Sureler
Mealler
Önceki
Ra'd Suresi
Sonraki
Hicr Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 ElifLâmRâ. Bir Kitap ki, insanları Rabbilerinin izniyle her türlü (zihnî, kalbî, içtimaî, iktisadî ve siyasî vb.) karanlıklardan nûra, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hamîd (hakkıyla hamde ve övgüye lâyık) Olan’ın Yolu’na çıkarasın diye onu sana indirmekteyiz.
2 (Azîz ve Hamîd olan) Allah’tır ki, göklerde ne var ve yerde ne varsa O’na aittir. (Niteliğini bugünden kavramaları mümkün olmayan) çok şiddetli bir azaptan dolayı vay o kâfirlerin haline!
3 Onlar, dünya hayatını Âhiret’e tercih etmekte, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymakta ve o yolun eğriliğini (eğri tanınıp, keyiflerine göre eğrilip bükülmesini) arzu etmekte ve onu böyle göstermeye çalışmaktadırlar. Böyleleri, doğru yoldan pek uzakta bir sapkınlığın tam ortasındadırlar.
4 Biz her bir rasûlü, onlara gerçeği bütün açıklığıyla anlatsın diye ancak kendi halkının dilini konuşan biri olarak gönderdik. Allah, her kimi dilerse saptırır ve dilediğini de hidayet eder. O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan)’dır.
5 Nitekim Musa’yı da, “Halkını karanlıklardan nûra çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat!” diye âyetlerimizle ve risaletine dair apaçık delillerimizle göndermiştik. Hiç şüphesiz bunda, (Allah yolunda başlarına gelenlere ve zamana karşı, bir de ibadet ve itaatte devam için) çok sabreden, (nimetlerinden dolayı Allah’a) çok şükreden herkes için nice ibretler, nice apaçık işaretler vardır.
6 Hani Musa halkına demişti: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, sizi Firavun oligarşisinden kurtarmıştı; sizi (en ağır inşaat, taşımacılık ve tarla işlerinde çalıştırmak suretiyle) pek kötü işkencelere uğratıyor, erkek çocuklarınızı boğazlayıp, (kendi maksatları istikametinde kullanmak ve yerli Kıptilerle evlenme mecburiyetinde bırakarak nüfusunuzu azaltmak gayesiyle) kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Gerçekten bunda sizin için, (bir yandan dinde ve Şeriat ı fıtriyede gösterdiğiniz ihmalle birlikte günah ve hatalarınızın neticesi olarak ceza, öte yandan, sonuçta önemli bir hayra kapı aralayabilecek) çok büyük bir belâ (imtihan ve tecrübe) vardı.”
7 Hem, Rabbiniz size ne buyurmuştu hatırlayın: “Şurası bir gerçek ki, eğer şükrederseniz nimetimi hiç şüphesiz arttırırım; ama eğer nankörlük edecek olursanız, bu takdirde azabım kesinlikle çok çetindir.”
8 Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunan herkes nankörlük edecek olsa, bilin ki Allah, hiçbir yaratığın şükrüne asla ihtiyacı olmayan mutlak ve sonsuz servet sahibidir; (bizatihî Allah olması hasebiyle) her türlü hamde ve övgüye mutlak lâyık olandır.”
9 Sizden önce gelmiş geçmiş toplulukların, Nuh kavminin, Âd ve Semûd’un ibret dolu tarihleri size anlatılmadı mı? Ve onlardan sonra gelen toplulukların da? (Tarihin derinliklerinde kalmış) bu toplulukları, (bütün özellikleri ve tarihleriyle) ancak Allah bilir. Kendilerine gönderilen rasûller, onlara apaçık gerçekler ve delillerle gelmişlerdi. Fakat onlar, (bu gerçekler ve deliller karşısında söyleyecek söz bulamamanın şaşkınlığı içinde, fakat alay ve öfke ile) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz” dediler, “sizinle gönderilen bu şeyleri ret ve inkâr ediyoruz. Gerçekten biz, bizi kabul etmeye çağırdığınız bu şeyler hakkında çok derin bir kuşku içindeyiz.”
10 Kendilerine gönderilen rasûller ise onlara şöyle karşılık verdiler: “Gökleri ve yeri var edip, değişmez bir sistem ve prensipler üzerine oturtan Allah hakkında şüphe etmek ha! O, sizi (Kendisine inanmaya) çağırıyor ki, neticede günahlarınızı bağışlasın ve (içinde bulunduğunuz helâki hak eden durumdan sizi kurtarıp, Kendi katında) belli bir sona kadar size süre tanısın.” Onlar ise şöyle karşılık verdiler: “Siz de bizim gibi ancak birer beşersiniz; bizi atalarımızın tapageldiği ‘ilâh’lardan vazgeçirmek istiyorsunuz. (Eğer iddianızda doğru iseniz,) haydi bize açık ve karşı çıkılmaz bir delil (bizi inanmaya mecbur edecek bir mucize) getirin!”
