|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَنْفَالِۜ قُلِ الْاَنْفَالُ لِلّٰهِ وَالرَّسُولِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَصْلِحُوا ذَاتَ بَيْنِكُمْۖ وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُٓ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ (Ey Rasûlüm! O mü’minler) sana harp ganimetlerinden soruyorlar. De ki: “Harp ganimetleri Allah’ın ve Rasûl’ündür (ve onlar, o ganimetleri diledikleri gibi taksim ederler.)” Bu bakımdan, bütün hükümlerinde Allah’a karşı gelmekten sakının ve (aranızda herhangi bir anlaşmazlığa meydan vermeyin, anlaşmazlık olduğunda da hemen) aranızı düzeltin. Eğer gerçekten iman etmiş hakikî mü’minlerseniz, Allah’a ve Rasûlü’ne (bütün emir ve yasaklarında) itaat edin. |
1 |
|
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَاِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ اٰيَاتُهُ زَادَتْهُمْ ا۪يمَاناً وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ Mü’minler ancak o kimselerdir ki, yanlarında Allah anıldığı, Allah’tan bahsedildiği zaman kalbleri ürperir ve kendilerine O’nun âyetleri okunup tebliğ edildiğinde, bu onları imanda daha bir pekiştirir ve bütün işlerinde daima ve yalnızca Rabbilerine dayanıp güvenirler. |
2 |
|
اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۜ Onlar, bütün şartlarına riayet ederek, vaktinde ve aksatmadan namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak (mal, güç, zekâ, bilgi...) ne lûtfetmişsek, onun bir miktarını (Allah rızası için ve kimseyi minnet altında koymadan ihtiyaç sahiplerine) geçimlik olarak verirler. |
3 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَـقاًّۜ لَهُمْ دَرَجَاتٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌۚ İşte (parmakla gösterilmeye değer bu üstün kâmetler), gerçekten mü’min olanlardır. Onlar için Rabbileri nezdinde terakki üstüne terakki ve birbiri üstüne mevkiler, (büyük lütuflara açık) bir mağfiret ve pek bol, artıp eksilmeyen, hiç zararsız ve bütünüyle hayır bir rızık (olarak Cennet nimetleri) vardır. |
4 |
|
كَمَٓا اَخْرَجَكَ رَبُّكَ مِنْ بَيْتِكَ بِالْحَقِّۖ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ لَكَارِهُونَۙ Hani Rabbin seni, gerçekleşmesini çoktan irade etmiş bulunduğu hak bir iş için evinden çıkarmıştı. Bununla birlikte mü’minlerden bir grup, hadiselerin aldığı yönden hiç de hoşnut değildi. |
5 |
|
يُجَادِلُونَكَ فِي الْحَقِّ بَعْدَ مَا تَبَيَّنَ كَاَنَّمَا يُسَاقُونَ اِلَى الْمَوْتِ وَهُمْ يَنْظُرُونَۜ Allah’ın çoktan irade buyurduğu ve gerçekleşme yoluna girmiş bu hak meselede hadiselerin yönü apaçık ortaya çıktıktan sonra bile, sanki göz göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi seninle münakaşa ediyorlardı. |
6 |
|
وَاِذْ يَعِدُكُمُ اللّٰهُ اِحْدَى الطَّٓائِفَتَيْنِ اَنَّهَا لَكُمْ وَتَوَدُّونَ اَنَّ غَيْرَ ذَاتِ الشَّوْكَةِ تَكُونُ لَكُمْ وَيُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُحِقَّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَيَقْطَعَ دَابِرَ الْكَافِر۪ينَۙ Allah size, o iki taifeden (kervan ve yaklaşmakta olan Mekke ordusundan) birisine karşı kesin galip geleceksiniz diye söz vermişti. Siz, hissenize güçsüz taraf düşsün istiyordunuz; oysa Allah, verdiği hüküm, hükmünü icra ve bu icranın düsturları gereği hakkı üstün kılıp onun hak olduğunu göstermek ve o kâfirlerin ileri gelenlerinin köklerini keserek, küfrün tam mağlûbiyetiyle neticelenecek bir yolu başlatmak diliyordu. |
7 |
|
لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ Böyle diliyordu ki, hayatları günah hasadından ibaret olan o inkârcı suçlular hoşlanmayacak da olsa, hakkı üstün kılıp onun hak olduğunu, bâtılı iptal edip onun da bâtıl olduğunu göstersin. |
8 |
|
اِذْ تَسْتَغ۪يثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ اَنّ۪ي مُمِدُّكُمْ بِاَلْفٍ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ مُرْدِف۪ينَ Siz o demde Rabbinizden yardım ve merhamet dileniyordunuz; O da, “İşte Ben, yardımınıza ardı ardına bin melek gönderiyorum!” diye bu dileklerinize cevap veriyordu. |
9 |
|
وَمَا جَعَلَهُ اللّٰهُ اِلَّا بُشْرٰى وَلِتَطْمَئِنَّ بِه۪ قُلُوبُكُمْۚ وَمَا النَّصْرُ اِلَّا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ Allah, ancak kazanacağız zafere bir müjde olsun ve bütün endişeleriniz gidip kalbleriniz yatışsın diye imdadınıza böyle bin melek gönderdi; yoksa gerçekte yardım ancak O’nun katındandır: (bizatihî yardım eden O’dur ve O yardım ediyorsa, başkasının yardımına ihtiyaç yoktur.) Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır. |
