|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ İnsanların sorgulaması yakınlaştı, kendileri ise bir gaflet içinde yüz çevirmektedirler. |
1 |
|
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, onlar bunu mutlaka eğlence konusu yaparak dinlemektedirler. |
2 |
|
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ Kalpleri (ilahi hatırlatmayı, sadece dünyayla) oyalanırken (dinlemektedirler). Zulme sapanlar, gizlice fısıldaştılar (da şöyle dediler): “Bu sizin benzeriniz olan bir beşer değil mi? Öyleyken, siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi yönelirsiniz?” |
3 |
|
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Dedi ki: “Benim Rabbim, gökte ve yerde söylenen sözü bilir. O, işitendir, bilendir.” |
4 |
|
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ “Hayır” dediler. (Bunlar) Karışık düşlerdir; hayır, onu kendisi düzüp uydurmuştur; hayır, o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir ayet (mucize) getirsin.” |
5 |
|
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ Kendilerinden evvel yıkıma uğrattığımız hiç bir ülke (halkı) iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecek? |
6 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ Biz senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında (melekleri) peygamber göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, o halde zikir ehline sorun. |
7 |
|
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ Biz onları (peygamberleri), yemek yemez cesetler kılmadık ve onlar temelli kalıcılar da değillerdi. |
8 |
|
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ Sonra onlara verdiğimiz söze sadık kaldık, böylece onları ve dilediklerimizi kurtardık da aşırı gidenleri yıkıma uğrattık. |
9 |
|
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ Şüphesiz size, içinde (öncekilere ait gerçekleri anımsatan) hatırlatmalarınızın bulunduğu bir kitap indirdik. Yine de akıllanmayacak mısınız? |
10 |
|
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ Biz, kâfir olan nice memleket halkını kırıp geçirdik ve bunların helâkinden sonra da, başkalarını bir kavim olarak yarattık. |
11 |
|
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ Bizim zorlu azabımızı hissettikleri zaman, oradan büyük bir hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. |
12 |
|
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ “Uzaklaşıp kaçmayın, içinde şımarıp azdığınız refaha ve yurtlarınıza dönün; belki yine (fakir birice yardım) istenirsiniz de onları kovarsınız, ha!” |
13 |
|
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ “Yazıklar olsun bize!” dediler. “Gerçekten biz, zalimlermişiz!” |
14 |
|
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ Onların bu yakınmaları, biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateş durumuna getirinceye kadar da son bulmadı. |
15 |
|
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ Biz, göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları oynaşanlar (ve eğlenenler) olarak yaratmadık. |
16 |
|
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ Eğer biz bir oyun ve eğlence edinmek isteseydik, yapmak istediğimiz takdirde bunu kendi katımızdan edinirdik. |
17 |
|
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ Hayır, biz hakkı batılın üstüne atarız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) yakıştırdığınız vasıflardan ötürü yazıklar olsun size! |
18 |
|
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ Göklerde ve yerde kim varsa O'nundur, O'nun yanında olanlar, O'na ibadet etmekte büyüklüğe kapılmazlar ve onlar yorgunluk da duymazlar. |
19 |
|
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ Gece ve gündüz, hiç usanmaksızın tesbih ederler. |
20 |
|
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ Yoksa onlar, yerden birtakım ilahlar edindiler de onlar mı (ölüleri) diriltecekler? |
21 |
|
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ Eğer her ikisinde (gökte ve yerde) Allah'ın dışında ilahlar olsaydı, hiç tartışmasız, ikisi de bozulup gitmişti. Egemenlik tahtının Rabbi olan Allah, onların nitelendirdikleri şeylerden yücedir. |
22 |
|
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ O, yaptıklarından sorulmaz, oysa onlar sorguya çekilirler. |
23 |
|
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ Yoksa O'ndan başka ilahlar mı edindiler? De ki: “Kesin kanıtınızı getirin. İşte bu, benimle birlikte olanların zikri (kitabı) ve (bu da) benden öncekilerin zikri (kitabı ki içinde hiçbir delilleri yok)!” Hayır, onların çoğu hakkı bilmiyorlar, bundan dolayı da (onlar haktan) yüz çevirenlerdir. |
24 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ Senden önce, “Benden başka ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmadığımız hiç bir peygamber göndermedik. |
25 |
|
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ “Rahman (olan Allah) çocuk edindi” dediler. O, (bu yakıştırmadan) yücedir. Hayır, onlar (melekler, Allah'ın çocukları değil), yüce kılınmış kullardır. |