11 Rasûlleri onlara şöyle karşılık verdi: “Biz, evet, sizin gibi ancak birer beşeriz. Fakat Allah, kulları içinde her kimi dilerse ona hususî bir ihsanda bulunur. Sonra, Allah izin vermedikçe size herhangi bir delil getirmemiz de söz konusu olamaz. Mü’ minler, (her meselede) ancak Allah’a dayanıp güvenmelidirler.
12 “Hem niye Allah’a dayanıp güvenmeyelim ki, takip etmemiz gereken yola bizi ileten O’dur. Bize verdiğiniz her türlü eza ve sıkıntıya hiç şüpheniz olmasın ki sabredeceğiz. Zaten tevekkül sahiplerine de düşen, ancak Allah’a dayanıp güvenmektir.”
13 Küfür içinde bulunanlar, kendilerine gönderilen rasûllere bu defa şöyle dediler: “Sizi mutlaka ya yurdumuzdan sürer çıkarırız veya bizim yolumuza, düzenimize dönersiniz.” İşte bu noktada Rabbileri rasûllere vahyetti: “Kesinlikle o zalimleri helâk edeceğiz.
14 “Ve sizi koruyup, mutlaka yeryüzünde yerleştirecek, (güven altına alacağız). Bu söz ve netice, Benim her şey ve her iş üzerinde mutlak hakim ve gözetici olmamdan korkan ve tehdidimden de sakınan, (dolayısıyla ona göre davranan)lar içindir.”
15 İki taraf da, kendi adına bir zafer (kimin hakkı temsil ettiği ve haklı olduğunu apaçık ortaya koyacak bir hadise meydana gelmesi) dileğinde ve tevessülünde bulundu ve neticede her bir zorba, inatçı zalim hüsrana uğradı.
16 İş bununla da bitmez; ardından (o her bir zorba, inatçı zalim) Cehennem’e girecek ve orada kendisine kanlıirinli su içirilicektir.
17 Bu suyu az az yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek; ayrıca, ölüm her bir yandan kendisini saracak, fakat ölemeyecektir. Bundan başka, onu bekleyen pek ağır bir azap daha vardır.
18 Rabbilerine küfür içinde bulunanların durumu şuna benzer: Onların bütün yaptıkları bir kül yığını gibidir; fırtınalı bir günde rüzgâr onu şiddetle savurur. Kazandıklarından hiçbir şeyi ellerinde tutmaya muvaffak olamazlar. İşte budur asıl kayıp, büsbütün sapkınlık.
19 (Ey insan,) Allah’ın gökleri ve yeri hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattığını görmez misin? (Böyle bir kudret sahibi ve her yaptığı hak olan Allah, yaratmaktaki gayesi için gerekir ve) dilerse sizi ortadan kaldırıp, yerinize (kıvamını bulmuş) yeni bir nesil getirir.
20 Bu, Allah için hiç de zor değildir.
21 (Kıyamet Günü bütün nesiller) Allah’ın huzuruna çıktığında, (dünyada iken) zayıf görülenler, karşılarında üstünlük taslayan ve onlara zulmedenlere şöyle derler: “Dünyada biz size tâbi idik. Acaba şimdi bize bir faydanız olur da, Allah’ın azabı karşısında bizden en ufak bir şey savabilir misiniz?” Diğerleri, şöyle karşılık verirler: “Eğer Allah bize hidayet vermiş olsaydı, biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi artık sızlansak da sabretsek de bizim için hiçbir şey değişmeyecektir; kaçıp sığınacağımız herhangi bir yer de yok.”
22 Hesaplar görülüp iş tamamlanınca, şeytan da onlara şöyle konuşur: “Allah, size gerçekleşmesi kesin olan va’dde bulundu; ben ise öylesine va’dlerde bulundum ama sonra da caydım. Kaldı ki, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Benim yaptığım, sadece sizi davet etmekten ibaretti, siz de davetime uydunuz. Bu bakımdan, şimdi beni kınamayın; ancak kendinizi kınayın. Bugün ne ben sizin feryadınıza yetişebilirim, ne de siz benim feryadıma yetişebilirsiniz. Dünyada iken (inanç, ibadet ve davranışlarınızda bana uyup, böylece) beni Allah’a ortak tanımış olmanızı da reddediyorum.” O zalimler ki, onların hakkı pek acı bir azaptır.
