|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
كٓـهٰيٰعٓصٓۜ Kâf, Hâ, Yâ, ‘Ayn, Sa'd. |
1 |
|
ذِكْرُ رَحْمَتِ رَبِّكَ عَبْدَهُ زَكَرِيَّاۚ Bu anlatılacak olaylar, kulu Zekeriyya'ya Rabbinin bahşettiği rahmeti, dile getiren bir hatırlatmadır. |
2 |
|
اِذْ نَادٰى رَبَّهُ نِدَٓاءً خَفِياًّ Hani O Zekeriyya, gizli bir seslenişle Rabbine yakararak |
3 |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي وَهَنَ الْعَظْمُ مِنّ۪ي وَاشْتَعَلَ الرَّأْسُ شَيْباً وَلَمْ اَكُنْ بِدُعَٓائِكَ رَبِّ شَقِياًّ şöyle demişti: “Ey Rabbim! Doğrusu artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı, ama şimdiye kadar sana yönelttiğim hiçbir duamın, cevapsız bırakıldığını da asla görmedim. |
4 |
|
وَاِنّ۪ي خِفْتُ الْمَوَالِيَ مِنْ وَرَٓاء۪ي وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً فَهَبْ ل۪ي مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ Ve gerçek şu ki, ben göçüp gittikten sonra, arkamdan iş başına geçecek yakınlarımın yapacakları kulluktan kaygı duyuyorum. Karım da baştan beri kısırdı. Öyleyse bana katından, benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet |
5 |
|
يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ ki bana ve Yakub'un soyuna mirasçı olsun. Ve sen ey Rabbim! O'nu hoşnut olacağın bir ahlakla donat!” |
6 |
|
يَا زَكَرِيَّٓا اِنَّـا نُـبَشِّرُكَ بِغُـلَامٍۨ اسْـمُهُ يَحْيٰىۙ لَمْ نَجْعَلْ لَهُ مِنْ قَبْلُ سَمِياًّ Bunun üzerine melekler O'na seslendiler: “Ey Zekeriyya! İsmi Yahya olan bir oğul müjdeliyoruz sana ve Allah şöyle buyuruyor: Daha önce bu ismi hiçbir kimseye vermemiştik.” |
7 |
|
قَالَ رَبِّ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَكَانَتِ امْرَاَت۪ي عَاقِراً وَقَدْ بَلَغْتُ مِنَ الْكِبَرِ عِتِياًّ Zekeriyya: “Ey Rabbim!” dedi. “Karım kısır olduğu halde ve ben de, yaşlanarak bütünüyle güçsüz bir duruma düşmüşken, benim nasıl oğlum olabilir ki?” |
8 |
|
قَالَ كَذٰلِكَۚ قَالَ رَبُّكَ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌ وَقَدْ خَلَقْتُكَ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ تَكُ شَيْـٔاً Melek: “Orası öyle ama” dedi, “Rabbin diyor ki: Bu benim için kolaydır, tıpkı daha önce seni yoktan var ettiğim gibi.” |
9 |
|
قَالَ رَبِّ اجْعَلْ ل۪ٓي اٰيَةًۜ قَالَ اٰيَتُكَ اَلَّا تُكَلِّمَ النَّاسَ ثَلٰثَ لَيَالٍ سَوِياًّ Zekeriyya: “Rabbim, öyleyse bana bir işaret ver!” diye yalvardı. Allah buyurdu: “Senin işaretin, sapasağlam olduğun halde, üç gün, üç gece insanlarla konuşamaman olacak…” |
10 |
|
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ مِنَ الْمِحْرَابِ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ اَنْ سَبِّحُوا بُكْرَةً وَعَشِياًّ Bunun üzerine Zekeriyya, ibadet ettiği yerden kavminin karşısına çıkıp onlara: “Sabah akşam, Rabbinizin sınırsız yüceliğini anın!” diye işaret etti. |
11 |
|
يَا يَحْيٰى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍۜ وَاٰتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِياًّۙ Ve çocuk doğup büyüdüğünde, O'na: “Ey Yahya! Kitaba kuvvetle sarıl!” dedik. Biz O'na, çocukken doğru ve kapsamlı düşünme yeteneği vermiştik. |
12 |
|
