|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
نٓ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَۙ Nûn. Kaleme, akıllı ve sorumlu varlıkların yazmaya devam ettikleri kitaplara, sicillere andolsun! |
1 |
|
مَٓا اَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍۚ Rabbinin vahyi, sana ihsan ettiği peygamberlik nimeti sebebiyle, sana deli de, cinlere mahkûm olmuş biri de diyemezler. Sen deli de, cinlere mahkûm olmuş biri de değilsin. |
2 |
|
وَاِنَّ لَكَ لَاَجْراً غَيْرَ مَمْنُونٍۚ Sana, sadece sana, elbette bitmez tükenmez mükâfatlar vardır. |
3 |
|
وَاِنَّكَ لَعَلٰى خُلُقٍ عَظ۪يمٍ Sen, kesinlikle yüce, büyük, faziletli, saygıdeğer bir ahlâkı, insan tabiatına uygun üstün bir hayat tarzını yaşamaya, benimsetmeye, öğretmeye, savunmaya memursun.. |
4 |
|
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَۙ Bunu, sen insanlığa anlatarak, öğreterek göstereceksin, inanmayanlar da görecekler, anlayacaklar. |
5 |
|
بِاَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ O akılsızlık, o delilik hanginizde imiş, onu da görecekler. |
6 |
|
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۖ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ Rabbin, işte O, başına buyruk hareket ederek hak yoldan uzaklaşanı, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edeni iyi bilir, hidayet rehberiyle gösterilen, öğretilen hak yola, İslâm’a girmeye istekli olanları, İslâm’da sebat edenleri de iyi bilir. |
7 |
|
فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّب۪ينَ O halde, senin peygamberliğini ve Kur’ân’ı yalanlayanlara boyun eğme. |
8 |
|
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ Senin göstermelik hoşgörülü, gayr-ı ciddi davranmanı; kendilerinin de hileli, tuzaklı göstermelik davranışlarını devam ettirmelerini temenni ederler. |
9 |
|
وَلَا تُطِـعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَه۪ينٍۙ Durmadan, olur olmaz yeminler eden, düşünme ve temyiz kabiliyetleri kıt aşağılıklara boyun eğme. |
10 |
|
هَمَّازٍ مَشَّٓاءٍ بِنَم۪يمٍۙ Devamlı kusur arayan, laf götürüp getirenlere boyun eğme. |
11 |
|
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ اَث۪يمٍۙ Hayra, hayırlı işlere, Kur’ân öğrenimine, öğretimine, Kur’ân hükümlerine, Kur’ân ilkeleriyle yaşamaya, müslümanlara, İslâmî faaliyetlere engel olanlara, saldırganlara, bilerek günah işlemekte ısrar edenlere, zarar verenlere boyun eğme. |
12 |
|
عُتُلٍّ بَعْدَ ذٰلِكَ زَن۪يمٍۙ Saygısız zorbalara, sonra da, soysuz, zina mahsulü, damgalı dalkavuklara boyun eğme. |
13 |
|
اَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَن۪ينَۜ 'Demek güvendikleri malları, oğulları, güçleri, iktidarları varmış!' |
14 |
|
اِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِ اٰيَاتُنَا قَالَ اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ Kendilerine âyetlerimiz, Kur’ânımız okunduğu zaman: 'Öncekilerin masalları.' derler. |
15 |
|
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ Yakında, o büyüyen burnunu hiç unutulmayacak şekilde damgalayacağız. |
16 |
|
اِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَٓا اَصْحَابَ الْجَنَّةِۚ اِذْ اَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِح۪ينَۙ Bağlı, bahçeli ülkelerin halkını âfetlerle imtihan ettiğimiz gibi, biz onları da âfetlerle imtihan ettik. Hani o zaman bahçe sahipleri yemin etmişlerdi! Kesinlikle, sabah erken bağlarındaki bahçelerindeki gece dökülen ve kesecekleri meyvalarını fukaraya göstermeden devşireceklerdi. |
17 |
|
