|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓـرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ Elif. Lâm. Râ. Bunlar, Allah, insan, kâinat ilişkilerini ve ilâhî düzeni açıklayan açık seçik okunan, bütün ilâhî kitaplardaki dinî-ilmî esasları içeren mükemmel, kutsal kitabın, Kur’ân’ın âyetleridir. |
1 |
|
رُبَمَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْ كَانُوا مُسْلِم۪ينَ Bir zaman gelecek ki, kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, küfre saplananlar, ne kadar da çok, İslâm’ı yaşayan müslüman olmayı arzu edecekler. |
2 |
|
ذَرْهُمْ يَأْكُلُوا وَيَتَمَتَّعُوا وَيُلْهِهِمُ الْاَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Şimdi onları bırak, yesinler, eğlensinler, boş ümitleri onları oyalayadursun. Âkıbetlerinin ne olacağını yakında öğrenecekler. |
3 |
|
وَمَٓا اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ اِلَّا وَلَهَا كِتَابٌ مَعْلُومٌ Biz, yalnız hakkında yazılı sicilleri, kaderleri, yazgıları belli olan memleketleri helâk ettik. |
4 |
|
مَا تَسْبِقُ مِنْ اُمَّةٍ اَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ Hiçbir millet belirlenmiş vadeden önce helâk olmaz, vadelerini erteleyemezler de. |
5 |
|
وَقَالُوا يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ي نُزِّلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ اِنَّكَ لَمَجْنُونٌۜ Onlar: 'Ey kendisine, okunması ibadet olan övünç kaynağı Kur’ân indirilen, sen kesinlikle cinlere mahkum olmuş birisin, delisin' dediler. |
6 |
|
لَوْ مَا تَأْت۪ينَا بِالْمَلٰٓئِكَةِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 'Eğer peygamberlik davasında haklı olanlardansan, bize, senin hak peygamber olduğuna şahitlik edecek melekleri getirmeliydin' dediler. |
7 |
|
مَا نُنَزِّلُ الْمَلٰٓئِكَةَ اِلَّا بِالْحَقِّ وَمَا كَانُٓوا اِذاً مُنْظَر۪ينَ Biz melekleri, ancak hakkın icrası göreviyle, haklı bir gerekçe ile, hikmete dayalı olarak indiririz. O zaman onlara göz açtırılmaz, mühlet de verilmez. |
8 |
|
اِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ Okunması ibadet olan övünç kaynağı Kur’ân’ı kesinlikle bölüm bölüm biz indirdik biz. Elbette zayi olmaması için tedbirler aldırıp onu biz koruyoruz. |
9 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ ف۪ي شِيَعِ الْاَوَّل۪ينَ Andolsun ki, senden önce yaşamış baskıcı, zorba, medeniyetten nasiplenmemiş, kapalı toplumlar içinde de, özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamberler gönderdik. |
10 |
|
وَمَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ Kendilerine gelen Rasullerle, kesinlikle, alay etmeyi alışkanlık haline getiriyorlardı. |
11 |
|
كَذٰلِكَ نَسْلُكُهُ ف۪ي قُلُوبِ الْمُجْرِم۪ينَۙ Alayı, inkârı, yalanlamayı, hidayeti, İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsilerin, suçluların, günahkârların akıllarına, kalplerine soktuğumuz gibi onun, Kur’ân’ın günahkârların kafalarında, kalplerinde yankı bulmadan geçip gitmesine de biz yol açarız. |
12 |
|
لَا يُؤْمِنُونَ بِه۪ وَقَدْ خَلَتْ سُنَّةُ الْاَوَّل۪ينَ Allah’ın kitaplarına iman etmeyen önceki kavimlere, yürürlükte olan ceza kanunları uygulandığı halde, Onlar Kur’ân’a iman etmeyecekler. |
13 |
|
وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَاباً مِنَ السَّمَٓاءِ فَظَلُّوا ف۪يهِ يَعْرُجُونَۙ Onlara gökten bir kapı açsak da orada devamlı yükseliyor olsalardı, diyecek bir şey bulurlardı. |
14 |
|
لَقَالُٓوا اِنَّمَا سُكِّرَتْ اَبْصَارُنَا بَلْ نَحْنُ قَوْمٌ مَسْحُورُونَ۟ Kesinlikle diyecek bir şey bulurlardı: 'Gözlerimiz boyandı, aklımız karıştı. Daha doğrusu biz büyülenerek aklı etki altına alınmış bir kavimiz.' derlerdi. |
