Sureler
Mealler
Sonraki
Nahl Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 ElifLâmRâ. (Kur’ân’a dahil olarak inen ve bu sûrede gelecek bütün) sözler, Kitaba, çok şerefli, apaçık ve bütün gerçekleri açıklayan Kur’ân’a dahil âyetlerdir.
2 O küfür içinde bulunanlar, nice bir zaman “Keşke Müslüman olmuş olsaydık!” diye hayıflanacaklar.
3 Bırak onları yiyip içsinler, hayattan “zevk almaya” baksınlar ve emeller, arzular onları oyalasın dursun. Çok geçmeden bileceklerdir onlar.
4 Herhangi bir memleketi helâk etmiş olmayalım ki, onun için (toplumların hayatı adına koyup, kendilerine de bildirdiğimiz kanunlar çerçevesinde) belli bir hüküm, belli bir süre ve kayıt bulunmamış olsun.
5 Herhangi bir topluluk, ne kendisiyle ilgili süreyi tamamlamadan hayattan çekilir, ne de bu süreyi geri bırakabilir.
6 Küfredenler, alay ederek, “Ey kendisine Zikir (öğüt, ikaz, talimat ve hatırlatma kitabı) inen, sen var ya, hiç şüphesiz bir delisin!” diyorlar.
7 “Eğer iddianda tutarlı ve doğru isen, bize o melekleri getirip göstermen gerekmez mi?”
8 Oysa Biz melekleri, (boş yere ve bazılarının kaprisi uğruna değil,) ancak hak bir sebeple ve bir hikmet gereğince indiririz; indirdiğimiz zaman da, artık (azabı hak etmiş bulunan topluluğa) ne süre tanır ne de göz açtırırız.
9 O Zikr’i de indiren elbette yine Biziz ve Biziz O’nun koruyucuları.
10 Senden önce, farklı düşünce ve inançlar etrafında grup grup olmuş önceki insanlara da rasûller gönderdik.
11 Ne zaman kendilerine bir rasûl gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi.
12 (Nasıl her bir ümmete indirilen Kitap için o ümmetteki günahkâr suçluların kalblerine bir yol açmışsak,) aynı şekilde Zikir için de hayatları günah hasadından ibaret olan suçluların kalblerine yol açıyoruz.
13 Ama o suçlular ona inanmayacaklardır; çünkü öncekilerin nasıl davrandıkları ortada.
14 Öyle ki, (Zikr’in Kelâmımız olduğuna mucizevî bir delil olarak) üzerlerine gökten bir kapı açsak da, oradan yukarılara çıksalar bile,
15 Hiç şüpheniz olmasın ki, “Bu bir gözbağcılığı, gözlerimiz bağlandı; daha doğrusu bize büyü yapıldı!” derler.
16 Andolsun, gökte birtakım burçlar var ettik ve gözlere ziyafet olarak, bir de ‘bakıp görme’sini bilenler için gökyüzünü süsledik;
17 Ve onu, (İlâhî Dergâh’tan, Allah’ın rahmet ve huzurundan) kovulmuş her türlü şeytandan muhafaza altına aldık.
18 Şu kadar ki, (cinler, şeytanlar içinde) semanın sakinlerinden kulak hırsızlığıyla bir bilgi, bir haber kapmaya teşebbüs eden olursa, onu da apaçık görülebilen parlak bir ışık takip (ve yok) eder.
19 Yeryüzünü de genişliğine yaydık ve içinden sağlam dağlar çaktık; ayrıca orada (şekil, nitelik ve miktar olarak, kısaca) her bakımdan ölçülü her bitkiden bitirdik.
20 Orada sizin için olduğu gibi, rızkı size ait olmayan, rızıklarını vermeye muktedir olmadığınız bütün varlıklar için de geçimlikler var ettik.
21 Hiçbir varlık yoktur ki, hayatı ve bekası için gerekli her şeyin hazineleri Bizim yanımızda bulunmamış olsun. Şu kadar ki, Biz onları belirli bir ölçü ile indiririz.