10 |
|
اِذْ يُغَشّ۪يكُمُ النُّعَاسَ اَمَنَةً مِنْهُ وَيُنَزِّلُ عَلَيْكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً لِيُطَهِّرَكُمْ بِه۪ وَيُذْهِبَ عَنْكُمْ رِجْزَ الشَّيْطَانِ وَلِيَرْبِطَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ وَيُثَبِّتَ بِهِ الْاَقْدَامَۜ (Cesarete en çok ihtiyaç duyduğunuz) en kritik anda O, Kendine has bir nimeti ve bütün endişelerinizi unutturacak bir güven sebebi olarak sizi hafif ve tatlı bir uyku ile bürüyordu. Ayrıca, onunla (abdest ve gusül almanıza imkân vererek) maddîmanevî bütün kirlerinizi temizlemek, şeytanın içinize attığı vesvese ve daha başka bütün kötü duyguları gidermek, kalblerinizde Allah’a ve va’dine olan güveni pekiştirmek ve ayaklarınızın yere sağlam basmasını sağlamak için gökten üzerinize su indiriyordu. |
11 |
|
اِذْ يُوح۪ي رَبُّكَ اِلَى الْمَلٰٓئِكَةِ اَنّ۪ي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ سَاُلْق۪ي ف۪ي قُلُوبِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْاَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍۜ Rabbin, bir taraftan da meleklere şunları vahyediyordu: “Hiç şüphesiz Ben sizinle beraberim; siz de iman kalblerinde yerleşmiş bulunan o mü’minlerin hiç sarsılmamalarını sağlayın. Küfürde demir atmış bulunanların kalblerine ise korku salacağım; siz de onların boyunlarının üzerinden vurun; (yay ve kılıç tutan) parmaklarına da vurun!” |
12 |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ شَٓاقُّوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُۚ وَمَنْ يُشَاقِقِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ Şunun için ki onlar, Allah ve Rasûlü’yle zıtlaştılar. Kim Allah ve Rasûlüyle zıtlaşırsa, herkes bilsin ki, hiç şüphesiz Allah, cezalandırması çok çetin olandır. |
13 |
|
ذٰلِكُمْ فَذُوقُوهُ وَاَنَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابَ النَّارِ İşte böyle (ey Allah ve Rasûlü’yle zıtlaşanlar!) Tadın O’nun verdiği cezayı; kâfirler için ayrıca Ateş azabı da vardır. |
14 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا زَحْفاً فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْاَدْبَارَۚ Ey iman edenler! Ordular halinde kâfirlerle karşılaştığınız zaman onlara arkanızı dönüp cepheyi terketmeyin! |
15 |
|
وَمَنْ يُوَلِّهِمْ يَوْمَئِذٍ دُبُرَهُٓ اِلَّا مُتَحَرِّفاً لِقِتَالٍ اَوْ مُتَحَيِّزاً اِلٰى فِئَةٍ فَقَدْ بَٓاءَ بِغَضَبٍ مِنَ اللّٰهِ وَمَأْوٰيهُ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ Her kim böyle bir günde, dönüp yeniden hücum etmek için bir kenara çekilmek, veya destek olmak ya da savaşmak gayesiyle bir başka birliğe katılmak, veyahut başka bir düşman birliğiyle savaşmak gibi taktik gereği maksatlar dışında onlara arkasını dönüp cepheyi terkederse, hiç şüphesiz Allah’ın çok şiddetli bir cezasını üzerine çekmiş olur ve böyle birinin nihaî barınağı da Cehennem’dir. Ne fena bir âkıbet, ne kötü bir son durak! |
16 |
|
فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ قَتَلَهُمْۖ وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ وَلِيُبْلِيَ الْمُؤْمِن۪ينَ مِنْهُ بَلَٓاءً حَسَناًۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ Savaşta onları siz gerçekte kendi kuvvetinize dayanarak öldürmediniz; onların canını Allah aldı. (Ey Rasûlüm, savaşın başında onların yüzüne toprak) saçtığın zaman da, onu (öyle her birinin gözüne girecek şekilde) sen atmadın, fakat Allah attı. Ve Allah, mü’minleri böylece neticesi güzel bitecek bir imtihana tâbi tuttu. Şüphesiz ki Allah, (her ne söylerseniz onu) hakkıyla işitir; (her ne yaparsanız ve her ne durumda olursanız onu) hakkıyla bilir. |
17 |
|
ذٰلِكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ مُوهِنُ كَيْدِ الْكَافِر۪ينَ İşte Allah, (mü’min olduğunuz için) size böyle muamele ediyor; ve hiç şüphesiz Allah, kâfirlerin bütün tuzak ve tedbirlerini işlemez hale getirir. |
18 |
|
