|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
يَٓا اَيُّهَا الْمُدَّثِّرُۙ Ey peygamberlik hil’ati giyen inzivaya çekilen Muhammed! |
1 |
|
قُمْ فَاَنْذِرْۙ Kalk, meydanlara çık, İslamı öğret, insanların ihtiyaçlarıyla sorumluluklarıyla ilgilen, Müslümanları denetle, artık insanları ve cinleri uyar. |
2 |
|
وَرَبَّكَ فَـكَبِّرْۙ Yalnız Rabbini yücelt, O’nun büyüklüğünden bahset. |
3 |
|
وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْۙ Elbiseni, kendini, işini, düşünceni, inancını, yolunu, yakınlarını temiz hale getir. |
4 |
|
وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْۙ Pisliklerden, putlardan, heykellerden, azâba sebep olacak günahlardan uzak dur. |
5 |
|
وَلَا تَمْنُنْ تَسْتَكْثِرُۙ Verdiğinden daha fazlasını almak için kimseyi minnet altında bırakma. Yaptığın iyiliği çok sunarak, başa kakma, karşılık bekleme, nazlanma. |
6 |
|
وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْۜ Yalnız Rabbinin emirlerini yerine getirerek, rızasını kazanmak için sabrederek mücadeleye devam et. |
7 |
|
فَاِذَا نُقِرَ فِي النَّاقُورِۙ Sûra üfürüldüğü zaman, o gün gelmiştir. |
8 |
|
فَذٰلِكَ يَوْمَئِذٍ يَوْمٌ عَس۪يرٌۙ İşte o gün, pek zor geçecek bir gündür. |
9 |
|
عَلَى الْـكَافِر۪ينَ غَيْرُ يَس۪يرٍ Hele kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirlere, hiç kolay geçmeyecek bir gündür. |
10 |
|
ذَرْن۪ي وَمَنْ خَلَقْتُ وَح۪يداًۙ Malsız, evlâtsız olarak yaratıp dünyaya getirdiğim kimseyi, bana bırak. |
11 |
|
وَجَعَلْتُ لَهُ مَالاً مَمْدُوداًۙ Ona ardı arkası gelmeyen servetler vermiştim. |
12 |
|
وَبَن۪ينَ شُهُوداًۙ Ona ellerinin değdiği işi başaran, itibarlı ve liderlik kabiliyetleri yüksek, şöhretleri kendisine denk, babalarını yalnız bırakmayan oğullar vermiştim. |
13 |
|
وَمَهَّدْتُ لَهُ تَمْه۪يداًۙ Ona, ne büyük imkânlar sağlamıştım. |
14 |
|
ثُمَّ يَطْمَعُ اَنْ اَز۪يدَۗ Üstelik, daha, daha artırmamı arzu ederdi. |
15 |
|
كَلَّاۜ اِنَّهُ كَانَ لِاٰيَاتِنَا عَن۪يداًۜ Yağma yok artık. Çünkü o âyetlerimizi inatla inkâra, yalanlamaya kalkıştı. |
16 |
|
سَاُرْهِقُهُ صَعُوداًۜ Ben onu sarp yokuşa, dikine azâba sardıracağım. |
17 |
|
اِنَّهُ فَـكَّرَ وَقَدَّرَۙ O Kur’ân’a ve İslâm’ı tebliğe nasıl karşı çıkacağını düşündü ve plan yaptı. |
18 |
|
فَقُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ Kahrolası, nasıl da içinde yaşadığı toplumun tasvibini alacak bir plan yaptı. |
19 |
|
ثُمَّ قُتِلَ كَيْفَ قَدَّرَۙ Kahrolası, gene ne biçim ölçüp biçti. |
20 |
|
ثُمَّ نَظَرَۙ Sonra planının doğuracağı sonuçları düşündü. |
21 |
|
ثُمَّ عَبَسَ وَبَسَرَۙ Üstelik kaşını çatıp, surat astı, Kuran’ın ve İslâm’ın hedeflerinin planlanan vakitten önce gerçekleşmesini istedi, bekleyemedi. |
22 |
|
ثُمَّ اَدْبَرَ وَاسْتَكْبَرَۙ Sonra imandan ve Peygambere tâbi olmaktan, ikbalinden ve istikbalinden yüz çevirdi ve büyüklük taslayıp zorbalık etti. |
23 |
|
فَقَالَ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ يُؤْثَرُۙ 'Bunlar, öteden beri anlatılan, öğretilen büyüleyerek aklı etki altına alan sözlerden ibaret.' dedi. |
24 |
|
اِنْ هٰذَٓا اِلَّا قَوْلُ الْبَشَرِۜ 'Bu ne ki, olsa olsa beşer sözü.' dedi. |
25 |
|
