|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
اَتٰٓى اَمْرُ اللّٰهِ فَلَا تَسْتَعْجِلُوهُۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ Allah'ın emri mutlaka yerine gelecektir. Öyleyse onun, hemencecik gelmesini istemeyin. O, sınırsız güç ve kuvvetiyle, insanların tanrısal nitelikler yakıştırdıkları herkesten ve herşeyden üstündür ve yücedir. |
1 |
|
يُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ بِالرُّوحِ مِنْ اَمْرِه۪ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ٓ اَنْ اَنْذِرُٓوا اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاتَّقُونِ O Allah ki, kullarından dilediğine: “Benden başka gerçek ilah olmadığı gerçekliğine ve yolunuzu benim mesajlarımla bulun!” buyruğunu ulaştırmaları için meleklerini vahiyle indirendir. |
2 |
|
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ تَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ O ki, gökleri ve yeri şaşmaz bir düzen ve uygunluk üzere yaratmıştır. İnsanların tanrısal nitelikler yakıştırarak, kendisine ortak koştukları herşeyin ve herkesin ötesindedir O. |
3 |
|
خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ O, insanı bir damla sudan yarattı. Böyleyken bir de bakarsın o insan, apaçık bir düşman kesilmiş. |
4 |
|
وَالْاَنْعَامَ خَلَقَهَاۚ لَكُمْ ف۪يهَا دِفْءٌ وَمَنَافِعُ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۖ Ve davarları da yarattı O. O hayvanlar ki, kendilerinden pekçok yararları yanında, sizi ısıtan giysiler, besleyen yiyecekler elde ediyorsunuz. |
5 |
|
وَلَكُمْ ف۪يهَا جَمَالٌ ح۪ينَ تُر۪يحُونَ وَح۪ينَ تَسْرَحُونَۖ Akşamleyin mer'adan getirir, sabahleyin meraya götürürken de, güzellikleri var, zevk alırsınız o davarlardan. |
6 |
|
وَتَحْمِلُ اَثْقَالَكُمْ اِلٰى بَلَدٍ لَمْ تَكُونُوا بَالِغ۪يهِ اِلَّا بِشِقِّ الْاَنْفُسِۜ اِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌۙ Kendinizi büyük sıkıntılara sokmadan, varamayacağınız nice yerlere, yükünüzü onlar taşır. Rabbiniz gerçekten çok şefkatli ve çok acıyandır. |
7 |
|
وَالْخَيْلَ وَالْبِغَالَ وَالْحَم۪يرَ لِتَرْكَبُوهَا وَز۪ينَةًۜ وَيَخْلُقُ مَا لَا تَعْلَمُونَ Binmeniz için ve zinet olarak atları, katırları, merkepleri yaratmıştır; daha da bilmediğiniz nice şeyler yaratacaktır. |
8 |
|
وَعَلَى اللّٰهِ قَصْدُ السَّب۪يلِ وَمِنْهَا جَٓائِرٌۜ وَلَوْ شَٓاءَ لَهَدٰيكُمْ اَجْمَع۪ينَ۟ Yolun doğrusunu göstermek de Allah'a düşer; kimi yol ise eğridir. Allah dileseydi sizin hepinizi doğru yola çıkarırdı. |
9 |
|
هُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لَكُمْ مِنْهُ شَرَابٌ وَمِنْهُ شَجَرٌ ف۪يهِ تُس۪يمُونَ O öyle bir Allah'tır ki, size gökten yağmur yağdırır da, suyundan içersiniz, hayvanlarınızı otlattığınız ağaçlar ve otlar da onunla biter ve yeşerir. |
10 |
|
يُنْبِتُ لَكُمْ بِهِ الزَّرْعَ وَالزَّيْتُونَ وَالنَّخ۪يلَ وَالْاَعْنَابَ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Onunla Allah sizin için ekinler, zeytinler, hurmalar, üzümler ve çeşit çeşit meyveler bitirir. Şüphe yok ki, bunlarda düşünen insanlar için mutlaka bir ders vardır. |
11 |
|
وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ Ve geceyi, gündüzü sizin yararlanmanız için, koyduğu yasalara boyun eğdirmiştir O. Güneş ve ay, bütün yıdızlar hepsi O'nun buyruğuna boyun eğmişlerdir. Dikkat edin! Bütün bunlarda, şüphesiz aklını kullanan kimseler için çıkarılacak dersler vardır. |
12 |
|
وَمَا ذَرَاَ لَكُمْ فِي الْاَرْضِ مُخْتَلِفاً اَلْوَانُهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ Ve yeryüzünde sizin için yarattığı, çeşitli renklerde ne varsa, hepsi de boyun eğmişlerdir O'nun emrine. İşte bunlarda da, anıp hatırda tutmasını bilen kimseler için elbette çıkarılacak bir ders, bir ibret vardır. |
13 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْماً طَرِياًّ وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ Ve yemek için taze et, takınmak için değerli taşlar çıkarasınız diye denizi ve denizin üstünde suları yararak yol aldığını gördüğünüz gemileri, O'nun lütfundan nasibinizi arayıp bularak şükredesiniz diye, koyduğu yasalara bağlı kılan da O'dur. |
14 |
|
وَاَلْقٰى فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِكُمْ وَاَنْهَاراً وَسُبُلاً لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۙ Sizinle beraber sallanmaması, çalkalanmaması için yeryüzünde, yerinden oynatılmaz dağlar ve gideceğiniz yeri bulmanız için, nehirler ve yollar da yaratmıştır. |
15 |
|
وَعَلَامَاتٍۜ وَبِالنَّجْمِ هُمْ يَهْتَدُونَ Ve daha nice alametler ve yıldızlar yaratmıştır ki, onlarla insanlar yollarını bulmaktalar. |
16 |
|
اَفَمَنْ يَخْلُقُ كَمَنْ لَا يَخْلُقُۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ O halde bütün bunları yaratan Allah, hiç birşey yaratamayan, herhangi bir varlıkla bir olur mu? Hâlâ aklınızı başınıza toplamayacak mısınız? |
17 |
|
وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَةَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ Ve Allah'ın nimetlerini saymaya kalkışsanız, imkan yok sayamazsınız. Şüphe yok ki, Allah suçları örten ve acıyandır. |
18 |
|
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُسِرُّونَ وَمَا تُعْلِنُونَ Ve Allah gizlediğinizi de bilir, açığa vurduğunuzu da. |
19 |
|
وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَخْلُقُونَ شَيْـٔاً وَهُمْ يُخْلَقُونَۜ Allah'tan başka yalvarıp yakardıklarınız, kendileri yaratılmış varlıklar olduklarına göre, hiç birşey yaratamazlar. |
20 |
|
