|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
قَدْ اَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَۙ Mü'minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. |
1 |
|
اَلَّذ۪ينَ هُمْ ف۪ي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَۙ Onlar namazlarında derin bir saygı ve alçakgönüllülük içindedirler. |
2 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَۙ Onlar boş şeylerden yüz çevirirler. |
3 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَۙ Onlar zekât için çalışırlar. |
4 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِفُرُوجِهِمْ حَافِظُونَۙ Onlar iffetlerini korurlar. |
5 |
|
اِلَّا عَلٰٓى اَزْوَاجِهِمْ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُمْ فَاِنَّهُمْ غَيْرُ مَلُوم۪ينَۚ Ancak eşlerine ve ellerinin altındakilere karşı müstesna-bunlar kınanmazlar. |
6 |
|
فَمَنِ ابْتَغٰى وَرَٓاءَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْعَادُونَۚ Kim bunun ötesine geçmek isterse, işte onlar hadlerini aşmış olanlardır. |
7 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَۙ O mü'minler, emanet ve ahidlerine riayet ederler. |
8 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ عَلٰى صَلَوَاتِهِمْ يُحَافِظُونَۢ Onlar namazlarını da gözetir ve korurlar. |
9 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْوَارِثُونَۙ İşte onlar vârislerin tâ kendileridir. |
10 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَرِثُونَ الْفِرْدَوْسَۜ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ Onlar Firdevs Cennetlerine vâris olurlar ve orada ebediyen kalırlar. |
11 |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ And olsun, Biz insanı çamurun özünden yarattık. |
12 |
|
ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ Sonra ona sağlam bir karar yerinde bir nutfe yaptık. |
13 |
|
ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَاماً فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْماًۗ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقاً اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ Sonra nutfeyi aleka halinde, alekayı mudga halinde yarattık. Mudgayı da kemik halinde yarattık; kemiklere ise et giydirdik. Sonra da onu bambaşka bir yaratışla inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah'ın şânı ne yücedir! |
14 |
|
ثُمَّ اِنَّكُمْ بَعْدَ ذٰلِكَ لَمَيِّتُونَۜ Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet öleceksiniz. |
15 |
|
ثُمَّ اِنَّكُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ تُبْعَثُونَ Daha sonra da kıyamet gününde diriltilirsiniz. |
16 |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا فَوْقَكُمْ سَبْعَ طَرَٓائِقَۗ وَمَا كُنَّا عَنِ الْخَلْقِ غَافِل۪ينَ Şu da bir gerçek ki, Biz sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Yarattıklarımızdan ise Biz asla habersiz değili |
17 |
|
وَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً بِقَدَرٍ فَاَسْكَنَّاهُ فِي الْاَرْضِۗ وَاِنَّا عَلٰى ذَهَابٍ بِه۪ لَقَادِرُونَۚ Biz gökten bir ölçü ile su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik. Onu gidermeye de Bizim gücümüz elbette yeter. |
18 |
|
فَاَنْشَأْنَا لَكُمْ بِه۪ جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍۢ لَكُمْ ف۪يهَا فَوَاكِهُ۬ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ Biz o suyla sizin için hurmalıklar ve üzüm bağları inşa ettik. O bağ ve bahçelerde sizin için daha nice meyveler vardır ki, onlarda sizin için pek çok faydalar bulunur; hem de onlardan yiyip duruyorsunuz. |