سَاُصْل۪يهِ سَقَرَ Ben onu Sekar’a, Cehennem’e yaslayacağım. Cehennem’le ilgili bizden başka senin bilgilendiren mi var? |
26 |
|
وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا سَقَرُۜ Ne dehşetli bir yer! |
27 |
|
لَا تُبْق۪ي وَلَا تَذَرُۚ Cehennem, içine attıklarımızdan geriye hiçbir şey bırakmaz. Ne rahat bırakır, ne yakasını bırakır. |
28 |
|
لَـوَّاحَةٌ لِلْبَشَرِۚ Cehennem, günahkâr, âsi bedenlere, insanlara ölçüsüz derecede susamıştır. |
29 |
|
عَلَيْهَا تِسْعَةَ عَشَرَۜ Başında on dokuz melek vardır. |
30 |
|
وَمَا جَعَلْنَٓا اَصْحَابَ النَّارِ اِلَّا مَلٰٓئِكَةًۖ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ اِلَّا فِتْنَةً لِلَّذ۪ينَ كَـفَرُواۙ لِيَسْتَيْقِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا ا۪يمَاناً وَلَا يَرْتَابَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْـكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَۙ وَلِيَقُولَ الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْـكَافِرُونَ مَاذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِهٰذَا مَثَلاًۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَـهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ اِلَّا هُوَۜ وَمَا هِيَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْبَشَرِ۟ Biz cehennemde, infaz memurları olarak yalnızca sert ve haşin tabiatlı melekler yerleştirdik. Onların sayısını da, inkârda ısrar edenlerin, kâfirlerin karakterleri ortaya çıksın diye bir imtihan vesilesi haline getirdik. Kendilerine verilen kutsal kitapların hükmünce sorumlu tutulanlar, Kur’ân’ın hak kitap, Muhammed’in hak peygamber olduğunu delilleriyle, gerekçeleriyle kavrayıp kesin olarak inansın, iman edenlerin imanını artırsın. Kendilerine verilen kutsal kitapların hükmünce sorumlu tutulanlar ve ehl-i tevhid olanlar şüpheye düşmesinler. Kalpleri kararmış, aklından zoru olan hasta ruhlular ve kâfirler de, 'Allah bu misal ile ne demek istedi?' desinler, istedik. İşte Allah, münafıkların, müşriklerin kötü duruma düşmelerine özgürlük tanıdığı gibi, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkların hak yoldan uzaklaşıp dalâleti tercihine de özgürlük tanır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkları doğru yola sevketme lütfunda da bulunur. Rabbinin ordularını, askerî erkânını kendisinden başkası bilmez. Bu yalnız insanlık için bir öğüttür. |
31 |
|
كَلَّا وَالْقَمَرِۙ Hayır, öğüt almayacaklar. Parlamakta olan aya andolsun! |
32 |
|
وَالَّيْلِ اِذْ اَدْبَرَۙ Sona ermekte olan geceye andolsun! |
33 |
|
وَالصُّبْحِ اِذَٓا اَسْفَرَۙ Ağarmakta olan şafağa, yaklaşmakta olan sabaha andolsun! |
34 |
|
اِنَّهَا لَاِحْدَى الْـكُبَرِۙ O Sekar, Cehennem büyük belâlardan, uyarılardan biridir. |
35 |
|
نَذ۪يراً لِلْبَشَرِۙ İnsanlar için sorumluluk, hesap ve cezayı hatırlatan büyük bir uyarıcıdır. |
36 |
|
لِمَنْ شَٓاءَ مِنْكُمْ اَنْ يَتَقَدَّمَ اَوْ يَتَاَخَّرَۜ Allah’ın sünneti, düzeninin yasaları ve iradesinin tecellisi içinde, içinizden imanda, amelde hayır ve hasenatta ileri gitmek isteyenlerle, şirkte ve inkârda ısrar ederek geride kalanlar için uyarıcıdır. |
37 |
|
كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ رَه۪ينَةٌۙ Herkes işlediği ameller, hak ettikleri karşılığında kendisini rehin etmiştir. |