اِنْ تَسْتَفْتِحُوا فَقَدْ جَٓاءَكُمُ الْفَتْحُۚ وَاِنْ تَنْتَهُوا فَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَاِنْ تَعُودُوا نَعُدْۚ وَلَنْ تُغْنِيَ عَنْكُمْ فِئَتُكُمْ شَيْـٔاً وَلَوْ كَـثُرَتْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ (Ey küfredenler,) zaferi kim kazanırsa haklı taraf odur diyerek, Allah’ın hükmünü vermesini istiyordunuz; işte beklediğiniz zafer ve hüküm geldi. Artık mü’minlere düşmanlıktan vazgeçerseniz, bu sizin için hayırlı olur; yok, yeniden düşmanlığa dönerseniz, Biz de geçen savaşta nasıl davranmışsak yine öyle davranırız. Bilin ki, sayıca ne kadar çok olursa olsun büyük bir topluluk halinde bulunmanızın size vereceği hiçbir fayda yoktur. Çünkü Allah, mü’minlerle beraberdir. |
19 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَوَلَّوْا عَنْهُ وَاَنْتُمْ تَسْمَعُونَۚ Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ ne itaat edin ve (Allah’ın görderdiği vahyi O’ndan) işitip dururken Rasûlüllah’tan yüz çevirmeyin. |
20 |
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ Ve, kulaklarından kalblerine hiçbir şey girmediği halde “İşittik!” diyenler gibi olmayın. |
21 |
|
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الصُّمُّ الْبُكْمُ الَّذ۪ينَ لَا يَعْقِلُونَ Allah katında yeryüzündeki canlı varlıkların en kötüsü, en şerlisi, (vahyî hakikatler karşısında) sağır ve dilsiz kesilenlerdir ki, hiç düşünmez ve akletmezler. |
22 |
|
وَلَوْ عَلِمَ اللّٰهُ ف۪يهِمْ خَيْراً لَاَسْمَعَهُمْۜ وَلَوْ اَسْمَعَهُمْ لَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ Eğer Allah onlarda bir hayır bulunduğunu görseydi, elbette onlara işittirirdi. Ama bir gerçek var ki, eğer onlara işittirecek bile olsa, (inanma kabiliyetini yitirmiş olduklarından) aldırmazlık içinde yine döner giderler. |
23 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّـهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ Ey iman edenler! Rasûlüllah sizi size hayat verecek (hakkı görmenizi, işitmenizi ve konuşmanızı sağlayacak) şeylere çağırdığı zaman Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına perde çeker (ve o kalbi, kişinin manevî ölümüne sebep olacak şekilde gerçeklerden saptırır). Sonra hiç şüphesiz, (dünyada iken yaptıklarınızdan sorguya çekilmek üzere) O’nun huzurunda toplanacaksınız. |
24 |
|
وَاتَّقُوا فِتْنَةً لَا تُص۪يبَنَّ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْكُمْ خَٓاصَّةًۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ Bir de, (samimî olanı samimî olmayandan ayıracak imtihan niteliğinde) öyle bir fitneden, (öyle bir kaos halinden) sakının ki, içinizde yalnızca zulmedenlere dokunmakla kalmaz. Yine bilin ki Allah, cezalandırması çok çetin olandır. |
25 |
|
وَاذْكُـرُٓوا اِذْ اَنْتُمْ قَل۪يلٌ مُسْتَضْعَفُونَ فِي الْاَرْضِ تَخَافُونَ اَنْ يَتَخَطَّفَكُمُ النَّاسُ فَاٰوٰيكُمْ وَاَيَّدَكُمْ بِنَصْرِه۪ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ Hem hatırlayın: bir zaman siz pek azdınız ve yeryüzünde hiç önemsenmiyor, baskıya ve zulme maruz kalıyor, insanların sizi kapıp götürüvermesinden, ezip geçivermesinden korkuyordunuz. Siz bu halde iken Allah size sığınacağınız bir yurt nasip buyurdu, sizi bizzat yardımıyla destekleyip güçlendirdi ve temiz, sağlıklı nimetlerden size rızıklar ihsan etti; ta ki (kalben, dilinizle ve O’nun hükümlerini yerine getirerek) devamlı şükredesiniz. |
26 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَخُونُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَ وَتَخُونُٓوا اَمَانَاتِكُمْ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ Ey iman edenler! Allah’a ve (risaletin zirve temsilcisi) Rasûl’e hainlik etmeyin; böyle yaparsanız, (birbirinizin ırzı, malı, namusu ve size tevdi edilen makam, mevki, vazife ve sorumluluklar gibi) aranızdaki emanetleri koruyamaz, onlara da bile bile hainlik etmiş olursunuz. |
27 |
|
وَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَاَوْلَادُكُمْ فِتْنَةٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ عِنْدَهُٓ اَجْرٌ عَظ۪يمٌ۟ İyi bilin ki, mallarınız da, çocuklarınız da ancak birer imtihan sebebidir; ve (yine iyi bilin ki) Allah, evet O’nun katındadır en büyük ücret ve mükâfat. |
28 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنْ تَتَّقُوا اللّٰهَ يَجْعَلْ لَكُمْ فُرْقَاناً وَيُكَفِّرْ عَنْكُمْ سَيِّـَٔاتِكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ ذُوالْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ Ey iman edenler! Kalbleriniz Allah saygısıyla dopdolu olur ve O’na karşı gelmekten sakınır (daima takva duygusuyla hareket ederseniz), Allah sizin için (kalbinizde), ona dayanarak hakkı bâtıldan, doğruyu yanlıştan ayırabileceğiniz şaşmaz bir ölçü var eder, kusurlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah, çok büyük fazl sahibidir, karşılıksız lütf u ihsanda bulunmada pek cömerttir. |
