|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓـرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ Eliif, Lââm, Ra. . . BİLGİnin (Kitabın) işaretleri kesin oluşmuş; sonra Hakiym ve Habiyr'in ledünnünden (birimin Esmâ zâtından) detaylandırılarak açığa çıkarılmıştır! |
1 |
|
اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنَّن۪ي لَكُمْ مِنْهُ نَذ۪يرٌ وَبَش۪يرٌۙ Yalnızca Allâh'a kulluk etmekte olduğunuzun farkındalığına erin, diye (bu BİLGİ inzâl olundu). "Muhakkak ki ben, size 'HÛ'dan bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim. " |
2 |
|
وَاَنِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُمَتِّعْكُمْ مَتَاعاً حَسَناً اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى وَيُؤْتِ كُلَّ ذ۪ي فَضْلٍ فَضْلَهُۜ وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَب۪يرٍ "(Yanlış ve kusurlarınız için) bağışlanma isteyin Rabbinizden! Sonra O'na tövbe edin ki, ömrünüz tamamlanana kadar sizi güzel bir şekilde yaşatıp, her erdemli kişiye lütfunu (ilim ve irfanlarının hak ettiğini) versin. . . Eğer yüz çevirirseniz, sizin için o büyük sürecin azabından korkarım. " |
3 |
|
اِلَى اللّٰهِ مَرْجِعُكُمْۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ "Allâh'a rücu edeceksiniz; 'HÛ'; her şeye Kaadir'dir. " |
4 |
|
اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ Kesinlikle bilin ki! O'ndan gizlemek için, içlerindekini dürüp bükerler (gerçek düşüncelerini başka fikirlerle örtüp gizlerler)! Kesinlikle bilin ki! Onlar elbiselerine büründüklerinde (iç dünyalarındakini örttüklerinde), onların sırlarındakini ve açığa vurduklarını da bilir! Çünkü O, sadırların (beyinlerindeki dünyalarının) zâtı olarak Aliym'dir. |
5 |
|
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَاۜ كُلٌّ ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun yaşam gıdası (rızkı) Allâh'a ait olmasın! Bilir onun karar kılacağı hâli de (sonunu) ve geçici olarak yaşamakta olduğunu da. . . Hepsi apaçık bir BİLGİdir! |
6 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَٓاءِ لِيَبْلُوَكُمْ اَيُّكُمْ اَحْسَنُ عَمَلاًۜ وَلَئِنْ قُلْتَ اِنَّكُمْ مَبْعُوثُونَ مِنْ بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ "HÛ" ki semâlar ve arzı altı aşama sürecinde yaratmıştır (enfüsî mânâda altı bilinç kademesindeki şuuru {semâ} ve bedeni {arzı}); O'nun Arşı (hükümranlığının açığa çıktığı Esmâ mertebesi) Su (evrenin hakikati olan dalga {wave} okyanusundaki İLİM - DATA olarak); (insan için değerlendirirsek: Esmâ'nın işaret ettiği özellikler kişinin şuuru ve bedeni {yüzde 80 SU yapısı - sudaki hafızanın çeşitli dalgalarla programlanması sonucu} üzerinde hükümrandır, anlamı düşünülebilir. A. H. ) fevkindedir! Sizin hanginizin davranış olarak daha güzel şeyler açığa çıkaracağınızı belirlemek için. . . Andolsun ki: "Kesinlike siz ölümden sonra bâ's olunacaksınız" desen; hakikat bilgisini inkâr edenler kesinlikle: "Bu apaçık bir sihirdir (olmayanı var göstermek)" derler. |
7 |
|
وَلَئِنْ اَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ اِلٰٓى اُمَّةٍ مَعْدُودَةٍ لَيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُۜ اَلَا يَوْمَ يَأْت۪يهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفاً عَنْهُمْ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ Andolsun ki, eğer azabı onlardan belirli bir süre ertelesek; kesinlikle: "Onu tutan nedir?" derler. . . Kesin olarak bilin ki! Onlara geldiği gün, onlardan geri çevrilecek değildir! Alay etmekte oldukları şey her yönden onları kuşatmıştır. |
8 |
|
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ Andolsun ki, eğer insana bizden bir rahmet tattırsak da sonra onu ondan çekip alsak, muhakkak ki o çok umutsuzluğa düşer ve çok nankör olur. |
9 |
|
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ Şayet yaşadığı bir sıkıntıdan sonra ona nimet tattırsak, elbette: "(Kendi aklımla) kötülüklerden kurtuldum" der. . . Muhakkak ki o, sevinçli ve kendiyle övünendir! |
10 |
|
اِلَّا الَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ كَب۪يرٌ Sabreden ve yararlı çalışmalar yapanlar bunun dışındadır. İşte onlara bağışlanma ve büyük mükâfat vardır. |
11 |
|
فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَضَٓائِقٌ بِه۪ صَدْرُكَ اَنْ يَقُولُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ كَنْزٌ اَوْ جَٓاءَ مَعَهُ مَلَكٌۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ نَذ۪يرٌۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌۜ (Rasûlüm!) Belki de sen, "O'na bir hazine inzâl edilseydi yahut beraberinde bir melek gelseydi ya" demelerinden (akılla değerlendirilen yerine gözle değerlendirilen mucize istemelerinden ötürü), için daralıp, sana vahyolunanın bazısını bildirmeyi terkedecek misin? Sen ancak bir uyarıcısın! Allâh her şeye Vekiyl'dir. |