26 |
|
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ Onlar sözle (bile olsa) O'nun önüne geçmezler ve onlar O'nun emriyle yapıp etmektedirler. |
27 |
|
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ O, önlerindekini de arkalarındakini de bilmektedir. Onlar (kendisinden) hoşnut olunandan başkasına şefaat de etmezler ve onlar, O'nun haşyetinden içleri titremekte olanlardır. |
28 |
|
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ Onlardan her kim, “Gerçekten ben O'nun dışında bir ilahım” diyecek olursa, bu durumda biz onu cehennemle cezalandırırız. Zalimleri biz böyle cezalandırmaktayız. |
29 |
|
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ Küfre sapanlar, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim onları birbirinden ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar inanmayacaklar mı? |
30 |
|
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ İnsanlar sarsılmasın diye yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdik ve aralarında geniş yollar (vadiler) var ettik. Umulur ki (ibret alarak) hidayete ererler. |
31 |
|
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler. |
32 |
|
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler. |
33 |
|
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ Senden önce hiç bir beşere temelli kalıcılık vermedik; şimdi sen ölürsen onlar temelli kalıcılar mı olacak? |
34 |
|
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi kötülük ve iyilik ile deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz. |
35 |
|
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ Küfre sapanlar seni gördükleri zaman, “Sizin ilâhlarınızı diline dolayan bu mu?” diyerek seni hep alaya alırlar. Hâlbuki onlar, Rahman'ın zikrini inkâr edenlerin ta kendileridir. |
36 |
|
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi benden acele istemeyin. |
37 |
|
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ “Eğer doğruyu söylüyor iseniz, bu vaat ne zamandır?” derler. |
38 |
|
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ O küfre sapanlar, yüzlerinden ve sırtlarından ateşi savamayacakları ve hiç yardım alamayacakları zamanı bir bilselerdi! |
39 |
|
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ Hayır, onlara ansızın gelecek de böylece onları şaşkına çevirecek; artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek ve ne de onlara süre tanınacak. |
40 |
|
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ Şüphesiz senden önceki peygamberlerle de alay edildi; fakat içlerinden küçük düşürenleri, o alaya aldıkları sarıp kuşatıverdi. |
41 |
|
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ De ki: “Gece ve gündüz sizi Rahman'dan kim koruyabilir?” Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çevirenlerdir. |
42 |
|
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ Yoksa onların, bizden başka, kendilerini (azabımızdan) koruyabilecek ilahları mı var? Onların birbirlerine yardıma güçleri yetmez ve bizden de yardım görmezler. |
43 |
|
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ Biz bunlara ve babalarına geçimlikler verdik de ömürleri uzadı; şimdi memleketlerini her yandan eksilttiğimizi (topluca yıkıma uğrattığımızı) görmüyorlar mı? Hal böyleyken onlar mıdır üstün gelenler? |
44 |
|
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ De ki: “Ben sizi yalnızca vahiy ile uyarıp korkutmaktayım. Ancak sağır olanlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler.” |
45 |
|
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ Şüphesiz onlara Rabbinin azabından bir ufak esinti dokunacak olsa, “Eyvahlar bize, gerçekten bizler zulme sapanlarmışız” diyeceklerdir. |
46 |
|
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz. |
47 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ Şüphesiz biz Musa ve Harun'a, takva sahipleri için bir ışık, bir hatırlatma ve hakla batılı ayıranı (Tevrat'ı) verdik. |
48 |
|
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ Onlar, (azabı) görmedikleri halde Rablerinden bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyametten dolayı içleri titremekte olanlardır. |
49 |
|
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ Bu (Kur'an), bizim ona indirdiğimiz bereket dolu olan bir hatırlatıcıdır. Şimdi siz mi onu inkâr edicilersiniz? |
50 |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ Şüphesiz bundan (erginlik çağına ermeden) önce İbrahim'e rüştünü (peygamberliği) vermiştik ve biz onu (buna liyakatli) bilenlerdik. |
51 |
|
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ Hani babasına ve kavmine demişti ki: “Şu başına toplanıp durduğunuz heykeller de nedir?” |
52 |
|
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ “Biz babalarımızı bunlara ibadet ediciler bulduk” dediler. |
53 |
|
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ Dedi ki: “Şüphesiz siz ve babalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.” |
54 |
|