29 |
|
وَاِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ اَوْ يَقْتُلُوكَ اَوْ يُخْرِجُوكَۜ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّٰهُۜ وَاللّٰهُ خَيْرُ الْمَاكِر۪ينَ (Ey Rasûlüm,) hani o küfredenler seni, elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar, yahut öldürsünler mi veya ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar hazırlıyorlardı. Onlar böyle tuzaklar hazırlayadursun, Allah Kendi iradesini uygulamaya koyuyor (ve onların tuzaklarını kendi başlarına dolanacak bir tuzak haline getiriyordu). Allah, tuzakların hayırlı olanını kuran ve tamamen hayra dayalı Kendi iradesini hakim kılandır. |
30 |
|
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا قَالُوا قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَٓاءُ لَقُلْنَا مِثْلَ هٰذَٓاۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ Âyetlerimiz kendilerine okunduğu veya okunacağı zaman, “Biz, böyle şeyleri çok işittik; hem istesek, benzerlerini biz de söyleyebiliriz. Bunlar, eskilerin uydurması birtakım masal ve hurafelerden başka bir şey değil!” diye tepki verirler. |
31 |
|
وَاِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ اِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَاَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِنَ السَّمَٓاءِ اَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ Hani bir zaman şöyle diyenler de olmuştu: “Artık bıkkınlık verdi bu! Allah’ım, (Rasûl’ün şu söyledikleri) eğer Sen’in katından buyurulmuş bir gerçek ise, hemen üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize başka türlü acı bir azap ver!” |
32 |
|
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ Oysa sen aralarında bulunduğun, (vefatından sonra da senin izinde gidip Sünnet’ine tâbi oldukları) müddetçe Allah onlara (insanlara) azap edecek (onları toptan imha edecek) değildir. Bir de, (Sen aralarında olmasan bile,) yaptıklarına pişmanlık duyup günahlarının bağışlanmasını diledikleri sürece de Allah onlara (aynı şekilde) azap edecek değildir. |
33 |
|
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ Buna karşılık, üstelik Kâbe’nin ona lâyık yöneticileri ve koruyucuları olmadıkları halde Mescidi Haram’da ibadete ve mü’ minlerin orayı ziyaretine mani olup dururlarken, Allah o (zalim müşriklere dünyada) niye azap etmesin, (onları özellikle Müslümanların eliyle neden cezalandırmasın) ki? Mescidi Haram’ın hizmet ve yönetimine lâyık olanlar, ancak Allah’a isyandan sakınan ve içleri O’na karşı saygıyla dopdolu olarak O’nun hükümlerini titizlikle yerine getiren (mü’minler)dir. Fakat o inanmayanların çoğunun ilimle alâkası yoktur ki, bunu da bilsinler. |
34 |
|
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ Onların Beytullah’ın yanında (Mescidi Haram’da) dua ve namaz niyetine yaptıkları ibadetler, ıslık çalıp el çırpmaktan ibarettir. Şimdi, (ey halleri böyle olan inkârcılar! İnanç, söz ve davranışlarınızla) sürekli küfrünüzü ortaya koyduğunuzdan dolayı tadın hak ettiğiniz (mağlubiyet ve bazınız itibariyle savaşta öldürülme) azabını! |
35 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ O küfür içinde bulunanlar, mallarını ancak insanları Allah’ın yolundan alıkoymak için harcamaktadırlar. Harcamaya devam da edeceklerdir! Ama bir gün gelecek ve yaptıkları harcamalar onlara yürek acısı olacak, sonra da kesin mağlûbiyete uğrayacaklardır. Küfürlerinde ısrar edenler, en sonunda Cehennem’e sürülüp orada toplanacaklardır. |
36 |
|
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعاً فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ Allah, işte böyle murdarı pak olandan ayırır ve murdar olanları birbiri üzerine yığıp, hepsini bir balya haline getirir ve ardından Cehennem’e doldurur. Öyleleridir bütünüyle kaybedip, kendi kendilerini helâke sürükleyenler. |
37 |
|
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ Küfürde ısrar eden o kimselere söyle ki, eğer küfürlerinden vazgeçer ve İslâm’a dahil olurlarsa, daha önce işledikleri günahlar bağışlanacaktır; yok, küfürde diretip de düşmanlıklarına tekrar dönecek olurlarsa, daha önceden yaşayıp giden emsallerinin başlarına gelenler ortada! |
