|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
كٓـهٰيٰعٓصٓۜ KâfHâYâAynSâd. |
1 |
|
ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ Bu, senin Rabbinin, kulu Zekeriya’ya olan lütf u ihsanına dair bir bahistir: |
2 |
|
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ Bir defasında Zekeriya, Rabbisine gizlice niyaz etmişti. |
3 |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ Şöyle demişti O: “Rabbim, kemiklerim zayıflayıp inceldi; başım, ihtiyarlıktan beyaz alevler gibi tutuştu; ve ben Rabbim, Sana hangi konuda dua etmişsem hiç mahrum ve bedbaht olmadım. |
4 |
|
وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ “Doğrusu, arkamdan bana mirasçı olacak yakınlarımdan ötürü endişeliyim. Karım da kısırdır. Ne olur, bana lütf u kereminden bir yakın (bir oğul) nasip et. |
5 |
|
يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ “Bana mirasçı olduğu gibi, Yakup Ailesi ’ne de mirasçı olsun. Ve Rabbim, O’nu kendisinden razı olacağın bir kul eyle.” |
6 |
|
يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ اسْـمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِياًّ (Allah, melekler vasıtasıyla) “Ey Zekeriya!” (diye vahyetti): “Sana ismi Yahya olacak bir oğul müjdeliyoruz. Bu ismi daha önce kimseye vermedik (ve O’na bahşedeceğimiz üstün niteliklerle daha önce kimseyi övmedik).” |
7 |
|
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ Zekeriya, (hayret içinde) “Rabbim, karım kısır, ben ise iyice ihtiyarlamışken benim nasıl, hangi yolla çocuğum olacak?! diye sordu. |
8 |
|
قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً (Allah, melek vasıtasıyla) “Olacak, (Allah ne dilerse yapar)!” buyurdu. (Melek, devamla) dedi: “Rabbin diyor ki, ‘Bu, Benim için pek kolaydır. Nitekim seni de yoktan var etmiştim’.” |
9 |
|
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ Zekeriya, “Rabbim, bana açık bir emare, bir alâmet lütfet!” dedi. Allah buyurdu: “Sana emare, (dilin zikir ve tesbihe dönerken) insanlarla tam üç gün konuşamamandır.” |
10 |
|
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ Bunun üzerine Zekeriya mâ’betteki bölmesinden halkının karşısına çıktı ve onlara, “Sabah akşam Rabbinizi anın, O’nu tesbih edin!” diye işarette bulundu. |
11 |
|
يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِياًّۙ (Derken Yahya doğdu ve Cenabı Allah’a muhatap olacak çağa gelince, kendisine emrettik:) “Ey Yahya! Kitaba (Tevrat) var gücünle sarıl!” Daha çocukken O’na derin ve doğru anlayış, hikmet ve firaset bahşetmiştik. |
12 |
|
وَحَنَاناً مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِياًّۙ Yine O’na, tarafımızdan büyük şefkat ve merhametle birlikte saffet, samimiyet ve tertemiz bir gönül ihsan ettik. O, günahlardan çok sakınan bir insandı. |
13 |
|
وَبَراًّ بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّاراً عَصِياًّ Anne–babasına karşı da çok içten ve çok iyi davranan hayırlı bir evlâttı; hiçbir zaman zorba ve isyankâr biri olmadı. |
14 |
|
وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَياًّ۟ Doğduğu günde, öleceği günde ve dirileceği günde ona selam olsun. |
15 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ اِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ اَهْلِهَا مَكَاناً شَرْقِياًّۙ (Ey Rasûlüm,) Kitap’ta Meryem’i de an. O, ibadet ve tefekkür için ailesinden ayrılıp, Ma’bed’in doğuya bakan bir odasına çekilmişti. |
16 |
|
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَاباً فَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَراً سَوِياًّ İnsanlarla arasına perde çekerek kendisini tamamen ibadet ve tefekküre vermişti ki, bir gün ona Ruhumuzu gönderdik de, Ruhumuz kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. |
17 |
|
قَالَتْ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِالرَّحْمٰنِ مِنْكَ اِنْ كُنْتَ تَقِياًّ Meryem irkildi ve “Ben” dedi, “senden Rahmân’a sığınırım, eğer Allah’tan korkup, günahlardan sakınan bir kimse isen.” |
18 |
|