22 Rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderir ve böylece gökten bir tür su indiririz de, onunla su ihtiyacınızı gideririz. O suyu yerde kaynaklar halinde depolayan da siz değilsiniz.
23 Ve hiç şüphesiz ve ancak Biziz hayatı veren ve alan ve Biziz herkesin yaptıklarına vâris olduğumuz gibi, herkes öldükten sonra onlara da vâris olacak olan.
24 Andolsun, sizden önce yaşayıp gidenleri ve sizin içinizden ölenleri de biliyoruz; yine andolsun, nesliniz içinizde henüz hayatta olanları ve sizden sonra gelecekleri de biliyoruz.
25 Kuşkusuz senin Rabbindir onların hepsini Mahşer’de toplayacak olan da. O, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilendir.
26 Andolsun, insanı kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.
27 Cinlere gelince, onları ise daha önceden, deri gözeneklerinden vücuda nüfuz eden kavurucu ve dumansız ateşten yaratmıştık.
28 Ve hatırla ki, Rabbin meleklere “Ben” demişti, “kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir beşer yaratacağım.
29 “Ona tam olarak şeklini verdiğim ve içine Ruhumdan üflediğim zaman, hemen kendisine (üstünlüğünün ve sizin ona saygınızın işareti olarak) secdeye kapanın.”
30 Bunun üzerine, (emri alan) bütün melekler derhal secdeye kapandılar.
31 İblis ise etmedi; (kendisine de secde emredildiği halde,) secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
32 Allah, şöyle buyurdu: “Ey İblis, sana ne oluyor ki, secde edenlerle birlikte değilsin?”
33 İblis, “Ben” dedi, “kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir beşere secde edemezdim.”
34 “Çık oradan!” buyurdu Allah; “Sen, artık huzurumdan ve rahmetimden kovulmuş birisin.
35 “Hesap Günü’ne kadar hep lânetlenmiş olarak yaşayacaksın!”
36 “Rabbim!” dedi (İblis), “madem öyle, insanların diriltilip kabirlerinden çıkarılacakları güne kadar bana süre tanı.”
37 Allah, “Haydi” buyurdu, “sana süre tanındı,
38 “Ama katımda malûm bulunan (Kıyamet) ân(ın)a kadar.”
39 İblis, “Rabbim,” diye ekledi: “Madem beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, yeryüzünde (dünya hayatını ve günahları) onlara çok güzel gösterecek ve andolsun, onların hepsini azdırıp saptıracağım;
40 “Ancak içlerinde ihlâsa erdirilmiş olan kulların müstesna.”
41 Allah buyurdu: “Bu (ihlâs, samimiyet ve teslimiyet) yolu, kullarımı Bana iletmesini üzerime aldığım dosdoğru yoldur.
42 “Benim (ihlâsa erdirilmiş ve Bana tam teslim olmuş) o kullarım ki, senin onlar üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur; senin nüfuzun ancak senin peşine takılan azgınlar üzerindedir.”
43 Hiç şüphesiz Cehennem de o azgınların hepsi için kararlaştırılmış ve onlara va’dedilmiş yerdir.
44 Onun yedi kapısı vardır; her bir kapıdan içlerinde hangi grubun gireceği bellidir.
45 Kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten, dolayısıyla O’nnu azabından sakınanlar (müttakîler) ise, cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.
46 “Esenlikle ve (her türlü korkudan, endişeden ve noksanlıktan) emin olarak girin!” denir onlara.
47 Dünyada iken birbirlerine karşı gönüllerinde beslemiş olabilecekleri kin, garaz, haset gibi duyguları söküp atarız; kardeşler olarak divanlar üzerinde karşılıklı otururlar.
