|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ Elif, lâm, Ra. SANA/(SİZE) bir Kitap indirdik ki; Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarasın [ız] , güçlü, övgüye lâyık olanın yoluna (önderlik edesin [ız] ). |
1 |
|
اَللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ O Allah ki; gökyüzünde ve yeryüzünde ne varsa, hepsi O’nundur. Gerçeği kabul etmeyen/kâfirlerin çekecekleri var, çetin bir azaptan dolayı! |
2 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ Onlar, o kimseler ki; dünya hayatını ahirete tercih ederler, Allah’ın yolundan çevirirler/alıkoyarlar ve o yolu karıştırmak/eğriltmek/saptırmak isterler! İşte onlar, uzak bir sapkınlık içindedirler. |
3 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ Biz her RASÛLÜ/ELÇİYİ, mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara iyice açıklasın. Bundan sonra Allah; (sapıklığı) isteyen/dileyen kimseyi sapıklığında bırakır, (hidayeti/doğru yolu) isteyen kimseyi de doğru yola iletir. O güçlüdür, doğru hüküm/karar verendir. |
4 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ Ant olsun, Musa’yı ayetlerimizle: “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara, Allah’ın (zorlu) günlerini hatırlat!” diye gönderdik. Şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır. |
5 |
|
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ Hani o zaman, Musa kavmine demişti ki: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir zaman sizi Firavun ailesinden/hanedanından kurtardı. Onlar, size azabın en kötüsünü reva görüyorlar; oğullarınızı boğazlıyorlar ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Rabbinizden izin verilmiş bir belâ (açığa çıkarılma), hem de büyük bir belâ (açığa çıkarılma cezası) vardı!” |
6 |
|
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ Hatirlayin, rabbiniz şöyle ilan etmişti/buyurmuştu: “Eğer şükrederseniz elbette size artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, elbette azabım pek çetindir.” |
7 |
|
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ Musa dedi ki: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de, muhakkak ki Allah; zengindir, övgüye lâyıktır.” |
8 |
|
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ Size, sizden önceki kimselerin haberleri gelmedi mi? Nuh, Âd ve Semud kavminin ve onların ardından gelenlerin! Onları ancak Allah bilir. Elçileri onlara apaçık kanıtlar getirmişlerdi; ama onlar elleri ile o elçilerin ağızlarını kapattılar ve dediler ki: “Gerçekten biz, ona gönderilen o şeyi inkâr ettik, bizi kendisine çağırdığınız şeyden, kuşkulu bir şüphe içindeyiz.” |
9 |
|
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ Elçileri dedi ki: “Gökleri ve yeryüzünü var eden Allah hakkında şüphe olur mu? Sizi, günahlarınızı bağışlamak için davet ediyor ve bir süreye kadar sizi ertelemek istiyor.” Dediler ki: “Siz de yalnızca bizim gibi birer insansınız. Bizi, atalarımızın taptığı şeylerden çevirmek istiyorsunuz. Öyleyse, bize apaçık bir delil getirin!” |
10 |
|
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “evet, biz de sizin gibi yalnızca ölümlü birer insanız. Ancak, Allah kullarından dilediği kişiye (risâlet) lütfeder. Allah’ın izni olmaksızın, (risâletten) size bir delil getirmemiz mümkün değildir. İnananlar Allah’a güvensinler. |
11 |
|
وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ Allah’a güvensizlik duymamız bize yaraşmaz; bizlere hidayet/doğruya iletici yollarımızı göstermiş iken! Elbette, bize yaptığınız eziyetlere sabredeceğiz/katlanacağız. Güvenenler, yalnız Allah’a güvensinler.” |
12 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ Inkâr edenler, elçilere dediler ki: “Ya mutlaka sizi vatanımızdan çıkarırız ya da mutlaka dinimize dönersiniz.” Rableri onlara şöyle vahyetti: “Kesinlikle, zalimleri/hainleri helâk edeceğiz. |
13 |
|
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ Muhakkak ki onların ardından oraya/o yere sizi yerleştireceğiz. İşte bu, makamımdan ve uyarımdan korkan içindir.” |
14 |
|
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ Ve (elçiler) zafer istediler. Sonunda her inatçı zorba mahvoldu/hüsrana uğradı! |
15 |
|