قَالَ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ رَسُولُ رَبِّكِۗ لِاَهَبَ لَكِ غُلَاماً زَكِياًّ “Ben” diye cevap verdi Ruh, “sadece Rabbinin bir elçisiyim; O’nun sana tertemiz bir erkek çocuk ihsanına vasıtalık yapmak için geldim.” |
19 |
|
قَالَتْ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌ وَلَمْ اَكُ بَغِياًّ Meryem, “Benim nasıl çocuğum olabilir ki?” dedi hayretle, “bana hiçbir (erkek) insan eli dokunmadı; sonra ben iffetsiz bir kadın da değilim!” |
20 |
|
قَالَ كَذٰلِكِۚ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌۚ وَلِنَجْعَلَـهُٓ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّاۚ وَكَانَ اَمْراً مَقْضِياًّ Ruh, “Hakkındaki takdir budur” dedi (ve ilave etti): “Rabbin, ‘Bu, Benim için çok kolaydır.’ buyuruyor. ‘Çünkü Biz O’nu, (doğumuyla) insanlara (kudretimiz için) apaçık bir işaret ve delil, (risaletiyle de) tarafımızdan bir rahmet, bir nimet kılacağız. Artık bu, hükme bağlanmış ve olup bitmiş bir iştir’.” |
21 |
|
فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِه۪ مَكَاناً قَصِياًّ Meryem, çocuğa hamile kaldı ve bu haliyle uzakça bir yere çekildi. |
22 |
|
فَاَجَٓاءَهَا الْمَخَاضُ اِلٰى جِذْعِ النَّخْلَةِۚ قَالَتْ يَا لَيْتَن۪ي مِتُّ قَبْلَ هٰذَا وَكُنْتُ نَسْياً مَنْسِياًّ Derken, doğum sancısı O’nu bir hurma ağacına dayanmaya zorladı. (Evlenmeden çocuk sahibi olmayı insanlara nasıl anlatacağının endişeleri içinde) “Keşke” dedi, “bu iş başıma gelmeden önce öleydim de, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!” |
23 |
|
فَنَادٰيهَا مِنْ تَحْتِهَٓا اَلَّا تَحْزَن۪ي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِياًّ (Bir ses,) alt tarafından ona seslendi: “Üzülme; bak Rabbin senin alt tarafında akar bir su meydana getirdi. |
24 |
|
وَهُزّ۪ٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَباً جَنِياًّۘ “Haydi, şu hurma ağacını da kendine doğru silkele de, üzerine olmuş, taze hurmalar dökülsün. |
25 |
|
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ “Artık ye iç, gözün aydın olsun. Herhangi bir insana rastlayacak olursan, işaretle ‘Ben, Rahmân için oruç adadım. O bakımdan, bugün kimseyle konuşmayacağım!’ dersin.” |
26 |
|
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ Meryem, çocuğu kucağına alıp, O’nunla birlikte toplumuna geldi. “Meryem,” dediler, “gerçekte sen görülmedik bir iş yaptın! |
27 |
|
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ “Ey Harun’un kız kardeşi, baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz değildi.” |
28 |
|
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ Meryem, (bana değil, O’na sorun manâsında) çocuğa işaret etti. “Beşikteki bir bebekle nasıl konuşabiliriz ki?” dediler. |
29 |
|
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ Bebek dile geldi ve konuşmaya başladı: “(Önce şunu belirteyim ki) ben, Allah’ın bir kuluyum. O, takdir buyurdu ki, bana Kitap verecek ve beni bir peygamber yapacaktır. |
30 |
|
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ “Her nerede bulunursam bulunayım, beni insanların faydalanması adına hayır ve bereket sebebi yaptı; ve hayatta kaldığım sürece bana namaz kılıp, (imkânım olursa) zekât vermeyi ve onları insanlara emretmemi takdir buyurdu. |
31 |
|
وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ “Yine beni, anneme karşı çok içten, çok iyi davranan iyi bir evlât kıldı ve beni asla zorba ve hayırsız bir bedbaht yapmadı. |
32 |
|
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ “Doğduğum gün de, öleceğim gün de ve diriltilip yeni bir hayata iade edileceğim gün de bana selâm olsun.” |
33 |
|
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ İşte, hakkında (Yahudilerin ve Hıristiyanların) şüpheye düşüp tartışageldikleri Meryem oğlu İsa ile ilgili hak söz budur. |
34 |
|
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ Allah için çocuk edinme gibi bir şey asla söz konusu olamaz; O, (yaratılmışa ait bu tür özelliklerden) mutlak manâda münezzehtir. Bir şeyin olmasına hükmettiği zaman ona sadece “Ol!” der ve o da oluverir (olma sürecine giriverir). |