وَلَا يَسْتَثْنُونَ Yeminlerini 'Allah izin verirse...' ile kayıtlamıyorlar, muhtaçları bile istisna etmiyorlardı. |
18 |
|
فَطَافَ عَلَيْهَا طَٓائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَٓائِمُونَ Onlar uykuda iken, Rablerinden gelen bir âfet ülkeyi sardı. |
19 |
|
فَاَصْبَحَتْ كَالصَّر۪يمِ Bağlar, bahçeler yangın yerine dönmüş, simsiyah kesilmişti. |
20 |
|
فَتَنَادَوْا مُصْبِح۪ينَۙ Sabah olmak üzereyken birbirlerine seslendiler. |
21 |
|
اَنِ اغْدُوا عَلٰى حَرْثِكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَارِم۪ينَ 'Kesecekseniz, toplayacaksanız eğer, tarlanıza, mahsulünüzün başına erken gidin.' dediler. |
22 |
|
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَۙ Aralarında fısıldaşarak fırladılar. |
23 |
|
اَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْك۪ينٌ 'Sakın, bugün, yanınıza çevresi, çaresi olmayan bir yoksul sokulmasın.' diye fısıldaşıyorlardı. |
24 |
|
وَغَدَوْا عَلٰى حَرْدٍ قَادِر۪ينَ Yoksullara yardıma güçleri yettiği halde, onları yardımdan mahrum etmek niyet ve kararı ile erkenden yola düştüler. |
25 |
|
فَلَمَّا رَاَوْهَا قَالُٓوا اِنَّا لَضَٓالُّونَۙ Bağı, bahçeyi gördüklerinde: 'Galiba biz yanlış yere geldik.' dediler. |
26 |
|
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ 'Yok, yok, biz yoksul bırakılmışız.' dediler. |
27 |
|
قَالَ اَوْسَطُهُمْ اَلَمْ اَقُلْ لَـكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ İçlerinden en mâkulleri, seçkin birisi: 'Demedim mi size? Keşke Allah’ı tesbih ve tenzih etseydiniz!..' dedi. |
28 |
|
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 'Rabbimizi tesbih ve tenzih ederiz. Biz gerçekten hakka riayet etmeyen zâlim, müşrik bir milletmişiz.' dediler. |
29 |
|
فَاَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلٰى بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ Suçu, kabahati birbirlerinin üstüne atmaya, birbirlerini kınamaya başladılar. |
30 |
|
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا طَاغ۪ينَ 'Yazıklar olsun bize, gerçekten biz azmış bir milletmişiz.' dediler. |
31 |
|
عَسٰى رَبُّنَٓا اَنْ يُبْدِلَنَا خَيْراً مِنْهَٓا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا رَاغِبُونَ 'Ola ki, Rabbimiz bunların yerine bize daha hayırlısını verir. Biz yalnız Rabbimizin rızasını arzuluyoruz.' dediler. |
32 |
|
كَذٰلِكَ الْعَذَابُۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَكْبَرُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ İşte bu dünyada, insanları imtihan etmek için verdiğimiz ceza böyledir. Âhiret, ebedî yurt azâbı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi. |
33 |
|
اِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتِ النَّع۪يمِ Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minler için, Rablerinin katında nimetlerle dolu Cennetler vardır. |
34 |
|
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ Biz, İslâm’ı yaşayan müslümanlara, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsilere, suçlulara, günahkârlara davrandığımız gibi mi muamele yapacakmışız? |
35 |
|
مَا لَـكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ Aklınızı mı yitirdiniz? Nasıl hüküm veriyorsunuz? |
36 |
|
اَمْ لَـكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ Yoksa kutsal bir kitabınız var da, içinde bunları mı okuyorsunuz? |
37 |
|
اِنَّ لَـكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ O kitapta: 'Beğendiğiniz her şey sizin, diye mi yazılı?' |
38 |
|