وَحَنَاناً مِنْ لَدُنَّا وَزَكٰوةًۜ وَكَانَ تَقِياًّۙ Tarafımızdan O'na, kalp yumuşaklığı ve arınmışlık… da vermiştik de, o günah ve fenalıkların tümünden sakınırdı. |
13 |
|
وَبَراًّ بِوَالِدَيْهِ وَلَمْ يَكُنْ جَبَّاراً عَصِياًّ Anababasına iyilik ederdi, zorba ve âsî de değildi. |
14 |
|
وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَياًّ۟ Bunun içindir ki, doğduğu gün de, öldüğü gün de Allah'ın selamı O'nun üzerineydi, diriltilerek kabrinden çıkartılacağı gün de, yine O'nun üzerine olacaktır. |
15 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ اِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ اَهْلِهَا مَكَاناً شَرْقِياًّۙ Ey Rasûlüm! Sana indirdiğimiz kitaptaki Meryem kıssasını da hatırla ve başkalarına da hatırlat. Hani O ailesinden ayrılıp, evinin doğu tarafına çekilmişti de, |
16 |
|
فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَاباً فَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَراً سَوِياًّ ailesiyle arasına bir perde germişti. Derken O'na görevli meleğimiz, Cebrail'i gönderdik de, bu melek Meryem'e eli yüzü düzgün bir insan şeklinde görünmüştü. |
17 |
|
قَالَتْ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِالرَّحْمٰنِ مِنْكَ اِنْ كُنْتَ تَقِياًّ Meryem O'nu görünce: “Ben, senden sınırsız rahmet sahibi Rahman'a sığınırım. Eğer Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyorsan, bana yaklaşma!” dedi. |
18 |
|
قَالَ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ رَسُولُ رَبِّكِۗ لِاَهَبَ لَكِ غُلَاماً زَكِياًّ Melek: “Ben, yalnızca Rabbinin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuğu bağışlamak üzere gönderildim” dedi. |
19 |
|
قَالَتْ اَنّٰى يَكُونُ ل۪ي غُلَامٌ وَلَمْ يَمْسَسْن۪ي بَشَرٌ وَلَمْ اَكُ بَغِياًّ Meryem: “Bana bir insan dokunmamışken, benim nasıl oğlum olabilir? Ve hem ben, kötü ahlaklı bir kadın da değilim” dedi. |
20 |
|
قَالَ كَذٰلِكِۚ قَالَ رَبُّكِ هُوَ عَلَيَّ هَيِّنٌۚ وَلِنَجْعَلَـهُٓ اٰيَةً لِلنَّاسِ وَرَحْمَةً مِنَّاۚ وَكَانَ اَمْراً مَقْضِياًّ Melek: “Gerçek, dediğin gibidir. Ama Rabbin buyurdu ki: O çocuk olma meselesi, bana göre kolaydır. Hem o olacak çocuğu, insanlara kudretimizi gösteren bir alamet ve tarafımızdan bir rahmet kılmak için, bunu yapacağız. Ve bu Allah tarafından, önceden karara bağlanmış bir hükümdür.” |
21 |
|
فَحَمَلَتْهُ فَانْتَبَذَتْ بِه۪ مَكَاناً قَصِياًّ Böylece Meryem, O çocuğa gebe kaldı ve O'nunla uzak bir yere çekilip gitti. |
22 |
|
فَاَجَٓاءَهَا الْمَخَاضُ اِلٰى جِذْعِ النَّخْلَةِۚ قَالَتْ يَا لَيْتَن۪ي مِتُّ قَبْلَ هٰذَا وَكُنْتُ نَسْياً مَنْسِياًّ Derken doğum sancısı, O'nu bir hurma ağacına dayanmaya sürükledi de o zaman: “Keşke bu durum başıma gelmeden önce ölseydim de, unutulup gitseydim!” dedi. |
23 |
|
فَنَادٰيهَا مِنْ تَحْتِهَٓا اَلَّا تَحْزَن۪ي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِياًّ Bunun üzerine hurma ağacının alt tarafından Meryem'e şöyle seslenildi: Üzülme, Rabbin senin altında bir ırmak akıttı. |
24 |
|
وَهُزّ۪ٓي اِلَيْكِ بِجِذْعِ النَّخْلَةِ تُسَاقِطْ عَلَيْكِ رُطَباً جَنِياًّۘ Hurma ağacını, kendine doğru silkele ki, üzerine olgun, taze hurmalar dökülsün. |
