|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ Ey (elbisesine) bürünen Peygamber! |
1 |
|
قُمْ فَاَنْذِرْۙ Kalk da (kavmini Allah’ın azabı ile) korkut; (iman etmezlerse azaba uğrıyacaklarını kendilerine haber ver). |
2 |
|
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ Rabbini yücelt, (O’nu tenzîh et). |
3 |
|
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ Elbiseni de (daima) temiz tut. |
4 |
|
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ Azaba vesile olan şeyleri terkde sebat et. |
5 |
|
وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ Az bir şey verib karşılığında çok şey isteme. |
6 |
|
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ Rabbinin rızası için sabret. |
7 |
|
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ O Sûr’a üfürüldüğü zaman, |
8 |
|
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ İşte o kıyâmet vakti çok şiddetli bir gündür; |
9 |
|
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ kâfirlere hiç kolay değildir. |
10 |
|
ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ (Mal ve evlâdsız olarak) tek başına yarattığım o kâfiri (Velid İbni Muğîre’yi) bana bırak. |
11 |
|
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ (Çırılçıplak yarattığım) bu adama da (sonra) uzun boylu mal verdim. |
12 |
|
وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ Hem (kendisi ile) hazır bulunan oğullar... |
13 |
|
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ Ona nimet döşedim de döşedim... |
14 |
|
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ Sonra da arzu eder ki, daha artırayım. |
15 |
|
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ Hayır, (istediğine kavuşamaz) çünkü o, ayetlerimize karşı bir inkârcı idi. |
16 |
|
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ Muhakkak ben, onu, meşakkatli bir azaba sardıracağım. |
17 |
|
اِنَّهُ فَـكَّرَ وَقَدَّرَۙ Çünkü o (Velid İbni Muğire), kendi kendine bir düşündü ve (zannınca peygambere söyliyecek sözünü) uydurub kurdu. |
18 |
|
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ Kahrolası ne biçim (söz) uydurdu!... (Peygambere nasıl sihirbaz dedi!...) |
19 |
|
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ Sonra kahrolası ne biçim (söz) uydurdu!... |
20 |
|
ثُمَّ نَظَرَۙ Sonra (döndü insanların yüzüne) baktı. |
21 |
|
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ Sonra (söyliyecek söz bulamadığından) suratını astı ve kaşlarını çattı. |
22 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ Nihayet (Peygambere ve ashabına) arka çevirdi ve kibirlendi de; |
23 |
|
فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ Şöyle dedi: “- Bu ancak (başka sihirbazdan) öğrenilen bir sihirdir. |
24 |
|
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ Muhakkak bu (kimsenin söylediği söz), bir insan sözüdür.” |
25 |
|
سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ Ben de muhakkak onu (Velid İbni Muğîre’yi) cehenneme sokacağım. |
26 |
|
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُۜ Hem (Ey Rasûlüm) bilir misin, nedir o cehennem!... |
27 |
|
لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ (İnsanların bedeninde et) bırakmaz, (kemik de) koymaz. |
28 |
|
لَـوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ O cehennem, insanları yakıb kavurandır. |
29 |
|
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ Üzerinde ondokuz melek var. |
30 |
|
وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟ Biz o ateşin muhafızlarını hep meleklerden ibaret kıldık. Sayılarını da ancak kâfir olanlar için bir fitne yaptık, (zira on dokuz meleği azımsayarak onları helâk edebileceklerini sandılar); kendilerine kitab verilenler de Kur’an’ın hak olduğuna inansınlar; (çünkü onların kitablarında da bu meleklerin sayısı on dokuzdur); müminlerin de imanlarını artırsın. Kendilerine kitab verilenlerle müminler (böylece) şüpheye düşmesinler. Kalblerinde bir maraz (nifak) bulunanlarla kâfirler de şöyle desin: “- Allah bu sayı ile beraber hangi şeyi murad etmiştir? İşte Allah dilediğini böyle şaşırtır, dilediğini de yola getirir. Rabbinin ordularını da ancak kendisi bilir. O cehennem de insanlar için ancak bir öğüddür. |
31 |
|
كَلَّا وَالْقَمَرِۙ Hayır, onlar öğüd almazlar! Kamer hakkı için, |
32 |
|
وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ Dönüb geldiği zaman, o gece hakkı için, |
33 |
|
وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ Ağardığı sıra o sabah hakkı için, |
34 |
|
اِنَّهَا لَاِحْدَى الْـكُبَرِۙ Muhakkak o cehennem, büyük belâlardan biridir; |
35 |
|
نَذ۪يراً لِلْبَشَرِۙ Kocundurmak için insanları, |
36 |
|
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ İçinizden (hayırda) ileri gitmek, yahud geri kalmak istiyenleri... |
37 |
|
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ Herkes kazandığına karşılık bir rehinedir; (hesabını doğru vermekle ancak kendisini kurtarabilir). |
38 |
|
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ Ancak sağcılar (kitabları sağ ellerine verilenler), |
39 |
|
ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ Cennetlerdedirler; sorarlar. |
40 |
|
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ Mücrimlerden; |
41 |
|
مَا سَلَـكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ “-Sizi cehenneme sokan nedir?” |
42 |
|
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ Onlar şöyle derler: “- Biz namaz kılanlardan değildik, |
43 |
|
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ Yoksula yedirmezdik, |
44 |
|
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ Batıla dalanlarla beraber dalıyorduk, |
45 |
|
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ Hesab gününü de yalan sayardık. |
46 |
|
حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ Nihayet bize ölüm gelib çattı.” |
47 |
|
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ (48-49) Artık onlara şefaat edecek olanların şefaati bir fâide verecek değildir. Onlar için ne var ki öğütten yüz çeviriyorlar? |
48 |
|
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ Böyle iken onlara (Mekke halkına) ne oluyor ki, Kur’an’dan yüz çeviriyorlar. |
49 |
|
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ Sanki ürkmüş yaban eşekleri; |
50 |
|
فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ Aslandan kaçmaktalar... |
51 |
|
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ Doğrusu, onlardan her biri (Allah tarafından) kendisine okuyacak olduğu ayrı kitablar dağıtılmasını istiyor, (ki orada peygambere iman etmek gerektiğine dair Allah’ın emrini bulsun). |
52 |
|
كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ Hayır, (onlara bu istedikleri verilmez), hakikat şu ki, onlar ahiretten korkmazlar. |
53 |
|
كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ Hayır, zannettikleri gibi değil, Muhakkak O Kur’an (Allah’dan) bir öğüddür. |
54 |
|
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ Artık dileyen kimse ondan öğüd alır. |
55 |
|
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ Bununla beraber Allah dilemeyince öğüd almazlar; koruyacak da O’dur, bağışlayacak da O... |
56 |