19 |
|
وَشَجَرَةً تَخْرُجُ مِنْ طُورِ سَيْنَٓاءَ تَنْبُتُ بِالدُّهْنِ وَصِبْغٍ لِلْاٰكِل۪ينَ Bir de Sina Dağı çevresinde yetişen bir ağaç bitirdik ki, ondan hem bir yağ çıkar, hem de yiyenlere katık olur. |
20 |
|
وَاِنَّ لَكُمْ فِي الْاَنْعَامِ لَعِبْرَةًۜ نُسْق۪يكُمْ مِمَّا ف۪ي بُطُونِهَا وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ كَث۪يرَةٌ وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۙ Davarlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarında olan şeyden size içiririz. Onda sizin için daha nice faydalar vardır; üstelik onlardan yersiniz. |
21 |
|
وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَ۟ Ayrıca hem onlara, hem gemilere binersiniz. |
22 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ Biz Nuh'u da kavmine peygamber olarak göndermiştik. O da 'Ey kavmim, yalnız Allah'a kulluk edin,' demişti. 'Sizin Ondan başka tanrınız yoktur. Hiç sakınmaz mısınız?' |
23 |
|
فَقَالَ الْمَلَؤُا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يُر۪يدُ اَنْ يَتَفَضَّلَ عَلَيْكُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةًۚ مَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَۚ Kavminin ileri gelen kâfirleri ise 'Bu da sizin gibi bir beşerdir,' dediler. 'Ancak size karşı üstünlük taslıyor. Allah dileseydi pekalâ bir melek indirebilirdi. Biz gelip geçmiş atalarımız içinde böyle birisini işitmedik. |
24 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌ بِه۪ جِنَّةٌ فَتَرَبَّصُوا بِه۪ حَتّٰى ح۪ينٍ 'Bu olsa olsa cinnet geçirmiş bir adamdır; en iyisi siz onu bir süre göz altında tutun.' |
25 |
|
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ Nuh 'Rabbim, onların beni yalanlamasına karşı bana yardım et' dedi. |
26 |
|
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ Biz de ona, 'Gözetimimiz altında ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap,' diye vahyettik. 'Emrimiz gelip de sular kaynamaya başlayınca, hepsinden birer çift ile, hakkında azap hükmü verilmiş olanlar dışında aileni gemiye al. Zulmedenler hakkında da Bana birşey söyleme; çünkü onlar boğulmaya mahkûmdurlar. |
27 |
|
فَاِذَا اسْتَوَيْتَ اَنْتَ وَمَنْ مَعَكَ عَلَى الْفُلْكِ فَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي نَجّٰينَا مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 'Sen ve beraberindekiler gemiye bindiğiniz zaman, 'Hamd olsun bizi o zalimler güruhundan kurtaran Allah'a' de. |
28 |
|
وَقُلْ رَبِّ اَنْزِلْن۪ي مُنْزَلاً مُبَارَكاً وَاَنْتَ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ 'Ve de ki: 'Rabbim, beni bereketli bir menzilde konaklat. Hiç şüphe yok ki, konuk ağırlayanların en hayırlısı Sensin.'' |
29 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ وَاِنْ كُنَّا لَمُبْتَل۪ينَ İşte bunda nice âyetler vardır. Biz böylece kullarımızı imtihan etmekteyiz. |
30 |
|
ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْناً اٰخَر۪ينَۚ Onlardan sonra Biz başka nesiller yarattık. |
31 |
|
فَاَرْسَلْنَا ف۪يهِمْ رَسُولاً مِنْهُمْ اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اَفَلَا تَتَّقُونَ۟ Onlara kendi içlerinden birer peygamber gönderdik de kendilerine 'Allah'a kulluk edin,' dedi. 'Ondan başka tanrınız yoktur. Hiç sakınmaz mısınız?' |
32 |
|