38 |
|
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ (Küfürde ve düşmanlıkta ısrar etmeleri halinde,) küfür ve şirkin hakimiyetinin meydana getirdiği zulüm ve baskı ortamı (fitne) ortadan kalkıp da Hak Din mevkiini alıncaya, din bütünüyle Allah’a hasredilinceye kadar onlarla savaşın. Eğer (fitneden ve düşmanlıklarından) vazgeçerlerse, şurası muhakkak ki Allah, her ne işliyorlarsa onu hakkıyla görmektedir. |
39 |
|
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ Her şeye rağmen kendi bildiklerinde gidecek olurlarsa, bilin ki Allah, sizin Mevlânız (sahibiniz, koruyucunuz, en yakın dostunuz)dur. O ne güzel Mevlâ, ne güzel Yardımcıdır! |
40 |
|
وَاعْلَمُٓوا اَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَاَنَّ لِلّٰهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينِ وَابْنِ السَّب۪يلِۙ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ Şunu da bilin ki, ganimet olarak her ne alırsanız Allah içindir onun beşte biri ve Rasûl için, ayrıca Rasûl’ün akrabaları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Eğer Allah’a ve hak ile bâtılın bütün bütün ayrıştığı (Bedir) gününde, iki ordunun karşı karşıya geldiği o günde kulumuza indirdiğimiz (âyetlere, meleklere ve yardımımıza) gerçekten iman etmişseniz, ganimetlerin taksimi bu şekildedir. Allah, her şeye hakkıyla güç yetirendir. |
41 |
|
اِذْ اَنْتُمْ بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُمْ بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوٰى وَالرَّكْبُ اَسْفَلَ مِنْكُمْۜ وَلَوْ تَوَاعَدْتُمْ لَاخْتَلَفْتُمْ فِي الْم۪يعَادِۙ وَلٰكِنْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۙ لِيَهْلِكَ مَنْ هَلَكَ عَنْ بَيِّنَةٍ وَيَحْيٰى مَنْ حَيَّ عَنْ بَيِّنَةٍۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَسَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ O Bedir günü, ey Müslümanlar, siz vadinin (Medine tarafında) yakın bir yamacında, onlar ise (Mekke tarafında) uzak bir yamacında bulunuyorlardı; kervan ise sahil boyunda ve size daha yakın bir yerde idi. Eğer onlarla bu şartlarda savaş için randevulaşmış olsaydınız, bu zemin ve şartları böyle ayarlayıp, randevuyu yerine getiremezdiniz. Fakat Allah, takdir buyurmuş olduğu bir işi icra etmek için sizi bu şekilde buluşturdu ki, her şey apaçık cereyan etsin de, helâk olan, (bâtıla uymakla helâki hak ettiğini gösteren) açık bir delile göre helâk olsun; (hakka tâbi olmakla) hayatta kalmayı, ebedî hayat ve kurtuluşu hak eden de açık bir delile göre hak etsin. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. |
42 |
|
اِذْ يُر۪يكَهُمُ اللّٰهُ ف۪ي مَنَامِكَ قَل۪يلاًۜ وَلَوْ اَرٰيكَهُمْ كَث۪يراً لَفَشِلْتُمْ وَلَتَنَازَعْتُمْ فِي الْاَمْرِ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ سَلَّمَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ (Ey Rasûlüm,) hani Allah, (savaştan önce) müşrik ordusunu sana rüyanda olduklarından çok daha az gösteriyordu. Böyle değil de, eğer (gerçek sayılarıyla) çok gösterseydi, mutlaka cesaretiniz kırılır ve neyi nasıl yapmak gerektiği konusunda ihtilâfa düşerdiniz. Fakat Allah, sizi böyle bir duruma düşmekten kurtardı ve esenliğe çıkardı. Şüphesiz Allah, sinelerin özünü, onlarda saklı tutulan bütün sırları hakkıyla bilir. |
43 |
|
وَاِذْ يُر۪يكُمُوهُمْ اِذِ الْتَقَيْتُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِكُمْ قَل۪يلاً وَيُقَلِّلُكُمْ ف۪ٓي اَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللّٰهُ اَمْراً كَانَ مَفْعُولاًۜ وَاِلَى اللّٰهِ تُرْجَعُ الْاُمُورُ۟ Savaş meydanında karşı karşıya geldiğiniz esnada Allah sizin gözlerinizde onları az gösteriyor ve sizi de onların gözünde küçültüyordu ki, böylece takdir buyurmuş olduğu bir işi icra etsin. Her halükârda bütün işler neticede varıp O’nda biter ve O neye hükmederse o olur. |
44 |
|
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يراً لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ Ey iman edenler! Herhangi bir düşman topluluğu ile karşı karşıya kaldığınız zaman sebat edin, dayanın ve Allah’ı çok hatırlayıp çok anın ki, bu sayede muradınıza ulaşabilesiniz. |
45 |
|