25 |
|
فَكُل۪ي وَاشْرَب۪ي وَقَرّ۪ي عَيْناًۚ فَاِمَّا تَرَيِنَّ مِنَ الْبَشَرِ اَحَداًۙ فَقُول۪ٓي اِنّ۪ي نَذَرْتُ لِلرَّحْمٰنِ صَوْماً فَلَنْ اُكَلِّمَ الْيَوْمَ اِنْسِياًّۚ Ve sonra da ye iç, doğacak olan bu çocuktan dolayı da, gözün aydın olsun! Ve insanlardan birini görürsen, ona de ki: Ben, O sınırsız rahmet sahibi Rahman olan Allah için, bir süre konuşmamaya söz verdim, bu yüzden bugün insanlardan hiçbir kimseyle konuşmayacağım.” |
26 |
|
فَاَتَتْ بِه۪ قَوْمَهَا تَحْمِلُهُۜ قَالُوا يَا مَرْيَمُ لَقَدْ جِئْتِ شَيْـٔاً فَرِياًّ Bir süre sonra, çocuğunu kucağında taşıyarak kavmine döndü. “Ey Meryem!” dediler. “Sen gerçekten tuhaf bir iş yaptın. |
27 |
|
يَٓا اُخْتَ هٰرُونَ مَا كَانَ اَبُوكِ امْرَاَ سَوْءٍ وَمَا كَانَتْ اُمُّكِ بَغِياًّۚ Ey Harun'un kız kardeşi! Senin baban, kötü bir kimse değildi. Annen de iffetsiz, hayasız bir kadın değildi.” |
28 |
|
فَاَشَارَتْ اِلَيْهِ۠ قَالُوا كَيْفَ نُكَلِّمُ مَنْ كَانَ فِي الْمَهْدِ صَبِياًّ Bunun üzerine Meryem, kundaktaki çocuğa işaret etti. Onlar: “Daha beşikteki bir çocukla biz nasıl konuşabiliriz ki” dediler. |
29 |
|
قَالَ اِنّ۪ي عَبْدُ اللّٰهِ۠ اٰتَانِيَ الْكِتَابَ وَجَعَلَن۪ي نَبِياًّۙ Fakat, o beşikteki çocuk: “Bakın!” dedi “Allah'ın kuluyum ben. O bana kitap verdi, beni peygamber yaptı. |
30 |
|
وَجَعَلَن۪ي مُبَارَكاً اَيْنَ مَا كُنْتُۖ وَاَوْصَان۪ي بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِ مَا دُمْتُ حَياًّۖ Ve nerede olursam olayım, hayırlı kılmıştır beni, yaşadığım sürece bana namaz kılmayı, zekat vermeyi de emretti. |
31 |
|
وَبَراًّ بِوَالِدَت۪يۘ وَلَمْ يَجْعَلْن۪ي جَبَّاراً شَقِياًّ Beni anama iyilik eden biri kıldı ve beni, başkaldıran zorba da yapmadı. |
32 |
|
وَالسَّلَامُ عَلَيَّ يَوْمَ وُلِدْتُ وَيَوْمَ اَمُوتُ وَيَوْمَ اُبْعَثُ حَياًّ Doğduğum gün, öleceğim gün ve hayata yeniden döndürüleceğim gün de, selamet içindeyim.” |
33 |
|
ذٰلِكَ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَۚ قَوْلَ الْحَقِّ الَّذ۪ي ف۪يهِ يَمْتَرُونَ İşte budur Meryem oğlu İsa, onların şüpheye düştükleri şey hakkında, gerçek söz budur. |
34 |
|
مَا كَانَ لِلّٰهِ اَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍۙ سُبْحَانَهُۜ اِذَا قَضٰٓى اَمْراً فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُۜ Bir oğul edinmek Allah'a asla yaraşmaz. Sınırsız yüceliğiyle O, böyle bir şeyin üstünde ve ötesindedir. Bir işin olmasını istedi mi ona “ol” der o da “oluverir.” |
35 |
|
وَاِنَّ اللّٰهَ رَبّ۪ي وَرَبُّكُمْ فَاعْبُدُوهُۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ Ve İsa'nın, her zaman söylediği gerçek şudur: Şüphesiz benim Rabbim de, sizin Rabbiniz de Allah'tır. Öyleyse yalnızca O'na kulluk edin. Dosdoğru yol yalnızca budur. |
36 |
|
فَاخْتَلَفَ الْاَحْزَابُ مِنْ بَيْنِهِمْۚ فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ مَشْهَدِ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ Gerçekler bu şekilde ortada iken, Hıristiyan olduklarını iddia eden guruplar, yine de kendi aralarında, İsa'nın yaratılışıyla alakalı meselede çekişip duruyorlar. Öyleyse son yargı günü olan ahiretin gerçekleşeceği an, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas eden kâfirlerin vay haline... |