اَمْوَاتٌ غَيْرُ اَحْيَٓاءٍۚ وَمَا يَشْعُرُونَۙ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ۟ Ölülerdir onlar, diriler değil. Ne vakit diriltilecekler, ondan da haberleri yok. |
21 |
|
اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَالَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ قُلُوبُهُمْ مُنْكِرَةٌ وَهُمْ مُسْتَكْبِرُونَ Sizin ilahınız tek ve gerçek ilahtır. Ne var ki, ahirete inanmayanların kalpleri, bu gerçeği boş bir kibir yüzünden kabule yanaşmıyor. |
22 |
|
لَا جَرَمَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِر۪ينَ Hiç şüphesiz Allah, onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da tastamam bilmektedir. Kesin olan şu ki O, kendini büyüklük tutkusuna kaptıranları sevmez. |
23 |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۙ قَالُٓوا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَۙ Böyle kimselere: “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulsa, “Eskilerin masalları” derler. |
24 |
|
لِيَحْمِلُٓوا اَوْزَارَهُمْ كَامِلَةً يَوْمَ الْقِيٰمَةِۙ وَمِنْ اَوْزَارِ الَّذ۪ينَ يُضِلُّونَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ۟ Böyle yapmaları kıyamet günü kendi günahlarını tamamen yüklendikten başka, bilgisizlikle doğru yoldan çıkarıp saptırdıkları bilgisiz kişilerin suçlarının bir kısmını da yüklenmeleri içindir. Bilin ki, yüklendikleri yük, ne kötü yüktür. |
25 |
|
قَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَاَتَى اللّٰهُ بُنْيَانَهُمْ مِنَ الْقَوَاعِدِ فَخَرَّ عَلَيْهِمُ السَّقْفُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَاَتٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَ Gerçekten onlardan önce gelip geçenler de, Allah'a karşı düzenler kurmuşlardı. Allah onların yapılarını temelden yıktı da, tavanları başlarına göçüverdi ve hem de bu azap, anlayamadıkları bir yerden gelip çattı onlara. |
26 |
|
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يُخْز۪يهِمْ وَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تُشَٓاقُّونَ ف۪يهِمْۜ قَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ اِنَّ الْخِزْيَ الْيَوْمَ وَالسُّٓوءَ عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ Sonra Allah, kıyamet gününde onları hor ve hakir bir hale getirecek de, nerede diyecek kendileri yüzünden, inananlara düşman kesildiğiniz ve bana eş tuttuğunuz ortaklarım? Kendilerine ilim verilenler ise; “Bugün gerçekten horluk ve kötülük, senden gelen gerçekleri örtbas edenler içindir” diyecekler. |
27 |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ ظَالِم۪ٓي اَنْفُسِهِمْۖ فَاَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُٓوءٍۜ بَلٰٓى اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Melekler, kendi kendilerine zulmeden yani yaratılış gayeleri dışında yaşayanların canlarını alırken onlar, biz hiçbir kötülük yapmadık diye diye can verirler. Evet şüphe yok ki, Allah sizin yaptıklarınızı tamamiyle bilir. |
28 |
|
فَادْخُلُٓوا اَبْوَابَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ فَلَبِئْسَ مَثْوَى الْمُتَكَبِّر۪ينَ Artık girin cehennem kapılarından, ebedi kalacaksınız orada, büyüklük duygusuna kapılanların düştüğü durum ne kötüdür. |
29 |
|
وَق۪يلَ لِلَّذ۪ينَ اتَّقَوْا مَاذَٓا اَنْزَلَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا خَيْراًۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَلَدَارُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌۜ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّق۪ينَۙ Ama, yollarını Allah ve kitabıyla bulanlara: “Rabbiniz ne indirdi?” diye sorulduğunda onlar da, “Hayır indirdi” derler. Bu dünyada güzel hareket edenlere, güzel bir mükafat var, ahiret evi ise elbette daha hayırlı. Yolunu Allah ve kitabıyla bulanların evleri, gerçekten de ne güzeldir. |
30 |
|
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ ف۪يهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَۜ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّق۪ينَۙ Adn cennetleridir onların yurtları, oraya girerler, kıyılarından ırmaklar akar, orada gönüllerinin çektiği herşeyi bulabilecekler. Allah, yollarını Allah ve kitabıyla bulanları, işte böyle ödüllendirecektir. |
31 |
|
اَلَّذ۪ينَ تَتَوَفّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ طَيِّب۪ينَۙ يَقُولُونَ سَلَامٌ عَلَيْكُمُۙ ادْخُلُوا الْجَنَّةَ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Bunlar o kimselerdir ki, Melekler ruhlarını tertemiz olarak alır ve onlara “Selam size, yaptıklarınızın karşılığı olarak cennete girin!” derler. |
32 |
|
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ اَمْرُ رَبِّكَۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ وَمَا ظَلَمَهُمُ اللّٰهُ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Gerçekleri örtbas edenler, meleklerin gelip çatmasından yahut Rabbinin azap emrinin gelmesinden başka birşey mi beklerler? Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Helak edildikleri zaman, onlara haksızlık eden Allah değildi; fakat onlar kendi kendilerine haksızlık edip, yaratılış gayesi dışına çıkarak yaşamışlardı. |
33 |
|
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا عَمِلُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ Yaptıkları kötülüklerin cezası başlarına geldi de, alay etmekte oldukları gerçekler onları çepeçevre sarıverdi. |
