Sureler
Mealler
Sonraki
Hac Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 İnsanların hesap verme (günü) yaklaştı; onlar hâlâ gaflet içinde (Hak'tan) yüzçevirirler.
2 Rablarından kendilerine gelen her yeni uyarıyı mutlaka eğlenerek dinlerler.
3 Kalbleri (iyice) oyun ve eğlenceye dalmıştır. O zulmedenler gizli gizli görüşüp fısıldaşırlar: «Bu da sizin gibi ancak bir insandır. Siz görüp durduğunuz halde sihre büyüye mi gidiyorsunuz?» (derler).
4 (Onların bu tutumuna karşı Peygamber de şöyle) dedi: «Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir; O her şeyi işiten ve bilendir.»
5 Onlar, «hayır, (Kur'ân ve Muhammed'in dedikleri) olsa olsa (şuur altında biriken) rüya saçmalarıdır. Hayır, O bunları uydurmuştur; hayır O şâirdir; değilse, bize önceki peygamberlere gönderildiği gibi bir mu'cize getirsin» derler.
6 Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir kasaba halkı imân etmemişti, bunlar mı inanacaklar?
7 Senden önce ancak Kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. (Kadınlardan peygamber göndermedik). Eğer bilmiyorsanız ilim ehlinden sorun.
8 Biz, o peygamberleri yemek yemiyen birer cesed kılmadık ve onlar (Dünya'da) ebedî de değillerdi.
9 Sonra da onlara verdiğimiz sözü doğrulukla yerine getirdik. Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık, (inkârda, sapıklık ve azgınlıkta) aşırı gidenleri ise yok ettik.
10 And olsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki şeref ve itibarınız ondadır (onunla gerçekleşir). Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız ?
11 Zâlim olan nice kasaba halkını kırıp geçirdik de onlardan sonra başka bir kavim yaratıp oluşturduk.
12 Onlar, yok edici baskınımızı hissedince hemen oradan tabana kuvvet kaçmağa koyuldular.
13 Kaçmayın, refah içinde geçirdiğiniz nimetlere ve konaklarınıza dönünüz; çünkü elbette sorguya çekileceksiniz.
14 (Kaçmakla kurtulamıyacaklarını anlayınca), vay yazık oldu bize! Doğrusu biz zâlimler idik, dediler.
15 Onların biçilmiş ot, sönüp bir yığın kül haline gelinceye kadar hayıflanıp söylenmeleri böyle oldu.
16 Biz, göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyuncak olarak yaratmadık.
17 Eğer biz oyun eğlence edinmeyi dileseydik, elbette onu kendi katımızda (kudretimizin yüceliğine uygun anlamda) edinirdik. Ama biz böyle (gereksiz şeyleri) yapanlar da (hiç bir zaman) olmadık.
18 Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine fırlatırız da onun beynini parçalar; bir de bakarsın ki bâtıl yok oluvermiştir. (Allah'a yakıştırmaya çalıştıkları) vasıflardan dolayı çok, hem çok yazıklar olsun size!
19 Göklerde ve yerde bulunan her şey O'nundur. O'nun huzurunda bulunanlar O'na ibâdet etmeyi (bir hafiflik sayıp) büyüklük taslamazlar ve bıkkınlık da duymazlar.
20 Gece gündüz durmadan, dinlenmeden tesbîh ederler.
21 Yoksa yeryüzünde bir takım ilâhlar edindiler de onlar mı ölüleri diriltip kaldıracaklar?
22 Eğer gökte ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı gökle yerin düzeni bozulup altüst olurdu. Arş'ın Rabbı olan Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.
23 O, yaptığından sorulmaz; onlar ise (yaptıklarından) sorulurlar.
24 Yoksa Allah'tan başka ilâhlar mı edindiler? De ki : Haydi getirin kesin hüccetlerinizi! İşte (bu Kur'ân) benimle beraber olanların zikri ve benden öncekilerin zikridir! Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler de o sebeple yüzçevirirler.
25 Senden önce gönderdiğimiz, istisnasız her peygambere şöyle vahyettik : Şüphesiz ki benden başka ilâh yoktur, artık bana ibâdet edin.,
26 Rahman (olan Allah) çocuk edindi, dediler. O, (çocuk edinmekten) çok yücedir, münezzehtir. Hayır onlar, (o melekler) ikrama ermiş şerefli kullardır.
27 Sözleriyle O'nun önüne geçmezler ve ancak O'nun buyruğuyla amel ederler.
28 Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ancak Allah'ın razı olacağı kimse için şefaat ederler ve onlar Allah korkusundan saygıyla titrerler.
29 Onlardan kim, «ben Allah'tan başka bir tanrıyım» derse, işte onu Cehennem ile cezalandırırız. Zulmedenleri de işte böylece cezalandırırız.
30 İnkarcı sapıklar, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, onları bizim ayırdığımızı ve her canlı olanı sudan yaratıp meydana getirdiğimizi görüp anlamıyorlar mı ? Hâlâ inanmıyorlar mı?
31 Yeryüzü, insanları sarsıp çalkalar diye onda sabit dağlar oluşturduk (da sarsıntıyı önledik); doğru hareket edebilsinler (şaşırmadan varacakları yere varsınlar) diye onda yollar geçitler meydana getirdik.
32 Göğü de (bozulup dengesizliğe düşmekten) korunmuş bir tavan (gibi) yaptık. Halbuki onlar, bundaki belge ve delillerden yüzçeviriyorlar.