23 İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapmış olanlar ise (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere alınır ve Rabbilerinin izniyle orada sonsuzca kalırlar. Orada aralarındaki konuşmaları, münasebetleri, (azap ehlinin aksine) hep esenlik üzerinedir.
24 Bak: Allah güzel bir sözü ne tür bir misalle açıklıyor: Güzel bir söz, kökü yerin derinliklerinde sabit ve dalları semada güzel bir ağaç gibidir.
25 Rabbisinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah, düşünüp ders alırlar mı diye insanlar için böyle misaller vermektedir.
26 Çirkin bir söz ise, toprağa kök atıp da yerleşemediği için yerden kolayca sökülüp çıkarılabilen köksüz, kararsız bir ağaca benzer.
27 Allah, iman etmiş bulunanları değişmez, sağlam ve gerçek söze olan bağlılıkları sebebiyle dünya hayatında da Âhiret’te de yerlerinde sabit tutar ve ayaklarını kaydırmaz. Allah, zalimleri ise şaşırtır, dengelerini bozar ve saptırır. Allah, her ne dilerse onu yapar.
28 Allah’ın (şükür ve iman) nimetine bedel nankörlük ve küfrü tercih eden ve kendi topluluklarını helâk yurduna oturtanları görmez misin?
29 Yani Cehennem’e: kızarıp pişmek üzere oraya girerler. Ne kötü bir yerleşim yeridir orası!
30 (Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde) Allah’a denkler tutup (başka ma’bud, başka rabbler edindiler ve böylece) başkalarını da O’nun yolundan saptırdılar. (Onlara) de ki: “Şimdilik geçinip gidin bakalım; nasıl olsa sonunda varacağınız yer Ateş’tir.”
31 İman etmiş bulunan kullarıma ise şunu söyle: Bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden artık herhangi bir tür alışverişin de dostluğun da olmayacağı bir gün gelmeden önce (Allah yolunda ve muhtaçlar için) gizli ve açık infakta bulunsunlar.
32 Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı ve gökten bir tür su indirerek, onunla size rızık olacak pek çok ürünler ve meyveler çıkarıyor. Ayrıca, emri (kâinatın yaratılışı ve hayatıyla ilgili kanunları) ve izni dahilinde denizlerde dolaşmak üzere gemileri hizmetinize ram etti; aynı şekilde, ırmakları da hizmetinize ve tasarrufunuza sundu.
33 Mutat seyirleri içinde güneşi ve ayı da hizmetinize verdi; yine geceyi ve gündüzü de faydanıza sundu.
34 Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi O. Öyle ki, Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, mümkün değil, onları toplu halde bile sayamazsınız. Şurası bir gerçek ki insan, cidden çok zalimdir, çok nankördür.
35 Bir zaman İbrahim, “Rabbim” diye dua etti: “Bu beldeyi (Mekke) emniyetli kıl ve beni de, evlâtlarımı da putlara tapmaktan koru.
36 “Rabbim, (putçuluk ve) o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmaktadır. Artık kim bana tâbi olursa, o muhakkak bendendir; kim de bana isyan ederse, şüphesiz ki Sen günahları çok bağışlayansın, hususî rahmet ve merhameti pek bol olansın.’
37 “Rabbimiz, soyumdan bir kısmını, kendisine her şekilde hürmet göstermek vacip olan Kutsal Evin’in yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim, (dünya ve dünyanın geçimlikleriyle fazla meşgul olmayıp,) namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılsınlar diye Rabbimiz. Artık insanlar içinden birtakım safi, tertemiz kalbleri onlara yönelt ve onları (ticaret gibi yollardan) yerin bitirdikleriyle rızıklandır ki, Sana şükretsinler.
38 “Rabbimiz! Biz ister gizleyelim, ister açığa vuralım, Sen her söylediğimizi de, her yaptığımızı da bilirsin. Yerde olsun gökte olsun hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
39 “Hamd olsun Allah’a ki, şu ihtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı hediye etti. Hiç şüphesiz Rabbim, duaları hakkıyla işitendir.
40 “Rabbim! Beni, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılan bir kul eyle, soyumdan (zalim olmayanları) da. Rabbimiz, duamı kabûl buyur!
41 “Rabbimiz! Hesapların görüleceği gün beni, annemibabamı ve bütün mü’minleri bağışla.”
42 (Ey Rasûlüm,) o zalimlerin yaptıklarından Allah’ın habersiz olduğunu düşünme. O, gözlerin dehşetinden donup kalacağı bir gün adına onlara sadece mühlet vermektedir.