35 |
|
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ “Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; o halde O’na ibadet edin. Bu, (üzerinde yürünmesi gereken) doğru bir yoldur.” |
36 |
|
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ Ne var ki, bilâhare gruplar (Yahudiler ve Hıristiyanlar) O’nun hakkında ihtilâfa düştüler. Bütün gerçeklerin meydana çıkıp, hesapların görüleceği büyük bir günün duruşmasından dolayı vay küfredenlerin başlarına geleceklere! |
37 |
|
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Huzurumuza gelecekleri o gün neler işitecek, neler görecekler! (İnkâr ettikleri gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıkacak.) Ama (Allah hakkında şirk ve benzeri yanlış inançlar besleyerek en büyük zulmü işleyen) o zalimlere o gün görüp işittikleri artık hiç fayda vermeyecek ve onlar apaçık bir kayba uğrayacaklardır. |
38 |
|
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ (Rasûlüm,) onları artık haklarında hükmün verilip uygulamaya konacağı ve her şeyin bitmiş olacağı o hasret ve pişmanlık günüyle uyar. Onlar, tam bir gaflet içindedirler ve iman etmemektedir onlar. |
39 |
|
اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟ Şurası bir gerçek ki, yeryüzüne ve yeryüzünde bulunan bütün şuurlu canlılara sonunda Biz vâris olacağız ve onların hepsi neticede Bizim huzurumuza getirileceklerdir. |
40 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ Şimdi de Kitap’ta İbrahim’den bir bahis aç. O, gerçekten özü–sözü doğru bir insandı, bir peygamberdi. |
41 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً Bir zaman geldi, atası (Âzer’e), “Babacığım” dedi, “niçin işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan putlara tapıyorsun? |
42 |
|
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ “Babacığım! İnan ki, sana ulaşmayan bir ilim geldi bana; o halde ne olur bana tâbi ol da seni dümdüz ve asla saptırmayan bir yola yönelteyim. |
43 |
|
يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِياًّ “Babacığım! (Putlara tapman için yaptığı davete uyarak) sakın şeytana ibadet etme; gerçekten şeytan, Rahmân’a isyan içindedir. |
44 |
|
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ “Babacığım! Bu gidişle o Rahmân’dan sana bir cezanın gelip dokunmasından ve neticede şeytana tam bir dost, onun elinde bir âlet olmandan korkuyorum.” |
45 |
|
قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِياًّ “Ne o İbrahim?” dedi atası: “Yoksa sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bu işten vazgeçmezsen, bilesin ki seni taşlatıp öldürürüm. Şöyle uzun bir müddet buralardan uzak dur, seni gözüm görmesin!” |
46 |
|
قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ İbrahim, “Madem öyle, hoşça kal!” dedi, “Allah sana sağlık ve afiyet versin. Senin için Rabbimden bağışlanma dileyeceğim. O, bana karşı hep lütufkâr olmuştur. |
47 |
|
وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ “(Ey atam ve ey halkım), şimdi sizden ve Allah’ı bırakıp da ilâhlaştırdığınız ve kendilerine dua edip yalvardığınız her şeyden uzaklaşıyorum; ben, sadece Rabbime dua edip yalvarırım. Ümit ediyorum ki, Rabbime karşı duamda mahrum ve bedbaht olmam.” |
48 |
|
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ Böylece İbrahim onlardan ve Allah’ı bırakıp da ilâhlaştırdıkları ve kendilerine dua ettikleri her şeyden ayrıldı. Biz de kendisine İshak ve Yakub’u armağan ettik. Onların her birini peygamber kıldık. |
49 |
|
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟ Onlara rahmetimizden daha pek çok ihsanlarda bulunduk ve dillerde onlar için hayırlı, güzel ve yüce bir nam bıraktık. |
50 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ Kitap’ta şimdi de Musa’dan söz et. Gerçekten O, bizzat Allah tarafından seçilip ihlâsa erdirilmiş bir kuldu; büyük bir rasûl ve nebî idi. |
51 |
|
وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ Biz O’na Tur Dağı’nın sağ tarafından seslenmiş ve kendisiyle hususi konuşmak üzere O’nu huzurumuza almıştık. |