38 |
|
اِلَّٓا اَصْحَابَ الْيَم۪ينِۜۛ Ancak sağduyulu hareket ederek, Allah’ın kitabına iman edip hayata geçirenler, hayırlı sonuca kavuşanlar keyiflidir. |
39 |
|
ف۪ي جَنَّاتٍۜۛ يَتَسَٓاءَلُونَۙ Cennetlerde birbirlerine sual soruyorlar. |
40 |
|
عَنِ الْمُجْرِم۪ينَۙ İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsilerin, suçluların, günahkârların halini soruyorlar. |
41 |
|
مَا سَلَـكَكُمْ ف۪ي سَقَرَ 'Sizi Sekar’a, Cehennem’e sokan ne?' diyorlar. |
42 |
|
قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلّ۪ينَۙ Onlar: 'Biz namaz kılanlardan, dua ve niyaz ile Allah’a sığınanlardan, peygamberi salât ü selâm ile ananlardan olmadık.' dediler. |
43 |
|
وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْك۪ينَۙ 'Çevresi, çaresi olmayan yoksulu, doyurmadık.' |
44 |
|
وَكُنَّا نَخُوضُ مَعَ الْخَٓائِض۪ينَۙ 'Boş işlerle, bâtılla oyalanıp duruyor bilgisizce ileri geri konuşuyorduk.' |
45 |
|
وَكُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوْمِ الدّ۪ينِۙ 'Herkesin, vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğun hesabını vereceği yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu günü yalanlıyorduk.' |
46 |
|
حَتّٰٓى اَتٰينَا الْيَق۪ينُۜ 'Kesin iman edilecek hakikatlerle yüz yüze gelme vaktine kadar yalanlıyorduk.' |
47 |
|
فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِع۪ينَۜ Bu durumda şefaat edebilecek kimse yok ki, şefaatleri, onlara fayda sağlasın. |
48 |
|
فَمَا لَهُمْ عَنِ التَّذْكِرَةِ مُعْرِض۪ينَۙ Onlar nelerine güveniyorlar da, öğütün, Kur’ân’ın tebliğine, yaşanmasına engel tedbirler alıp yüz çeviriyorlar? |
49 |
|
كَاَنَّهُمْ حُمُرٌ مُسْتَنْفِرَةٌۙ Ürken yaban eşeklerine benziyorlar. |
50 |
|
فَرَّتْ مِنْ قَسْوَرَةٍۜ Arslandan-ok atan avcılardan-sürek avı yapanlardan kaçan eşeklere benziyorlar. |
51 |
|
بَلْ يُر۪يدُ كُلُّ امْرِئٍ مِنْهُمْ اَنْ يُؤْتٰى صُحُفاً مُنَشَّرَةًۙ Üstelik her biri, kendisine senin peygamberliğini belgeleyen, yayınlanmış resmî belgeler verilmesini istiyor. |
52 |
|
كَلَّاۜ بَلْ لَا يَخَافُونَ الْاٰخِرَةَۜ İstedikleri bu değil, aslında onlar âhiretten, hesaptan, cezadan korkmuyorlar. |
53 |
|
كَلَّٓا اِنَّهُ تَذْكِرَةٌۚ Nasıl korkmazlar? İşte Kur’ân bütün insanlara hatırlatıyor, öğüt veriyor, uyarıyor. |
54 |
|
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۜ Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları ve iradesinin tecellisi içinde, dileyen kendi iradesini ve tercihini kullanarak düşünür, ondan öğüt alır. |
55 |
|
وَمَا يَذْكُرُونَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ هُوَ اَهْلُ التَّقْوٰى وَاَهْلُ الْمَغْفِرَةِ Allah’ın sünnetinin, düzeninin yasaları içinde, iradesinin tecellisine uygun olması halinde onlar da öğüt alabilirler. O, takva esaslarını-Kur’ân esaslarını ortaya koymaya, korunmaya-takvaya dayalı düzeni kurdurmaya, kulluk ve sorumluluk şuurlarıyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkararak şahsiyetlerini korumaya, dinî ve sosyal görevleri konusunda insanları bilinçlendirmeye, azabından korunulmaya tekehil olan varlıktır, koruma kalkanına almakta, bağışlamakta da kudret ve hükümranlık sahibidir. |
56 |