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ve aranızda çekişmeyin; yoksa korkuya kapılıp yılgınlık gösterirsiniz ve gücünüz, enerjiniz gider; ve tam manâsıyla sabredin. Hiç şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. |
46 |
|
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَراً وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ Harp için memleketlerinden çalım satarak, insanlara şov yaparak çıkan ve insanları Allah’ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların bütün yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır (ne yapıp ediyorlarsa hepsi Allah’ın bilgisi dahilinde ve bütünüyle kontrolü altındadır). |
47 |
|
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ O zaman, şeytan onlara yaptıklarını süsleyip, “Bugün, insanlar arasında size galip gelebilecek hiçbir kuvvet yoktur; ben de yanınızdayım!” demişti. Ama ne zaman ki iki ordu savaş düzeninde karşı karşıya geldi, o zaman topukları üzerinde gerisin geriye dönüp kaçmaya durdu ve “Benim sizinle bir alâkam yoktur. Şurası bir gerçek ki ben, sizin görmediğinizi görüyorum; hem ben, Allah’tan korkarım da!” deyip sıvışıverdi. Allah, cezalandırması pek çetin olandır. |
48 |
|
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ Münafıklar ve kalblerinin tam merkezinde (manevî hayatlarını yok eden) bir hastalık bulunanlar da mü’minler hakkında, “Kendilerini bir şey zanneden şu basit adamları dinleri aldattı! (Aksi halde, kendilerinden sayı ve malzeme bakımından çok güçlü olan Mekke ordusuyla savaşmaya kalkışabilirler mi?)” diyorlardı. Fakat şurası bir gerçek ki, kim Allah’a güvenip dayanırsa, hiç şüphesiz Allah izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır. |
49 |
|
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ Melekler, küfürde kök atmış olanların yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını alırken bir görsen: “Tadın bakalım şimdi cayır cayır yanmanın acısını!” |
50 |
|
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ Düçar olduğunuz bu hâl, bizzat kendi ellerinizle Âhiret’e gönderdiğiniz günahlarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına karşı asla zulmedici değildir. |
51 |
|
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ Tıpkı Firavun oligarşisiyle daha öncekilerin durumu gibi: Allah’ın âyetlerini bile bile inkâr ettiler; Allah da, günahları sebebiyle onları kıskıvrak yakalayıverdi. Allah, tam kuvvet sahibidir; cezalandırması çok çetin olandır. Şeytan’ın, “Benim sizinle bir alâkam yoktur... Hem, ben Allah’tan korkarım da!” sözleri, mü’minlerin melekler tarafından desteklendiğini anlaması üzerine kaçma adına uydurduğu bir mazeretten ibarettir. |
52 |
|
ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ لَمْ يَكُ مُغَيِّراً نِعْمَةً اَنْعَمَهَا عَلٰى قَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۙ وَاَنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۙ Bunu şunun için hatırlatıyoruz ki, bir millet kendi içinde ve iç dünyasında değişikliğe uğramadıkça, Allah da o millete bahşetmiş olduğu nimeti asla değiştirmez. Hiç şüphesiz Allah, her sözü hakkıyla işitendir, her şeyi hakkıyla bilendir. |
53 |
|
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْۚ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَغْرَقْـنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَۚ وَكُلٌّ كَانُوا ظَالِم۪ينَ Evet, Firavun oligarşisiyle daha öncekilerin durumu gibi: Rabbilerinin âyetlerini yalanladılar; Biz de günahları sebebiyle onları helâk ettik ve Firavun oligarşisini suda boğduk. Herhangi bir şekilde helâk edilen toplulukların her biri, (Rabbilerine karşı âsi, insanlara karşı zalim olmakla,) aslında kendi öz canlarının zalimleri idiler. |
54 |
|
اِنَّ شَرَّ الدَّوَٓابِّ عِنْدَ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَۚ Allah katında canlı yeryüzü varlıklarının en kötüsü, en şerlisi küfürde kök atan o kimselerdir ki, bundan böyle iman edecek değillerdir. |
55 |
|
اَلَّذ۪ينَ عَاهَدْتَ مِنْهُمْ ثُمَّ يَنْقُضُونَ عَهْدَهُمْ ف۪ي كُلِّ مَرَّةٍ وَهُمْ لَا يَتَّقُونَ Onlar, ne zaman kendileriyle bir anlaşma yapsan, Allah’tan korkmadan ve hiç çekinmeden her defasında anlaşmalarını bozarlar. |
56 |
|