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ Dediler ki: “Sen bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?” |
55 |
|
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ “Hayır” dedi. “Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şahadet edenlerdenim.” |
56 |
|
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ “Andolsun Allah'a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.” |
57 |
|
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine müracaat ederler diye onların büyüğünü sağlam bıraktı. |
58 |
|
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ “Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı? Şüphesiz o, zalimlerden biridir” dediler. |
59 |
|
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ “Kendisine İbrahim denilen bir gencin, bunları diline doladığını işittik” dediler. |
60 |
|
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ Dediler ki: “Öyleyse, onu insanların gözü önüne getirin. Belki şahitlik ederler.” |
61 |
|
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ Dediler ki: “Ey İbrahim! Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” |
62 |
|
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır. Bu onların büyükleridir. Eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” |
63 |
|
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da (kendi kendilerine), “Şüphesiz zalim olanlar sizlersiniz” deyiverdiler. |
64 |
|
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler de, “Şüphesiz bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin” (dediler). |
65 |
|
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ Dedi ki: “O halde, Allah'ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapmaktasınız?” |
66 |
|
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ “Yuh size ve Allah'tan başka taptıklarınıza! Siz yine de akıllanmayacak mısınız?” |
67 |
|
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ Dediler ki: “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.” |
68 |
|
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ Biz de dedik ki: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol.” |
69 |
|
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. |
70 |
|
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ Onu da Lut'u da âlemler için bereketli kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık. |
71 |
|
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ Ona İshak'ı armağan ettik, üstüne de Yakub'u. Her birini salihler kıldık. |
72 |
|
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ Ve onları, kendi emrimizle hidayete yönelten önderler kıldık ve onlara hayırlı işleri, namaz kılmayı ve zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi. |
73 |
|
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ Lut'a da bir hüküm ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan şehirden kurtardık. Şüphesiz onlar, yoldan çıkmış kötü bir kavimdi. |
74 |
|
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟ Onu rahmetimize soktuk, çünkü o, salihlerdendi. |
75 |
|
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ Nuh'u da (hatırla). Hani o dua etmiş de böylece biz onun duasını kabul etmiştik. Ardından, kendisini ve (iman eden) yakınlarını büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. |
76 |
|
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ Ve ona, ayetlerimizi yalanlayan kavim karşısında (kurtararak) yardım ettik. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, biz de onların tümünü suya batırıp boğduk. |
77 |
|
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ Davud ve Süleyman'ı da (hatırla). Hani kavmin hayvanlarının içine girip yayıldığı ekin tarlaları konusunda hüküm yürütüyorlardı. Biz onların hükmüne şahitler idik. |
78 |
|
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ Biz bunu (yargılamayı) Süleyman'a kavrattık. (Davud ve Süleyman'ın) Her birine de hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tesbih eden dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik. |
79 |
|
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ Ve sizin için ona, zorlu savaşınızda sizi korusun diye zırh yapma sanatını öğrettik. Buna rağmen siz şükredenler misiniz? |
80 |
|
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ Süleyman için de fırtına biçiminde esen rüzgâra (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere esip giderdi. Biz her şeyi bilenleriz. |
81 |
|
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ Şeytanlar arasından da onun için dalgıçlık eden (ve inciler çıkaran) ve bundan başka işler görenler vardı. Biz onları (cinleri, itaatsizlikten) gözetip koruyanlardık. |
82 |
|
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ Eyyub'u da (an). Hani o Rabbine, “Başıma bir bela geldi, (sana sığındım), sen merhametlilerin en merhametlisisin” diye seslenmişti. |
