği rızıklardan helâl, sağlıklı ve temiz olarak yiyin. Allah’ın nimetleri karşısında, eğer sadece O’na ibadet ediyor, O’nun koyduğu hükümlere boyun eğiyorsanız, şükür vazifenizi yerine getirin. |
114 |
|
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Allah, size ancak (kesilmesi mümkün iken kesilmeden veya kesilme yerine geçmeyecek herhangi bir sebeple) ölen hayvanın leşini, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen (hayvanın etini) haram kıldı. Bununla birlikte kim başkasının hakkına tecavüz etmeden, konan sınırları çiğnemeden ve zaruret miktarını geçmemek kaydıyla, yemediği takdirde ölecek derecede mecbur kalır da bunlardan yerse, (günah işlemiş olmaz). Muhakkak ki Allah, çok bağışlayandır, hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır. |
115 |
|
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ (Allah ve Rasûlü’nden kaynaklanan herhangi bir delile ve gerçeğe dayanmadan) dillerinizin yalan yanlış nitelendirmesiyle “bu helâldir, şu haramdır” demeyin; böyle yapmakla, (haram ve helâl kılma yetkisi Allah’a ait olduğundan,) O’na iftira etmiş olursunuz. Yalanı Allah’a mal ederek O’na iftirada bulunanlar asla iflah olmazlar. |
116 |
|
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ (Böyle yapmakla gözlerini diktikleri ve bütün bulacakları) zaten pek az olan dünya geçimliğidir; oysa Âhiret’te kendilerini çok acı bir azap beklemektedir. |
117 |
|
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Yahudi olanlara, daha önce sana bildirdiğimiz şeyleri haram kılmıştık. (Bazı temiz ve sağlıklı yiyecekleri Yahudilere haram kılmakla) Biz asla onlara zulmetmedik; fakat onlar, (Allah’ın hükümlerine uymayarak) sürekli kendilerine zulmediyorlardı. |
118 |
|
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Ancak şurası bir gerçek ki senin Rabbin, kötülüğü bir an yanılıp da nefsine mağlûp olarak veya yaptığının günah olduğunu henüz bilmeden işleyip, sonra da çabucak (veya yaptığının günah olduğunu öğrenir öğrenmez) hemen vazgeçerek tevbe eden ve yolunu, davranışlarını düzeltenlerin yanındadır. Hiç şüphesiz senin Rabbin, (bu tür bir davranış karşısında) elbette çok bağışlayandır; (Kendisi’ne tevbe ile yönelen kullarına karşı hususî) rahmeti pek bol olandır. |
119 |
|
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ Gerçekten İbrahim, selim bir kalb, dupduru bir Tevhid inancıyla Allah’a boyun eğmiş bulunan tek başına bir ümmet idi. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı. |
120 |
|
شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Allah’ın nimetlerine daima şükrederdi. Allah O’nu seçmiş ve her bakımdan doğru bir yola iletmişti. |
121 |
|
وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ Biz, O’na dünyada iyilik (iyi hal, iyi ve güzel geçim, iyi ve temiz bir yaşayış) verdik. Elbette o, Âhiret’te de salihlerden olacaktır. |
122 |
|
ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ (Ey Rasûlüm), sana da, “Selim bir kalble ve dupduru Tevhid inancı üzerinde İbrahim’in Milleti’ne (inancına, yoluna, hayat tarzına) tâbi ol !” diye vahyettik. İbrahim, hiç bir zaman müşriklerden değildi. |
123 |
|
اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ Sebt (Cumartesi) günü çalışmanın haramlığı, (İbrahim’in inancını ve yolunu izleyen bütün topluluklara değil,) ancak o gün çalışılıp çalışılmayacağı konusunda yersiz ve sebepsiz olarak ihtilâfa düşenler hakkında hükmedildi. Rabbin, ihtilâf ettikleri hususlarda aralarındaki hükmü Kıyamet Günü elbette verecektir. |
124 |
|
اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et ve bir mücadeleye girmen gerektiğinde, söz ve davranışında daima daha güzel olan şekli tercih et. Muhakkak ki Rabbin kimin O’nun yolundan sapıp gittiğini çok daha iyi bildiği gibi, O’nun yolu üzerinde bulunanları (ve bu yola gelecekleri de) çok iyi bilmektedir. |
125 |
|
وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ Size yapılan bir haksızlık ve kötü muameleye mukabele edecek olursanız, size yapılanın aynısıyla mukabelede bulunun. Fakat sabreder de mukabele yerine af yolunu seçerseniz, böyle davranmak, sabredenler için hiç kuşkusuz daha hayırlıdır. |
126 |
|
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ Sen sabret; çünkü senin sabretmen ancak Allah içindir ve O’nun yardımıyladır. İnanmamakta diretenlerin tavırları ve tebliğinden yüz çevirmeleri karşısında mahzun olma ve kurmaya çalıştıkları tuzaklar sebebiyle de telâş edip darlanma. |
127 |
|
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ Şurası bir gerçek ki Allah, Kendisine karşı gelmekten ve dolayısıyla O’nun azabından sakınan ve en azından O’nun kendilerini gördüğünün şuuru içinde davranıp, hep iyilikte bulunmayı şiar edinenlerle beraberdir. |
128 |