|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
قَدْ سَمِعَ اللّٰهُ قَوْلَ الَّت۪ي تُجَادِلُكَ ف۪ي زَوْجِهَا وَتَشْتَك۪ٓي اِلَى اللّٰهِۗ وَاللّٰهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَاۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ بَص۪يرٌ Allâh, kocası hakkında seninle mücadele eden ve şikâyetini Allâh'a arz edenin sözünü gerçekten işitmiştir! Allâh, ikinizin çekişmesini işitir. . . Muhakkak ki Allâh, Semi'dir, Basıyr'dir. |
1 |
|
اَلَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْكُمْ مِنْ نِسَٓائِهِمْ مَا هُنَّ اُمَّهَاتِهِمْۜ اِنْ اُمَّهَاتُهُمْ اِلَّا الّٰٓئ۪ وَلَدْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَيَقُولُونَ مُنْكَراً مِنَ الْقَوْلِ وَزُوراًۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَعَفُوٌّ غَفُورٌ Sizden, kadınlarından zihar (karısına anam gibisin diyerek ilişkisini kesenler {müşrik âdeti A. H. }) yapanlar; onların (kocaların) anaları, onlar (karıları) değildirler! Onların anaları sadece onları doğuranlardır! Muhakkak ki onlar çirkin ve aslı olmayan bir laf ediyorlar! Muhakkak ki Allâh Afüvv'dür (sonsuz affedici), Ğafûr'dur. |
2 |
|
وَالَّذ۪ينَ يُظَاهِرُونَ مِنْ نِسَٓائِهِمْ ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا قَالُوا فَـتَحْر۪يرُ رَقَـبَةٍ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۜ ذٰلِكُمْ تُوعَظُونَ بِه۪ۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ Kadınlarından zihar yapıp (zihar ile ayrılmak isteyip) sonra da sözlerinden dönenler (zihar ile boşamaktan vazgeçip evliliklerine dönenler), kadınları ile ilişkiye girmeden önce bir köle azât etmelidirler! İşte size öğütlenen budur. . . Allâh yaptıklarınızı (yaratanı olarak) Habiyr'dir. |
3 |
|
فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ شَهْرَيْنِ مُتَتَابِعَيْنِ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَتَمَٓاسَّاۚ فَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَاِطْعَامُ سِتّ۪ينَ مِسْك۪يناًۜ ذٰلِكَ لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۜ وَتِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Kim (azât edilecek bir köleye imkân) bulamazsa, o takdirde (karısı ile) ilişki kurmalarından önce birbirini izleyen iki (kamerî) ay oruç tutmalıdır! Kim (bu kefaret orucuna) muktedir olamazsa, altmış yoksulu doyurmalıdır. . . Bu (hükümler), Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allâh'a ve Rasûlüne imanı yaşamanız içindir; bunlar Allâh'ın koyduğu sınırlardır! Hakikat bilgisini inkâr edenler için feci bir azap vardır. |
4 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ كُبِتُوا كَمَا كُبِتَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ مُه۪ينٌۚ Muhakkak ki Allâh ve O'nun Rasûlüne zıtlaşanlar, kendilerinden öncekilerin aşağılandıkları gibi aşağılandılar! Hâlbuki gerçekten apaçık işaretler inzâl ettik. . . Hakikat bilgisini inkâr edenler için aşağılayıp rezil duruma düşürücü bir azap vardır. |
5 |
|
يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُواۜ اَحْصٰيهُ اللّٰهُ وَنَسُوهُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ۟ Gün gelir, Allâh onların hepsini bâ's eder (yeni bir özellikle yeni bir boyutta diriltir) de yaptıklarını onlarda haber verir. . . Allâh, onu (kendilerinden açığa çıkanları) kayda almış, onlar ise onu unutmuşlardır. . . Allâh her şey üzerine Şehiyd'dir. |
6 |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَا يَكُونُ مِنْ نَجْوٰى ثَلٰثَةٍ اِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ اِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَٓا اَدْنٰى مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْثَرَ اِلَّا هُوَ مَعَهُمْ اَيْنَ مَا كَانُواۚ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Anlamaz mısın Allâh, semâlarda ne var ve arzda ne varsa bilir! Üç (kişi aralarında) fısıldaşmaya görsün, onlarda dördüncü O'dur. . . Beş (kişi fısıldaşacak) olsalar, onlarda altıncı O'dur. . . Bundan daha az da olsalar, daha çok da olsalar; nerede olursa olsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir (Esmâ'sıyla, "yok"ken var kıldığı için - Mâiyet sırrı)! Sonra kıyamet sürecinde yaptıklarını (açığa çıkaran olarak) kendilerinde haber verir! Muhakkak ki Allâh Bi-küllî şey'in (şey'in Esmâ'sıyla hakikati olarak) Bilen'idir. |