43 O gün onlar, boyunları uzamış, başları yukarıda ve gözleri sabit bir noktaya çakılıp kalmış bir halde koşuşturup dururlar; kalbleri ise bomboş, sanki sadece hava doludur.
44 (Ey Rasûlüm,) insanları azabın gelip kendilerini bulacağı bir günle uyar. (Dünyada iken Allah’a şirk koşma, hep yanlış istikametlere yönelme ve yanlış hükmetme gibi yollarla) zulmetmiş olanlar o gün, “Rabbimiz, bize şöyle kısa bir süre ver de, Sen’in çağrına uyalım ve rasûllerin izinde gidelim!” diye yalvarırlar. “İyi de, daha önce sizin için bir zeval, bir son olmadığını iddia edip duran bizzat siz değil miydiniz?
45 “(İnandıkları ve yaptıklarıyla elbette Allah’a değil,) bizzat kendilerine zulmetmiş (ve kendi elleriyle kendi helâklerini hazırlamış olanların) diyarlarına yerleştiniz. Dolayısıyla, onlara nasıl davrandığımız sizin içi ortada idi; ayrıca, her türlü misal ve temsillerle size gerçekleri açıklamıştık.”
46 Kendilerince, önlenemez sandıkları tuzaklarını kurdular; oysa Allah, bütün tuzaklarını bildiği gibi, onları boşa çıkarmaya gücü de yeter; isterse tuzakları dağları yerinden edecek olsun.
47 Allah’ın rasûllerine verdiği sözden dönebileceğini nasıl sen bir an için bile aklına getirmezsen (kimse de getirmemeli). Şüphe yok ki Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; (bağışlanmaz türdeki günahlara, bilhassa zulme karşı) aman vermez mukabelesi olandır.
48 Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir ve bütün varlıklar, Tek ve Kahhar (bütün kâinat üzerinde mutlak hakim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
49 O gün, bütün hayatları günah hasadından ibaret olan inkârcı suçluları zincirlere vurulmuş görürsün.
50 Elbiseleri katrandandır; yüzlerini ise Ateş kaplar.
51 Allah, herkese (dünyada iken) kazandığının karşılığını verir. Gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
52 Bu (Kur’ân ve bütün bu anlatılanlar), insanlar için kusursuz ve her şeyi ortaya koyan bir mesajdır ki, insanlar onunla uyarılıp kendilerine gelsinler ve bilsinler ki O (Allah, bütün kâinata hakim) tek bir İlâh’tır. Ayrıca, gerçek akıl ve idrak sahipleri de düşünüp gerekli dersi alsınlar.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ 1
اَللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ 2
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ 3
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ 4
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ 5
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ 6
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ 7
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ 8
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ 9
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ 10
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ 11
وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ 12
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ 13
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ 14
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ 15
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ 16
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ 17
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ 18
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ 19
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ 20
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟ 21
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ 22
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ 23
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ 24
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ 25
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ 26
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟ 27
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ 28
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ 29
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ 30
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ 31
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ 32
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ 33
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ 34
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِناً وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ 35
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ 36
رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ 37
رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ 38
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ 39
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ 40
رَبَّـنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟ 41
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ 42
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ 43
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ 44
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ 45
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ 46
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ 47
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ 48
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ 49
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ 50
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ 51
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ 52
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِـاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
ElifLâmRâ. Bir Kitap ki, insanları Rabbilerinin izniyle her türlü (zihnî, kalbî, içtimaî, iktisadî ve siyasî vb.) karanlıklardan nûra, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hamîd (hakkıyla hamde ve övgüye lâyık) Olan’ın Yolu’na çıkarasın diye onu sana indirmekteyiz.
1
اَللّٰهِ الَّذ۪ي لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ
(Azîz ve Hamîd olan) Allah’tır ki, göklerde ne var ve yerde ne varsa O’na aittir. (Niteliğini bugünden kavramaları mümkün olmayan) çok şiddetli bir azaptan dolayı vay o kâfirlerin haline!
2
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Onlar, dünya hayatını Âhiret’e tercih etmekte, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymakta ve o yolun eğriliğini (eğri tanınıp, keyiflerine göre eğrilip bükülmesini) arzu etmekte ve onu böyle göstermeye çalışmaktadırlar. Böyleleri, doğru yoldan pek uzakta bir sapkınlığın tam ortasındadırlar.
3
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Biz her bir rasûlü, onlara gerçeği bütün açıklığıyla anlatsın diye ancak kendi halkının dilini konuşan biri olarak gönderdik. Allah, her kimi dilerse saptırır ve dilediğini de hidayet eder. O, Azîz (izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip), Hakîm (her hüküm ve işinde pek çok hikmetler bulunan)’dır.