52 |
|
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِياًّ Kardeşi Harun’u da nebî ve yardımcı olarak lütf u keremimizden O’na ihsan etmiştik. |
53 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّۚ Kitap’ta İsmail’i de an. O, sözüne sadık bir insandı; rasûldü, nebî idi. |
54 |
|
وَكَانَ يَأْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِۖ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه۪ مَرْضِياًّ Ailesi başta olmak üzere halkına namazı ve zekâtı emrederdi. Rabbi katında rıza mertebesine ulaşmış bir zattı. |
55 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّۗ Kitap’ta İdris’i de zikret. Doğrusu O da, özüsözü dosdoğru bir insandı, bir nebî idi. |
56 |
|
وَرَفَعْنَاهُ مَكَاناً عَلِياًّ Biz O’na yüce bir makam verdik ve O’nu yüce bir mekâna yükselttik. |
57 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓائ۪لَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ Bütün bu zatlar, Allah’ın kendilerine hususi nimet (Kitap, nübüvvet, doğru düşünüp doğru karar verebilme kabiliyeti ve hikmet) bahşettiği peygamberlerden, Âdem neslinden, Nuh ile birlikte Gemi’de taşıdıklarımızın soyundan, İbrahim ve İsrail’in (Yakup) evlâtlarından ve hidayete erdirip seçtiğimiz kimselerdendir. Onlar, kendilerine Rahmân’ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. |
58 |
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَياًّۙ Ama onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki, namazı önemsemeyip zayi ettiler ve (kadın, evlât, altıngümüş, mal, makam, kazanç gibi dünyalıklara karşı) aşırı tutkulara tâbi olup, (Allah yolunda çalışmayı terk ettiler). Bunlar, (gittikleri yolun sonunda kendilerini bekleyen) helâk çukuruna düşerek cezalarını göreceklerdir. |
59 |
|
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ Ancak, bu nesiller içinde de tevbe edip (gittikleri yoldan vazgeçen ve) iman ederek, imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlar, evet bunlar Cennet’e girecek ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. |
60 |
|
جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ Sonsuz nimet ve ebedî mutluluk cennetlerine ki, Rahmân o cennetleri kullarına o kullar onları görmeden ve onların idraklerinin ötesinde olarak va’detmiş, (o kulları da bu va’de inanmışlardır). O’nun va’di, mutlaka yerine gelir. |
61 |
|
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً اِلَّا سَلَاماًۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ Onlar, orada boş ve anlamsız sözler işitmez, sadece selâmet, emniyet ve huzur sözleri duyarlar. Sabah ve akşam kendilerine sunulacak ziyafetler de hazırdır. |
62 |
|
تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِياًّ O Cennet ki, Biz ona kullarımız içinde kalbleri Bize karşı saygıyla dopdolu olan, günahlardan, dolayısıyla azabımızdan kaçınan ve tertemiz kalabilenleri vâris kılarız. |
63 |
|
وَمَا نَتَنَزَّلُ اِلَّا بِاَمْرِ رَبِّكَۚ لَهُ مَا بَيْنَ اَيْد۪ينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذٰلِكَۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِياًّۚ (Cebrail dedi ki: “Ey, sıkıntıları içinde teselli ve kendisine sorulan sorulara cevap bekleyen ve vahiy gecikti diye gönlü daralan Rasûl!) Biz (melekler), ancak Rabbinin emri olursa ineriz. Önümüzde bulunan, arkamızda kalan ve bu ikisi arasında yer alan (bütün zaman ve mekân, bu zaman ve mekân içinde dün, yarın, bugün yaptığımız her şey) O’na aittir. Sonra, senin Rabbin asla unutkan değildir (ve seni de unutmamıştır). |
64 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟ “Göklerin, yerin ve bunların arasında ne varsa hepsinin Rabbidir O. Şu halde O’na kulluk et ve O’na olan kulluğunda sabırlı ve ısrarlı ol. Hiç O’nun gibi olan başka birisini biliyor musun?” |
65 |
|
وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ Böyle iken, o nankör ve inançsız insan, “Gerçekten ben öldükten sonra diriltilip kabrimden çıkarılacak mıyım?” der. |