فَاِمَّا تَثْقَفَنَّهُمْ فِي الْحَرْبِ فَشَرِّدْ بِهِمْ مَنْ خَلْفَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ Eğer onları savaş içinde kıstırıp ele geçirecek olursan, onlara (hak ettikleri) öyle bir muamelede bulun ki, daha başka ve ayrıca arkadan gelip aynı şekilde davranacak diğer düşmanlara akıllarını başlarına toplayacak şekilde ibret olsun. |
57 |
|
وَاِمَّا تَخَافَنَّ مِنْ قَوْمٍ خِيَانَةً فَانْبِذْ اِلَيْهِمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْخَٓائِن۪ينَ۟ Seninle anlaşma yapmış bir toplulukta anlaşmaya aykırı davrandıklarını ortaya koyan bir ihanet alâmeti tesbit edersen, onlara karşı bir tutum belirlemeden önce anlaşmanın artık geçersiz olduğunu resmen kendilerine bildir ki, iki taraf da durumdan tam haberdar olsun. Doğrusu Allah, hainleri asla sevmez. |
58 |
|
وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَبَقُواۜ اِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ Küfredenler, yaptıklarının yanlarına kalıp, kendilerini yakalayamayacağımızı ve böylece cezamızdan kaçabileceklerini katiyen düşünmesinler. Onlar, elimizden kurtulamazlar. |
59 |
|
وَاَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِه۪ عَدُوَّ اللّٰهِ وَعَدُوَّكُمْ وَاٰخَر۪ينَ مِنْ دُونِهِمْۚ لَا تَعْلَمُونَهُمْۚ اَللّٰهُ يَعْلَمُهُمْۜ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ يُوَفَّ اِلَيْكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ (Ey mü’minler!) Düşmanlarınıza karşı bütün imkânlarınızı seferber ederek kuvvet hazırlayın ve savaş atları yetiştirin. Böylece, Allah’ın düşmanlarını (doğrudan Din’e düşman olanları), sizin düşmanlarınızı ve daha başka kim olduklarını ve düşmanlık derecelerini sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği düşmanları korkutun; karşılarında caydırıcı güç olun. (Bu husus da dahil olmak üzere,) Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz ödenir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız. |
60 |
|
وَاِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Her şeye rağmen, o düşmanlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a dayanıp güven. Hiç şüphesiz Allah: O’dur Semî‘ (her sözü hakkıyla İşiten); Basîr (her şeyi hakkıyla Gören). |
61 |
|
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّـذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ Eğer seni aldatmak diliyor bile olsalar hiç tasalanma, Allah sana yeter. O’dur seni hep yardımıyla ve mü’minlerle destekleyen. |
62 |
|
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاً مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ Allah, o mü’minlerin kalblerini birleştirdi (ve onları arkanda sarsılmaz bir destekçi kıldı). Eğer yeryüzünde her ne varsa hepsini bu maksatla sarf etmiş olsaydın, yine de onların kalblerini birleştiremezdin, fakat Allah onları birleştirdi. Hiç şüphesiz Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galip olandır, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır. |
63 |
|
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ Ey, (Peygamberliğin zirve temsilcisi) Peygamber! Sana ve sana tâbi olan mü’minlere (yardımcı ve destekçi olarak) Allah yeter. |
64 |
|
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفاً مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ Ey, (Peygamberliğin zirve temsilcisi) Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et! Eğer sizden sabır ve irade kahramanı yirmi kişi olsa, (eşit savaş şartlarında) ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olsa, küfredenlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü o küfredenler, meselelerin özüne nüfuz edemeyen düşünce ve idrak yoksunu bir güruhtur. |
65 |
|
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفاًۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ Ama, (maddî teçhizat ve eğitim yönünden zayıf bulunduğunuz şu anda) Allah yükünüzü hafif tutuyor; O biliyor ki, hiç şüphesiz şu anda yetersizlik içindesiniz. O bakımdan şimdilik, sizden sabır ve irade kahramanı yüz kişi olsa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle ikibin kişiye galip gelir. Allah, sabır ve irade kahramanlarıyla beraberdir. |
66 |
|