4
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Nitekim Musa’yı da, “Halkını karanlıklardan nûra çıkar ve onlara Allah’ın günlerini hatırlat!” diye âyetlerimizle ve risaletine dair apaçık delillerimizle göndermiştik. Hiç şüphesiz bunda, (Allah yolunda başlarına gelenlere ve zamana karşı, bir de ibadet ve itaatte devam için) çok sabreden, (nimetlerinden dolayı Allah’a) çok şükreden herkes için nice ibretler, nice apaçık işaretler vardır.
5
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Hani Musa halkına demişti: “Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, sizi Firavun oligarşisinden kurtarmıştı; sizi (en ağır inşaat, taşımacılık ve tarla işlerinde çalıştırmak suretiyle) pek kötü işkencelere uğratıyor, erkek çocuklarınızı boğazlayıp, (kendi maksatları istikametinde kullanmak ve yerli Kıptilerle evlenme mecburiyetinde bırakarak nüfusunuzu azaltmak gayesiyle) kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Gerçekten bunda sizin için, (bir yandan dinde ve Şeriat ı fıtriyede gösterdiğiniz ihmalle birlikte günah ve hatalarınızın neticesi olarak ceza, öte yandan, sonuçta önemli bir hayra kapı aralayabilecek) çok büyük bir belâ (imtihan ve tecrübe) vardı.”
6
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ
Hem, Rabbiniz size ne buyurmuştu hatırlayın: “Şurası bir gerçek ki, eğer şükrederseniz nimetimi hiç şüphesiz arttırırım; ama eğer nankörlük edecek olursanız, bu takdirde azabım kesinlikle çok çetindir.”
7
وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ
Musa dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde bulunan herkes nankörlük edecek olsa, bilin ki Allah, hiçbir yaratığın şükrüne asla ihtiyacı olmayan mutlak ve sonsuz servet sahibidir; (bizatihî Allah olması hasebiyle) her türlü hamde ve övgüye mutlak lâyık olandır.”
8
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Sizden önce gelmiş geçmiş toplulukların, Nuh kavminin, Âd ve Semûd’un ibret dolu tarihleri size anlatılmadı mı? Ve onlardan sonra gelen toplulukların da? (Tarihin derinliklerinde kalmış) bu toplulukları, (bütün özellikleri ve tarihleriyle) ancak Allah bilir. Kendilerine gönderilen rasûller, onlara apaçık gerçekler ve delillerle gelmişlerdi. Fakat onlar, (bu gerçekler ve deliller karşısında söyleyecek söz bulamamanın şaşkınlığı içinde, fakat alay ve öfke ile) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz” dediler, “sizinle gönderilen bu şeyleri ret ve inkâr ediyoruz. Gerçekten biz, bizi kabul etmeye çağırdığınız bu şeyler hakkında çok derin bir kuşku içindeyiz.”
9
قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ
Kendilerine gönderilen rasûller ise onlara şöyle karşılık verdiler: “Gökleri ve yeri var edip, değişmez bir sistem ve prensipler üzerine oturtan Allah hakkında şüphe etmek ha! O, sizi (Kendisine inanmaya) çağırıyor ki, neticede günahlarınızı bağışlasın ve (içinde bulunduğunuz helâki hak eden durumdan sizi kurtarıp, Kendi katında) belli bir sona kadar size süre tanısın.” Onlar ise şöyle karşılık verdiler: “Siz de bizim gibi ancak birer beşersiniz; bizi atalarımızın tapageldiği ‘ilâh’lardan vazgeçirmek istiyorsunuz. (Eğer iddianızda doğru iseniz,) haydi bize açık ve karşı çıkılmaz bir delil (bizi inanmaya mecbur edecek bir mucize) getirin!”
10
قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Rasûlleri onlara şöyle karşılık verdi: “Biz, evet, sizin gibi ancak birer beşeriz. Fakat Allah, kulları içinde her kimi dilerse ona hususî bir ihsanda bulunur. Sonra, Allah izin vermedikçe size herhangi bir delil getirmemiz de söz konusu olamaz. Mü’ minler, (her meselede) ancak Allah’a dayanıp güvenmelidirler.
11
وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟
“Hem niye Allah’a dayanıp güvenmeyelim ki, takip etmemiz gereken yola bizi ileten O’dur. Bize verdiğiniz her türlü eza ve sıkıntıya hiç şüpheniz olmasın ki sabredeceğiz. Zaten tevekkül sahiplerine de düşen, ancak Allah’a dayanıp güvenmektir.”