34 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا لَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا عَبَدْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍ نَحْنُ وَلَٓا اٰبَٓاؤُ۬نَا وَلَا حَرَّمْنَا مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ كَذٰلِكَ فَعَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ Allah'tan başkalarına tanrısal nitelik yakıştıranlar: “Allah dileseydi” dediler, “Ne biz O'ndan başka birşeye kulluk ederdik, ne de atalarımız, ne de O'ndan başkasının buyruğuyla birşeyi haram sayardık.” İşte onlardan öncekiler de, tıpkı böyle hareket ettiler. Peki bu durumda peygamberlere, apaçık mesajları iletmekten başka ne düşer. |
35 |
|
وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولاً اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ Andolsun ki, biz her ümmete, “Allah'a kulluk edin, azdırıp saptıran şeytani şer güçlerden uzaklaşın!” diye, bir peygamber gönderdik. O geçmiş toplumların içerisinden bir kısmını, Allah hidayetiyle doğru yola yöneltti, bir kısmı da sapıklığı hak edenlerden oldu. O halde şimdi yeryüzünü gezip dolaşın, hakkı yalanlayanların sonuçları ne olmuş, görün bakın. |
36 |
|
اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ Onları doğru yola sevketmek için, üzerlerine düştükçe düşsen de şüphe yok ki, Allah sapıklığı kabul edeni, doğru yola getirmez ve onlara birtek yardımcı da yoktur. |
37 |
|
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ لَا يَبْعَثُ اللّٰهُ مَنْ يَمُوتُۜ بَلٰى وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۙ Üstelik bunlar Allah'a kesin olarak and içtiler de “Allah ölen bir kimseyi asla diriltmez” dediler. Hayır, diriltecektir. Bu O'nun gerçekleşmesini kendi üzerine aldığı bir sözüdür; ne var ki, insanların çoğu bunu bilmezler. |
38 |
|
لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذ۪ي يَخْتَلِفُونَ ف۪يهِ وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ كَانُوا كَاذِب۪ينَ Allah ölüleri mutlaka diriltecektir ki, üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeği, onlara bütün açıklığıyla göstersin ve o Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler de, kendilerinin yalancı olduklarını görüp anlayabilsinler. |
39 |
|
اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ Biz ne zaman birşeyin olmasını istesek, ona sadece “Ol” deriz ve o şey hemen oluverir. |
40 |
|
وَالَّذ۪ينَ هَاجَرُوا فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَۙ Dinini İslâmla değiştirmesinden dolayı, haksızlığa uğrayıp, Allah yolunda yerlerini, yurtlarını terkedenlere gelince, biz onları şüphesiz bu dünyada, güzel bir yere yerleştireceğiz ama ahirette kazanacakları ödül, daha da büyük olacaktır. Eğer hicretten geri kalanlar ve tüm insanlar bunu bilselerdi, o zulüm yurdunda bir saniye bile kalmak istemezlerdi. |
41 |
|
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ O hicret edenler öyle kimselerdir ki, hertürlü kötülüklere göğüs gerip, Rablerine güvenip dayanırlar. |
42 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ Andolsun ki, senden önce de gönderdiğimiz ve kendilerine vahyettiğimiz kimseler erkeklerdendi. Bu konuda yeterli bilgiye sahip değilseniz, sorun önceki vahyi bilenlere. |
43 |
|
بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ O peygamberler, apaçık delillerle ve kitaplarla gönderildiler. Ey peygamber! Biz sana da bu uyarıcı kitabı indirdik ki, insanlara başından beri indirilegelen mesajın aslını, olanca açıklığıyla anlatasın diye, onlar da böylece belki düşünürler. |
44 |
|
اَفَاَمِنَ الَّذ۪ينَ مَكَرُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَخْسِفَ اللّٰهُ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لَا يَشْعُرُونَۙ Kötülük düzenleri kuranlar, Allah'ın onları yere batırmayacağından, yahut hiç anlamadıkları bir yerden başlarına bir azap gelmeyeceğinden emin mi oldular? |
45 |
|
اَوْ يَأْخُذَهُمْ ف۪ي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَۙ Yahut O'nu aciz bırakamayacaklarına göre, dönüp dolaşırlarken, tutup onları helak etmeyeceğinden. |
46 |
|
اَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلٰى تَخَوُّفٍۜ فَاِنَّ رَبَّكُمْ لَرَؤُ۫فٌ رَح۪يمٌ Yahut da yavaş yavaş azaltarak korkuya, azaba uğratarak onları yakalayıvermesinden de emin midirler? Ama bilin ki, Rabbiniz çok merhametli ve şefkatlidir. |
47 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّؤُ۬ا ظِلَالُهُ عَنِ الْيَم۪ينِ وَالشَّمَٓائِلِ سُجَّداً لِلّٰهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ Öyleyse gerçekleri örtbas edenler, Allah'ın yarattığı nesneleri görmüyorlar mı? Onların gölgeleri Allah'ın iradesine bütünüyle boyun eğerek, bir sağa, bir sola dönüp Allah için saygı ve ta'zimle nasıl yere kapanmaktadırlar. |
48 |
|
وَلِلّٰهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ مِنْ دَٓابَّةٍ وَالْمَلٰٓئِكَةُ وَهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ Ve Allah'a secde etmektedir. Göklerde ve yeryüzünde ne varsa ve yeryüzünde yürüyen ne varsa, melekler de büyüklenmeden Allah'a secde etmektedir. |
49 |
|
يَخَافُونَ رَبَّهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ۟ Hepsi üstlerine egemen olan Rablerinden korkarlar da, kendilerine emredileni hemen yaparlar. |
50 |
|
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ Hani Allah; “İki ya da daha fazla ilah edinmeyin!” demişti. Çünkü O'dur tek ve gerçek olan ilah. Bunun içindir ki benden, yalnızca benden korkun. |
51 |
|
وَلَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَلَهُ الدّ۪ينُ وَاصِباًۜ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَتَّقُونَ Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O'nundur. O halde kulluk ve itaat da daima O'na olmalıdır. Hal böyleyken, tutup yine de Allah'tan başka birinden, çekinmekte ve korkmaktasınız. |
52 |
|
وَمَا بِكُمْ مِنْ نِعْمَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ ثُمَّ اِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فَاِلَيْهِ تَجْـَٔرُونَۚ Size gelen her nimet, mutlaka Allah'tandır. Sonra bir zarara uğrasanız, yine O'na yalvarırsınız. |
53 |
|
ثُمَّ اِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ اِذَا فَر۪يقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ Sonra sizden o zararı giderdi mi, o vakit içinizden bir kısmı Rablerine karşı başka güçlere de ilahlık yakıştırıverirler. |
54 |
|
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ Adeta kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için, bu geçici dünya hayatıyla avunup, geçinedurun bakalım, yakında bilir anlarsınız. |
55 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِمَا لَا يَعْلَمُونَ نَص۪يباً مِمَّا رَزَقْنَاهُمْۜ تَاللّٰهِ لَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَفْتَرُونَ Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden, mahiyetlerini bilmedikleri putlara, bir hisse ayırır onlar. Andolsun Allah'a iftira ettikleri şeyler yüzünden, sorguya çekilecek onlar. |
56 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ الْبَنَاتِ سُبْحَانَهُۙ وَلَهُمْ مَا يَشْتَهُونَ Bir de Allah'a kızlar yakıştırırlar. O böyle şeylerden münezzehtir. Kendilerine ise, canlarının istediği oğulları seçmek isterler. |
57 |
|
وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ O kadar ki, ne zaman birine bir kız çocuğu olduğu müjdesi verilse, hemen yüzü kararır ve içi öfkeyle dolar. |
58 |
|
يَتَوَارٰى مِنَ الْقَوْمِ مِنْ سُٓوءِ مَا بُشِّرَ بِه۪ۜ اَيُمْسِكُهُ عَلٰى هُونٍ اَمْ يَدُسُّهُ فِي التُّرَابِۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ Müjdelendiği kötü şey yüzünden, kavminden gizlenmeye çalışır. O çocuğu horlukla elinde mi tutacak, yoksa toprağa mı gömecek, bunu düşünür. Dikkat edin, izledikleri düşünce tarzı, ne kadar da kötüdür. |
59 |
|
لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ مَثَلُ السَّوْءِۚ وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰىۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟ Ahirete inanmayanlar, kötü sıfatlara sahiptir. En yüce sıfatlarsa Allah'a aittir. Çünkü O, en güçlü olandır, yaptığı herşeyi yerli yerince yapandır. |
60 |
|
وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللّٰهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَٓابَّةٍ وَلٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ Allah, insanları yaratılış gayeleri dışında yaşamalarından dolayı, hemen helak ediverecek olsaydı, yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı kalmazdı. Ne var ki, onları belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar erteliyor, süreleri dolduğu zaman, sonlarını bir an olsun, ne geciktirebilirler, ne de öne alabilirler. |
61 |
|
وَيَجْعَلُونَ لِلّٰهِ مَا يَكْرَهُونَ وَتَصِفُ اَلْسِنَتُهُمُ الْكَذِبَ اَنَّ لَهُمُ الْحُسْنٰىۜ لَا جَرَمَ اَنَّ لَهُمُ النَّارَ وَاَنَّهُمْ مُفْرَطُونَ Allah'a, kendilerinin bile hoşlanmadıkları kızları yakıştırırlar ve dilleri de güzel ve hayırlı sonucun kendilerine ait olduğunu yalan yere söyler durur. Şüphe yok ki, ateş onlarındır ve herkesten önce de onlar girerler ateşe. |
62 |
|
تَاللّٰهِ لَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَهُوَ وَلِيُّهُمُ الْيَوْمَ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Andolsun O Allah'a ki, senden önce de diğer ümmetlere peygamberler göndermişti de, şeytan onların yaptıklarını onlara süslü göstermişti, mesajlarımızı hep reddettiler. Zaten şeytan, bugün de onların dostudur. Bu yüzden onlara can yakıcı bir azap vardır. |
63 |
|
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ اِلَّا لِتُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي اخْتَلَفُوا ف۪يهِۙ وَهُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Biz sana bu Kur'ân'ı ancak, hakkında ayrılığa düştükleri şeyleri, onlara apaçık bildirmen için indirdik. Bu kitap, iman edenler için hidayet ve rahmettir. |
64 |
|
وَاللّٰهُ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ۟ Ve Allah, gökten yağmur yağdırır da, yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. Şüphesiz bunda kulak verip dinleyen bir toplum için ibretler vardır. |
65 |
|
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِه۪ مِنْ بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَبَناً خَالِصاً سَٓائِغاً لِلشَّارِب۪ينَ Doğrusu sizin için, davarlarda da ibretler vardır. Karınlarındaki fışkıyla kan arasında oluşan halis sütü içirmekteyiz size; ve süt, içenlerin boğazından kayıp gitmede. |
66 |
|
وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخ۪يلِ وَالْاَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَراً وَرِزْقاً حَسَناًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Hurma ağacının meyveleriyle, üzümlerden de hem şarap yaparsınız, hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Şüphe yok ki, bunda aklını kullanan topluluklar için bir ders ve ibret vardır. |
67 |
|
وَاَوْحٰى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَۙ Ve bir de, Rabbinin arıya: “Dağlarda, ağaçlarda ve insanların hazırladıkları kovanlarda, kendine yuva edin” diye vahyettiğini. |