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَـهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ Bir peygamberin, (vazife yaptığı) yerde galibiyetini perçinleyip dinini insanlar arasında yerleştirmedikçe esirleri olması uygun düşmez. (Ey mü’minler, savaşta düşmanın belini kırmadan ganimet toplamaya girişmek ve fidye için esir almakla) siz, dünya menfaatini arzu ediyorsunuz; halbuki Allah, (sizin için) Âhiret’i diliyor. Allah, izzet ve ululuk sahibi, her işte üstün ve mutlak galiptir, her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır. |
67 |
|
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ Eğer Allah’tan (esirlerin fidye karşılığı serbest bırakılabileceğine ve ganimetin helâl olduğuna dair) bir hüküm sâdır olmamış olsa idi, (düşmanın belini kırmadan fidye beklentisiyle) esir almaya girişmenizden ve (toplamaya koyulduğunuz) ganimetten dolayı, hiç şüphesiz size çok büyük bir azap dokunurdu. |
68 |
|
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالاً طَيِّباًۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ Fakat böyle bir hüküm sâdır olmuş bulunduğu için, artık aldığınız ganimetleri de, fidyeyi de helâl ve temiz, sağlığa zararsız olarak tüketin ve bütün davranışlarınızda Allah’a karşı gelmekten sakının. Hiç şüphesiz Allah, günahları çok bağışlayandır; bilhassa mü’min kullarına karşı hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır. |
69 |
|
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ ف۪ٓي اَيْد۪يكُمْ مِنَ الْاَسْرٰٓىۙ اِنْ يَعْلَمِ اللّٰهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ خَيْراً يُؤْتِكُمْ خَيْراً مِمَّٓا اُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ Ey (Peygamberliğin zirve temsilcisi) Peygamber! Elinizdeki esirlere şöyle de: “Eğer Allah kalblerinizde iyi niyet, iman ve teslimiyet istidadı bulursa, sizden alınan fidyeden daha hayırlı bir şeyi size bahşeder ve (bu ana kadar işlediğiniz bütün) günahlarınızı bağışlar. Allah, günahları çok bağışlayandır; bilhassa (tevbe ve imanla Kendisine yönelen) kullarına karşı hususî rahmet ve merhameti pek bol olandır.” |
70 |
|
وَاِنْ يُر۪يدُوا خِيَانَتَكَ فَقَدْ خَانُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ فَاَمْكَنَ مِنْهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ (Ey Rasûlüm!) Yok, sana ihanet eğilimi içinde iseler, şurası bir gerçek ki, daha önce de Allah’a karşı ihanet içinde idiler ama, manzara ortada: Allah onlara karşı sana imkân ve kudret bahşedip, onları senin eline düşürdü. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir; her hüküm ve icraatında pek çok hikmetler bulunandır. |
71 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ İman edip hicret edenler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım edenler var ya: işte onlar birbirlerinin velîleri, yardımcıları, işlerini havale edebilecekleri vekilleri, (malda da birbirlerinin vârisleri)dirler. Buna karşılık, iman etmiş olmakla birlikte henüz hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret etmedikçe kendilerine karşı böyle bir velâyet borcunuz yoktur ve aranızda mirasçılık olmaz. Ancak, Din hususunda sizden yardım isterlerse, kendileriyle aranızda anlaşma bulunan bir ülke, bir topluluk aleyhinde olmamak kaydıyla onlara yardım etmeniz gerekir. Allah, her ne yapıyorsanız hepsini hakkıyla görendir. |
72 |
|
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ اِلَّا تَفْعَلُوهُ تَكُنْ فِتْنَةٌ فِي الْاَرْضِ وَفَسَادٌ كَب۪يرٌۜ Küfür içinde bulunanlar da, (bilhassa sizin karşınızda) birbirlerinin velîleri, yardımcıları ve destekçileridir. Eğer siz aynı şekilde birbirinize arka çıkmaz ve destek olmazsanız, yeryüzünde ne getirip götüreceğini kestiremeyeceğiniz bir fitne, kargaşa ve çok büyük bir bozgunculuk patlak verir. |
73 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقاًّۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ İman edip hicret edenler ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenlerle onları barındıran ve onlara yardım edenler, işte onlardır gerçekten mü’min olanlar. Onlar için, (tahmin edemeyeceğiniz mükâfatlarla yüklü) bir mağfiret ve pek hoş, artıp eksilmeyen ve cömertçe takdir buyurulmuş bir rızık (Cennet) vardır. |
74 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Hicretten sonra iman ve hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler ise, onlar da sizdendir. Miras konusuna gelince, birbirleriyle kan yakınlığı bulunanlar, Allah’ın hükmüne göre mirasa hak sahibidirler. Hiç şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. |
75 |