12
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ
Küfür içinde bulunanlar, kendilerine gönderilen rasûllere bu defa şöyle dediler: “Sizi mutlaka ya yurdumuzdan sürer çıkarırız veya bizim yolumuza, düzenimize dönersiniz.” İşte bu noktada Rabbileri rasûllere vahyetti: “Kesinlikle o zalimleri helâk edeceğiz.
13
وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ
“Ve sizi koruyup, mutlaka yeryüzünde yerleştirecek, (güven altına alacağız). Bu söz ve netice, Benim her şey ve her iş üzerinde mutlak hakim ve gözetici olmamdan korkan ve tehdidimden de sakınan, (dolayısıyla ona göre davranan)lar içindir.”
14
وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ
İki taraf da, kendi adına bir zafer (kimin hakkı temsil ettiği ve haklı olduğunu apaçık ortaya koyacak bir hadise meydana gelmesi) dileğinde ve tevessülünde bulundu ve neticede her bir zorba, inatçı zalim hüsrana uğradı.
15
مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ
İş bununla da bitmez; ardından (o her bir zorba, inatçı zalim) Cehennem’e girecek ve orada kendisine kanlıirinli su içirilicektir.
16
يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ
Bu suyu az az yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek; ayrıca, ölüm her bir yandan kendisini saracak, fakat ölemeyecektir. Bundan başka, onu bekleyen pek ağır bir azap daha vardır.
17
مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ
Rabbilerine küfür içinde bulunanların durumu şuna benzer: Onların bütün yaptıkları bir kül yığını gibidir; fırtınalı bir günde rüzgâr onu şiddetle savurur. Kazandıklarından hiçbir şeyi ellerinde tutmaya muvaffak olamazlar. İşte budur asıl kayıp, büsbütün sapkınlık.
18
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
(Ey insan,) Allah’ın gökleri ve yeri hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattığını görmez misin? (Böyle bir kudret sahibi ve her yaptığı hak olan Allah, yaratmaktaki gayesi için gerekir ve) dilerse sizi ortadan kaldırıp, yerinize (kıvamını bulmuş) yeni bir nesil getirir.
19
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Bu, Allah için hiç de zor değildir.
20
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
(Kıyamet Günü bütün nesiller) Allah’ın huzuruna çıktığında, (dünyada iken) zayıf görülenler, karşılarında üstünlük taslayan ve onlara zulmedenlere şöyle derler: “Dünyada biz size tâbi idik. Acaba şimdi bize bir faydanız olur da, Allah’ın azabı karşısında bizden en ufak bir şey savabilir misiniz?” Diğerleri, şöyle karşılık verirler: “Eğer Allah bize hidayet vermiş olsaydı, biz de sizi doğru yola iletirdik. Şimdi artık sızlansak da sabretsek de bizim için hiçbir şey değişmeyecektir; kaçıp sığınacağımız herhangi bir yer de yok.”
21
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Hesaplar görülüp iş tamamlanınca, şeytan da onlara şöyle konuşur: “Allah, size gerçekleşmesi kesin olan va’dde bulundu; ben ise öylesine va’dlerde bulundum ama sonra da caydım. Kaldı ki, benim size istediğimi yaptıracak bir gücüm de yoktu. Benim yaptığım, sadece sizi davet etmekten ibaretti, siz de davetime uydunuz. Bu bakımdan, şimdi beni kınamayın; ancak kendinizi kınayın. Bugün ne ben sizin feryadınıza yetişebilirim, ne de siz benim feryadıma yetişebilirsiniz. Dünyada iken (inanç, ibadet ve davranışlarınızda bana uyup, böylece) beni Allah’a ortak tanımış olmanızı da reddediyorum.” O zalimler ki, onların hakkı pek acı bir azaptır.
22
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
İman edip, imanlarının gerektirdiği istikamette sağlam, doğru, yerinde ve ıslaha yönelik işler yapmış olanlar ise (ağaçlarının arasından ve köşklerinin) altından ırmaklar akan cennetlere alınır ve Rabbilerinin izniyle orada sonsuzca kalırlar. Orada aralarındaki konuşmaları, münasebetleri, (azap ehlinin aksine) hep esenlik üzerinedir.
23
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
Bak: Allah güzel bir sözü ne tür bir misalle açıklıyor: Güzel bir söz, kökü yerin derinliklerinde sabit ve dalları semada güzel bir ağaç gibidir.
24
تُؤْت۪ٓي اُكُلَهَا كُلَّ ح۪ينٍ بِاِذْنِ رَبِّهَاۜ وَيَضْرِبُ اللّٰهُ الْاَمْثَالَ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Rabbisinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah, düşünüp ders alırlar mı diye insanlar için böyle misaller vermektedir.