48 Orada hiçbir zahmet ve meşakkate maruz kalmazlar ve oradan asla çıkarılmazlar da.
49 (Ey Rasûlüm), kullarıma önemle ha ber ver ki, hiç şüphesiz Ben, evet Ben, çok bağışlayanım, (bilhassa mü’min kullarıma karşı hususî) rahmeti pek çok olanım.
50 Ama azabım da, acı mı acıdır.
51 Şimdi de, onlara İbrahim’in misafirlerinden söz et:
52 İbrahim’in yanına girdiklerinde ona selâm verdiler. İbrahim, “Sizden endişe ediyorum!” dedi.
53 “Endişe etme!” dediler: “Sana son derece âlim bir oğul müjdemiz var.”
54 İbrahim, “Bana mı müjdeniz var, şu ihtiyarlık başıma gelip çökmüşken?” diye cevap verdi. “Hem, neye dayanarak böyle bir müjde veriyorsunuz ki?”
55 “Sana gerçeği müjdeledik; öyleyse ümidini yitirenlerden olma!” dediler.
56 İbrahim, “Hak yolun dışında olanlardan başka kim Rabbisinin rahmetinden ümidini yitirir ki?” mukabelesinde bulundu.
57 Ve ilâve etti: “Ey elçiler, başka gelme sebebiniz nedir?”
58 “Biz, hayatları günah hasadından ibaret bir topluluğu (helâk etmek için) gönderildik,
59 “Lût’un Ailesi hariç: elbette onların hepsini kurtaracağız,
60 “Ama Lût’un karısı dışında; onun hakkında (Allah’ın bize buyurduğu) takdir, geride helâk edileceklerle birlikte kalmasıdır.”
61 Derken, elçiler Lût’un ailesine geldiler.
62 Lût onlara, “Siz burada tanınan kimseler değilsiniz!” dedi.
63 Onlar ise, “Endişe edecek bir şey yok!” diye cevap verdiler: “Biz sana, hakkında (o günahkâr topluluğun) hep şüphe edegeldiği şeyi getirdik.
64 “Sana, haklarında verilmiş ve gerçekleşmesi kesin bir hükümle geldik; emin ol, biz özüsözü doğru kimseleriz.
65 “Şimdi, gecenin bir vaktinde ailenle çık, onların arkasından yürü ve içinizden kimse geriye dönmesin; size emredilen yere doğru yürüyün gidin.”
66 Ona şu kesin hükmümüzü bildirdik: “Sabaha karşı onların kökü kesilmiş olacaktır.”
67 (Birer delikanlı şeklinde gelen elçilerden haberdar olan) şehir halkı, birbirlerine müjde vererek (Lût’un evine) dayandılar.
68 Lût, onlara dedi: “Bunlar, benim misafirlerim. Ne olur, beni mahcup etmeyin.
69 “Allah’tan korkun ve beni rezil etmeyin!”
70 “Biz seni elalemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?” diye çıkıştılar.
71 Lût, “Eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, (meşru tatmin için) işte kızlarım( ız)!” dedi.
72 (Ey Rasûlüm!) Hayatın hakkı için, kendilerini kaybetmiş halde sürüklenip gidiyorlardı.
73 Nihayet, güneş doğarken o korkunç çığlık kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi.
74 Yakalayıverdi de, o (kirlenmiş) memleketin üstünü altına getirdik ve o halkın üzerine (pişmiş) balçıktan taş yağdırdık.
75 Hiç şüphesiz bunda hadiselerin anlamını bilenler için nice açık işaretler, dersler ve ibretler vardır.
76 (Helâk edilmiş) o memleket(in harabeleri) uğrak bir yol üzerinde halâ görünebilir haldedir.
77 Hiç şüphesiz bunda mü’minler için (Allah’ın Yolu’nun ve O’na davetin doğruluğuna, o davete uyup uymamanın sonucuna dair) çok önemli bir işaret, bir ibret ve bir delil vardır.