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ الْاٰخِرَةِ وَاَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ مَا هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۙ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ Kavminin ileri gelenlerinden, dünya hayatında nimetler içinde yüzdürdüğümüz halde âhirete kavuşmayı yalanlayan kâfirler dediler ki: 'Bu da sizin gibi bir beşerdir. Sizin yediğinizden yer, içtiğinizden içer. |
33 |
|
وَلَئِنْ اَطَعْتُمْ بَشَراً مِثْلَكُمْ اِنَّكُمْ اِذاً لَخَاسِرُونَ 'Sizin gibi bir beşere itaat ederseniz ziyan edersiniz. |
34 |
|
اَيَعِدُكُمْ اَنَّكُمْ اِذَا مِتُّمْ وَكُنْتُمْ تُرَاباً وَعِظَاماً اَنَّكُمْ مُخْرَجُونَۖ 'O size, ölüp de toprak olduktan ve kemik yığınına dönüştükten sonra kabirlerinizden çıkarılacaksınız diye vaadde mi bulunuyor? |
35 |
|
هَيْهَاتَ هَيْهَاتَ لِمَا تُوعَدُونَۖ 'Heyhat, heyhat! Size vaad edilen ne kadar da uzak! |
36 |
|
اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا نَمُوتُ وَنَحْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَۖ 'Bir hayatımız varsa o da dünya hayatıdır; yaşar ve ölürüz, bir daha da diriltilmeyiz. |
37 |
|
اِنْ هُوَ اِلَّا رَجُلٌۨ افْـتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً وَمَا نَحْنُ لَهُ بِمُؤْمِن۪ينَ 'Bu ise Allah adına yalan uyduran bir adamdır; biz ona inanmayız.' |
38 |
|
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي بِمَا كَذَّبُونِ Peygamber 'Rabbim, onların beni yalanlamasına karşı bana yardım et' dedi. |
39 |
|
قَالَ عَمَّا قَل۪يلٍ لَيُصْبِحُنَّ نَادِم۪ينَۚ Allah buyurdu ki: Az bir zaman sonra onlar pişman olacaklar. |
40 |
|
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُـثَٓاءًۚ فَبُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ Derken o korkunç ses onları hak ettikleri şekilde yakalayıverdi de hepsini sel süprüntüsüne çevirdik. Yok olsun o zalimler güruhu! |
41 |
|
ثُمَّ اَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قُرُوناً اٰخَر۪ينَۜ Sonra onların da arkasından başka nesiller yarattık. |
42 |
|
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَۜ Bir ümmet, ecelini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir. |
43 |
|
ثُمَّ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا تَتْرَاۜ كُلَّمَا جَٓاءَ اُمَّةً رَسُولُهَا كَذَّبُوهُ فَاَتْبَعْنَا بَعْضَهُمْ بَعْضاً وَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَۚ فَبُعْداً لِقَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ Onlardan sonra da yine peygamberlerimizi peş peşe gönderdik. Ne zaman bir ümmete peygamber geldiyse onu yalanladılar. Biz de onları birbirinin peşi sıra helâk edip dillere destan yaptık. Yok olsun o inanmayanlar! |
44 |
|
ثُمَّ اَرْسَلْنَا مُوسٰى وَاَخَاهُ هٰرُونَ بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ Sonra Musa ile kardeşi Harun'u âyetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik. |
45 |
|
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاسْتَكْـبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً عَال۪ينَۚ Firavun ile adamlarına gittiler; fakat onlar iman etmeyi kibirlerine yediremediler. Zaten onlar büyüklük taslayan bir zümre idi. |
46 |
|
فَقَالُٓوا اَنُؤْمِنُ لِبَشَرَيْنِ مِثْلِنَا وَقَوْمُهُمَا لَنَا عَابِدُونَۚ 'Bizim gibi iki tane beşere mi inanacağız?' dediler. 'Üstelik kavimleri de bize kulluk etmekte iken!' |
47 |
|
فَكَذَّبُوهُمَا فَكَانُوا مِنَ الْمُهْلَك۪ينَ Onları yalanladılar ve helâk olup gittiler. |