37 |
|
اَسْمِعْ بِهِمْ وَاَبْصِرْۙ يَوْمَ يَأْتُونَنَاۚ لٰكِنِ الظَّالِمُونَ الْيَوْمَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Bizim karşımıza çıkacakları gün, neler işitecekler, neler görecekler! Ama bugün yaratılışa aykırı hareket ederek yaşayanlar, apaçık bir sapıklık içindeler. |
38 |
|
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْحَسْرَةِ اِذْ قُضِيَ الْاَمْرُۚ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ وَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ Bunun içindir ki, herşeyin hükme bağlanmış olacağı, o pişmanlıklar gününün gelip çatması konusunda onları uyar. Çünkü onlar, o güne karşı umursamazlık gösterip, o günün geleceğine hâlâ inanmıyorlar. |
39 |
|
اِنَّا نَحْنُ نَرِثُ الْاَرْضَ وَمَنْ عَلَيْهَا وَاِلَيْنَا يُرْجَعُونَ۟ Halbuki, o gün mutlaka er geç gelecek ve çatacak, yeryüzü ve onun üzerindeki herşey yok olacak sonra, herşeyin sahibi olarak kalacak olan yine biz olacağız ve o zaman onların hepsi bize dönecekler. |
40 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ Kitaptaki İbrahim'i de hatırla ve başkalarına da hatırlat: Gerçekten O, özü sözü doğru bir peygamberdi. |
41 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ يَٓا اَبَتِ لِمَ تَعْبُدُ مَا لَا يَسْمَعُ وَلَا يُبْصِرُ وَلَا يُغْن۪ي عَنْكَ شَيْـٔاً Hani O, bir zaman babasına dedi ki: “Ey babacığım! Duymaz, görmez, senden hiçbir şeyi gideremez şeylere niçin tapınıyorsun? |
42 |
|
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ي قَدْ جَٓاءَن۪ي مِنَ الْعِلْمِ مَا لَمْ يَأْتِكَ فَاتَّبِعْن۪ٓي اَهْدِكَ صِرَاطاً سَوِياًّ Ey babacığım! Sana gelmeyen bilgi bana geldi. Bana uy, seni doğru yola götüreyim. |
43 |
|
يَٓا اَبَتِ لَا تَعْبُدِ الشَّيْطَانَۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ عَصِياًّ Ey babacığım! Gel şeytana kulluk etme. Şüphe yok ki, şeytan sınırsız rahmet sahibi olan Rahman'a baş kaldıran birisidir. |
44 |
|
يَٓا اَبَتِ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِياًّ Ey babacığım! Ben, senin başına O sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın katından bir azap gelip çatmasından ve böylece şeytanın dostu olmandan korkarım.” |
45 |
|
قَالَ اَرَاغِبٌ اَنْتَ عَنْ اٰلِهَت۪ي يَٓا اِبْرٰه۪يمُۚ لَئِنْ لَمْ تَنْتَهِ۬ لَاَرْجُمَنَّكَ وَاهْجُرْن۪ي مَلِياًّ Babası: “Ey İbrahim! Sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bu tutumuna bir son vermezsen, seni mutlaka öldüresiye taşa tutarım. Haydi git, bir süre benden uzak dur.” |
46 |
|
قَالَ سَلَامٌ عَلَيْكَۚ سَاَسْتَغْفِرُ لَكَ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ كَانَ ب۪ي حَفِياًّ İbrahim: “Sana selam olsun!” diye cevap verdi. “Rabbimden seni, bağışlamasını isteyeceğim. Çünkü O, bana karşı çok lütufkardır. |
47 |
|
وَاَعْتَزِلُكُمْ وَمَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَاَدْعُوا رَبّ۪يۘ عَسٰٓى اَلَّٓا اَكُونَ بِدُعَٓاءِ رَبّ۪ي شَقِياًّ Sizden ve sizin Allah'tan başka yalvarıp, yakardığınız şeylerden uzak duracak ve yalnızca Rabbime yalvaracağım. Böylece Rabbime yalvarmakla, sizin gibi bedbaht olmam.” |