66 |
|
اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً O insan hiç düşünmez, hiç aklına getirmez mi ki, o hiçbir şey değilken Biz kendisini yaratıp var ettik? |
67 |
|
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ Rabbine andolsun ki, onları da, peşlerinden gittikleri insan ve cin şeytanlarını da diriltip huzurumuza toplayacak, sonra da hepsini Cehennem’in etrafında topluluklar halinde dizleri üstü çökertip yığacağız. |
68 |
|
ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ Ardından, dünyada iken aynı inancı paylaşıp aynı yolda yürümüş her topluluk içinden, (kendilerini yaratıp, dünya hayatında hep rahmetle bürümüş ve rızıklandırmış olan) Rahmân’a karşı isyanda en fazla direten ve en ileri gidenleri çekip ayıracağız. |
69 |
|
ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ İçlerinde Cehennem’i hangilerinin daha önce ve hangi azap şiddetine göre boylamaya müstahak olduklarını Biz elbette çok iyi biliriz. |
70 |
|
وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ (Ey insanlar!) Sizden hiç kimse yoktur ki, Cehennem’e uğramayacak olsun. Bu, Rabbinin katında üzerine ‘mühür basılmış’ bir hükümdür. |
71 |
|
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ Şu kadar ki, kalbleri Rabbilerine karşı saygıyla dopdolu olan, O’na isyandan, dolayısıyla O’nun azabından kaçınanları kurtarır, (onları Cehennem’in yakmasına müsaade etmez, hattâ bazılarına onun hışırtısını bile duyurmaz), buna karşılık, (Allah’a şirk koşmak veya O’nu inkârla en büyük zulmü işleyen) zalimleri Cehennem’in içinde diz üstü bırakırız. |
72 |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَاماً وَاَحْسَنُ نَدِياًّ Gerçeği apaçık gösteren ve her bakımdan anlaşılır âyetlerimiz insanlara okunduğunda o küfredenler, iman edenlere “Şöyle bir bakın,” diyorlar, “siz ve biz, evet hangimiz makam ve mevkî bakımından, sahip bulunduğumuz evler, meskenler açısından daha üstün, topluluk olarak daha muteberiz; hangimizin meclisleri, toplantıları daha şaşaalı?” |
73 |
|
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً Oysa Biz, onlardan önce eşyası ve malları daha çok, topluluk olarak daha gösterişli nice nesilleri helâk ettik. |
74 |
|
قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً (Rasûlüm,) de ki: “Kim sapkınlık içinde boğulup gitmişse, Rahmân öylelerinin dünyalığını arttırıp, kendilerine ömür de verse ne değişir! Nasıl olsa sonunda kendisiyle tehdit edildikleri cezayı veya Kıyamet’i kar şılarında bulacaklar ve işte o zaman kimin makamının daha düşük, meskenlerinin daha kötü, kim asker ve maiyetçe daha zayıfmış anlayacaklardır.” |
75 |
|
وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ مَرَداًّ Beri taraftan Allah, hidayeti kabul edip doğru yola gelenleri bu yolda daha da sağlamlaştırır ve ona olan bağlılık ve teslimiyetlerini arttırır. (Diğerlerinin boşa giden ve kendilerine hiçbir fayda getirmeyen işlerine karşılık,) Allah katında korunan doğru, sağlam, ıslaha dönük ve iman temelli kalıcı işler, Rabbinin nazarında hem göreceği karşılık bakımından hayırlı ve üstün, hem de sonuç itibariyle hayırlı ve üstündür. |
76 |
|
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداًۜ Bakmaz mısın şu âyetlerimizi inkâr eden ve “Siz ne derseniz deyin, (işte ben yolumda gidecek ve ceza, azap hiçbir şey görmeyeceğim; üstelik) bana mal da verilecek, evlât da verilecek!” diyen kişiye? |
77 |
|
اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ Yoksa o, gaybı öğrenmenin yolunu buldu veya Rahmân’la yapılmış bir sözleşmesi mi var da (böyle diyor)? |
78 |
|
كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ Asla! Onun bu söylediklerini yazıp başına dolayacak ve karşılığında ona çektirdikçe çektireceğiz. |
79 |
|
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْداً Kendisi ölüp gidecek, sözü katımızda kalacak ve o, malı da evlâdı da kendisine hiç fayda vermez bir halde Bize tek başına gelecektir. |
80 |
|