48 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ Doğru yolu bulsunlar diye Biz Musa'ya kitap da verdik. |
49 |
|
وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟ Meryem oğlu ile annesini de bir âyet yaptık ve kalınabilecek sulak bir tepede barındırdık. |
50 |
|
يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحاًۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ عَل۪يمٌۜ Ey peygamberler! Helâl ve temiz rızıklardan yiyin ve güzel işler yapın. Hiç kuşkusuz, Ben sizin yaptıklarınızı bilirim. |
51 |
|
وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ Şu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir; Ben ise hepinizin Rabbiyim. Onun için Bana karşı gelmekten sakının. |
52 |
|
فَـتَقَطَّـعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُراًۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ Fakat onlar işlerini parça parça ettiler; her topluluk kendisininkiyle övünüp durur. |
53 |
|
فَذَرْهُمْ ف۪ي غَمْرَتِهِمْ حَتّٰى ح۪ينٍ Sen onları bir süre gafletleriyle baş başa bırak. |
54 |
|
اَيَحْسَبُونَ اَنَّمَا نُمِدُّهُمْ بِه۪ مِنْ مَالٍ وَبَن۪ينَۙ Onlar, kendilerine verdiğimiz servet ve oğullarla, |
55 |
|
نُسَارِعُ لَهُمْ فِي الْخَيْرَاتِۜ بَلْ لَا يَشْعُرُونَ Hayırlarına koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar farkında değiller. |
56 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ هُمْ مِنْ خَشْيَةِ رَبِّهِمْ مُشْفِقُونَۙ O kimseler ki, Rablerinin korkusundan ürperirler. |
57 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَۙ Rablerinin âyetlerine iman ederler. |
58 |
|
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِرَبِّهِمْ لَا يُشْرِكُونَۙ Ve Rablerine asla ortak koşmazlar. |
59 |
|
وَالَّذ۪ينَ يُؤْتُونَ مَٓا اٰتَوْا وَقُلُوبُهُمْ وَجِلَةٌ اَنَّهُمْ اِلٰى رَبِّهِمْ رَاجِعُونَۙ Verdiklerini de, Rablerinin huzuruna varacaklarının bilinci içinde, kalpleri ürpererek verirler. |
60 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ İşte onlar hayırda yarışanlar ve öne geçenlerdir. |
61 |
|
وَلَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَلَدَيْنَا كِتَابٌ يَنْطِقُ بِالْحَقِّ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ Biz kimseye gücünden fazlasını yüklemeyiz. Katımızda da herşeyi doğru olarak bildiren bir kitap vardır; onun için, asla haksızlığa uğratılmazlar. |
62 |
|
بَلْ قُلُوبُهُمْ ف۪ي غَمْرَةٍ مِنْ هٰذَا وَلَهُمْ اَعْمَالٌ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ هُمْ لَهَا عَامِلُونَ Fakat o inkârcıların kalpleri bundan gafildir. Üstelik onların daha başka kötülükleri de var ki, hâlâ işleyip dururlar. |
63 |
|
حَتّٰٓى اِذَٓا اَخَذْنَا مُتْرَف۪يهِمْ بِالْعَذَابِ اِذَا هُمْ يَجْـَٔرُونَۜ Nihayet onların refah içinde yüzenlerini azapla yakalayıveririz; işte o zaman feryada başlarlar. |
64 |
|
لَا تَجْـَٔرُوا الْيَوْمَ اِنَّكُمْ مِنَّا لَا تُنْصَرُونَ Bugün boşuna feryad etmeyin; çünkü bizden yardım görmeyeceksiniz. |
65 |
|
قَدْ كَانَتْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ تَنْكِصُونَۙ Size Benim âyetlerim okunduğunda arkanızı dönüyordunuz. |
66 |
|
مُسْتَكْبِر۪ينَ بِه۪ۗ سَامِراً تَهْجُرُونَ Büyüklük taslıyor, geceleri toplanıp âyetlerim hakkında ileri geri konuşuyordunuz. |
67 |
|
اَفَلَمْ يَدَّبَّرُوا الْقَوْلَ اَمْ جَٓاءَهُمْ مَا لَمْ يَأْتِ اٰبَٓاءَهُمُ الْاَوَّل۪ينَۘ Onlar bu söz üzerinde hiç düşünmezler mi? Yoksa gelip geçmiş atalarına gelmeyen şey onlara mı geldi? |
68 |
|