68 |
|
ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ Ve ona: “Sonra bütün meyvelerden yiyerek bal toplayıp ve mutlak bir boyun eğmişlikle Rabbinizin yollarını izleyin” diye vahyettiğini düşünün. İşte bundan dolayıdır ki, onların karınlarından çeşitli renkte ballar çıkar, onlarda şifa var insanlara. Şüphe yok ki, bunda da düşünen kimseler için ders ve ibretler vardır. |
69 |
|
وَاللّٰهُ خَلَقَكُمْ ثُمَّ يَتَوَفّٰيكُمْ وَمِنْكُمْ مَنْ يُرَدُّ اِلٰٓى اَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لَا يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْـٔاًۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ۟ Ve sizi Allah yarattı, zamanı gelince de öldürecek, içinizden hayatın en kötü düşkünlük çağına, kocalığa kadar ömür sürdürülenler de vardır ki, bildikleri şeyi bilmez hale gelirler. Şüphe yok ki, Allah herşeyi bilir, herşeye gücü yeter. |
70 |
|
وَاللّٰهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلٰى بَعْضٍ فِي الرِّزْقِۚ فَمَا الَّذ۪ينَ فُضِّلُوا بِرَٓادّ۪ي رِزْقِهِمْ عَلٰى مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَهُمْ ف۪يهِ سَوَٓاءٌۜ اَفَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ Ve Allah, rızık bakımından bir kısmınızı, bir kısmınızdan üstün kılmıştır. Hal böyleyken, rızkı kendilerine fazla verilmiş olanlar, bu rızıklarını elleri altında bulunan işci ve kölelerine verip, onları da geçim bakımından kendilerine eşit etmezler. Peki böyle yapmakla, Allah'ın rızık nimetini bile bile inkâra mı kalkışıyorlar? |
71 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَزْوَاجِكُمْ بَن۪ينَ وَحَفَدَةً وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّٰهِ هُمْ يَكْفُرُونَۙ Ve Allah size, kendi cinsinizden eşler yarattı. Eşlerinizden de size oğullar ve torunlar verdi ve tertemiz şeylerle de sizi rızıklandırdı. Hal böyleyken, insanlar kalkıp, yine de asılsız boş şeylere inanıp, Allah'ın nimetine karşı nankörlük mü yapacaklar? |
72 |
|
وَيَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقاً مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ شَيْـٔاً وَلَا يَسْتَط۪يعُونَۚ Onlar hâlâ, Allah'ı bırakıp ne göklerde, ne de yerde herhangi bir rızık sağlayamayan ve hiç birşeye gücü yetmeyen putlara mı tapınıp duracaklar? |
73 |
|
فَلَا تَضْرِبُوا لِلّٰهِ الْاَمْثَالَۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ Öyleyse, Allah'a eşit varlıklar tanımayın. Çünkü Allah, herşeyin aslını bilir, fakat sizler bilmezsiniz. |
74 |
|
ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً عَبْداً مَمْلُوكاً لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَمَنْ رَزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقاً حَسَناً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ سِراًّ وَجَهْراًۜ هَلْ يَسْتَوُ۫نَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ İşte Allah, size iki insan örneği veriyor. Bir köle olsa ve hiç birşeye gücü yetmese ve bir de, güzel bir şekilde rızıklandırdığımız birisi bulunsa da, rızıklandırdığımız şeylerden bir kısmını gizli, açık doğru yolda harcasa, bu hür kimse ile köle, eşit ve denk olur mu? Eksiksiz tüm övgüler Allah'a mahsustur, ne varki insanların çoğu bilmezler. |
75 |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً رَجُلَيْنِ اَحَدُهُمَٓا اَبْكَمُ لَا يَقْدِرُ عَلٰى شَيْءٍ وَهُوَ كَلٌّ عَلٰى مَوْلٰيهُۙ اَيْنَمَا يُوَجِّهْهُ لَا يَأْتِ بِخَيْرٍۜ هَلْ يَسْتَو۪ي هُوَۙ وَمَنْ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِۙ وَهُوَ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ۟ Ve Allah yine, size başka iki insan örneği daha veriyor: Biri dilsizdir, hiçbirşeye gücü yetmez, sahibine bir yüktür, nereye gönderse hayırlı bir iş becerip gelemez. Peki böyle biri doğru ve hakça olanın yapılmasını emreden ve kendisi de, dosdoğru yolda olan kimseyle bir tutulabilir mi? |
76 |
|
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ Göklerin ve yerin bilinmeyen gerçekleri, Allah'a aittir ve kıyametin kopması da, göz açıp kapayacak kadar bir an içinde olup biter, belki ondan daha da çabuk bir an içinde. Şüphe yok ki, Allah'ın herşeye gücü yeter. |
77 |
|
وَاللّٰهُ اَخْرَجَكُمْ مِنْ بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ لَا تَعْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۙ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ Ve Allah sizi analarınızın karnından çıkardı, hiç birşey bilmezdiniz. Belki de şükredersiniz diye size kulak verdi, gözler verdi ve gönüller verdi. |
78 |
|
اَلَمْ يَرَوْا اِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ ف۪ي جَوِّ السَّمَٓاءِۜ مَا يُمْسِكُهُنَّ اِلَّا اللّٰهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Gökle yer arasında uçup duran kuşları görmezler mi? Onları boşlukta tutan ancak Allah'tır, şüphe yok ki, bunda inanan bir toplum için ibretler vardır. |
79 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ بُيُوتِكُمْ سَكَناً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنْ جُلُودِ الْاَنْعَامِ بُيُوتاً تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ اِقَامَتِكُمْۙ وَمِنْ اَصْوَافِهَا وَاَوْبَارِهَا وَاَشْعَارِهَٓا اَثَاثاً وَمَتَاعاً اِلٰى ح۪ينٍ Ve size dinlenme yeri olarak, kendinize ev yapma imkanı ve yeteneği veren, size hayvanların derilerinden, konaklama ve göçme zamanında kolayca taşıyabileceğiniz barınaklar yapma imkanı veren, yünlerinden, yapağılarından ve tüylerinden dayanıklı ev eşyası ve alıp satacağınız eşyalar meydana getirmenizi sağlayan da Allah'tır. |