48 |
|
فَلَمَّا اعْتَزَلَهُمْ وَمَا يَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۙ وَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا نَبِياًّ Ve böylece İbrahim, onlardan ve onların Allah'ı bırakıpta tapındıkları şeylerden uzaklaşınca O'na İshak'ı ve Yakub'u bahşettik ve bunların hepsini de peygamber yaptık. |
49 |
|
وَوَهَبْنَا لَهُمْ مِنْ رَحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِياًّ۟ Ve onları rahmetimizle ödüllendirdik. Gerçek şöhretlerini yaydık, adlarını yüceltip iyi anılmalarını sağladık. |
50 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مُوسٰىۘ اِنَّهُ كَانَ مُخْلَصاً وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّ Ve kitapta Mûsa'yı da hatırla, Musa'dan da söz et. Doğrusu O, ihlas sahibi idi. Hem elçi, hem de peygamberdi. |
51 |
|
وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْاَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِياًّ O'na Tûr Dağının sağ tarafından seslenmiş, konuşmak için kendimize yaklaştırmıştık. |
52 |
|
وَوَهَبْنَا لَهُ مِنْ رَحْمَتِنَٓا اَخَاهُ هٰرُونَ نَبِياًّ Rahmetimizin bir neticesi olarak, kardeşi Harun'u da peygamber olarak O'na bağışladık. |
53 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِسْمٰع۪يلَۘ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولاً نَبِياًّۚ Kitapta İsmail'i de an, gündeminde örnek şahsiyet olarak bulunsun ve başkalarına da hatırlat. Doğrusu O, sözünde duran biriydi, bir elçi ve bir peygamberdi. |
54 |
|
وَكَانَ يَأْمُرُ اَهْلَهُ بِالصَّلٰوةِ وَالزَّكٰوةِۖ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّه۪ مَرْضِياًّ Toplumuna namaz kılmalarını, zekat vermelerini emrederdi ve Rabbinin katında da hoşnutluk kazanmıştı. |
55 |
|
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِدْر۪يسَۘ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّۗ Kitapta İdris'i de an, hatırla ve örnek şahsiyet olarak kabul et ve başkalarına da duyur. O da özü sözü doğru olan biriydi, bir peygamberdi. |
56 |
|
وَرَفَعْنَاهُ مَكَاناً عَلِياًّ Biz O'nu, pek yüce bir konuma yükseltmiştik. |
57 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ مِنْ ذُرِّيَّةِ اٰدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍۘ وَمِنْ ذُرِّيَّةِ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْرَٓائ۪لَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَاۜ اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُ الرَّحْمٰنِ خَرُّوا سُجَّداً وَبُكِياًّ İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberler, Adem'in soyundan, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail denilen Yakub'un neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden ve seçip beğendiğimiz kişilerdendir. Sınırsız rahmet sahibi olan Rahman'ın ayetleri onlara okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı. |
58 |
|