7 |
|
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ نُهُوا عَنِ النَّجْوٰى ثُمَّ يَعُودُونَ لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَيَتَنَاجَوْنَ بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِۘ وَاِذَا جَٓاؤُ۫كَ حَيَّوْكَ بِمَا لَمْ يُحَيِّكَ بِهِ اللّٰهُۙ وَيَقُولُونَ ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ لَوْلَا يُعَذِّبُنَا اللّٰهُ بِمَا نَقُولُۜ حَسْبُهُمْ جَهَنَّمُۚ يَصْلَوْنَهَاۚ فَبِئْسَ الْمَص۪يرُ Görmedin mi şu kimseleri ki, fısıldaşmaktan (ikiyüzlülükten) yasaklandıkları hâlde tekrar yasaklandıkları şeye döndüler. Kötülük, düşmanlık ve Rasûle isyan konusunda fısıldaşıyorlar. . . (Yahudiler) sana geldiklerinde, Allâh'ın seni selâmlamadığı şeyle selâmlıyorlar; içlerinde ise: "Dediğimiz yanlış olsaydı Allâh bize azap verirdi" derler. . . Cehennem yeter onlara! Ona maruz kalacaklar. . . Ne kötü dönüş yeridir o! (Not: Yahudiler, fonetik yakınlık dolayısıyla, ağız - dil çabukluğu da yaparak "es Selâm'u aleyke" yerine "es Samu aleyke" derlerdi ki anlamı "sana ölüm olsun" demektir. . . Münafıkların bu tür selâmlarına Hz. Rasûlullâh sadece "Aleyküm" der, o bedduayı üzerine almadığını ifade için "VE aleyküm" demezdi! Hz. Rasûlullâh'a bu tür hitap eden Yahudilere, Hz. Ayşe "aleykümüs Sam ve laanekümüllah ve ğadibe aleyküm" yani "ölüm size olsun, Allâh size lânet ve gazap etsin" deyince Hz. Rasûlullâh: "Yâ Ayşe. . . Allâh gereğinden fazla söyleyeni sevmez" buyurarak; aksiyona, aksiyon ölçüsünü aşan reaksiyondan engelledi. ) |
8 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا تَنَاجَيْتُمْ فَلَا تَتَنَاجَوْا بِالْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَمَعْصِيَتِ الرَّسُولِ وَتَنَاجَوْا بِالْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّـذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey iman edenler. . . Birbirinizle fısıldaştığınızda kötülük, düşmanlık ve Rasûle isyan konusunda fısıldaşmayın. . . (Allâh'a) yakınlığı sağlayıcı fiiller ve korunmayı getirici davranışlar hakkında fısıldaşın! O'na haşrolunacağınız Allâh'tan (yaptıklarınızın sonucunu yaşatacağı için yanlış yapmaktan) korunun! |
9 |
|
اِنَّمَا النَّجْوٰى مِنَ الشَّيْطَانِ لِيَحْزُنَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيْسَ بِضَٓارِّهِمْ شَيْـٔاً اِلَّا بِـاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ Fısıldaşma (suç olan fiskoslar) şeytandandır (şeytanî fikirler); iman edenleri mahzun etmek için! Allâh izni müstesna, (şeytanî fikirleri) onlarda (iman edenlerde) hiç zarar açığa çıkartamaz! İman edenler Allâh'a tevekkül etsinler. |
10 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ Ey iman edenler. . . Meclislerde size: "Yer açın" denildiğinde, genişletin ki Allâh da size genişlik versin! "Kalkın" denildiğinde de, kalkın ki, Allâh, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri dereceler itibarıyla yükseltsin! Allâh yaptıklarınızı Habiyr'dir. (Habiyr, her şeyi kendi Esmâ özellikleri ile yokken var kıldığı için, onların zaman mekân ötesi bir hâlde durumlarından haberdar olan, anlamında kullanılmaktadır. Allâh bilir. A. H. ) |
11 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَةًۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لَـكُمْ وَاَطْهَرُۜ فَاِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Ey iman edenler! Rasûl ile özel (başbaşa) konuştuğunuzda bu özel görüşmenizden önce bir sadaka verin! Bu sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. . . Eğer (imkân) bulamazsanız, muhakkak ki Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. |
12 |
|