25
وَمَثَلُ كَلِمَةٍ خَب۪يثَةٍ كَشَجَرَةٍ خَب۪يثَةٍۨ اجْتُثَّتْ مِنْ فَوْقِ الْاَرْضِ مَا لَهَا مِنْ قَرَارٍ
Çirkin bir söz ise, toprağa kök atıp da yerleşemediği için yerden kolayca sökülüp çıkarılabilen köksüz, kararsız bir ağaca benzer.
26
يُثَبِّتُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِۚ وَيُضِلُّ اللّٰهُ الظَّالِم۪ينَ وَيَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ۟
Allah, iman etmiş bulunanları değişmez, sağlam ve gerçek söze olan bağlılıkları sebebiyle dünya hayatında da Âhiret’te de yerlerinde sabit tutar ve ayaklarını kaydırmaz. Allah, zalimleri ise şaşırtır, dengelerini bozar ve saptırır. Allah, her ne dilerse onu yapar.
27
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ بَدَّلُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ كُفْراً وَاَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِۙ
Allah’ın (şükür ve iman) nimetine bedel nankörlük ve küfrü tercih eden ve kendi topluluklarını helâk yurduna oturtanları görmez misin?
28
جَهَنَّمَۚ يَصْلَوْنَهَاۜ وَبِئْسَ الْقَرَارُ
Yani Cehennem’e: kızarıp pişmek üzere oraya girerler. Ne kötü bir yerleşim yeridir orası!
29
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعُوا فَاِنَّ مَص۪يرَكُمْ اِلَى النَّارِ
(Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde) Allah’a denkler tutup (başka ma’bud, başka rabbler edindiler ve böylece) başkalarını da O’nun yolundan saptırdılar. (Onlara) de ki: “Şimdilik geçinip gidin bakalım; nasıl olsa sonunda varacağınız yer Ateş’tir.”
30
قُلْ لِعِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُنْفِقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا بَيْعٌ ف۪يهِ وَلَا خِلَالٌ
İman etmiş bulunan kullarıma ise şunu söyle: Bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan namazı kılsınlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden artık herhangi bir tür alışverişin de dostluğun da olmayacağı bir gün gelmeden önce (Allah yolunda ve muhtaçlar için) gizli ve açık infakta bulunsunlar.
31
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَخْرَجَ بِه۪ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَكُمْۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِاَمْرِه۪ۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْاَنْهَارَۚ
Allah’tır ki, gökleri ve yeri yarattı ve gökten bir tür su indirerek, onunla size rızık olacak pek çok ürünler ve meyveler çıkarıyor. Ayrıca, emri (kâinatın yaratılışı ve hayatıyla ilgili kanunları) ve izni dahilinde denizlerde dolaşmak üzere gemileri hizmetinize ram etti; aynı şekilde, ırmakları da hizmetinize ve tasarrufunuza sundu.
32
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَٓائِبَيْنِۚ وَسَخَّرَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۚ
Mutat seyirleri içinde güneşi ve ayı da hizmetinize verdi; yine geceyi ve gündüzü de faydanıza sundu.
33
وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟
Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size verdi O. Öyle ki, Allah’ın nimetlerini tek tek saymaya kalksanız, mümkün değil, onları toplu halde bile sayamazsınız. Şurası bir gerçek ki insan, cidden çok zalimdir, çok nankördür.
34
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا الْبَلَدَ اٰمِناً وَاجْنُبْن۪ي وَبَنِيَّ اَنْ نَعْبُدَ الْاَصْنَامَۜ
Bir zaman İbrahim, “Rabbim” diye dua etti: “Bu beldeyi (Mekke) emniyetli kıl ve beni de, evlâtlarımı da putlara tapmaktan koru.
35
رَبِّ اِنَّهُنَّ اَضْلَلْنَ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِۚ فَمَنْ تَبِعَن۪ي فَاِنَّهُ مِنّ۪يۚ وَمَنْ عَصَان۪ي فَاِنَّكَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
“Rabbim, (putçuluk ve) o putlar insanlardan pek çoğunu saptırmaktadır. Artık kim bana tâbi olursa, o muhakkak bendendir; kim de bana isyan ederse, şüphesiz ki Sen günahları çok bağışlayansın, hususî rahmet ve merhameti pek bol olansın.’