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ Ardından da cehennem vardır, orada irinli bir sudan içirilir. |
16 |
|
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ O irinli suyu yutmaya çalışır, fakat onu kolayca yutup boğazından geçiremez. Her yandan ona ölüm geldiği halde, yine de ölemez. Ardından da daha kaba bir azap vardır. |
17 |
|
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ Rablerine karşi nankörlük edenlerin misali şöyledir: Onların yaptıkları işler; fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu kül gibidir! Kazandıklarından hiçbir şeyi ele geçiremezler! İşte, asıl uzak sapma budur! |
18 |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ Görmedin mi? Allah gökleri ve yeryüzünü hak ile/gerçek ile yaratmıştır. Dilerse sizi götürür ve yepyeni bir halk getirir! |
19 |
|
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ Bu, Allah’a göre güç bir iş değildir. |
20 |
|
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟ Hepsi, Allah’ın huzuruna çıkacaklar! Zayıflar, büyüklük taslayan önderlerine diyecekler ki: “Şüphesiz biz size uymuştuk. Allah’ın azabından bir şey bizden savabilir misiniz?” (Önderleri ise) derler ki: “Allah bize yol gösterseydi, elbette biz de size yol gösterirdik. Şimdi sızlansak da sabretsek de bizim için birdir; bizim için kaçıp sığınacak bir yer de yoktur!” |
21 |
|
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Iş/hüküm yerine getirildikten sonra, şeytan dedi ki: “Şüphesiz ki Allah size gerçek olanı vadetti, ben de size vadettim; ama ben, sözümden caydım/yalancı çıktım! Zaten, benim size karşı hiçbir gücüm yoktu ki. Ben sadece sizi çağırdım, siz de benim çağrıma uydunuz. O halde beni kınamayın; siz, kendi kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz! Zaten ben, daha önce beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul edemezdim! Şüphesiz zalimler/hainler için, acıklı bir azap vardır.” |
22 |
|
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ Inananlar ve faydalı işi en iyi şekilde (dürüstçe) yapanlar, altlarından nehirler akan cennetlere konuldular. Rablerinin izniyle orada sürekli kalacaklardır. Orada onların iyilik temennileri; “Selâm”dır. |
23 |
|
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz; kökü sabit ve dalları gökyüzünde olan güzel bir ağaç gibidir! |
24 |
|
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ O, rabbinin izniyle her zaman meyvelerini verir. Allah insanlara böyle misaller verir; umulur ki, öğüt alırlar. |
25 |
|
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ Kötü bir sözün örneği ise; yerin üstünden, kökünden sökülüp çıkarılmış, sabit durması mümkün olmayan kötü bir ağaç gibidir! |
26 |
|
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟ Allah gerçeklere inananları, dünya hayatında ve ahirette sağlam bir sözle destekler. Allah zalimleri ise sapıklıkta bırakır. Allah dilediğini (doğruluk ve adaletle) yapandır. |
27 |
|
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ Allah’in nimetini, nankörlükle değiştiren kimseleri görmedin mi? Onlar, kavimlerini mutsuzluk yurduna kondurdular... |
28 |
|
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ Cehennem!.. Ona yaslanırlar. O, ne kötü bir karargah! |
29 |
|
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ Allah’a eşler koştular, O’nun yolundan saptırmak için! De ki: “Şimdilik eğlenin. Çünkü gidişiniz ateşedir/varacağınız yer ateştir.” |
30 |
|
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ Inanan kullarima söyle: “Namazı gereği gibi kılsınlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden, gizlice ve açıkça bağışlasınlar. İçinde alışverişin ve dostluğun bulunmayacağı gün gelmeden önce.” |
31 |
|
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ O Allah Kİ; gökleri ve yeryüzünü yarattı. Gökyüzünden bir su indirip, onunla sizin için rızık olarak çeşitli meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmesi için, gemileri sizin hizmetinize verdi. Ve nehirleri de sizin hizmetinize verdi! |
32 |
|
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ Sürekli görevlerini yapan ikili olarak, Güneş’i ve Ay’ı da emrinize verdi. Yine geceyi ve gündüzü de sizin hizmetinize sundu. |