15 |
|
وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ Andolsun, biz gökte bir takım burçlar planlayıp yerleştirdik. Göğü, baktığını görebilenler için süsledik. |
16 |
|
وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ Onları, kovulmuş, itaat dışına çıkmış bütün şeytanlardan, şeytanî güçlerden, şeytanların yaklaşıp zarar vermesinden koruduk. |
17 |
|
اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ Ancak, dinleme yoluyla bilgi sızdıranlar, bilgi hırsızlığı yapanlar var. Hiç fırsat vermeden, gökten yere doğru delip geçen, kor halinde düşen gök cisimleri, alevler, gök mermileri onların peşlerini bırakmaz, işlerini bitirir. |
18 |
|
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ Yerleşimi sağlamak, hayatı kolaylaştırmak için yer kürenin toprağını, biyolojik, kimyevî yapısını, rengini oluşturup yayarak verimli hale getirdik. Orada, ağır baskılı, oturaklı, derin temellere dayalı dağlar yerleştirdik. Yine orada her şeyi dengeli, âhenkli, ölçülü ürettik. |
19 |
|
وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ Orada hem sizin için, hem de, rızıkları size ait olmayanlar için geçim kaynaklarını, geçim vasıtalarını planlı olarak hazırladık. |
20 |
|
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ Her şeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz, o hazinelerden, ancak bir hesap, bir plan dahilinde, belli ölçülerde, düzenli olarak veririz, indiririz. |
21 |
|
وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ Biz rüzgarları tozlaşma yapması için aşılayıcı ve bulutları yoğunlaştırıcı olarak görevlendirdik. Gökten su indirerek depoladık. Bu su ile sizin su ihtiyacınızı karşıladık. Siz, yeterli suyu depolayamıyorsunuz. |
22 |
|
وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ Biz, sadece biz hayat veririz, yaşatırız, eceller gelince biz ölümü gerçekleştiririz. Bâki olan vâris biziz, biz. |
23 |
|
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ Andolsun ki biz sizin önceki atalarınızı, önceden ölenlerinizi, geçmiş ümmetleri, itaatte ve iyilikte öne geçenlerinizi, ön saflarda savaşanlarınızı, savaşlarda şehit edilenlerinizi, ilk saflarda namaz kılanlarınızı kesinlikle biliriz. Gelecek nesilleri, henüz yaratılmamışları, hayatta olanlarınızı, Muhammed ümmetini, isyanları ve kötülükleri sebebiyle geride kalanlarınızı, savaş sırasında evlerinde oturanları, şehit edilmeyecekleri, arka saflarda namaz kılanları da biliriz. |
24 |
|
وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟ Senin Rabbin, işte O, onları mahşerde toplayıp hesaba çekecektir. O hikmet sahibi ve hükümrandır. Her şeyi bilir. |
25 |
|
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ Andolsun biz, insanı ses veren, şekillendirilebilen kuru çamurdan, kokmuş değişken kara balçıktan yarattık. |
26 |
|
وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ Cinleri de, daha önce, insan vücudunun gözeneklerinden geçebilen dumansız zehirli bir ateşten yarattık. |
27 |
|
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ Hani Rabbin meleklere: 'Ben, ses veren, kuru çamurdan yoğurulan, dökülerek şekillendirilebilen, değişken kara balçıktan bir insan yaratacağım' demişti. |
28 |
|
فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ 'Onu yaratılış amacına uygun olarak şekillendirdiğim, rahmetimle, varettiğim düzenin bir bölümü olan ruhumdan nûrani dalgalar halinde onun bütün hücrelerine ruh yayarak hayat verdiğim, onu bilinçlendirdiğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanarak saygı gösterin' demişti. |