36
رَبَّـنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّـنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ اَفْـِٔدَةً مِنَ النَّاسِ تَهْو۪ٓي اِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُمْ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
“Rabbimiz, soyumdan bir kısmını, kendisine her şekilde hürmet göstermek vacip olan Kutsal Evin’in yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim, (dünya ve dünyanın geçimlikleriyle fazla meşgul olmayıp,) namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılsınlar diye Rabbimiz. Artık insanlar içinden birtakım safi, tertemiz kalbleri onlara yönelt ve onları (ticaret gibi yollardan) yerin bitirdikleriyle rızıklandır ki, Sana şükretsinler.
37
رَبَّـنَٓا اِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْف۪ي وَمَا نُعْلِنُۜ وَمَا يَخْفٰى عَلَى اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ
“Rabbimiz! Biz ister gizleyelim, ister açığa vuralım, Sen her söylediğimizi de, her yaptığımızı da bilirsin. Yerde olsun gökte olsun hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.
38
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي وَهَبَ ل۪ي عَلَى الْكِبَرِ اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَسَم۪يعُ الدُّعَٓاءِ
“Hamd olsun Allah’a ki, şu ihtiyar halimde bana İsmail’i ve İshak’ı hediye etti. Hiç şüphesiz Rabbim, duaları hakkıyla işitendir.
39
رَبِّ اجْعَلْن۪ي مُق۪يمَ الصَّلٰوةِ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۗ رَبَّـنَا وَتَقَبَّلْ دُعَٓاءِ
“Rabbim! Beni, namazı bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan kılan bir kul eyle, soyumdan (zalim olmayanları) da. Rabbimiz, duamı kabûl buyur!
40
رَبَّـنَا اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ۟
“Rabbimiz! Hesapların görüleceği gün beni, annemibabamı ve bütün mü’minleri bağışla.”
41
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ
(Ey Rasûlüm,) o zalimlerin yaptıklarından Allah’ın habersiz olduğunu düşünme. O, gözlerin dehşetinden donup kalacağı bir gün adına onlara sadece mühlet vermektedir.
42
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ
O gün onlar, boyunları uzamış, başları yukarıda ve gözleri sabit bir noktaya çakılıp kalmış bir halde koşuşturup dururlar; kalbleri ise bomboş, sanki sadece hava doludur.
43
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ
(Ey Rasûlüm,) insanları azabın gelip kendilerini bulacağı bir günle uyar. (Dünyada iken Allah’a şirk koşma, hep yanlış istikametlere yönelme ve yanlış hükmetme gibi yollarla) zulmetmiş olanlar o gün, “Rabbimiz, bize şöyle kısa bir süre ver de, Sen’in çağrına uyalım ve rasûllerin izinde gidelim!” diye yalvarırlar. “İyi de, daha önce sizin için bir zeval, bir son olmadığını iddia edip duran bizzat siz değil miydiniz?
44
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
“(İnandıkları ve yaptıklarıyla elbette Allah’a değil,) bizzat kendilerine zulmetmiş (ve kendi elleriyle kendi helâklerini hazırlamış olanların) diyarlarına yerleştiniz. Dolayısıyla, onlara nasıl davrandığımız sizin içi ortada idi; ayrıca, her türlü misal ve temsillerle size gerçekleri açıklamıştık.”
45
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
Kendilerince, önlenemez sandıkları tuzaklarını kurdular; oysa Allah, bütün tuzaklarını bildiği gibi, onları boşa çıkarmaya gücü de yeter; isterse tuzakları dağları yerinden edecek olsun.
46
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ
Allah’ın rasûllerine verdiği sözden dönebileceğini nasıl sen bir an için bile aklına getirmezsen (kimse de getirmemeli). Şüphe yok ki Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; (bağışlanmaz türdeki günahlara, bilhassa zulme karşı) aman vermez mukabelesi olandır.
47
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Gün gelir, yer başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir ve bütün varlıklar, Tek ve Kahhar (bütün kâinat üzerinde mutlak hakim) olan Allah’ın huzuruna çıkarlar.
48
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ
O gün, bütün hayatları günah hasadından ibaret olan inkârcı suçluları zincirlere vurulmuş görürsün.
49
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
Elbiseleri katrandandır; yüzlerini ise Ateş kaplar.
50
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Allah, herkese (dünyada iken) kazandığının karşılığını verir. Gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
51
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Bu (Kur’ân ve bütün bu anlatılanlar), insanlar için kusursuz ve her şeyi ortaya koyan bir mesajdır ki, insanlar onunla uyarılıp kendilerine gelsinler ve bilsinler ki O (Allah, bütün kâinata hakim) tek bir İlâh’tır. Ayrıca, gerçek akıl ve idrak sahipleri de düşünüp gerekli dersi alsınlar.
52

Sureler

Mealler
Ra'd Suresi
Önceki
Hicr Suresi
Sonraki