80 |
|
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالاً وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ اَكْنَاناً وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمُ الْحَرَّ وَسَرَاب۪يلَ تَق۪يكُمْ بَأْسَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ Ve Allah, yarattığı şeylerden sizin için gölgeler meydana getirdi. Dağlarda gizlenme ve saklanma yerleri bahşeden ve sizi sıcağa, soğuğa karşı koruyacak elbiseler, savaşlarda zararlardan koruyacak zırhlar yapma imkanı ve becerisini de veren Allah'tır. O'na teslim olarak müslüman olup, kurtulabilmeniz için nimetlerini böylece tamamlar size. |
81 |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ Bütün bunlara rağmen ey peygamber! Hâlâ senden ve mesajından yüz çevirirlerse, şüphe yok ki sana düşen, açıkça bir bildirimdir. |
82 |
|
يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟ Aslında Allah'ın nimetinin pekala farkındalar, ama yine de O'nu tanıyıp doğrulamaya yanaşmıyorlar. Çünkü onların pek çoğu, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas ediyorlar. |
83 |
|
وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً ثُمَّ لَا يُؤْذَنُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ Ama biz, bir gün gelecek ki, her toplumdan bir şahit çıkaracağız. O gün gerçekleri örtbas edenlere, özür dilemeleri için izin verilmeyecek, yaptıkları kötülüklerden vazgeçeceklerine dair verdikleri söz de kabul edilmeyecektir. |
84 |
|
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الْعَذَابَ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ Yaratılış gayesi dışında yaşamaya alışanlar, azabı karşılarında bulduklarında, o azabın kendileri için hiçbir mazeretle hafifletilmeyeceğini ve kendilerine artık mühlet de verilmeyeceğini hemen anlayacaklar. |
85 |
|
وَاِذَا رَاَ الَّذ۪ينَ اَشْرَكُوا شُرَكَٓاءَهُمْ قَالُوا رَبَّـنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ شُرَكَٓاؤُ۬نَا الَّذ۪ينَ كُنَّا نَدْعُوا مِنْ دُونِكَۚ فَاَلْقَوْا اِلَيْهِمُ الْقَوْلَ اِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَۚ Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştıranlar, Allah'a eş olarak kabul ettikleri düzmece varlıkları, karşılarında bulduklarında “Ey Rabbimiz!” diyecekler, “Evet bunlar bizim sana ortak ilahlar olarak gördüğümüz ve seni bırakıp, kendilerine yalvarıp yakardığımız varlıklar.” Bunun üzerine o varlıklar, onların hakettikleri sözü yüzlerine çarparlar da, “Şüphe yok ki, sizler yalancı kimselersiniz” derler. |
86 |
|
وَاَلْقَوْا اِلَى اللّٰهِ يَوْمَئِذٍۨ السَّلَمَ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ O gün onlar, Allah'a teslim oluverirler ve uydurdukları düzmece tanrılar da, yüzüstü bırakır onları ve kaybolup giderler. |
87 |
|
اَلَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ زِدْنَاهُمْ عَذَاباً فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يُفْسِدُونَ Gerçekleri örtbas eden, başkalarını Allah yolundan çeviren kimselerin üzerine, çıkardıkları bozgunculuktan dolayı, azap üstüne azap katarak cezalandırırız. |
88 |
|
وَيَوْمَ نَبْعَثُ ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً عَلَيْهِمْ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَجِئْنَا بِكَ شَه۪يداً عَلٰى هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَاناً لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ۟ O gün her topluma, kendileri içinden aleyhlerine bir şahit çıkaracağız. Ve seni de ey peygamber! Mesajının ulaşabileceği tüm insanlar üzerinde şahit kılacağız ve biz sana herşeyi açıklayıp anlatan, doğru yolu gösteren ve rahmet olan ve Allah'a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bu kitabı indirdik. |
89 |
|
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ Şüphe yok ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip, çirkin olan kötü görünen şeylerle, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size böylece düşünesiniz diye öğüt veriyor. |
90 |
|
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْك۪يدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّٰهَ عَلَيْكُمْ كَف۪يلاًۜ اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın sözleşmesini yerine getirin. Sağlama bağladıktan sonra, yeminlerinizi bozmayın. Nasıl bozarsınız ki, Allah'ı kendinize kefil kılmışsınız. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsınız hepsini de bilir. |
91 |
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّت۪ي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثاًۜ تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِيَ اَرْبٰى مِنْ اُمَّةٍۜ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّٰهُ بِه۪ۜ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ İpliğini sağlamca büktükten sonra, onu söküp dağıtan kadına benzemeyin. Bir topluluk diğer bir topluluktan daha çok ve üstün diye yeminlerinizi bozup, hileli hareket etmeyin. Allah bütün bunlarla sizi sınavdan geçiriyor ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri de, kıyamet gününde size açıklayıp bildirecektir. |
92 |
|
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَلَتُسْـَٔلُنَّ عَمَّا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Çünkü Allah dileseydi, sizleri tek tip bir toplum yapardı; ama sapmak isteyeni saptırıp doğru yola ulaşmak isteyeni de doğru yoluna iletiyor. Ve şüphesiz yaptıklarınızdan dolayı mutlaka sorguya çekileceksiniz. |