78 Eyke halkı da, (şirk ve daha başka büyük haksızlıklar içinde) gerçekten zalim idi.
79 Onlara da hak ettikleri cezayı verdik. Bu her iki (günahkâr) memleketin harabeleri uğrak bir yol üzerindedir.
80 Hıcr halkı da, risalet göreviyle gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
81 Kendilerine apaçık delil ve mucizelerimizi takdim ettik; fakat hep onlardan yüz çevirdiler.
82 Dağlardan içlerinde kendilerini emniyette hissettikleri evler oyarlardı.
83 Bir sabah, o korkunç çığlık onları da kıskıvrak yakalayıverdi.
84 Elde ettikleri onca kazanç ve imkânlar, kendilerine hiçbir fayda vermedi.
85 Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi elbette boşuna değil, hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattık. (Söz konusu gayenin tam manâsıyla tahakkuk edeceği) Kıyamet hiç şüphesiz gelecektir. O halde, (halkın hata, eziyet ve işkencelerine karşı) sen müsamaha ve güzellikle davranma yolunu seç.
86 Hiç şüphesiz Senin Rabbin, O’dur yüce ve eşsiz Yaratıcı, her şeyi hakkıyla bilen.
87 Andolsun, sana Seb’ı Mesânî ile çok ulu Kur’ân’ı verdik.
88 O inanmayanlar içinde bazı gruplara dünya zevk ve geçimliği adına verdiğimiz şeylere elbette gözün kayacak değildir; (tebliğine karşı davranışlarından dolayı da) onlar için tasalanma ve mü’minlere kolkanat ger –onları şefkatle kucakla ve himaye et.
89 Ve (civar yerlerden Mekke’ye gelenlere) de ki: “Şüphesiz Ben, benim apaçık bir uyarıcı (üzerinize indirilebilecek bir cezaya karşı),”
90 İndirdiğimiz gibi o parça parça edenlere–
91 Ki onlar, Kur’ân’ı bölük bölük edip (dağıtıyorlardı).
92 Rabbine andolsun ki, onların hepsini sorguya çekeceğiz,
93 Yapageldikleri bütün bu işlerden.
94 Artık, sana emredileni kafa çatlatırcasına anlat ve müşriklere, (onların tepkilerine) aldırma.
95 O alaycılara karşı Bizim sana destek olmamız kâfidir.
96 Onlar, Allah varken başka ilâh (ve ilâhlar) uyduruyorlar, ama elbet bir gün bilecekler.
97 Onların bu kabil iddialarından dolayı canının sıkıldığını, göksünün daraldığını biliyoruz.
98 Ama sen, Rabbini her türlü şirkten ve şirkin çağrıştırdığı noksanlıklardan tenzih ve bütün hamdin sadece O’na ait bulunduğunu ilan et; daima secde ile de kulluğunu ve teslimiyetini ortaya koyan biri ol.
99 Ve, (gözlerden perdeyi kaldırıp her gerçeği ortaya çıkaracak ve gelmesi herkese mukadder) ölüm sana gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadette devam et.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ 1
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ 2
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 3
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ 4
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ 5
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ 6
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 7
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ 8
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ 9
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ 10
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ 11
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ 12
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ 13
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ 14
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ 15
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ 16
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ 17
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ 18
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ 19
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ 20
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ 21
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ 22
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ 23
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ 24
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ 25
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ 26
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ 27
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 28
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 29
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ 30
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 31
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ 32
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ 33
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ 34
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 35
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ 36
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ 37
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 38
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 39
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 40
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ 41
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 42
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 43
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ 44
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ 45
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ 46
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ 47
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ 48
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ 49
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ 50
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ 51
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ 52
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ 53
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ 54
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ 55
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ 56
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ 57
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ 58
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 59
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ 60
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ 61
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ 62
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ 63
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 64
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ 65
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ 66
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ 67
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ 68
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ 69
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ 70
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ 71
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ 72
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ 73
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ 74
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ 75
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ 76
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ 77
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ 78
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ 79
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ 80
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ 81
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ 82
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ 83
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ 84
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ 85
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ 86
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ 87
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 88
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ 89
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ 90
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ 91
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 92
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ 93
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ 94
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ 95
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ 96
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ 97
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ 98
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ 99
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
ElifLâmRâ. (Kur’ân’a dahil olarak inen ve bu sûrede gelecek bütün) sözler, Kitaba, çok şerefli, apaçık ve bütün gerçekleri açıklayan Kur’ân’a dahil âyetlerdir.