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ اَضَاعُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَياًّۙ Onların ardından öyle nesiller geldi ki, namaza karşı duyarlılık ve devamlılıklarını yitirdiler, istek ve arzularının peşlerine takıldılar. Bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. |
59 |
|
اِلَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ وَلَا يُظْلَمُونَ شَيْـٔاًۙ Ancak pişman olup Allah'a yönelen, iman edip doğru ve dürüst işler işleyenler, cennete girerler ve hiçbir haksızlığa da uğramazlar. |
60 |
|
جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِۜ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ Sınırsız rahmet sahibi olan Rahman'ın kullarına her türlü beşeri algı ve tasavvurun ötesinde söz verdiği Adn cennetleri… O'nun sözü mutlaka yerini bulacaktır. |
61 |
|
لَا يَسْمَعُونَ ف۪يهَا لَغْواً اِلَّا سَلَاماًۜ وَلَهُمْ رِزْقُهُمْ ف۪يهَا بُكْرَةً وَعَشِياًّ Orada onlar, boş ve yararsız söz işitmeyecekler, ancak “İç huzuru ve esenlik sizlere!” sözünü duyacaklardır. Sabah akşam yani her zamanda rızıkları hazırdır onların. |
62 |
|
تِلْكَ الْجَنَّةُ الَّت۪ي نُورِثُ مِنْ عِبَادِنَا مَنْ كَانَ تَقِياًّ Yolunu Allah'ın kitabıyla bulan kullarımıza bırakacağımız cennet, işte budur. |
63 |
|
وَمَا نَتَنَزَّلُ اِلَّا بِاَمْرِ رَبِّكَۚ لَهُ مَا بَيْنَ اَيْد۪ينَا وَمَا خَلْفَنَا وَمَا بَيْنَ ذٰلِكَۚ وَمَا كَانَ رَبُّكَ نَسِياًّۚ Ve melekler: “Biz ancak, Rabbinin buyruğuyla ineriz. Geçmişimiz, geleceğimiz ve aralarındaki herşeyimiz O'nundur, yani O'nun emrine tabidir ve Rabbin asla hiçbir şeyi unutmaz.” |
64 |
|
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِياًّ۟ Göklerin, yerin ve bunların arasında var olan herşeyin Rabbidir O. Öyleyse O'na kulluk et ve O'na kullukta devamlı, dirençli ve ısrarlı ol. O'nun adıyla anılan hiçbir kimse var mıdır, bilir misin? |
65 |
|
وَيَقُولُ الْاِنْسَانُ ءَاِذَا مَا مِتُّ لَسَوْفَ اُخْرَجُ حَياًّ Bütün bunlara rağmen, insan yine de der ki: “Ben öleceğim de, sonra dirilip yeniden hayata mı döndürüleceğim?” |
66 |
|
اَوَلَا يَذْكُرُ الْاِنْسَانُ اَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ وَلَمْ يَكُ شَيْـٔاً İnsan, hiç düşünmez mi ki, o hiç birşey değilken daha önce biz yarattık onu. |
67 |
|
فَوَرَبِّكَ لَنَحْشُرَنَّهُمْ وَالشَّيَاط۪ينَ ثُمَّ لَنُحْضِرَنَّهُمْ حَوْلَ جَهَنَّمَ جِثِياًّۚ Öyleyse Rabbine and olsun ki, biz onları ve dünyada onları yönlendiren, her türlü şeytanı ve yandaşlarını toplayacak ve sonra cehennemin çevresine, diz çökmüş bir halde getireceğiz. |
68 |
|
ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِنْ كُلِّ ش۪يعَةٍ اَيُّهُمْ اَشَدُّ عَلَى الرَّحْمٰنِ عِتِياًّۚ Sonra her guruptan, O sınırsız rahmet sahibi olan Rahman'a karşı, azgınlıkta ileri gidenleri çekip ayıracağız. |
69 |
|
ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ Çünkü biz, daha iyi biliriz, cehenneme girmeye daha layık olanı. |
70 |
|
وَاِنْ مِنْكُمْ اِلَّا وَارِدُهَاۚ كَانَ عَلٰى رَبِّكَ حَتْماً مَقْضِياًّۚ İçinizde o cehenneme uğramayacak hiçbir kimse yoktur, yani hepiniz o cehennemi göreceksiniz. Rabbinin olup bitmiş hükmü budur. |
71 |
|