33 |
|
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ Size, istediğiniz şeylerden biraz verdi. Eğer Allah’ın nimetini sayacak olsanız, onu sayamazsınız! Gerçekten insan; pek zalim, pek nankördür. |
34 |
|
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِناً وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ Hani bir ZAMAN, İbrahim demişti ki: “Rabbim, bu bölgeyi güvenli bir yer kıl! Beni ve çocuklarımı putlara kul olmaktan uzak tut! |
35 |
|
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Rabbim! gerçekten insanlardan birçoğu, onlarla saptılar. Bundan böyle, kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim bana isyan ederse/karşı gelirse, artık Senin (merhametine kalmıştır). Şüphesiz Sen; çok bağışlayan ve çok esirgeyensin! |
36 |
|
رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ Rabbimiz! ben, çocuklarımdan bir kısmını, Beyti Muharremin’in/Kâbe’nin yanında, ekin bitmez (çorak) bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Salat’ı/Namaz’ı, (ayetleri anlayarak, sürekli ve bilinçli olarak) yerine getirsinler! Bundan böyle insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara yönelt! Onları çeşitli ürünlerle rızıklandır, umulur ki şükrederler! |
37 |
|
رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ Rabbimiz! Şüphesiz Sen, gizlediğimizi ve açığa vurduğumuzu bilirsin. ‘Ne yeryüzünde, ne de gökyüzünde, hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz!’ |
38 |
|
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ Ihtiyarlığımda bana İsmail’i ve İshak’ı lütfeden Allah’a sayısız övgüler olsun! Şüphesiz, Rabbim duayı işitendir. |
39 |
|
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ Rabbim! bana, namazı sürekli kılmamda yardımcı ol, soyumdan olanlara da!.. Rabbimiz! Duamı kabul buyur! |
40 |
|
رَبَّـنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ Rabbimiz! beni, annemi babamı ve gerçeklere inananları bağışla, hesabın görüleceği gün!” |
41 |
|
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ Sakin Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Sadece onları, dehşetten gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor! |
42 |
|
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ O zaman başlarını dikerek koşarlar, bakışları kendilerine dönmez, yürekleri de sanki bomboştur! |
43 |
|
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ Insanlari, kendilerine azabın geleceği şu günden uyar; o gün zulmedenler der ki: “Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de Senin çağrına uyalım, elçilere tabi olalım!” Siz daha önce de kendiniz için; ’hiçbir yıkım yoktur’ diye, yemin etmemiş miydiniz? |
44 |
|
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ Siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında yerleşmiştiniz! Onlara karşı ne yaptığımızı açıkça gördünüz. Size örnekler de vermiştik. |
45 |
|
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ Gerçekten onlar tuzaklarını kurmuşlardı. Oysa onların tuzakları/planları Allah’ın bilgisi dahilindeydi; velev ki tuzakları dağları yerinden oynatacak olsa bile!... |
46 |
|
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ Bunun içindir Kİ sakın Allah’ı, elçilerine verdiği sözden cayar sanma! Şüphesiz Allah; daima üstündür, intikam alandır. |
47 |
|
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ O gün yeryüzü, başkasıyla değiştirilir. Ve gökler de... Bütün insanlar; O tek, hâkim Allah’ın huzurunda dururlar. |
48 |
|
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ O gün suçluları, birbirlerine bağlı zincirlere vurulmuş olarak görürsün! |
49 |
|
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ Gömlekleri katrandandır, yüzlerini ateş kaplamaktadır! |
50 |
|
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ Böylece Allah herkese kazandıklarının karşılığını verir! Muhakkak ki Allah hesabı çabuk görendir. |
51 |
|
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ Işte bu bütün insanlığa bir duyurudur: “Bununla uyarılsınlar, O Allah’ın, Tek İlâh/Kainatın İmparatoru olduğunu bilsinler ve temiz düşünce/akıl sahipleri de düşünüp öğüt alsınlar!” |
52 |