83 |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ Bunun üzerine biz, tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatırlatıcı olmak üzere onun duasını kabul ettik, uğradığı sıkıntısını giderdik ve ona aile efradını, ayrıca onlarla birlikte bir mislini daha verdik. |
84 |
|
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ İsmail, İdris ve Zülkifl, hepsi sabredenlerdendi. |
85 |
|
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ Onları rahmetimize soktuk, şüphesiz onlar salih olanlardandı. |
86 |
|
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ Balık sahibi (Yunus'u da an). Hani o, kızmış vaziyette gitmişti de kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde, “Senden başka ilah yoktur, sen yücesin, gerçekten de ben zulmedenlerden oldum” diye çağrıda bulunmuştu. |
87 |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. İşte biz, iman edenleri böyle kurtarırız. |
88 |
|
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ Zekeriya'yı da (an). Hani Rabbine, “Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın” diye çağrıda bulunmuştu. |
89 |
|
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini (doğum yapmaya) elverişli hale getirdik. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlar, rağbet ve korku içinde yakarırlar ve bize karşı huşu içinde olurlardı. |
90 |
|
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem'i de an). Böylece biz ona kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. |
91 |
|
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ Şüphesiz sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet ediniz. |
92 |
|
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ Onlar işlerini aralarında parça parça ettiler, fakat sonunda hepsi yine bize dönücülerdir. |
93 |
|
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ Artık kim bir mümin olarak salih olan amellerde bulunursa, onun çabasına nankörlük edilmez. Şüphesiz biz onu yazanlarız. |
94 |
|
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ Yıkıma uğrattığımız bir ülkeye (dönüş) imkânsızdır; hiç şüphesiz onlar, (dünyaya) bir daha geri dönmeyecekler. |
95 |
|
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ Ye'cüc ve Me'cüc (seddi) açılıncaya ve onlar her tepeden akın ettiği zamana kadar (zalimler asla dönmezler). |
96 |
|
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ Gerçek olan söz yaklaşmıştır. İşte o zaman, küfre sapanların gözleri yuvalarından fırlayacak, “Eyvahlar bize, biz bundan tam bir gaflet içindeydik, hayır, bizler zulme sapmıştık” (diyecekler). |
97 |
|
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ Gerçekten siz de Allah'ın dışında taptıklarınız da cehennemin odunusunuz, siz ona giricilersiniz. |
98 |
|
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ Eğer onlar (gerçek) ilahlar olsalardı, ona (ateşe) girmezlerdi. Oysa onların tümü (ateşin) içinde temelli kalıcılardır. |
99 |
|
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ Onda onlara inim inim inlemek vardır ve onlar onda işitemezler de. |
100 |
|
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ Bizden kendilerine önceden güzel bir söz verilmiş olanlar (var ya), işte onlar, ondan (ateşten) uzaklaştırılmış olanlardır. |
101 |
|
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ Onun (cehennemin) uğultusunu bile duymazlar. Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde ebedi kalıcılardır. |
102 |
|
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ En büyük korku bile onları üzmez. Melekler kendilerini, “Size söz verilen gün işte bugündür” diye karşılarlar. |
103 |
|
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ Göğü, kitap dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yapıcılarız. |
104 |
|
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ Şüphesiz biz Zikir'den (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da, “Hiç şüphesiz yeryüzüne salih kullarım varis olacaktır” diye yazdık. |
105 |
|
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ Şüphesiz bu Kur'an'da, kulluk eden kimseler için yeterli bir öğüt vardır. |
106 |
|
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ Biz seni âlemler için sadece bir rahmet olarak gönderdik. |
107 |
|
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ De ki: “Gerçekten bana, sizin ilahınız yalnızca bir tek ilahtır” diye vahyolunuyor. Artık siz Müslüman olacak mısınız?” |
108 |
|
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Size düpedüz açıkladım; tehdit olunduğunuz şeyin yakın mı uzak mı olduğunu bilmem.” |
109 |
|
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ “Doğrusu O, açığa vurulan sözü de bilir, gizlediklerinizi de bilir.” |
110 |
|
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ “Bilemem; belki bu (azabın ertelenmesi), sizin için bir sınamadır ve belli bir vakte kadar yararlanmadır.” |
111 |
|
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ (Peygamber) Dedi ki: “Rabbim! Hak ile hükmet. Bizim Rabbimiz, sizin her türlü nitelendirmelerinize karşı kendisinden yardım istenilen Rahman'dır.” |
112 |