1
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ
O küfür içinde bulunanlar, nice bir zaman “Keşke Müslüman olmuş olsaydık!” diye hayıflanacaklar.
2
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Bırak onları yiyip içsinler, hayattan “zevk almaya” baksınlar ve emeller, arzular onları oyalasın dursun. Çok geçmeden bileceklerdir onlar.
3
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ
Herhangi bir memleketi helâk etmiş olmayalım ki, onun için (toplumların hayatı adına koyup, kendilerine de bildirdiğimiz kanunlar çerçevesinde) belli bir hüküm, belli bir süre ve kayıt bulunmamış olsun.
4
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ
Herhangi bir topluluk, ne kendisiyle ilgili süreyi tamamlamadan hayattan çekilir, ne de bu süreyi geri bırakabilir.
5
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ
Küfredenler, alay ederek, “Ey kendisine Zikir (öğüt, ikaz, talimat ve hatırlatma kitabı) inen, sen var ya, hiç şüphesiz bir delisin!” diyorlar.
6
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
“Eğer iddianda tutarlı ve doğru isen, bize o melekleri getirip göstermen gerekmez mi?”
7
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ
Oysa Biz melekleri, (boş yere ve bazılarının kaprisi uğruna değil,) ancak hak bir sebeple ve bir hikmet gereğince indiririz; indirdiğimiz zaman da, artık (azabı hak etmiş bulunan topluluğa) ne süre tanır ne de göz açtırırız.
8
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
O Zikr’i de indiren elbette yine Biziz ve Biziz O’nun koruyucuları.
9
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ
Senden önce, farklı düşünce ve inançlar etrafında grup grup olmuş önceki insanlara da rasûller gönderdik.
10
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Ne zaman kendilerine bir rasûl gelse, mutlaka onunla alay ederlerdi.
11
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ
(Nasıl her bir ümmete indirilen Kitap için o ümmetteki günahkâr suçluların kalblerine bir yol açmışsak,) aynı şekilde Zikir için de hayatları günah hasadından ibaret olan suçluların kalblerine yol açıyoruz.
12
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ
Ama o suçlular ona inanmayacaklardır; çünkü öncekilerin nasıl davrandıkları ortada.
13
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ
Öyle ki, (Zikr’in Kelâmımız olduğuna mucizevî bir delil olarak) üzerlerine gökten bir kapı açsak da, oradan yukarılara çıksalar bile,
14
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟
Hiç şüpheniz olmasın ki, “Bu bir gözbağcılığı, gözlerimiz bağlandı; daha doğrusu bize büyü yapıldı!” derler.
15
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ
Andolsun, gökte birtakım burçlar var ettik ve gözlere ziyafet olarak, bir de ‘bakıp görme’sini bilenler için gökyüzünü süsledik;
16
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ
Ve onu, (İlâhî Dergâh’tan, Allah’ın rahmet ve huzurundan) kovulmuş her türlü şeytandan muhafaza altına aldık.
17
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ
Şu kadar ki, (cinler, şeytanlar içinde) semanın sakinlerinden kulak hırsızlığıyla bir bilgi, bir haber kapmaya teşebbüs eden olursa, onu da apaçık görülebilen parlak bir ışık takip (ve yok) eder.
18
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Yeryüzünü de genişliğine yaydık ve içinden sağlam dağlar çaktık; ayrıca orada (şekil, nitelik ve miktar olarak, kısaca) her bakımdan ölçülü her bitkiden bitirdik.
19
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ
Orada sizin için olduğu gibi, rızkı size ait olmayan, rızıklarını vermeye muktedir olmadığınız bütün varlıklar için de geçimlikler var ettik.
20
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ
Hiçbir varlık yoktur ki, hayatı ve bekası için gerekli her şeyin hazineleri Bizim yanımızda bulunmamış olsun. Şu kadar ki, Biz onları belirli bir ölçü ile indiririz.