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ Kendileri için izzet ve kuvvet sebebi olsun diye Allah’tan başka birtakım ilâhlar edindiler. |
81 |
|
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟ Hayır, hayır! İlâh edindikleri o varlıklar (melekler, cinler, peygamberler, azizler, diktatörler), kendilerine yapılan tapınmayı reddedecek ve onlara düşman olacaklardır. |
82 |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ Görmez misin ki, kâfirlere (inkârları sebebiyle) şeytanları musallat ediyoruz da, onları her türlü kötülüğe mümkün olan her yolla teşvik ve tahrik edip duruyorlar? |
83 |
|
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَداًّۚ Fakat (Rasûlüm), onlar hakkında acele etme, yaptıkları karşısında sabret. Biz, onların günlerini saymaktayız: (kendilerine tanıdığımız süreyi tamamlayacak, imtihan günleri bitecek ve başlarına gelecek gelecektir). |
84 |
|
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ Gün gelecek ve kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na isyandan, dolayısıyla O’nun azabından kaçınanları, ağırlanacak konuklar sıfatıyla Cennet’te Rahmân’ın ziyafeti etrafında toplayacağız. |
85 |
|
وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ İşleri–güçleri günah hasadından ibaret inkârcı suçluları ise susamış olarak o yakıcı Cehennem’e süreceğiz. |
86 |
|
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ (Kendilerine şefaatçi, işlerinin görülmesi için aracı olsunlar diye Allah’tan başka ilâhlar edinenler bilmelidirler ki,) Rahmân’ın katında (O’na iman, ibadet ve yakınlıkla) kendilerine şefaat hakkı tanınmış olanların dışında kimsenin şefaat etme hakkı ve yetkisi olmayacaktır. |
87 |
|
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ Bir de, “Rahmân çocuk edindi!” dediler. |
88 |
|
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ Böyle diyen sizler, gerçekten ne çirkin bir şey ortaya attınız! |
89 |
|
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ Bundan dolayı neredeyse gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacak, |
90 |
|
اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَداًۚ Rahmân’a çocuk isnat ettiler diye. |
91 |
|
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداًۜ Halbuki çocuk edinmek, asla Rahmân’a yaraşır ve O’nun yapacağı bir şey değildir. |
92 |
|
اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْداًۜ Göklerde ve yerde kim varsa, (yaratılışları, hayatları, vücutları ve kendilerini kuşatan cebrî şartlar itibariyle) ancak Rahmân’ın kudret ve iradesi altında ve (kendi adlarına hayır, şer, fayda, zarar, hayat, ölüm hiçbir şeye malik olmayıp,) her bakımdan O’na muhtaç birer kuldur. |
93 |
|
لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَداًّۜ O, onların her biri için kendine has kulluk şekli, ömür, vazife ve rızık takdir buyurmuş ve onları tek tek birer kul olarak tescil etmiştir. |
94 |
|
وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْداً Ve onların hepsi, Kıyamet Günü O’nun huzuruna (mal, evlât, güç, makam gibi bütün dünyalıklardan, dünyadaki sebep, vasıta ve yardımcılardan soyunmuş) tek tek birer fert olarak gelecektir. |
95 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ Rahmân, iman edip imanları istikametinde sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapanlar için (gök ve yer ehlinin gönüllerinde) bir sevgi var edecek (ve onlar, şu anda az ve güçsüz de olsalar, her tarafta kabul görecekler)dir. |
96 |
|
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْماً لُداًّ Kur’ân’ı senin dilinle indirip anlaşılmasını kolaylaştırıyoruz ki, kalberi Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan, O’na isyandan ve böylece O’nun azabından kaçınanları onunla müjdeleyesin ve yine onunla inat ve düşmanlıkta direten bir topluluğu ise uyarasın. |
97 |
|
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزاً Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik. Şimdi o nesillerden varlığını hissettiğin veya sesini duyduğun tek bir kişi olsun var mıdır? |
98 |