اَمْ لَمْ يَعْرِفُوا رَسُولَهُمْ فَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَۘ Veya onlar peygamberlerini hiç tanımıyorlar da onun için mi inkâr ediyorlar? |
69 |
|
اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ Veya onda delilik mi var diyorlar? Halbuki peygamber onlara hakkın tâ kendisini getirmiştir; lâkin onların çoğu haktan hoşlanmıyor. |
70 |
|
وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ Eğer hak onların heveslerine tâbi olsaydı, gökler, yer ve onlarda olanlar fesada uğrar giderdi. Aslında Biz onlara şereflerini getirdik; onlar ise kendilerine şeref vesilesi olacak şeyden yüz çeviriyorlar. |
71 |
|
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ خَرْجاً فَخَرَاجُ رَبِّكَ خَيْرٌۗ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun? Halbuki Rabbinin vereceği ücret daha hayırlıdır; çünkü O rızık vericilerin en hayırlısıdır. |
72 |
|
وَاِنَّكَ لَتَدْعُوهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ Gerçek şu ki, sen onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun. |
73 |
|
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ عَنِ الصِّرَاطِ لَنَاكِبُونَ Âhirete inanmayanlar ise yoldan sapıyorlar. |
74 |
|
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ Biz onlara acıyıp da başlarına gelen sıkıntıyı kaldıracak olsak, onlar yine içinde bocaladıkları azgınlıklarında inat ederler. |
75 |
|
وَلَقَدْ اَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ Nitekim Bizim onları azapla yakaladığımız da oldu; fakat onlar Rablerine boyun eğmediler. Yine de yalvarıp yakarmazlar. |
76 |
|
حَتّٰٓى اِذَا فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً ذَا عَذَابٍ شَد۪يدٍ اِذَا هُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَ۟ Nihayet üzerlerine şiddetli bir azabın kapısını açarız; işte o zaman bütün ümitlerini yitirmiş halde kalıverirler. |
77 |
|
وَهُوَ الَّـذ۪ٓي اَنْشَاَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلاً مَا تَشْكُرُونَ Sizin için kulak, göz ve kalpler yaratan da Odur. Siz ise pek az şükrediyorsunuz. |
78 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي ذَرَاَكُمْ فِي الْاَرْضِ وَاِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Sizi yeryüzünde yayan da Odur; yine Onun huzurunda toplanacaksınız. |
79 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي يُحْـي۪ وَيُم۪يتُ وَلَهُ اخْتِلَافُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ Dirilten de, öldüren de Odur. Gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişi de Onun eseridir. Hiç akıl etmiyor musunuz? |
80 |
|
بَلْ قَالُوا مِثْلَ مَا قَالَ الْاَوَّلُونَ Onlar da daha öncekilerin söylediklerine benzer şeyler söylediler. |
81 |
|
قَالُٓوا ءَاِذَا مِتْنَا وَكُنَّا تُرَاباً وَعِظَاماً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ Dediler ki: 'Ölüp de toprağa karıştıktan, kemik yığınına dönüştükten sonra mı tekrar diriltileceğiz? |
82 |
|
لَقَدْ وُعِدْنَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا هٰذَا مِنْ قَبْلُ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 'Bundan önce de bize ve atalarımıza böyle şeyler vaad edilmişti. Bunlar eskilerin efsanelerinden başka birşey değil.' |
83 |
|
قُلْ لِمَنِ الْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهَٓا اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Sen de ki: 'Yeryüzü ve içindekiler kimindir? Biliyorsanız söyleyin.' |
84 |
|