21
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ
Rüzgârları aşılayıcılar olarak gönderir ve böylece gökten bir tür su indiririz de, onunla su ihtiyacınızı gideririz. O suyu yerde kaynaklar halinde depolayan da siz değilsiniz.
22
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ
Ve hiç şüphesiz ve ancak Biziz hayatı veren ve alan ve Biziz herkesin yaptıklarına vâris olduğumuz gibi, herkes öldükten sonra onlara da vâris olacak olan.
23
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ
Andolsun, sizden önce yaşayıp gidenleri ve sizin içinizden ölenleri de biliyoruz; yine andolsun, nesliniz içinizde henüz hayatta olanları ve sizden sonra gelecekleri de biliyoruz.
24
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟
Kuşkusuz senin Rabbindir onların hepsini Mahşer’de toplayacak olan da. O, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır; her şeyi hakkıyla bilendir.
25
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ
Andolsun, insanı kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.
26
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ
Cinlere gelince, onları ise daha önceden, deri gözeneklerinden vücuda nüfuz eden kavurucu ve dumansız ateşten yaratmıştık.
27
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
Ve hatırla ki, Rabbin meleklere “Ben” demişti, “kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir beşer yaratacağım.
28
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ
“Ona tam olarak şeklini verdiğim ve içine Ruhumdan üflediğim zaman, hemen kendisine (üstünlüğünün ve sizin ona saygınızın işareti olarak) secdeye kapanın.”
29
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ
Bunun üzerine, (emri alan) bütün melekler derhal secdeye kapandılar.
30
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
İblis ise etmedi; (kendisine de secde emredildiği halde,) secde edenlerle birlikte olmaktan kaçındı.
31
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ
Allah, şöyle buyurdu: “Ey İblis, sana ne oluyor ki, secde edenlerle birlikte değilsin?”
32
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ
İblis, “Ben” dedi, “kuru, pişmemiş çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın bir beşere secde edemezdim.”
33
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ
“Çık oradan!” buyurdu Allah; “Sen, artık huzurumdan ve rahmetimden kovulmuş birisin.
34
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ
“Hesap Günü’ne kadar hep lânetlenmiş olarak yaşayacaksın!”
35
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ
“Rabbim!” dedi (İblis), “madem öyle, insanların diriltilip kabirlerinden çıkarılacakları güne kadar bana süre tanı.”
36
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
Allah, “Haydi” buyurdu, “sana süre tanındı,
37
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ
“Ama katımda malûm bulunan (Kıyamet) ân(ın)a kadar.”
38
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
İblis, “Rabbim,” diye ekledi: “Madem beni azdırıp saptırdın, ben de andolsun, yeryüzünde (dünya hayatını ve günahları) onlara çok güzel gösterecek ve andolsun, onların hepsini azdırıp saptıracağım;
39
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ
“Ancak içlerinde ihlâsa erdirilmiş olan kulların müstesna.”
40
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ
Allah buyurdu: “Bu (ihlâs, samimiyet ve teslimiyet) yolu, kullarımı Bana iletmesini üzerime aldığım dosdoğru yoldur.
41
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
“Benim (ihlâsa erdirilmiş ve Bana tam teslim olmuş) o kullarım ki, senin onlar üzerinde hiçbir nüfuzun yoktur; senin nüfuzun ancak senin peşine takılan azgınlar üzerindedir.”
42
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Hiç şüphesiz Cehennem de o azgınların hepsi için kararlaştırılmış ve onlara va’dedilmiş yerdir.
43
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟
Onun yedi kapısı vardır; her bir kapıdan içlerinde hangi grubun gireceği bellidir.
44
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ
Kalbleri Allah’a karşı saygıyla dopdolu olan ve O’na itaatsizlikten, dolayısıyla O’nnu azabından sakınanlar (müttakîler) ise, cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.