12 |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ Yoksa "Onu (Muhammed a. s. ) uydurdu" mu diyorlar. . . De ki: "(Eğer beşer uydurması diyorsanız) hadi siz de onun benzeri on sûre getirin. . . Allâh isminin işaret ettiği anlamla hiç ilgisi olmayan (tanrılarınızdan) elinizin erdiği kim varsa, (onu da yardıma) çağırın. . . Eğer sözünüzde sadıklar iseniz (yapın bunu). " |
13 |
|
فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ Eğer size cevap vermediler ise, (şunu) iyi bilin: O yalnızca Allâh ilmi olarak inzâl olunmuştur! Tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Artık teslim olacak mısınız? |
14 |
|
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ Kim dünya hayatını ve onun süslü değerlerini irade ederse, yaptıklarının karşılığını tümüyle orada veririz. . . Onların dünyadaki karşılığı hiç eksiltilmez (dünya için yaşayan karşılığını dünyada alır ve biter). |
15 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ İşte onlar öyle kimselerdir ki sonsuz gelecekte kendileri için ateşten başka bir şey yoktur. . . Yapıp ürettikleri şeyler orada getiri sağlamaz. Yapmakta oldukları şey boştur. |
16 |
|
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ Böyleleri, Rabbinden bir açık kanıt üzere yaşayan kimse gibi midir? O'ndan bir şahit (Kur'ân) onu takip eder; (üstelik) Ondan önce bir önder ve rahmet olarak Musa'nın Kitabı da (ondakileri tasdikler). . . İşte onlar O'na hak olarak iman ederler. . . Sakın şunlardan olma: Kim O'nu inkâr ederse, onun vadedilmiş yeri Nâr'dır. . . Ondan bir kuşku içinde olma. . . Muhakkak ki Rabbinden Hakk'tır O! Fakat insanların çoğunluğu iman etmezler. |
17 |
|
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ Allâh hakkında yalan konuşarak iftira atandan daha zâlim kimdir? Onlar Rablerine arzolunurlar! Şahitler de: "İşte bunlar Rableri üzerine yalan söyleyenlerdir" der. . . Dikkat edin, Allâh lâneti zâlimler üzerinedir (nefsine zulmederek hakikatindeki kuvvelerden uzak düşmüşlük). |
18 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ Onlar ki, Allâh yolundan alıkoyarlar ve onu (doğru yolu) eğriltmek isterler. . . Onlar, (işte) onlar geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerini de inkâr edenlerdir! |
19 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ لَمْ يَكُونُوا مُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَۢ يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُۜ مَا كَانُوا يَسْتَط۪يعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُوا يُبْصِرُونَ Onlar arzda âciz bırakıcılar olmadılar (Sünnetulah'ı geçersiz kılamazlar; herkes yaptığının sonucunu kesinlikle yaşayacaktır). . . Onların Allâh dûnunda velîleri de yoktur. . . Onlara azap kat kat olur. . . (Zira onlar) algılayamadılar ve basîretleriyle değerlendiremediler. |
20 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ İşte bunlar nefslerini hüsrana uğratanlardır! Uydurmakta oldukları şeyler de (varsandıkları tanrılar) onlardan kaybolup gitti. |
21 |
|
لَا جَرَمَ اَنَّهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ Gerçek şu ki onlar sonsuz gelecek sürecinde en fazla hüsrana uğrayanlar olacaklardır. |
22 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاَخْبَتُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْۙ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ Muhakkak ki iman edip imanın gereği fiilleri ortaya koyanlar ve Rablerine huşû ve itaat hâlinde olanlar var ya, işte onlar cennet ehlidir! Onlar orada ebedî kalıcılardır. |
23 |
|
مَثَلُ الْفَر۪يقَيْنِ كَالْاَعْمٰى وَالْاَصَمِّ وَالْبَص۪يرِ وَالسَّم۪يعِۜ هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاًۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ۟ Bu iki grubun misali, kör ve sağır ile gören ve algılayan farkına benzer! Misaldeki bu ikisi eşit olur mu? Hâlâ tezekkür etmiyor musunuz? |
24 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ Andolsun biz, Nuh'u kavmine irsâl ettik. . . (O da): "Muhakkak ki ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. " |
25 |
|
اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ "Allâh'tan başkasına tapınmayın. . . Gerçekten ben ulaşacağınız acı bir günün azabından korkarım" (dedi). |
26 |
|
فَقَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ مَا نَرٰيكَ اِلَّا بَشَراً مِثْلَنَا وَمَا نَرٰيكَ اتَّبَعَكَ اِلَّا الَّذ۪ينَ هُمْ اَرَاذِلُنَا بَادِيَ الرَّأْيِۚ وَمَا نَرٰى لَكُمْ عَلَيْنَا مِنْ فَضْلٍ بَلْ نَظُنُّكُمْ كَاذِب۪ينَ Onun halkından hakikat bilgisini inkâr edenlerin ileri gelenleri: "Seni yalnızca bizim benzerimiz bir beşer olarak görüyoruz. . . Basit görüşle hareket eden (düşüncesiz) ayak takımlarımızdan (mal ve mevkileri olmayan) başkasının, sana tâbi olduğunu da görmüyoruz. . . Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. . . Aksine, yalan söylemekte olduğunuz kanaatindeyiz" dediler. |
27 |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي رَحْمَةً مِنْ عِنْدِه۪ فَعُمِّيَتْ عَلَيْكُمْۜ اَنُلْزِمُكُمُوهَا وَاَنْتُمْ لَهَا كَارِهُونَ (Nuh) dedi ki: "Ey halkım. . . Gördünüz mü? Ya Rabbimden bir açık kanıtım varsa ve O indînden bir rahmet (nübüvvet) vermiş de siz bunu değerlendiremiyorsanız? Siz ondan hoşlanmadığınız hâlde, biz size onu zorla mı kabul ettireceğiz?" |