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ Diyecekler ki, 'Allah'ındır.' De ki: 'Öyleyse hiç düşünmüyor musunuz?' |
85 |
|
قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ السَّبْعِ وَرَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ De ki: 'Yedi göğün Rabbi ve Büyük Arş'ın Rabbi kimdir?' |
86 |
|
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ اَفَلَا تَتَّقُونَ Diyecekler ki: 'Onlar da Allah'ındır.' De ki: 'Öyleyse hiç sakınmıyor musunuz?' |
87 |
|
قُلْ مَنْ بِيَدِه۪ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ يُج۪يرُ وَلَا يُجَارُ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ De ki: 'Kimdir herşeyin hüküm ve tasarrufunu elinde tutan, herşeyi koruyup kolladığı halde korunmaya muhtaç olmayan? Biliyorsanız söyleyin.' |
88 |
|
سَيَقُولُونَ لِلّٰهِۜ قُلْ فَاَنّٰى تُسْحَرُونَ Diyecekler ki: 'Hepsi Allah'ındır.' De ki: 'Öyleyse nasıl aldanıyorsunuz?' |
89 |
|
بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِالْحَقِّ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Biz onlara hakkı getirdik. Onlar ise yalancıdırlar. |
90 |
|
مَا اتَّخَذَ اللّٰهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ اِلٰهٍ اِذاً لَذَهَبَ كُلُّ اِلٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يَصِفُونَۙ Allah asla evlât edinmiş değildir. Onunla beraber başka bir tanrı da yoktur. Eğer olsaydı, herbiri kendi yarattığını kapar, böylece birbirlerine üstün gelmeye çalışırlardı. Allah onların yakıştırdığı şeylerden uzaktır. |
91 |
|
عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟ O, görünen ve görünmeyen âlemleri bilir; onların ortak koştuğu şeylerden de yücedir. |
92 |
|
قُلْ رَبِّ اِمَّا تُرِيَنّ۪ي مَا يُوعَدُونَۙ De ki: 'Rabbim! Eğer onlara vaad ettiğin şeyi bana göstereceksen, |
93 |
|
رَبِّ فَلَا تَجْعَلْن۪ي فِي الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ 'Beni o zalimler güruhu içinde bırakma, yâ Rabbi!' |
94 |
|
وَاِنَّا عَلٰٓى اَنْ نُرِيَكَ مَا نَعِدُهُمْ لَقَادِرُونَ Onlara vaad ettiğimiz şeyi sana göstermeye elbette gücümüz yeter. |
95 |
|
اِدْفَعْ بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ السَّيِّئَةَۜ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَصِفُونَ Sen kötülüğü en güzel olan şeyle sav. Onların yakıştırdıklarını Biz biliyoruz. |
96 |
|
وَقُلْ رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاط۪ينِۙ De ki: 'Rabbim! Sana sığınırım şeytanların dürtülerinden. |
97 |
|
وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ 'Onların yanımda bulunmasından da Sana sığınırım.' |
98 |
|
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِۙ Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında der ki: 'Rabbim, beni geri gönder. |
99 |
|
لَعَلّ۪ٓي اَعْمَلُ صَالِحاً ف۪يمَا تَرَكْتُ كَلَّاۜ اِنَّهَا كَلِمَةٌ هُوَ قَٓائِلُهَاۜ وَمِنْ وَرَٓائِهِمْ بَرْزَخٌ اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 'Tâ ki bıraktığım yerde güzel bir iş yapayım.' Asla! Bu söylediği boş bir sözden ibarettir. Zaten arkalarında, yeniden diriltilecekleri güne kadar geri dönmelerine imkân vermeyen bir engel vardır. |
100 |
|
فَاِذَا نُفِـخَ فِي الصُّورِ فَلَٓا اَنْسَابَ بَيْنَهُمْ يَوْمَئِذٍ وَلَا يَتَسَٓاءَلُونَ Sûra üfürüldüğü gün, artık ne aralarında bir soy bağı kalmıştır, ne de birbirlerini soruşturacak halleri vardır. |
101 |
|
فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ Kimin tartısı ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. |