ءَاَشْفَقْتُمْ اَنْ تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوٰيكُمْ صَدَقَاتٍۜ فَاِذْ لَمْ تَفْعَلُوا وَتَابَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ فَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ (Rasûlullâh ile) özel görüşme öncesi sadakalar vermekten korktunuz. . . Bu uygulamayı (cimrilikten dolayı) yapmadınız -(ama) Allâh sizin tövbenizi kabul etti- (artık) salâtı ikame edin, zekâtı verin; Allâh'a ve Rasûlüne itaat edin! Allâh yaptıklarınızı Habiyr'dir. |
13 |
|
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ تَوَلَّوْا قَوْماً غَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ مَا هُمْ مِنْكُمْ وَلَا مِنْهُمْۙ وَيَحْلِفُونَ عَلَى الْـكَذِبِ وَهُمْ يَعْلَمُونَ Allâh'ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinen şu kimseleri görmedin mi? Onlar ne sizdendirler ne de onlardandırlar; bunu bildikleri hâlde yalan üzerine yemin ederler. |
14 |
|
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَاباً شَد۪يداًۜ اِنَّهُمْ سَٓاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ Allâh, onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır. . . Yapmakta oldukları gerçekten ne kötüdür! |
15 |
|
اِتَّخَذُٓوا اَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ فَلَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ Yeminlerini kalkan edindiler de Allâh yolundan alıkoydular. . . Onlar için aşağılayıcı bir azap vardır. |
16 |
|
لَنْ تُغْنِيَ عَنْهُمْ اَمْوَالُهُمْ وَلَٓا اَوْلَادُهُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـٔاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ Onların ne zenginlikleri ne de evlatları Allâh'tan gelecek şeyden kurtarmayacaktır! Onlar ateş ehlidir! Onlar onda sonsuza dek kalırlar. |
17 |
|
يَوْمَ يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ جَم۪يعاً فَيَحْلِفُونَ لَهُ كَمَا يَحْلِفُونَ لَكُمْ وَيَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ عَلٰى شَيْءٍۜ اَلَٓا اِنَّهُمْ هُمُ الْكَاذِبُونَ Gün gelir, Allâh onların hepsini bâ's eder de; size yemin ettikleri gibi O'na da yemin ederler ve sanırlar ki doğru düşündüler! Dikkat edin, onlar yalancıların ta kendileridir! |
18 |
|
اِسْتَحْوَذَ عَلَيْهِمُ الشَّيْطَانُ فَاَنْسٰيهُمْ ذِكْرَ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ الشَّيْطَانِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ الشَّيْطَانِ هُمُ الْخَاسِرُونَ Şeytan (yalnızca beden olma fikri) onlara yerleşti de, onlara Allâh'ın zikrini (hatırlatılan hakikatlerini, bedeni terk edip Allâh Esmâ'sıyla var olmuş yapılarıyla {şuur} sonsuza dek yaşayacaklarını) unutturdu! İşte onlar Hizbüş Şeytan'dır (şeytanî fikir yandaşları - kendini yalnızca beden sananlar). . . Dikkat edin, muhakkak ki Hizbüş Şeytan (kendini yalnızca beden sananlar) hüsrana uğrayanların ta kendileridir! |
19 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُحَٓادُّونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْاَذَلّ۪ينَ Muhakkak ki Allâh ve Rasûlü ile zıtlaşanlar, işte onlar en zeliller içindedirler! |
20 |
|
كَتَبَ اللّٰهُ لَاَغْلِبَنَّ اَنَا۬ وَرُسُل۪يۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ عَز۪يزٌ Allâh yazmıştır ki: "Kesinlikle galibim Ben ve Rasûllerim (olarak)!" Muhakkak ki Allâh Kaviyy'dir, Aziyz'dir. |
21 |
|
لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُۜ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ اللّٰهِۜ اَلَٓا اِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ Esmâ'sıyla hakikatleri olan Allâh'a ve sonsuz yaşam sürecine iman eden bir topluluğu, Allâh ve Rasûlü ile zıtlaşanlarla sevişir bulamazsın! Bunlar, onların babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri veya aşiretleri olsalar bile! İşte bunlar kalplerinin içine imanı yazdığı (şuurlarında imanı yaşattığı) ve tarafından ruhu olarak teyit ettikleridir! Onları, içinde ebedî kalıcılar olmak üzere, altlarından nehirler akan cennetlere dâhil eder. Allâh onlardan razı olmuş, onlar da Allâh'tan razı olmuş hâlde. . . İşte bunlar Hizbullah'tır (Allâh taraftarları). . . Dikkat edin, muhakkak ki Hizbullah kurtuluşa erenlerin ta kendileridir! |
22 |