28 |
|
وَيَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مَالاًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِ وَمَٓا اَنَا۬ بِطَارِدِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ اِنَّهُمْ مُلَاقُوا رَبِّهِمْ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْماً تَجْهَلُونَ "Ey halkım. . . Bunun için sizden bir karşılık istemiyorum. . . Benim yaptığımın karşılığı ancak Allâh'a aittir. . . Ben, (siz onları aşağı görseniz de) iman edenleri yanımdan uzaklaştıramam! Muhakkak ki onlar Rablerine kavuşacaklardır. . . Fakat ben sizi cahillik eden bir halk olarak görüyorum. " |
29 |
|
وَيَا قَوْمِ مَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ طَرَدْتُهُمْۜ اَفَلَا تَذَكَّرُونَ "Ey halkım. . . Eğer onları uzaklaştırırsam Allâh'a karşı bana kim yardım eder? Düşünemiyor musunuz?" |
30 |
|
وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ اِنّ۪ي مَلَكٌ وَلَٓا اَقُولُ لِلَّذ۪ينَ تَزْدَر۪ٓي اَعْيُنُكُمْ لَنْ يُؤْتِيَهُمُ اللّٰهُ خَيْراًۜ اَللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْۚ اِنّ۪ٓي اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ "Size, Allâh'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. . . Gaybı da bilmem. . . Ben bir meleğim de demiyorum. . . Hor-hakir gördüğünüz kimseler için, Allâh asla onlara bir hayır vermez de demiyorum. . . Onların içlerinde ne olduğunu Allâh daha iyi bilir. . . (Bunların aksini söylersem) ben kesinlikle zâlimlerden olurum. " |
31 |
|
قَالُوا يَا نُوحُ قَدْ جَادَلْتَنَا فَاَكْثَرْتَ جِدَالَنَا فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ Dediler ki: "Ey Nuh. . . Bizimle gerçekten mücadele ettin. . . Bunda çok ileri gittin! Eğer doğrucuysan, bizi tehdit ettiğin şeyi, bize getir. " |
32 |
|
قَالَ اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ اِنْ شَٓاءَ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ (Nuh) dedi ki: "Eğer dilerse onu size ancak Allâh getirir! Siz, Allâh'ı dilediğini yapmakta âciz bırakamazsınız. " |
33 |
|
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ "Eğer Allâh sizi saptırmayı irade ederse; ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm yarar sağlamaz. O, Rabbinizdir ve O'na rücu ettiriliyorsunuz. " |
34 |
|
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَعَلَيَّ اِجْرَام۪ي وَاَنَا۬ بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُجْرِمُونَ۟ Yoksa: "Onu uydurdu" mu diyorlar. . . De ki: "Eğer onu uydurdum ise, suçumun karşılığı banadır. . . Ben sizin suçunuzdan berîyim. " |
35 |
|
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ Nuh'a vahyolundu ki: "Halkından, iman etmiş olanlar dışında kimse iman etmeyecek. . . (Artık) onların yapmakta olduklarından dolayı üzgün olma!" |
36 |
|
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ Gözlerimiz olarak (mâiyet sırrına işaret bu ifade), vahyimizce gemiyi yap. . . Zâlimler hakkında (şefaat için) bana yönelme. . . Kesinlikle onlar boğulacaklardır! |
37 |
|
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَاٌ مِنْ قَوْمِه۪ سَخِرُوا مِنْهُۜ قَالَ اِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَاِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَۜ Gemiyi yapıyor(du). . . Halkının ileri gelenleri Ona her uğradıklarında, alay ediyorlardı. . . (Nuh) dedi ki: "Eğer bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi (gün gelir) biz de sizinle alay ederiz. " |
38 |
|
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ "Bugünkü alçaltıcı azabın kime geleceğini; (gelecekteki) kalıcı azabın da kime ineceğini yakında bileceksiniz. " |
39 |
|
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ Nihayet hükmümüz geldiğinde ve sular kaynaklardan fışkırıp taştığında dedik ki: "Ona, her cinsten bir çift ile daha önce aleyhlerine hüküm verilmiş olanlar dışında, aileni ve tüm iman etmiş olanları yükle". . . Zaten Onunla beraber iman eden çok azdı. |
40 |
|
وَقَالَ ارْكَبُوا ف۪يهَا بِسْمِ اللّٰهِ مَجْرٰۭۙيهَا وَمُرْسٰيهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ Dedi ki: "Binin onun içine! Onun akıp gitmesi de durması da ismi Allâh olan olaraktır! Muhakkak ki benim Rabbim, elbette Ğafûr'dur, Rahıym'dir. " |
41 |
|
وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ (Gemi) onlarla birlikte dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyor(du). . . Nuh, bir kıyıda olan oğluna: "Oğlum! Bizimle beraber bin (Din anlayışıma katıl). . . Hakikat bilgisini inkâr edenlerle beraber olma!" diye nida etti. |
42 |
|
قَالَ سَاٰو۪ٓي اِلٰى جَبَلٍ يَعْصِمُن۪ي مِنَ الْمَٓاءِۜ قَالَ لَا عَاصِمَ الْيَوْمَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ اِلَّا مَنْ رَحِمَۚ وَحَالَ بَيْنَهُمَا الْمَوْجُ فَكَانَ مِنَ الْمُغْرَق۪ينَ (Oğlu) dedi ki: "Beni sudan koruyan bir dağa sığınacağım". . . (Nuh) dedi ki: "Bugün, rahmet ettiği kimse müstesna, Allâh hükmünden koruyucu yoktur". . . İkisi arasına giren dalga ile o da boğulanlardan oldu. |