29 |
|
فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ Meleklerin tamamı ona secde ederek saygı gösterdiler. |
30 |
|
اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ İblis hariç. O secde ederek saygı gösterenlerle birlikte olmaktan çekindi. |
31 |
|
قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ Allah: 'Ey İblis, niçin secde ederek saygı gösterenlerle birlikte olmuyorsun?' dedi. |
32 |
|
قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ İblis: 'Ben, ses veren kuru çamurdan yoğurulan, dökülerek şekillendirilebilen, değişken kara balçıktan yarattığın bir insana secde ederek saygı gösterecek değilim' dedi. |
33 |
|
قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ Allah: 'Öyle ise, ordan çık, artık sen kovuldun' buyurdu. |
34 |
|
وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ 'Herkesin vahyedilen dinin, şeriatın, İslâmî sorumluluğun hesabını vereceği yalnız ilâhî mevzuatın yürürlükte olduğu güne kadar, sana lânet yağacaktır.' |
35 |
|
قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ Şeytan: 'Rabbim, öyleyse, insanların diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver' dedi. |
36 |
|
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ Allah: 'Sen mühlet verilenlerdensin' buyurdu. |
37 |
|
اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ 'Benim tarafımdan bilinen vaktin günü gelinceye kadar mühlet verilenlerdensin.' |
38 |
|
قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ İblis: 'Rabbim, azgınlığımdan ötürü aleyhimde hüküm vermene mukabil, ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyip güzel göstereceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım' dedi. |
39 |
|
اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ 'Onlardan samimi, ihlâslı davranan kullarını azdıramam.' |
40 |
|
قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ Allah: 'İşte bu yol, bu hayat tarzı, benim teminatım altında olan doğru muhkem, güvenli yoldur, İslâmî hayattır' buyurdu. |
41 |
|
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ 'Sana uyan hain düşünceler taşıyan azgınlardan başka, benim ilâhlığımı tanıyan, candan müslüman olarak bana bağlanan, saygılı kullarımın üzerinde hiçbir nüfuzun, hiçbir yetkin, hiçbir gücün yoktur.' |
42 |
|
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 'Onların, azgınların hepsinin varacağı yer Cehennem’dir.' |
43 |
|
لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ 'Cehennem’in yedi kapısı vardır. O kapıların her birinden girecek suçlular ayrılmış, belirlenmiştir.' |
44 |
|
اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ 'Allah’a sığınıp, emirlerine yapışarak, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minler, Cennetlerde, akarsu kıyılarında ve pınar başlarındadır.' |
45 |
|
اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ Onlara: 'Selametle, güven içinde oraya girin' denir. |
46 |
|
وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ Biz Cennet ehlinin kalplerindeki kinleri çıkarır atarız. Onlar artık, tahtlar üzerinde, karşı karşıya oturan kardeşler olacaklar. |
47 |
|
لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ Onlara orada hiçbir yorgunluğa, zahmete katlanmayacaklar. Onlar oradan çıkarılmayacaklar da. |
48 |
|
نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ Kullarıma, benim çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu haber ver. |
49 |
|
وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ Azâbım, işte o, çok can yakıcı, inletici, çok müthiştir. |
50 |
|
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ Onlara, İbrâhim’in misafirleriyle ilgili de haber ver. |
51 |
|
اِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَاماًۜ قَالَ اِنَّا مِنْكُمْ وَجِلُونَ Misafirler, İbrâhim’in yanına girdikleri zaman: 'Selâm sana, selâmette ol, sen selâmete erenlerdensin' dediler. İbrâhim: 'Biz sizden korkuyoruz.' dedi. |
52 |
|
قَالُوا لَا تَوْجَلْ اِنَّا نُبَشِّرُكَ بِغُلَامٍ عَل۪يمٍ 'Korkma. Biz sana bilge bir oğul müjdeliyoruz.' dediler. |
53 |
|
قَالَ اَبَشَّرْتُمُون۪ي عَلٰٓى اَنْ مَسَّنِيَ الْكِبَرُ فَبِمَ تُبَشِّرُونَ İbrâhim: 'İhtiyarlık üzerime çökmesine rağmen, bana müjde mi veriyorsunuz? Neye dayanarak müjde veriyorsunuz?' dedi. |
54 |
|
قَالُوا بَشَّرْنَاكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُنْ مِنَ الْقَانِط۪ينَ Melekler: 'Seni kesinlik kazanan bir hakikatle, doğru bir haberle müjdeledik. Sakın ümitsizliğe düşenlerden olma.' dediler. |
55 |
|
قَالَ وَمَنْ يَقْنَطُ مِنْ رَحْمَةِ رَبِّه۪ٓ اِلَّا الضَّٓالُّونَ İbrâhim: 'Hak yoldan uzaklaşarak, başına buyruk yaşayanların, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih edenlerin dışında kim Rabbinin rahmetinden ümit kesebilir?' dedi. |
56 |
|
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ اَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ 'Ey elçiler, başka ne istiyorsunuz, ne işiniz var?' dedi. |
57 |
|
قَالُٓوا اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمٍ مُجْرِم۪ينَۙ Melekler: 'İslâm’a planlı cephe alarak, müslümanlığı, müslüman nesilleri yozlaştırma, yok etme suçu işleyen güç ve iktidar sahibi âsi, suçlu, günahkâr bir kavme görevli olarak gönderildik' dediler. |
58 |
|
اِلَّٓا اٰلَ لُوطٍۜ اِنَّا لَمُنَجُّوهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ 'Lût’un ailesine gönderilmedik. Onların hepsini kurtaracağız.' dediler. |
59 |
|
اِلَّا امْرَاَتَهُ قَدَّرْنَٓاۙ اِنَّهَا لَمِنَ الْغَابِر۪ينَ۟ 'Karısı müstesna. Biz, karısının geride kalanlardan, helâk edilenlerden olmasına hükmettik.' dediler. |
60 |
|
فَلَمَّا جَٓاءَ اٰلَ لُوطٍۨ الْمُرْسَلُونَۙ Elçiler Lût’un ailesine geldiklerinde, Lût irkildi. |
61 |
|
قَالَ اِنَّكُمْ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ Onlara: 'Siz, kimse tarafından tanınmayan ürküntü veren kimselersiniz' dedi. |
62 |
|
قَالُوا بَلْ جِئْنَاكَ بِمَا كَانُوا ف۪يهِ يَمْتَرُونَ Onlar: 'Tam aksine, biz sana, onların şüphe ettiği azâbı getirdik' dediler. |
63 |
|
وَاَتَيْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 'Sana, haklı bir gerekçe ile, hikmete dayalı, kesinlik kazanan bir cezayı uygulamak için geldik. Biz kesinlikle doğru söylüyoruz.' dediler. |
64 |
|
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَاتَّبِـعْ اَدْبَارَهُمْ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ وَامْضُوا حَيْثُ تُؤْمَرُونَ 'Gecenin bir bölümünde aile fertlerini, mü’minleri yola çıkar. Sen de arkalarından yürü. Sizden hiç kimse, geride kalanlarla ilgilenerek geri kalmasın, gözü geride olmasın. İstenen, emredilen yöne doğru gidin.' dediler. |
65 |
|
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ Biz Lût’a, bu kâfirlerin sabaha çıkarken mutlaka köklerinin kazınmış olacağı planını, hükmünü vahyile bildirmiştik. |
66 |
|
وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ Şehir halkı, güzel yüzlü melekleri görünce, akıllarındakini yapabileceklerini düşünüp sevinerek geldiler. |
67 |
|
قَالَ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ضَيْف۪ي فَلَا تَفْضَحُونِۙ Lût: 'Bunlar benim misafirlerim. Onlara kötü davranarak beni ayıplanacak duruma düşürmeyin.' dedi. |
68 |
|
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَلَا تُخْزُونِ 'Allah’ın emirlerine karşı gelmekten, azâbından korunun. Beni rezil etmeyin.' dedi. |
69 |
|
قَالُٓوا اَوَلَمْ نَنْهَكَ عَنِ الْعَالَم۪ينَ Kavmi: 'Biz seni, başkaları adına konuşmaktan, elâlemi savunmaktan men etmemiş miydik?' dediler. |
70 |
|
قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ Lût: 'Ümmetim içinde evliliğe hazır dolu genç kızlarım var. Aklınızdakini yapacaksanız eğer, onlarla evlenin.' dedi. |
71 |
|
لَعَمْرُكَ اِنَّهُمْ لَف۪ي سَكْرَتِهِمْ يَعْمَهُونَ 'Dinine andolsun ki ey Lût, onlar şehvet sarhoşluğu içinde, önlerine gelene sarkıntılık yapıp duruyorlar. Seni hiç dinlerler mi?' |
72 |
|
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِق۪ينَۙ Güneş doğarken, şiddetli bir gürleme halinde âni bir darbe onların işini bitirdi. |
73 |
|
فَجَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۜ Böylece, ülkenin altını üstüne getirdik. Belirlenmiş cezanın infazı için üzerlerine balçıktan dökülerek pişirilmiş taşlar yağdırdık. |
74 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْمُتَوَسِّم۪ينَ İşte bunda, dinin hakikatine eren, ferâset sahibi, düşünen, anlayışlı kimseler için ibretler, Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren deliller vardır. |
75 |
|
وَاِنَّهَا لَبِسَب۪يلٍ مُق۪يمٍ Onların şehirleri hâlâ gözler önünde, bir yol üzerindedir. |
76 |
|
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَۜ Hakikaten bunda iman edenler, mü’minler için ibretler, uyarılar vardır. |
77 |
|
وَاِنْ كَانَ اَصْحَابُ الْاَيْكَةِ لَظَالِم۪ينَۙ Eyke halkı da kesinlikle inkârda, isyanda ısrar eden zâlimler idi. |
78 |
|
فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْۢ وَاِنَّهُمَا لَبِاِمَامٍ مُب۪ينٍۜ۟ Biz onlara, lâyık oldukları cezayı verdik. İkisi de, Eyke ve Medyen açık bir yol üzerindedir. |
79 |
|
وَلَقَدْ كَذَّبَ اَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَل۪ينَۙ Andolsun Hıcr halkı da özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere görevlendirilen Sâlih’i yalanlayarak bütün peygamberleri inkâr etmişti. |
80 |
|
وَاٰتَيْنَاهُمْ اٰيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَۙ Biz onlara, Semud kavmine, Rasûlümüzün hak peygamber olduğuna delâlet eden âyetlerimizi, mûcizelerimizi vermiştik, onlar âyetlerimizden yüz çeviriyorlar, engelleme tedbirleri alıyorlardı. |
81 |
|
وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتاً اٰمِن۪ينَ Onlar dağların yamaçlarında keserek, yontarak, kendilerini cezadan kurtaracak emniyetli kaya damlar, evler yapıyorlardı. |
82 |
|
فَاَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِح۪ينَۙ Sabah olmak üzereyken, şiddetli bir gürleme halinde âni bir darbe onların işini bitirdi. |
83 |
|
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَۜ Yapmakta oldukları sığınaklar, güçleri, kazanmakta oldukları şeyler, onların başına gelenleri engelleyemedi. |
84 |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki varlıkları ve imkânları, ancak, haklı bir gerekçe ile, hikmete dayalı, hesaplı bir düzen içinde yarattık. Kıyametin kopacağı an mutlaka gelecek, sana ve dinine karşı, hesaplı, planlı düşmanlık edenleri Allah dünyada mutlaka cezalandıracaktır. Şimdi sen onlara, azarlamadan, kınamadan yumuşak davran ve güzel muamele et. |