93 |
|
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ Bunun içindir ki, yeminlerinizi aranızda bir aldatma aracı olarak kullanmayın, sonra ayağınız adamakıllı, İslâm'la sağlamlaşıp pekiştikten sonra kayar ki, Allah yolundan sapmanıza karşılık dünyada fena bir kötülüğe uğrar, ahiretteki hakkınız ise daha büyük bir azap olur. |
94 |
|
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Öyleyse Allah'la yaptığınız sözleşmeyi, az bir paha ile değişmeyin. Eğer bilirseniz, Allah yanında olan sizin için daha hayırlıdır. |
95 |
|
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Çünkü sizde ne varsa, bitip tükenir, ama Allah katındaki kalıcıdır ve kesin olan şu ki, güçlüklere göğüs gerenleri, yaptıkları en iyi şey neyse, ona göre ödüllendireceğiz. |
96 |
|
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Erkek veya kadın, kim mü'min olarak iyi amel işlerse, biz ona hoş ve huzurlu bir hayat yaşatırız ve yine şüphesiz böylelerini, yapageldikleri en güzel şey neyse, ona göre ödüllendireceğiz. |
97 |
|
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ Kur'ân okuyacağın zaman, hemen Allah'ın rahmetinden kovulmuş taşlanmış şeytanın şerrinden Allah'a sığın. |
98 |
|
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ Gerçekte o şeytanın iman eden ve Rablerine güvenip dayananlar üzerinde, hiçbir yaptırıcı otoritesi yoktur, hükmü yürümez onun. |
99 |
|
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ Onun gücü kuvveti, ancak ona dost olup, ona itaat edenlere yeter ve onlar da Allah'la beraber, şeytana tanrısal nitelikler yakıştıranlardır. |
100 |
|
وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Biz bir ayetin yerine, başka bir ayeti getirdiğimizde, Allah neyi indireceğini çok iyi bilirken, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, sen sadece değişik zamanlarda değişik ayetler getirdiğini söylemek suretiyle, hep uyduruyorsun derler. Halbuki onların çoğu, bilmeyen, anlamayan kimselerdir. |
101 |
|
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ De ki: O Kur'ân'ı, inananların imanını sağlamlaştırmak için ve müslümanlara hidayet ve müjde olarak, Rûhu'lKudüs=Cebrail Rabbinden apaçık bir gerçeklik ve sarsılmayan bir doğru olarak indirmiştir. |
102 |
|
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّهُمْ يَقُولُونَ اِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌۜ لِسَانُ الَّذ۪ي يُلْحِدُونَ اِلَيْهِ اَعْجَمِيٌّ وَهٰذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُب۪ينٌ Andolsun ki, biz kâfirlerin “Bu Kur'ân'ı, ona ancak bir insan öğretmektedir” dediklerini biliyoruz. Öğrettiğini sandıkları adam yabancıdır, Arapçayı doğru düzgün konuşamaz. Fakat bu Kur'ân, apaçık Arap diliyle indirilmiştir. |
103 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۙ لَا يَهْد۪يهِمُ اللّٰهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Allah'ın ayetlerine inanmayanları, Allah doğru yola yöneltmez, öte dünyada onların payları, can yakıcı bir azap olacaktır. |
104 |
|
اِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَاذِبُونَ Allah'ın ayetlerine inanmayanlar yalan söylerler, iftira ederler; işte asıl onlardır yalancılar. |
105 |
|
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِه۪ٓ اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْا۪يمَانِ وَلٰكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْراً فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ Gönülden inanmışken ve yüreği imanla dopdolu iken, zorla istemediği halde, dininden döndüğünü söyleyenden başka, inandıktan sonra, Allah'ı inkâr eden, hatta Allah'tan gelen gerçekleri örtbas etmekle yüreği genişleyen ve hoşlanan kişi yok mu, bu çeşit kimseleredir Allah'ın gazabı, ahirette de büyük bir azap vardır; Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler için. |
106 |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمُ اسْتَحَبُّوا الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِۙ وَاَنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ Bunun da sebebi, dünya hayatının sevilip, ahiretten üstün tutulmasındandır. Şüphe yok ki, Allah kendisinden gelen gerçekleri örtbas eden kimseleri doğru yola iletmez. |
107 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ طَبَعَ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ وَسَمْعِهِمْ وَاَبْصَارِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ İşte Allah'ın, kalplerini işitme ve görme duyularını mühürlediği kimseler bunlardır. Hakka ve gerçeklere karşı umursamazlık içinde bulunanlar da, işte bunlardır. |
108 |
|
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْخَاسِرُونَ Hiç şüphe yok ki, ahirette de kaybedecek olanlar bunlardır. |
109 |
|
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Sonra şüphe yok ki, Rabbin işkenceye uğradıktan sonra, yurtlarından göçenlerin, sonra Allah yolunda üstün çabalar gösterip, her türlü güçlüklere göğüs gerenlerin yanındadır. Rabbin çok bağışlayan ve çok acıyandır. |
110 |
|
يَوْمَ تَأْت۪ي كُلُّ نَفْسٍ تُجَادِلُ عَنْ نَفْسِهَا وَتُوَفّٰى كُلُّ نَفْسٍ مَا عَمِلَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ Öyleyse haberiniz olsun ki, o kıyamet günü herkes kendi başının çaresini aramaya çabalayacak ve herkese yapıp ettiğinin karşılığı, tam olarak ödenecek ve kimseye de haksızlık yapılmayacaktır. |
111 |
|
وَضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً قَرْيَةً كَانَتْ اٰمِنَةً مُطْمَئِنَّةً يَأْت۪يهَا رِزْقُهَا رَغَداً مِنْ كُلِّ مَكَانٍ فَكَفَرَتْ بِاَنْعُمِ اللّٰهِ فَاَذَاقَهَا اللّٰهُ لِبَاسَ الْجُوعِ وَالْخَوْفِ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ Allah size bir örnek veriyor: Bir şehir düşünün, halkı emniyet içerisinde yaşamada, gönülleri rahat, rızıkları herbir taraftan bol bol gelmekte, derken Allah'ın tüm nimetlerine karşı, nankörlük ettiler de, Allah onlara işledikleri yüzünden, açlık ve korku felaketini tattırdı. |
112 |
|
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ Andolsun, onlara kendi aralarından bir peygamber de geldi ve O'nu yalanladılar, yaratılış gayeleri dışına çıktıkları için, azap onları kıskıvrak yakalayıverdi. |
113 |
|
فَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالاً طَيِّباًۖ وَاشْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ Bunun içindir ki, Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerin, temiz ve meşru olanlarından istifade edin ve eğer yalnızca O'na kulluk ediyorsanız, o zaman nimetlerinden dolayı Allah'a şükrünüzü gösterin. |
114 |
|
اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Allah size sadece leşi, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası için kesilmiş hayvanı haram etmiştir. Fakat zorda kalan, aşırı gidip ihtiyacının ötesine geçmemek şartıyla, bunlardan yiyebilir. Çünkü Allah, gerçekten çok bağışlayan ve çok acıyandır. |
115 |
|
وَلَا تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هٰذَا حَلَالٌ وَهٰذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَۜ Kendi dillerinizin uydurmasıyla Allah'a iftira ederek, “Bu helaldir, şu haramdır” demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan düzenler asla kurtuluşa erişemezler. |
116 |
|
مَتَاعٌ قَل۪يلٌۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Onların bu dünyadaki hali: Az bir geçim ve avunmaktan ibarettir. Onlar için, can yakıcı bir azap vardır. |
117 |
|
وَعَلَى الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا مَا قَصَصْنَا عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُۚ وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Daha önce sana anlattığımız şeyleri, yani tırnaklı hayvanlar ve iç yağları, Yahudilere haram kılmıştık. Bununla biz, onlara haksızlık etmedik, tersine onlar kendi kendilerine haksızlık yaparak, yaratılış gayesi dışında yaşamaya kalkıştılar. |
118 |
|
ثُمَّ اِنَّ رَبَّكَ لِلَّذ۪ينَ عَمِلُوا السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ وَاَصْلَحُٓواۙ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Şüphe yok ki Rabbin, bilmeyerek kötülük işleyen sonra da tevbe eden ve hallerini düzeltenlerin yanındadır. Rabbin muhakkak ki, tevbeden sonra çok acıyıp bağışlayandır. |
119 |
|
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ كَانَ اُمَّةً قَانِتاً لِلّٰهِ حَن۪يفاًۜ وَلَمْ يَكُ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۙ Şüphe yok ki, İbrahim tek başına bir ümmetti. Allah'a itaat ederdi, daima doğruydu, Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştıran kimselerden de değildi. |
120 |
|
شَاكِراً لِاَنْعُمِهِۜ اِجْتَبٰيهُ وَهَدٰيهُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ O Allah'ın nimetlerine şükrederdi, Allah da onu seçmiş ve dosdoğru yoluna iletmişti. |
121 |
|
وَاٰتَيْنَاهُ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةًۜ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَۜ Dünyada da ona iyilik vermiştik; ahirette de o, iyilerle beraberdir. |
122 |
|
ثُمَّ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِـعْ مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفاًۜ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ Sonra sana: “Yalan ve sahtelik taşıyan herşeyden sakınan ve hiçbir şekilde Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştırmayan, İbrahim'in dinine uy” diye vahyettik. |
123 |
|
اِنَّمَا جُعِلَ السَّبْتُ عَلَى الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ Cumartesi gününe saygı ve o günü yalnız ibadet günü yapmak, o tatil günündeki ağır hükümler, onda ayrılığa düşen Yahudilere farz kılınmıştı. Şüphe yok ki, bu çekişip durdukları konuda, kıyamet günü senin Rabbin, aralarında elbette hükmedecektir. |
124 |
|
اُدْعُ اِلٰى سَب۪يلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُمْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel, en inandırıcı yöntemlerle tartış. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları da, doğru yolu tutanları da en iyi bilendir. |
125 |
|
وَاِنْ عَاقَبْتُمْ فَعَاقِبُوا بِمِثْلِ مَا عُوقِبْتُمْ بِه۪ۜ وَلَئِنْ صَبَرْتُمْ لَهُوَ خَيْرٌ لِلصَّابِر۪ينَ Eğer bir kimseye ve bir topluma ceza verecekseniz, onların sizi cezalandırdıkları gibi ve o miktar cezalandırın onları. Fakat kendinizi tutarsanız bilin ki, güçlüklere göğüs germesini bilenler için, bu tutum daha iyi ve daha hayırlıdır. |
126 |
|
وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ اِلَّا بِاللّٰهِ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ Allah yolunda başına gelecek herşeye göğüs ger, dirençli ol. Bu dirençlilik ancak Allah'ın vereceği başarıyla mümkündür. Sana düzen kurduklarından dolayı da daralma, sıkıntıya düşme. |
127 |
|
اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَالَّذ۪ينَ هُمْ مُحْسِنُونَ Şüphe yok ki Allah, elbette yolunu Allah ve kitabıyla bulan ve Allah huzurunda olma bilinciyle kulluk yapanlarla beraberdir. |
128 |