ثُمَّ نُنَجِّي الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا وَنَذَرُ الظَّالِم۪ينَ ف۪يهَا جِثِياًّ Ve bir kere daha hatırlatmış olalım ki. Biz yolunu, yordamını Allah'ın kitabıyla bulmaya çalışanları, cehennemden kurtaracağız ama, yaratılış gayesi dışında hareket etmiş olanları, onun içinde diz çökmüş olarak bırakacağız. |
72 |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓواۙ اَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ خَيْرٌ مَقَاماً وَاَحْسَنُ نَدِياًّ Kendilerine ayetlerimiz açık bir şekilde okunduğu zaman, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler iman edenlere: “Bu iki insan topluluğundan, konum olarak hangisi daha üstün ve güçlü, meclis ve topluluk bakımından hangisi daha güzeldir?” deyip duruyorlar. |
73 |
|
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَحْسَنُ اَثَاثاً وَرِءْياً Onlardan önce gelip geçen nice toplulukları helak ettik. Öyle ki, onlar dünyevi güç ve gösterişce, sonrakilerden daha üstün idiler. |
74 |
|
قُلْ مَنْ كَانَ فِي الضَّلَالَةِ فَلْيَمْدُدْ لَهُ الرَّحْمٰنُ مَداًّۚ حَتّٰٓى اِذَا رَاَوْا مَا يُوعَدُونَ اِمَّا الْعَذَابَ وَاِمَّا السَّاعَةَۜ فَسَيَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضْعَفُ جُنْداً De ki, kim sapıklık içindeyse, sınırsız rahmet sahibi olan Rahman, ona mühlet versin ne çıkar. Nihayet vaadedildikleri azabı veya kıyameti gördükleri zaman, kimin yer olarak daha kötü, destek ve dayanak olarak kimin zayıf olduğunu anlayacaklardır. |
75 |
|
وَيَز۪يدُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اهْتَدَوْا هُدًىۜ وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَاباً وَخَيْرٌ مَرَداًّ Ve Allah hidayete erenlerin hidayetlerini, artırdıkça artırır. Devamlı olan yararlı işler, Rabbinin yanında karşılık olarak dünyevî kazançlardan daha değerli ve sonuç itibariyle de daha iyidir. |
76 |
|
اَفَرَاَيْتَ الَّذ۪ي كَفَرَ بِاٰيَاتِنَا وَقَالَ لَاُو۫تَيَنَّ مَالاً وَوَلَداًۜ Ayetlerimizi inkâr edip, “Bana muhakkak mal da, evlat da verilecektir” deyip isyan eden o adamı gördün mü? |
77 |
|
اَطَّـلَعَ الْغَيْبَ اَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۙ O gizlediğimiz ve kimsenin bilmediklerini mi biliyor? Yoksa rahmeti sınırsız olan Rahman'la bir sözleşme mi yaptı? |
78 |
|
كَلَّاۜ سَنَكْتُبُ مَا يَقُولُ وَنَمُدُّ لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مَداًّۙ Asla! Biz onun karşı gelerek söylediklerini aleyhinde delil olarak yazacağız, çekeceği azabın süresini uzattıkça uzatacağız. |
79 |
|
وَنَرِثُهُ مَا يَقُولُ وَيَأْت۪ينَا فَرْداً Onun söylediği şeylere, yani mal ve evlada biz mirasçı olacağız, onlar bize kalacak, o yalnız başına bizim huzurumuza gelecektir. |
80 |
|
وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اٰلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزاًّۙ Onlar Allah'ı bırakıpta, birtakım tanrılar edindiler. Bunlarla güç ve yücelik kazanmak istediler. |
81 |
|
كَلَّاۜ سَيَكْفُرُونَ بِعِبَادَتِهِمْ وَيَكُونُونَ عَلَيْهِمْ ضِداًّ۟ Fakat hayır, o tanrılar onların ibadetlerini inkâr edip reddedecekler ve onlara karşı düşman kesilecekler. |