43 |
|
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ "Ey yeryüzü, suyunu yut! Ey semâ, (yağmurunu) kes" denildi. . . Su çekildi. . . Hüküm yerine geldi. . . (Gemi) Cudi'de (yüksek bir dağda) yerini aldı. . . "Zâlimler kavmine uzaklık olsun" denildi. |
44 |
|
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ Nuh Rabbine nida etti de dedi ki: "Rabbim, muhakkak ki oğlum ailemdendir. . . Senin bildirimin ise Hak'tır ve sen hakîmlerin en hakîmisin. " |
45 |
|
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ Buyurdu ki: "Ey Nuh! Muhakkak ki o senin ailenden değildir! Muhakkak ki o (hükmüme karşı oğlun konusunda ısrarlı olman) imanın gereği olmayan bir fiildir! Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme! Muhakkak ki Ben sana cahillerden olmamanı öğütlerim. " |
46 |
|
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ وَاِلَّا تَغْفِرْ ل۪ي وَتَرْحَمْن۪ٓي اَكُنْ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ (Nuh) dedi ki: "Rabbim! Bilgisine sahip olmadığım (içyüzünü bilmediğim) şeyi senden istemekten sana sığınırım! Beni bağışlamaz ve bana rahmet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum. " |
47 |
|
ق۪يلَ يَا نُوحُ اهْبِطْ بِسَلَامٍ مِنَّا وَبَرَكَاتٍ عَلَيْكَ وَعَلٰٓى اُمَمٍ مِمَّنْ مَعَكَۜ وَاُمَمٌ سَنُمَتِّعُهُمْ ثُمَّ يَمَسُّهُمْ مِنَّا عَذَابٌ اَل۪يمٌ "Ey Nuh. . . Sen ve seninle beraber olanlardan oluşacak halklara bizden Selâm ve bereketlerle in. . . Biz onları yararlandıracağız, sonra da onlara bizden (hakikatindeki Esmâ mânâsı sonucu olarak, derûnundan gelen bir yolla) acı azap yaşatılır" denildi. |
48 |
|
تِلْكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْغَيْبِ نُوح۪يهَٓا اِلَيْكَۚ مَا كُنْتَ تَعْلَمُهَٓا اَنْتَ وَلَا قَوْمُكَ مِنْ قَبْلِ هٰذَاۜۛ فَاصْبِرْۜۛ اِنَّ الْعَاقِبَةَ لِلْمُتَّق۪ينَ۟ İşte bunlar Gayb haberlerindendir! Bunları sana vahyediyoruz. . . Bundan önce ne sen bunları biliyordun ne de halkın. . . O hâlde sabret. . . Muhakkak ki gelecek korunanlarındır. |
49 |
|
وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ Ad'a (halkına) da kardeşleri Hud'u. . . Demişti ki: "Ey halkım! Allâh'a kulluk edin. . . O'nun gayrı bir ilâhınız olamaz! (Şirk fikriniz dolayısıyla) siz ancak iftira ediyorsunuz. " |
50 |
|
يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ "Ey halkım! Bunun için sizden bir ücret istemiyorum. . . Benim yaptığımın karşılığı ancak beni bu işleve özel yaratana (Fâtır) aittir. . . Hâlâ aklınızı değerlendirmeyecek misiniz?" |
51 |
|
وَيَا قَوْمِ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِ يُرْسِلِ السَّمَٓاءَ عَلَيْكُمْ مِدْرَاراً وَيَزِدْكُمْ قُوَّةً اِلٰى قُوَّتِكُمْ وَلَا تَتَوَلَّوْا مُجْرِم۪ينَ "Ey halkım Rabbinizden bağışlanma niyaz edin. . . Sonra O'na tövbe edin ki, semânın feyzini size yoğun olarak irsâl etsin ve kuvvetinize kuvvet katsın. . . Suçlular olarak yüz çevirmeyin. " |
52 |
|
قَالُوا يَا هُودُ مَا جِئْتَنَا بِبَيِّنَةٍ وَمَا نَحْنُ بِتَارِك۪ٓي اٰلِهَتِنَا عَنْ قَوْلِكَ وَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ Dediler ki: "Ey Hud! Bize mucize olarak gelmedin! Biz (sırf) senin sözünle tanrılarımızı terketmeyiz. . . Sana iman da etmeyiz!" |
53 |
|
اِنْ نَقُولُ اِلَّا اعْتَرٰيكَ بَعْضُ اٰلِهَتِنَا بِسُٓوءٍۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اُشْهِدُ اللّٰهَ وَاشْهَدُٓوا اَنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۙ "Ancak şunu diyebiliriz: Tanrılarımızdan biri seni kötü çarpmış!". . . (Hud) dedi ki: "Ben kesinlikle Allâh'ı şahit tutuyorum! Siz de şahit olun ki ben kesinlikle sizin ortak koştuklarınızdan berîyim. " |
54 |
|
مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ "O'na denk kabul ederek (ortak saydıklarınızla). . . Hadi hepiniz bana tuzak kurun, sonra hiç mühlet vermeyin. " |
55 |
|
اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ "Kesinkes ben, Rabbim ve Rabbiniz olan Allâh'a tevekkül (hakikatimdeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman) ettim. . . Hareket eden hiçbir canlı yoktur ki onun "Bi"nasiyesinde (alnında olarak) tutmuş olmasın (Fâtır'ın beyini programlaması) (lafında kalanlara göre: Hükmüne boyun eğdirmek). . . Muhakkak ki benim Rabbim sırat-ı müstakim üzeredir. " |
56 |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ٓ اِلَيْكُمْۜ وَيَسْتَخْلِفُ رَبّ۪ي قَوْماً غَيْرَكُمْۚ وَلَا تَضُرُّونَهُ شَيْـٔاًۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ "Eğer yüz çevirirseniz, ben gerçekten kendisiyle irsâl olunduğum şeyi (Hakikat bilgisini) size tebliğ ettim. . . Sizden başka bir halkı yerinize getirir Rabbim; siz O'na bir zarar veremezsiniz. . . Muhakkak ki benim Rabbim her şey üzerinde Hafiyz'dir. " |
57 |
|