45
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ
“Esenlikle ve (her türlü korkudan, endişeden ve noksanlıktan) emin olarak girin!” denir onlara.
46
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ
Dünyada iken birbirlerine karşı gönüllerinde beslemiş olabilecekleri kin, garaz, haset gibi duyguları söküp atarız; kardeşler olarak divanlar üzerinde karşılıklı otururlar.
47
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ
Orada hiçbir zahmet ve meşakkate maruz kalmazlar ve oradan asla çıkarılmazlar da.
48
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ
(Ey Rasûlüm), kullarıma önemle ha ber ver ki, hiç şüphesiz Ben, evet Ben, çok bağışlayanım, (bilhassa mü’min kullarıma karşı hususî) rahmeti pek çok olanım.
49
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ
Ama azabım da, acı mı acıdır.
50
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ
Şimdi de, onlara İbrahim’in misafirlerinden söz et:
51
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ
İbrahim’in yanına girdiklerinde ona selâm verdiler. İbrahim, “Sizden endişe ediyorum!” dedi.
52
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ
“Endişe etme!” dediler: “Sana son derece âlim bir oğul müjdemiz var.”
53
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ
İbrahim, “Bana mı müjdeniz var, şu ihtiyarlık başıma gelip çökmüşken?” diye cevap verdi. “Hem, neye dayanarak böyle bir müjde veriyorsunuz ki?”
54
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ
“Sana gerçeği müjdeledik; öyleyse ümidini yitirenlerden olma!” dediler.
55
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ
İbrahim, “Hak yolun dışında olanlardan başka kim Rabbisinin rahmetinden ümidini yitirir ki?” mukabelesinde bulundu.
56
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
Ve ilâve etti: “Ey elçiler, başka gelme sebebiniz nedir?”
57
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ
“Biz, hayatları günah hasadından ibaret bir topluluğu (helâk etmek için) gönderildik,
58
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
“Lût’un Ailesi hariç: elbette onların hepsini kurtaracağız,
59
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟
“Ama Lût’un karısı dışında; onun hakkında (Allah’ın bize buyurduğu) takdir, geride helâk edileceklerle birlikte kalmasıdır.”
60
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ
Derken, elçiler Lût’un ailesine geldiler.
61
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
Lût onlara, “Siz burada tanınan kimseler değilsiniz!” dedi.
62
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ
Onlar ise, “Endişe edecek bir şey yok!” diye cevap verdiler: “Biz sana, hakkında (o günahkâr topluluğun) hep şüphe edegeldiği şeyi getirdik.
63
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
“Sana, haklarında verilmiş ve gerçekleşmesi kesin bir hükümle geldik; emin ol, biz özüsözü doğru kimseleriz.
64
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ
“Şimdi, gecenin bir vaktinde ailenle çık, onların arkasından yürü ve içinizden kimse geriye dönmesin; size emredilen yere doğru yürüyün gidin.”
65
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
Ona şu kesin hükmümüzü bildirdik: “Sabaha karşı onların kökü kesilmiş olacaktır.”
66
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ
(Birer delikanlı şeklinde gelen elçilerden haberdar olan) şehir halkı, birbirlerine müjde vererek (Lût’un evine) dayandılar.
67
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ
Lût, onlara dedi: “Bunlar, benim misafirlerim. Ne olur, beni mahcup etmeyin.
68
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ
“Allah’tan korkun ve beni rezil etmeyin!”
69
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
“Biz seni elalemin işine karışmaktan men etmemiş miydik?” diye çıkıştılar.
70
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ
Lût, “Eğer mutlaka bir şey yapmak istiyorsanız, (meşru tatmin için) işte kızlarım( ız)!” dedi.
71
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ
(Ey Rasûlüm!) Hayatın hakkı için, kendilerini kaybetmiş halde sürüklenip gidiyorlardı.
72
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ
Nihayet, güneş doğarken o korkunç çığlık kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi.
73
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ
Yakalayıverdi de, o (kirlenmiş) memleketin üstünü altına getirdik ve o halkın üzerine (pişmiş) balçıktan taş yağdırdık.