اَمْ لَـكُمْ اَيْمَانٌ عَلَيْنَا بَالِغَةٌ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۙ اِنَّ لَـكُمْ لَمَا تَحْكُمُونَۚ Yoksa: 'Lehinize ne karar verirseniz, mutlaka sizin için yerine getirilir.' diye, sizin lehinize tarafımızdan verilmiş, Kıyamet gününe kadar geçerli kesin taahhütler mi var? |
39 |
|
سَلْهُمْ اَيُّهُمْ بِذٰلِكَ زَع۪يمٌۚۛ Sor bakalım onlara, içlerinden bu taahhütlere kefil hangisi? |
40 |
|
اَمْ لَهُمْ شُرَكَٓاءُۚۛ فَلْيَأْتُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ اِنْ كَانُوا صَادِق۪ينَ Yoksa kendilerini müslümanlarla eşit hale getirecek mâbutları mı var onların? Doğru söylüyorlarsa, mâbutlarını getirsinler. |
41 |
|
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَۙ İşlerin güçleşip, herkesin paçalarını sıvayıp kaçacak yer aradığı (paçalarının tutuştuğu) gün, secdelere davet edilecekleri gün, secdeye güç yetiremiyecekleri, vakit bulamayacakları gün mâbutlarını çağırsınlar. |
42 |
|
خَاشِعَةً اَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌۜ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ اِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ Onlar, dünyada, rahatları, huzurları yerinde iken, secdelere, imana, İslâm’a, namaza davet edildikleri halde, davete icabet etmedikleri için, o gün, gözleri korku ve saygıyla dolu, işarete bile mecalleri olmayacak durumda, düşkün bir halde, kendilerini bir zillet sararken secdeye güçleri yetmeyecek. |
43 |
|
فَذَرْن۪ي وَمَنْ يُكَذِّبُ بِهٰذَا الْحَد۪يثِۜ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۙ Bu sözü, Kur’ân’ı yalanlayanları bana bırak. Onları bilmedikleri, farkına varmadıkları yerlerden kademe kademe alçaltacağız, azâba yaklaştıracağız. |
44 |
|
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ Onlara mühlet veriyorum. Unutmayın ki, benim, sizin tahmin edemeyeceğiniz helâk etme planımdan kurtuluş yoktur. |
45 |
|
اَمْ تَسْـَٔلُهُمْ اَجْراً فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَۚ Yoksa onlardan bir ücret istiyorsun da, ağır bir borç altına girecekleri için mi davetinden, İslâm’dan, Kur’ân’dan yüz çeviriyorlar? |
46 |
|
اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ Yahut gayb âlemiyle, Levh-i Mahfuz’la ilgili bilgiler onların yanında da, onlar mı istedikleri gibi yazıyorlar? |
47 |
|
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِۢ اِذْ نَادٰى وَهُوَ مَكْظُومٌۜ Rabbinin vereceği hükmü, icraatını bekleyerek sabırla mücadeleye devam et. Balina mahkûmu Yunus gibi sabırsız olma. Hani o, öfkeye boğularak niyaz etmişti. |
48 |
|
لَوْلَٓا اَنْ تَدَارَكَهُ نِعْمَةٌ مِنْ رَبِّه۪ لَنُبِذَ بِالْعَرَٓاءِ وَهُوَ مَذْمُومٌ Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasaydı, tevbesini kabul etmeseydi, kınanacak bir halde ıssız bir diyara atılacaktı. |
49 |
|
فَاجْتَبٰيهُ رَبُّهُ فَجَعَلَهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Fakat Rabbi onu peygamber olarak seçti. Dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’minler, sâlihler zümresine dâhil etti. |
50 |
|
وَاِنْ يَكَادُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَيُزْلِقُونَكَ بِاَبْصَارِهِمْ لَمَّا سَمِعُوا الذِّكْرَ وَيَقُولُونَ اِنَّهُ لَمَجْنُونٌۢ Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, küfre saplananlar, okunması ibadet olan, övünç kaynağı Kurân’ı işittikleri zaman neredeyse seni gözleri ile yiyeceklerdi. Bir de durmuşlar: 'O, kesinlikle cinlere mahkûm olmuş biridir, delidir.' diyorlar. |
51 |
|
وَمَا هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ Halbuki okunarak ibadet edilen Kuran, âlemler, insanlar ve cinler için bir öğüttür, bir ikazdır, bir şereftir, bir övünç kaynağıdır. |
52 |