85 |
|
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ الْخَلَّاقُ الْعَل۪يمُ Rabbin hakkıyla yaratıcıdır ve her şeyi bilir. |
86 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ سَبْعاً مِنَ الْمَثَان۪ي وَالْقُرْاٰنَ الْعَظ۪يمَ Andolsun ki, biz sana namazda tekrar tekrar okunan yedi âyeti, Fâtiha’yı, birbirini takviye eden yedi büyük sûreyi, tekrarlanarak anlatılan yedi konuyu, yedi şekilde ifade edilen âyetleri, yedi büyük lütfu ve yüce, azametli Kur’ân’ı verdik. |
87 |
|
لَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلٰى مَا مَتَّعْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجاً مِنْهُمْ وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِن۪ينَ Sakın, kâfirlerden birkaç çiftini, bir takımını faydalandırdığımız dünya malına tamah etme, göz dikme. İman etmiyorlar diye üzülme. Mü’minlere kolkanat ger. |
88 |
|
وَقُلْ اِنّ۪ٓي اَنَا النَّذ۪يرُ الْمُب۪ينُۚ 'Sorumluluk, hesap ve cezanın varlığını açıklayan apaçık uyarıcı benim, ben' de. |
89 |
|
كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ Uyarıcılık görevini yapman için Kurân’ı da sana vahyettik. Tıpkı onu hak ve bâtıl diye kısımlara ayırıp bir kısmına iman eden, bir kısmını inkâr eden yahudi ve hristiyanlara; grup grup şehre giriş yollarını keserek Muhammed’in Kur’ân’ı tebliğini engelleyenlere indirdiğimiz kutsal kitaplar gibi. |
90 |
|
اَلَّذ۪ينَ جَعَلُوا الْقُرْاٰنَ عِض۪ينَ Onlar, Kur’ân’ın tutarsız, çelişkili anlamlar yığını olduğunu, Tevrat’a ve İncil’e uygun ve aykırı kısımlarının bulunduğunu ortaya koymaya çalışanlardır. |
91 |
|
فَوَرَبِّكَ لَنَسْـَٔلَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ Rabbin hakkı için, biz onların hepsini sorguya çekeceğiz. |
92 |
|
عَمَّا كَانُوا يَعْمَلُونَ İşlemekte oldukları amellerden dolayı onları sorguya çekeceğiz. |
93 |
|
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ Şimdi sen tebliğ ile emrolunduğun şeyleri, Kur’ân’ı açıkça ilan edip anlatarak inanmayanların cemaatlerini böl, fikirlerini parçala. Grup grup imana kavuşturarak, İslâm toplumuna kat. İlâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşmakta ısrar eden müşriklerin faaliyetlerine karşı tedbir al. |
94 |
|
اِنَّا كَفَيْنَاكَ الْمُسْتَهْزِء۪ينَۙ Seninle alay edenlere karşı, bizim seninle beraber olmamız sana yeter. |
95 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَجْعَلُونَ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۚ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Alay edenler, Allah ile birlikte başkasını ilâh sayanlardır. Her iki dünyada da âkıbetlerinin nasıl olacağını yakında öğrenecekler. |
96 |
|
وَلَقَدْ نَعْلَمُ اَنَّكَ يَض۪يقُ صَدْرُكَ بِمَا يَقُولُونَۙ Onların sana ve ashabına söylemeye devam ettikleri mantıksız, incitici, çirkin sözler yüzünden senin canının sıkıldığını andolsun biliyoruz. |
97 |
|
فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ Rabbini hamd ile tesbih et. Cemaat halinde, secdelere kapanarak namaz kılanlardan ol. |
98 |
|
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتّٰى يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ Kesin iman edilecek hakikatlerle yüz yüze gelme vaktine kadar, imanın hazzı, Hakka’l-yakîn huzuru ruhunu kaplayacak tarzda Allah’ı ilâh tanı, candan müslüman olarak Allah’a teslim ol, saygıyla Rabbine kulluk ve ibadete devam et, O’nun şeriatına bağlan, O’na boyun eğ. |
99 |