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا هُوداً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّاۚ وَنَجَّيْنَاهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ Hükmümüz oluştuğunda Hud'u ve onunla beraber iman etmişleri rahmetimizle kurtardık. . . Onları ağır bir azaptan kurtardık. |
58 |
|
وَتِلْكَ عَادٌ جَحَدُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَعَصَوْا رُسُلَهُ وَاتَّبَعُٓوا اَمْرَ كُلِّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ İşte Ad (kavmi olayı buydu). . . Rablerinin (nefslerindeki) işaretlerini bile bile inkâr ettiler. . . O'nun Rasûllerine isyan ettiler. . . Her inatçı zorbanın emrine tâbi oldular. |
59 |
|
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ عَاداً كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِعَادٍ قَوْمِ هُودٍ۟ Hem şu dünyada hem de kıyamet sürecinde lânete uğradılar (hakikatlerindekini yaşamaktan uzak düştüler)! Kesinlikle bilin ki; Ad, Rablerini inkâr edenlerden oldu! Kesinlikle bilin ki; uzaklık Hud'un halkı olan Ad içindir. |
60 |
|
وَاِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحاًۢ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ هُوَ اَنْشَاَكُمْ مِنَ الْاَرْضِ وَاسْتَعْمَرَكُمْ ف۪يهَا فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي قَر۪يبٌ مُج۪يبٌ Semud'a kardeşleri Sâlih'i (irsâl ettik). . . Dedi ki: "Ey halkım. . . Allâh'a kulluk etmekte olduğunuzun farkındalığına erin! Tanrınız olamaz, sadece "HÛ"! Sizi arzdan meydana getirdi "HÛ"; ve sizinle mamûr etti orayı. . . O hâlde O'ndan mağfiret dileyin ve O'na tövbe edin. . . Muhakkak ki benim Rabbim, Kariyb'dir (yakın), Muciyb'dir (icabet eden). " |
61 |
|
قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ Dediler ki: "Ey Sâlih! Bundan önce içimizde gerçekten ümit beslenen biri idin! Atalarımızın tapındıklarına tapınmaktan mı bizi yasaklıyorsun? Doğrusu biz, bizi davet ettiğin konuda endişeli bir şüphe içindeyiz. " |
62 |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَاٰتٰين۪ي مِنْهُ رَحْمَةً فَمَنْ يَنْصُرُن۪ي مِنَ اللّٰهِ اِنْ عَصَيْتُهُ فَمَا تَز۪يدُونَن۪ي غَيْرَ تَخْس۪يرٍ Dedi ki: "Ey halkım, bir bakın. . . Ya Rabbimden apaçık bir delilim varsa ve O kendinden bana bir rahmet vermiş ise? (Bu durumda) eğer O'na isyan edersem Allâh'a (karşı) kim yardım eder? Sizin de bana hasar vermekten başka katkınız olmaz. " |
63 |
|
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ "Ey kavmim! İşte size bir işaret, Allâh'ın (kendi hâlinde) dişi devesi. . . Onu bırakın Allâh arzında yesin. . . Ona kötü amaçla dokunmayın. . . Yoksa yakın bir azap sizi yakalar. " |
64 |
|
فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا ف۪ي دَارِكُمْ ثَلٰثَةَ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ Onu, ayaklarını keserek öldürdüler! Dedi ki: "Üç günlük ömrünüz kaldı evlerinizde! İşte bu yalanlanmayacak bir bildirimdir. " |
65 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا صَالِحاً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَمِنْ خِزْيِ يَوْمِئِذٍۜ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ Hükmümüz açığa çıktığında Sâlih'i ve beraberindeki iman etmişleri, rahmetimizle kurtardık. . . O sürecin aşağılamasından da (kurtardık). . . Muhakkak ki senin Rabbin Kaviyy'dir, Aziyz'dir. |
66 |
|
وَاَخَذَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ O zulmedenleri, (dördüncü gün) o malûm sayha (şiddetli, titreşimli korkunç ses) yakaladı da evlerinde göçüp kaldılar! |
67 |
|
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَٓا اِنَّ ثَمُودَا۬ كَفَرُوا رَبَّهُمْۜ اَلَا بُعْداً لِثَمُودَ۟ Sanki orada hiç yaşamamışlardı! Kesinkes bilin ki, şüphesiz Semud (halkı) Rablerini inkâr etmişlerdi. . . (Yine) kesinlikle bilin ki, uzaklık (hakikatlerinden ayrı düşmüş hâlde yaşam) Semud içindir. |
68 |
|
وَلَقَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰى قَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ سَلَامٌۚ فَمَا لَبِثَ اَنْ جَٓاءَ بِعِجْلٍ حَن۪يذٍ Andolsun ki, (meleklerden) Rasûllerimiz, İbrahim'e müjde olarak gelip, "Selâm" dediler. . . (O da): "Selâm" dedi ve sonrasında da kızartılmış bir buzağı getirdi. |
69 |
|
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ Ancak (Rasûllerin) ellerini sürmediklerini görünce onları yadırgadı ve onlardan (acaba düşman mı) korkusunu hissetti. . . "Korkma! Biz gerçekten Lût halkı için irsâl olunduk" dediler. |
70 |
|
وَامْرَاَتُهُ قَٓائِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِاِسْحٰقَۙ وَمِنْ وَرَٓاءِ اِسْحٰقَ يَعْقُوبَ (İbrahim'in) karısı da ayakta idi. . . Güldü. . . Ona (İbrahim'in karısına) İshak'ı müjdeledik ve İshak'ın ardından da Yakup'u. . . |
71 |
|
قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ (İbrahim'in karısı) dedi ki: "Vay bana! Ben bir yaşlı (âdetten kesilmiş) kadın ve şu kocam da ihtiyar iken doğuracak mıyım? Muhakkak ki bu şaşılacak bir şeydir!" |
72 |
|