82 |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّٓا اَرْسَلْنَا الشَّيَاط۪ينَ عَلَى الْكَافِر۪ينَ تَؤُزُّهُمْ اَزاًّۙ Görmüyor musun biz, bizden gelen gerçekleri örtbas edenlerin üzerine, kendilerini iyice günaha teşvik edip sevkeden şeytanları gönderdik? |
83 |
|
فَلَا تَعْجَلْ عَلَيْهِمْۜ اِنَّمَا نَعُدُّ لَهُمْ عَداًّۚ Öyleyse onların üzerine, azabın gelivermesi için acele etme. Biz onların günlerini ve nefeslerini tek tek sayıyoruz. |
84 |
|
يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْداًۙ O gün biz, yolunu kitap ve Allah ile bulanları onurlu konuklar olarak, O sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın huzurunda toplarız. |
85 |
|
وَنَسُوقُ الْمُجْرِم۪ينَ اِلٰى جَهَنَّمَ وِرْداًۢ Günaha gömülüp gitmiş olanları, susamış bir vaziyette cehenneme sürüp götürürüz. |
86 |
|
لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمٰنِ عَهْداًۢ Sınırsız rahmet sahibi Rahman olan Allah katında söz ve izin alandan başkasının şefaate gücü yetmez. |
87 |
|
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداًۜ Hal böyleyken, yine de bazıları: “O sınırsız rahmet sahibi olan Rahman kendine bir oğul edinmiştir” diyorlar. |
88 |
|
لَقَدْ جِئْتُمْ شَيْـٔاً اِداًّۙ Andolsun ki, pek çirkin bir söz söylediniz. |
89 |
|
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْهُ وَتَنْشَقُّ الْاَرْضُ وَتَخِرُّ الْجِبَالُ هَداًّۙ Öyle ki, bu iddianın dehşetinden neredeyse, gök paramparça olacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp gidecekti. |
90 |
|
اَنْ دَعَوْا لِلرَّحْمٰنِ وَلَداًۚ Demek O sınırsız rahmet sahibi Rahman'a bir oğul yakıştırıyorlar öyle mi? |
91 |
|
وَمَا يَنْبَغ۪ي لِلرَّحْمٰنِ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَداًۜ Hem sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın, bir oğul edinmesi asla yaraşmaz. |
92 |
|
اِنْ كُلُّ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ اِلَّٓا اٰتِي الرَّحْمٰنِ عَبْداًۜ Göklerde ve yerde olan herkes, sınırsız rahmet sahibi Rahman'ın huzuruna birer kul olarak çıkacaktır. |
93 |
|
لَقَدْ اَحْصٰيهُمْ وَعَدَّهُمْ عَداًّۜ Doğrusu O, kullarını bilgisiyle kuşatmış, herşeylerini ve nefeslerini birer birer saymıştır. |
94 |
|
وَكُلُّهُمْ اٰت۪يهِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَرْداً Ve onların herbiri kıyamet gününde, O'nun huzuruna tek başına çıkacaktır. |
95 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَيَجْعَلُ لَهُمُ الرَّحْمٰنُ وُداًّ Sınırsız rahmet sahibi Rahman olan Allah, iman edip dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyanları, sevgiyle kuşatacaktır. |
96 |
|
فَاِنَّمَا يَسَّرْنَاهُ بِلِسَانِكَ لِتُبَشِّرَ بِهِ الْمُتَّق۪ينَ وَتُنْذِرَ بِه۪ قَوْماً لُداًّ Gerçekten de biz, yolunu Allah ve kitabıyla bulanları müjdelemen, düşmanlıkta inat ve ısrar edenleri korkutman için, Kur'ân'ı senin dilinle indirerek kolaylaştırdık. |
97 |
|
وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍۜ هَلْ تُحِسُّ مِنْهُمْ مِنْ اَحَدٍ اَوْ تَسْمَعُ لَهُمْ رِكْزاً Onlardan önce nice toplumları helak ettik, şimdi bunlardan hiçbirini görüyor, yahut derinden bir iniltileri olsun işitiyor musun? |
98 |