102 |
|
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ ف۪ي جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ Kimin tartısı hafif gelirse, onlar da kendilerini hüsrana atmış olanlardır. Onlar ebediyen Cehennemde kalırlar. |
103 |
|
تَلْفَحُ وُجُوهَهُمُ النَّارُ وَهُمْ ف۪يهَا كَالِحُونَ Ateş yüzlerini kavurur da onlar orada sırıtmış kalırlar. |
104 |
|
اَلَمْ تَكُنْ اٰيَات۪ي تُتْلٰى عَلَيْكُمْ فَكُنْتُمْ بِهَا تُكَذِّبُونَ Âyetlerim size okunurken siz onları yalanlıyordunuz, öyle değil mi? |
105 |
|
قَالُوا رَبَّـنَا غَلَبَتْ عَلَيْنَا شِقْوَتُنَا وَكُنَّا قَوْماً ضَٓالّ۪ينَ 'Rabbimiz,' derler. 'Bedbahtlığımız galebe çaldı da böyle bir sapıklar güruhu olup çıktık. |
106 |
|
رَبَّـنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْهَا فَاِنْ عُدْنَا فَاِنَّا ظَالِمُونَ 'Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Bir daha eski halimize dönersek, işte o zaman zalimlerden oluruz.' |
107 |
|
قَالَ اخْسَؤُ۫ا ف۪يهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ Allah 'Kesin sesinizi!' buyurur. 'Bir daha da Bana birşey söylemeyin. |
108 |
|
اِنَّهُ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْ عِبَاد۪ي يَقُولُونَ رَبَّـنَٓا اٰمَنَّا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَۚ 'Benim kullarımdan bir topluluk vardı ki 'Rabbimiz, iman ettik. Sen de bizi bağışla, bize merhamet et. Sen merhametlilerin en merhametlisisin' derdi. |
109 |
|
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِياًّ حَتّٰٓى اَنْسَوْكُمْ ذِكْر۪ي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ 'Ve siz onları alaya alırdınız. Sonunda bu alaylarınız size Beni anmayı unutturdu da onlara gülüp durdunuz. |
110 |
|
اِنّ۪ي جَزَيْتُهُمُ الْيَوْمَ بِمَا صَبَرُٓواۙ اَنَّهُمْ هُمُ الْفَٓائِزُونَ 'Ben ise, sabretmelerinden dolayı bugün onları ödüllendirdim; artık onlar muratlarına ermiş bulunuyorlar.' |
111 |
|
قَالَ كَمْ لَبِثْتُمْ فِي الْاَرْضِ عَدَدَ سِن۪ينَ Allah 'Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?' buyurur. |
112 |
|
قَالُوا لَبِثْنَا يَوْماً اَوْ بَعْضَ يَوْمٍ فَسْـَٔلِ الْعَٓادّ۪ينَ 'Ya bir gün, ya da günün bir bölümü kadar,' derler. 'Onun hesabını tutanlara sor.' |
113 |
|
قَالَ اِنْ لَبِثْتُمْ اِلَّا قَل۪يلاً لَوْ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ Allah 'Pek az kaldınız,' buyurur. 'Keşke bunu vaktiyle bilseydiniz! |
114 |
|
اَفَحَسِبْتُمْ اَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَاَنَّكُمْ اِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ 'Yoksa sizi boş yere yarattığımızı ve bir daha huzurumuza dönmeyeceğinizi mi sandınız?' |
115 |
|
فَتَعَالَى اللّٰهُ الْمَلِكُ الْحَقُّۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَر۪يمِ Gerçek egemenlik sahibi olan Allah'ın şânı ne yücedir! Ondan başka tanrı yoktur. O, çok şerefli Arş'ın Rabbidir. |
116 |
|
وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۙ لَا بُرْهَانَ لَهُ بِه۪ۙ فَاِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ Elinde onun tanrılığına dair hiçbir delil olmadığı halde, kim Allah ile beraber başka bir tanrıya dua ederse, onun Rabbi katında verilecek bir hesabı vardır. Öyle kâfirler asla iflâh olmazlar. |
117 |
|
وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَاَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِم۪ينَ De ki: Rabbim, bağışla ve merhamet et. Merhamet edenlerin en hayırlısı Sensin. |
118 |