74
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ
Hiç şüphesiz bunda hadiselerin anlamını bilenler için nice açık işaretler, dersler ve ibretler vardır.
75
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ
(Helâk edilmiş) o memleket(in harabeleri) uğrak bir yol üzerinde halâ görünebilir haldedir.
76
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ
Hiç şüphesiz bunda mü’minler için (Allah’ın Yolu’nun ve O’na davetin doğruluğuna, o davete uyup uymamanın sonucuna dair) çok önemli bir işaret, bir ibret ve bir delil vardır.
77
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ
Eyke halkı da, (şirk ve daha başka büyük haksızlıklar içinde) gerçekten zalim idi.
78
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟
Onlara da hak ettikleri cezayı verdik. Bu her iki (günahkâr) memleketin harabeleri uğrak bir yol üzerindedir.
79
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ
Hıcr halkı da, risalet göreviyle gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
80
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ
Kendilerine apaçık delil ve mucizelerimizi takdim ettik; fakat hep onlardan yüz çevirdiler.
81
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ
Dağlardan içlerinde kendilerini emniyette hissettikleri evler oyarlardı.
82
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ
Bir sabah, o korkunç çığlık onları da kıskıvrak yakalayıverdi.
83
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ
Elde ettikleri onca kazanç ve imkânlar, kendilerine hiçbir fayda vermedi.
84
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ
Biz, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi elbette boşuna değil, hak bir gaye için, yerli yerince ve gerçeğe dayalı sabit bir sistem üzerinde yarattık. (Söz konusu gayenin tam manâsıyla tahakkuk edeceği) Kıyamet hiç şüphesiz gelecektir. O halde, (halkın hata, eziyet ve işkencelerine karşı) sen müsamaha ve güzellikle davranma yolunu seç.
85
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ
Hiç şüphesiz Senin Rabbin, O’dur yüce ve eşsiz Yaratıcı, her şeyi hakkıyla bilen.
86
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ
Andolsun, sana Seb’ı Mesânî ile çok ulu Kur’ân’ı verdik.
87
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
O inanmayanlar içinde bazı gruplara dünya zevk ve geçimliği adına verdiğimiz şeylere elbette gözün kayacak değildir; (tebliğine karşı davranışlarından dolayı da) onlar için tasalanma ve mü’minlere kolkanat ger –onları şefkatle kucakla ve himaye et.
88
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ
Ve (civar yerlerden Mekke’ye gelenlere) de ki: “Şüphesiz Ben, benim apaçık bir uyarıcı (üzerinize indirilebilecek bir cezaya karşı),”
89
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ
İndirdiğimiz gibi o parça parça edenlere–
90
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ
Ki onlar, Kur’ân’ı bölük bölük edip (dağıtıyorlardı).
91
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ
Rabbine andolsun ki, onların hepsini sorguya çekeceğiz,
92
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Yapageldikleri bütün bu işlerden.
93
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ
Artık, sana emredileni kafa çatlatırcasına anlat ve müşriklere, (onların tepkilerine) aldırma.
94
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ
O alaycılara karşı Bizim sana destek olmamız kâfidir.
95
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ
Onlar, Allah varken başka ilâh (ve ilâhlar) uyduruyorlar, ama elbet bir gün bilecekler.
96
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ
Onların bu kabil iddialarından dolayı canının sıkıldığını, göksünün daraldığını biliyoruz.
97
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ
Ama sen, Rabbini her türlü şirkten ve şirkin çağrıştırdığı noksanlıklardan tenzih ve bütün hamdin sadece O’na ait bulunduğunu ilan et; daima secde ile de kulluğunu ve teslimiyetini ortaya koyan biri ol.
98
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ
Ve, (gözlerden perdeyi kaldırıp her gerçeği ortaya çıkaracak ve gelmesi herkese mukadder) ölüm sana gelip çatıncaya kadar da Rabbine ibadette devam et.
99

Sureler

Mealler
Nahl Suresi
Sonraki