قَالُٓوا اَتَعْجَب۪ينَ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِ رَحْمَتُ اللّٰهِ وَبَرَكَاتُهُ عَلَيْكُمْ اَهْلَ الْبَيْتِۜ اِنَّهُ حَم۪يدٌ مَج۪يدٌ Dediler ki: "Allâh'ın hükmüne mi şaşıyorsun? Allâh'ın rahmeti ve bereketleri üzerinizdedir ey hane halkı! Muhakkak ki O, Hamiyd'dir, Meciyd'dir. " |
73 |
|
فَلَمَّا ذَهَبَ عَنْ اِبْرٰه۪يمَ الرَّوْعُ وَجَٓاءَتْهُ الْبُشْرٰى يُجَادِلُنَا ف۪ي قَوْمِ لُوطٍۜ İbrahim'in endişesi geçip, müjdeyi de alınca kendine geldi, Lût kavmi hakkında bizimle tartışmaya başladı. |
74 |
|
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَحَل۪يمٌ اَوَّاهٌ مُن۪يبٌ Muhakkak ki İbrahim, yumuşak ve hassas kalpli, Rabbine dönük olan biriydi. |
75 |
|
يَٓا اِبْرٰه۪يمُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَاۚ اِنَّهُ قَدْ جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۚ وَاِنَّهُمْ اٰت۪يهِمْ عَذَابٌ غَيْرُ مَرْدُودٍ (Melekler): "Yâ İbrahim! Tartışmaktan vazgeç! Rabbinin hükmü kesin gelmiştir! Muhakkak ki onlara reddolunmayacak bir azap ulaşacaktır!" |
76 |
|
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ Rasûllerimiz Lût'a geldikleri vakit, (onlar yüzünden) kendini kötü hissetti; (onları koruyamayacağı endişesiyle) içi daraldı ve: "Bu zor bir gündür" dedi. |
77 |
|
وَجَٓاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ اِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۜ قَالَ يَا قَوْمِ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ي هُنَّ اَطْهَرُ لَكُمْ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ ف۪ي ضَيْف۪يۜ اَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَش۪يدٌ (Lût'un) halkı, arzulu bir şekilde koşarak Ona geldiler. . . Ki daha önce de o kötülükleri yapıyorlardı. . . (Lût) dedi ki: "Ey halkım. . . İşte şunlar kızlarımdır. . . Onlar sizin için daha temizdir. . . Allâh'tan çekinin ve misafirim arasında beni rezil etmeyin. . . Sizden aklı başında biri yok mu?" |
78 |
|
قَالُوا لَقَدْ عَلِمْتَ مَا لَنَا ف۪ي بَنَاتِكَ مِنْ حَقٍّۚ وَاِنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا نُر۪يدُ Dediler ki: "Andolsun ki kızlarında bir hakkımız olmadığını bilirsin! Bizim (aslında) neyin peşinde olduğumuzu da elbette bilirsin. " |
79 |
|
قَالَ لَوْ اَنَّ ل۪ي بِكُمْ قُوَّةً اَوْ اٰو۪ٓي اِلٰى رُكْنٍ شَد۪يدٍ (Lût) dedi ki: "Ah size yetecek gücüm olsaydı, ya da kudretli dayanağım olsaydı. " |
80 |
|
قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ (Melekler) dediler ki: "Ey Lût! Doğrusu biz senin Rabbinin Rasûlleriyiz. . . Sana asla ulaşamazlar! Ailenle gecenin ilerleyen saatinde yola çık. . . Karın hariç sizden hiçbiri geri kalmasın! Çünkü onlara isâbet eden, ona da isâbet edecek. . . Onlara tanınan süre sabaha kadardır. Sabah yakın değil mi?" |
81 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ Emrimiz geldiği vakit oranın üstünü altına getirdik ve üzerlerine mendud (istiflenmiş) siccilden (pişirilmiş, taşlaşmış çamur) taşlar (muhtemelen volkanik patlama sonucu oluşan lavlar) yağdırdık. |
82 |
|
مُسَوَّمَةً عِنْدَ رَبِّكَۜ وَمَا هِيَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ بِبَع۪يدٍ۟ Rabbinin indînde işaretlenmiş (taşlar). . . Bunlar zâlimlerden uzak değildir. |
83 |
|
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı (irsâl ettik). . . Dedi ki: "Ey halkım. . . Allâh'a kulluk etmekte olduğunuzun farkındalığına erin! Tanrınız olamaz, sadece "HÛ"! Ölçmeyi ve tartmayı noksan yapmayın. . . Sizin için hayrın nerede olduğunu görüyorum. . . Sizi kaplayacak bir azap sürecinden korkuyorum. " |
84 |
|
وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ "Ey halkım. . . Ölçmeyi ve tartmayı adaletli olarak tastamam yapın, insanların hakkını vermemezlik etmeyin ve bozguncular olarak arzda taşkınlık yapmayın. " |
85 |
|
بَقِيَّتُ اللّٰهِ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ "Eğer iman edenlerseniz, Allâh helali sizin için daha hayırlıdır. Ben sizin bekçiniz değilim. " |
86 |
|
قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ Dediler ki: "Yâ Şuayb. . . Yöneldiğin mi sana emrediyor, atalarımızın tapındıklarına tapınmamamızı ya da mallarımızda dilediğimiz gibi tasarruf etmememizi! Muhakkak ki sen Haliym'sin, Reşiyd'sin. " |
87 |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كُنْتُ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَرَزَقَن۪ي مِنْهُ رِزْقاً حَسَناًۜ وَمَٓا اُر۪يدُ اَنْ اُخَالِفَكُمْ اِلٰى مَٓا اَنْهٰيكُمْ عَنْهُۜ اِنْ اُر۪يدُ اِلَّا الْاِصْلَاحَ مَا اسْتَطَعْتُۜ وَمَا تَوْف۪يق۪ٓي اِلَّا بِاللّٰهِۜ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ (Şuayb) dedi ki: "Ey halkım. . . Görmüyor musunuz? Ya Rabbimden kesin bir delil üstündeysem ve O bana kendinden güzel bir rızık verdiyse? Sizden yapmamanızı istediğim şeyde size ters düşmek istemiyorum. . . Gücüm yettiğince sizi düzeltmek istiyorum. . . Başarım ancak Allâh'ladır. . . O'na tevekkül (hakikatimdeki El Vekiyl isminin gereğini yerine getireceğine iman) ettim ve O'na yöneliyorum. " |
88 |
|
وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ "Ey kavmim. . . Bana karşı olmanız sakın sizi suça sürüklemesin; (böylece) Nuh halkına veya Hud halkına yahut Sâlih halkına isâbet edenin benzerinin size isâbet etmesi ile sizi cezalandırmasın. . . Lût halkı da sizden uzak değildir. " |
89 |
|
وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ "Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O'na tövbe (rücu) edin. . . Muhakkak ki Rabbim Rahıym'dir, Vedud'dur. " |
90 |
|
قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ Dediler ki: "Yâ Şuayb. . . Biz senin dediklerinden birçoğunu anlamıyoruz! İşin doğrusu seni içimizde zayıf konumda görüyoruz. . . Eğer arkanda saydığımız aşiretin olmasaydı, kesinlikle seni taşlayarak öldürürdük! Sen bize galebe çalacak durumda değilsin. " |
91 |
|
قَالَ يَا قَوْمِ اَرَهْط۪ٓي اَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللّٰهِۜ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَٓاءَكُمْ ظِهْرِياًّۜ اِنَّ رَبّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ (Şuayb) dedi ki: "Ey halkım. . . Aşiretim size Allâh'tan daha mı güçlü ve karşı konulmaz? Ki O'nu arkanıza atıp unutulan edindiniz. . . Muhakkak ki Rabbim yapmakta olduklarınızı Muhiyt'tir (ihâta etmektedir). " |
92 |
|
وَيَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۜ سَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌۜ وَارْتَقِبُٓوا اِنّ۪ي مَعَكُمْ رَق۪يبٌ "Ey halkım. . . Makamınız üzere işinize devam edin. Muhakkak ki ben de işimi yapıyorum. Aşağılayıcı azabın kime geleceğini ve yalancının kim olduğunu yakında göreceksiniz. . . Gözetleyin, muhakkak ki ben de sizinle beraber Rakıyb'ım. " |
93 |
|
وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ Hükmümüz açığa çıktığında, Şuayb'ı ve beraberindeki iman etmişleri rahmetimizle kurtardık. . . Zulmedenleri ise şiddetli titreşimli, korkunç ses yakaladı da evlerinde göçüp gittiler. |
94 |
|
كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۜ اَلَا بُعْداً لِمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ۟ Sanki hiç yaşamamışlardı orada. . . Kesinkes bilin ki, hakikatlerinden uzak düşmüş bir yaşam Medyen (halkı) içindir, Semud (halkının) uzak oldukları gibi. |
95 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ Andolsun ki biz, Musa'yı işaretlerimiz olarak ve apaçık delille irsâl ettik. . . |
96 |
|
اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ Firavun ve ileri gelen adamlarına. . . Onlar Firavun'un emrine tâbi oldular. . . (Oysa) Firavun'un emri olgunluğu yansıtmıyordu. |
97 |
|
يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فَاَوْرَدَهُمُ النَّارَۜ وَبِئْسَ الْوِرْدُ الْمَوْرُودُ (Firavun) kıyamet sürecinde halkının önüne geçip önderlik eder. . . (İşte) onları ateşe ulaştırır! O varılan yer ne kötü bir yerdir. |
98 |
|
وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ Hem burada (dünyada) hem de kıyamet sürecinde lânete tâbi olundular! O hisselerine düşen ne kötü bir paydır! |
99 |
|
ذٰلِكَ مِنْ اَنْـبَٓاءِ الْقُرٰى نَقُصُّهُ عَلَيْكَ مِنْهَا قَٓائِمٌ وَحَص۪يدٌ İşte bunlar o bölgelerin haberlerindendir! Sana hikâye ediyoruz. . . Onlardan bir kısmı ayakta ve (bir kısmı da) biçilmiş ekin gibi olmuştur. |
100 |
|
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّت۪ي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَۜ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْب۪يبٍ Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendi nefslerine zulmettiler! Rabbinin hükmü açığa çıktığında, Allâh dûnunda tapındıkları tanrılar kendilerine hiçbir fayda sağlamadı! (Tanrı anlayışları) onların helâk olmasından başka bir sonuç doğurmadı. |
101 |
|
وَكَذٰلِكَ اَخْذُ رَبِّكَ اِذَٓا اَخَذَ الْقُرٰى وَهِيَ ظَالِمَةٌۜ اِنَّ اَخْذَهُٓ اَل۪يمٌ شَد۪يدٌ Rabbinin, zâlimlerin olduğu şehirleri yakalaması işte böyledir! Muhakkak ki O'nun yakalaması çok acı verici ve şiddetlidir! |
102 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِمَنْ خَافَ عَذَابَ الْاٰخِرَةِۜ ذٰلِكَ يَوْمٌ مَجْمُوعٌۙ لَهُ النَّاسُ وَذٰلِكَ يَوْمٌ مَشْهُودٌ Muhakkak ki bunda, gelecekteki yaşam azabından korkan için elbette bir işaret vardır. . . İşte bu, tüm insanların bir arada olduğu bir süreçtir! İşte bu, kendisinde hiçbir şeyin gizli kalmadığı bir süreçtir! |
103 |
|
وَمَا نُؤَخِّرُهُٓ اِلَّا لِاَجَلٍ مَعْدُودٍۜ Biz onu ancak süresi belirlenmiş bir ömür dolayısıyla geciktiriyoruz. |
104 |
|
يَوْمَ يَأْتِ لَا تَكَلَّمُ نَفْسٌ اِلَّا بِـاِذْنِه۪ۚ فَمِنْهُمْ شَقِيٌّ وَسَع۪يدٌ O süreç başladığında, O'nun elvermesi dışında, hiçbir nefs konuşamaz! Onlardan kimi şakî (imanı olmayan, sonsuza dek cehennemlik) kimi de saîddir (imanı olan, sonsuza dek cennetlik). |
105 |
|
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا فَفِي النَّارِ لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَشَه۪يقٌۙ Şakî olanlar, Nâr'dadırlar (ışınsal ateş). . . Onlar orada (azaptan) hırlayarak ve inleyerek soluk alırlar! |
106 |
|
خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ Semâlar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedî kalırlar; Rabbinin dilemesi müstesna. . . Muhakkak ki Rabbin (hakikatin olan Allâh Esmâ'sının bileşimi) irade ettiğini fiile dönüştürür! |
107 |
|
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ Saîd olanlar ise, Cennet'tedirler. . . Semâlar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedî kalıcılardır; Rabbinin dilemesi müstesna. . . Akışı kesilmeyen bağışla yaşarlar. |
108 |
|
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟ Şunların tapınmalarına bakıp şüpheye düşme! Daha önce atalarının tapındıkları gibi tapınıyorlar sadece (Allâh'a ibadet ettiklerini sanma)! Doğrusu biz onlara hak ettiklerini noksansız, tamı tamına vereceğiz. |
109 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ Andolsun ki Musa'ya Hakikat BİLGİsi verdik de onda ayrılığa düştüler! Eğer Rabbinden (hükmedilmiş) geçmiş bir söz olmasaydı, mutlaka aralarında iş bitirilirdi. . . Muhakkak ki onlar Ondan (vehimleri yüzünden) kuşku içindeler. |
110 |
|
وَاِنَّ كُلاًّ لَمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ اَعْمَالَهُمْۜ اِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ Muhakkak ki Rabbin her birinin yaptıklarının karşılığını kendilerine tam verir. . . Çünkü O, yapmakta olduklarını (onların Esmâ'sıyla hakikati ve meydana getiricisi olarak) Habiyr'dir. |
111 |
|
فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ اِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ O hâlde sen hükmolunduğunca hakikati yaşa (istikamet sahibi olmak, hidâyetin açığa çıkması sonucu olarak hakikatin yaşanması, demektir. A. H. )! Seninle beraber, tövbe edenler de (hakikati yaşayamamalarına neden olan şeylere tövbe edenler). . . Sakın taşkınlık yapmayın! Çünkü O, yapmakta olduklarınızı (B sırrınca) Basıyr'dir. |
112 |
|
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ (Nefsine) zulmedenlere meyletmeyin, (o takdirde) size Nâr dokunur. . . Sizin için Allâh dûnunda velî söz konusu olmaz! (Şayet edinirseniz) sonra yardım da görmezsiniz! |
113 |
|
وَاَقِمِ الصَّلٰوةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفاً مِنَ الَّيْلِۜ اِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّـَٔاتِۜ ذٰلِكَ ذِكْرٰى لِلذَّاكِر۪ينَۚ Gündüzün iki tarafında ve geceden zülfelerde (gündüze yakın saatlerinde) salâtı ikame et. . . Muhakkak ki hasenat (Hakikatini yaşamak - kişiden açığa çıkan güzel yaşantı) seyyiatı (hakikati örtme ve nefsaniyetten kaynaklanan suçların getirisini) giderir. . . Bu, idrak sahiplerine bir öğüttür. |
114 |
|
وَاصْبِرْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ Sabret. . . Muhakkak ki Allâh ihsan sahiplerinin mükâfatını zayi etmez. |
115 |
|
فَلَوْلَا كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِنْ قَبْلِكُمْ اُو۬لُوا بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الْاَرْضِ اِلَّا قَل۪يلاً مِمَّنْ اَنْجَيْنَا مِنْهُمْۚ وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ Sizden önceki kuşaklardan geri kalanlar, arzda bozgunculuktan vazgeçirmeliydi onları değil mi? Onlardan kurtarmış olduklarımızdan az bir kısmı hariç (bunu yapan olmadı). . . Zâlim olanlar ise şımartıldıkları refahın peşine düştüler. . . Suçlu oldular! |
116 |
|
وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا مُصْلِحُونَ Senin Rabbin, sâlih (dürüst) insanların yaşadıkları bölgeleri, haksız olarak helâk edecek değildir! |
117 |
|
وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلَا يَزَالُونَ مُخْتَلِف۪ينَۙ Eğer Rabbin dileseydi, elbette (tüm) insanları ümmet-i vahide (tek bir inanca sahip toplum) yapardı! Oysa karşıt görüşe dayalı inançlar sürüp gidecektir. |
118 |
|
اِلَّا مَنْ رَحِمَ رَبُّكَۜ وَلِذٰلِكَ خَلَقَهُمْۜ وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ اَجْمَع۪ينَ Sadece Rabbinin rahmet ettiği kimse hariç (o Rasûlün getirdiklerine muhalefet etmez); işte bunun için onları halketti! Rabbinin: "Andolsun ki cehennemi tamamen cinn ve nas'tan dolduracağım" kelimesi tamamlanmıştır. |
119 |
|
وَكُلاًّ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ Rasûllerin haberlerinden her birini sana anlatmamızın sebebi anlayışını oturtmak içindir. . . Bu sûreyle de sana hak bildirilmiş, iman edenlere hatırlatma ve öğüt (ders) verilmiştir. |
120 |
|
وَقُلْ لِلَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْۜ اِنَّا عَامِلُونَۙ İman etmeyenlere de ki: "Elinizden ne geliyorsa yapın; biz de yapacağız. " |
121 |
|
وَانْتَظِرُواۚ اِنَّا مُنْتَظِرُونَ "(Sonucunu görmek için) bekleyin bakalım! Biz de bekliyoruz!" |
122 |
|
وَلِلّٰهِ غَيْبُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاِلَيْهِ يُرْجَعُ الْاَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ Semâlar ve arzın algılanamayanları, Allâh içindir. . . Hüküm tümüyle O'ndan çıkar! O hâlde O'na kulluğunun farkındalığına er; O'nun El Vekiyl isminin mânâsının hakikatindeki varlığını hisset! Rabbin, sizden açığa çıkanlardan perdeli değildir! |
123 |