33 Gece ve gündüzü; Güneş ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir.
34 Senden önce de hiçbir insana (Dünya'da) ebedîlik vermedik. Sen ölürsün de onlar ebedî mi kalırlar?
35 Her canlı ölümü tadıcıdır ve sizi imtihan olsun diye iyilik ve kötülükle mübtelâ kılarız, (yaratılışınız bu iki şeyi işlemeye müsatddir). Sonunda bize döndürüleceksiniz
36 O küfredenler, seni gördükleri zaman alaya almaktan başka bir şey yapmazlar; «bu mu ilâhlarınızı diline dolayıp duran ?» derler. Rahmân'ın (indirdiği) Kur'ân'ı inkâr edip kâfir olanlar da ancak bunlardır.
37 İnsan (karakteri gereği) aceleden (acele hareket etme duygusuyla) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim, artık siz pek acele etmeyin.
38 Onlar size, «eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bu tehdidiniz ne zaman (gerçekleşir) ? derler.
39 O küfredenler, önlerinden ve arkalarından kendilerini saran ateşi men'edemiyecekleri ve yardım da göremiyecekleri anı bir bilselerdi..
40 Hayır, o onlara aniden gelecek de kendilerini şaşırtacak ve artık onu geri çevirmeye güç getiremiyecekler ve onlara süre de tanınmıyacak..
41 And olsun ki, senden önceki peygamberler de alaya alınmıştı da alaya alanları alay ettikleri şey (çepeçevre) kuşatmıştı.
42 Geceleyin ya da gündüzleyin sizi Rahman (olan Allah)'dan (gelecek azâbdan) kim koruyabilir? Aksine onlar, Rablarının zikrinden (kitabından) yüzçevirirler.
43 Yoksa kendilerini bizim (azabımızdan koruyup) engelleyecek bizden başka tanrıları mı vardır ? (Nerede ?..) O tanrılar kendilerine yardıma güç. getiremezler, bizden ise hiç dostluk ve yakınlık göremezler.
44 Doğrusu biz, bunları da babalarını da geçindirdik de ömürleri uzayıp gitti. Yerlerine (yaşadıkları ülkelerine) gelip onu çevresinden yavaş yavaş eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelenler onlar mıdır?
45 De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum. Ama ne kadar uyarılsalar da sağırlar uyarı davetini işitmezler.
46 Yemin ederim ki, Rabbın azabından onlara bir esinti dokunsa, elbette, «yazıklar olsun bize ! Doğrusu biz zâlimler idik» diyecekler.
47 Kıyamet gününe has adalet terazileri koyacağız. Hiçbir kimse en az bir haksızlığa uğramaz. Hardal tanesi ağırlığında olsa bile (yapılan iyilik ve kötülüğü) getirip ortaya koyacağız. Hesapçılar olarak biz yeteriz.
48 And olsun ki biz Musâ ile Harun'a hak ile bâtılı ayıran, Allah'tan korkup fenalıklardan sakınanlar için bir ışık, bir öğüt olan kitap verdik.
49 O sakınanlar ki Rablarından gıyabında saygı ile korkarlar ve Kıyametin meydana geliş saatinden endişe içinde titreyip dururlar.
50 İşte bu (Kur'ân), indirdiğimiz mubarek bir kitaptır. Şimdi sız mı bunu inkâr ediyorsunuz ?!
51 And olsun ki, bundan önce de İbrahim'e rüşdünü (uygun olanı, doğru yolu, doğru düşünmeyi) vermiştik ve biz bunu bilenlerdik..
52 Hani o bir vakit babasına ve kavmine, «nedir bu üzerine kapanıp durduğunuz heykeller?» demişti.
53 Onlar da, «babalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk» demişlerdi.
54 O da, «yemin ederim ki siz de, babalarınız da çok açık bir sapıklık içindesiniz» demişti.
55 Onlar, «sen bize hakikati mi getirdin, yoksa sen şaka mı ediyorsun ?» demişlerdi.
56 İbrahim onlara, «bilâkis (ciddi söylüyorum). Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbıdır ki onları yokluk karanlığını yırtıp yaratmıştır ve ben de şâhid olanlardanım» demişti.
57 Allah'a and olsun ki, siz arkanızı çevirip gittiğinizde elbette putlarınıza bir tuzak kuracağım, (diye kendi kendine fısıldamıştı).
58 Derken İbrahim, onları parça parça etti; ancak dönüp başvururlar diye (putların) en büyüğünü kırmadı.
59 İlâhlarımıza bu işi kim yaptı? O elbette zâlimlerdendir, dediler.
60 Onlardan bir kısmı, «İbrahim denen bir gene bunları diline dolayıp duruyordu» dediler.
61 Bunların şahitlik etmeleri ic!n onu halkın önüne getirin, dediler.
62 Ey İbrahim! Bunu sen mi yaptın ilâhlarımıza ? dediler.
63 İbrahim, «belki bu işi onların en büyüğü yapmıştır, eğer konuşabiliyorlarsa, onlara sorun» dedi.
64 Bunun üzerine kendi vicdanlarına dönüp: «Şüphesiz ki siz haksızlarsınız» dediler.
65 Sonra da başları üzerine döndüler de: «And olsun ki bunların konuşamıyacağını sen de bilirsin» dediler.
66 İbrahim: «Siz Allah'ı bırakıp hiçbir şey ile size yarar ve zarar vermeyecek şeylere mi tapıyorsunuz ?!
67 Size de, Allah'tan başka taptıklarınıza da yuh olsun ! Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız ?» dedi.
68 Onlar, «eğer (İbrahim'e ceza olarak bir şey) yapacaksanız onu ateşte yakın da tanrılarınıza yardımcı olun» dediler.
69 Biz de «ey ateş! Serin ve esenlik ol İbrahim'e» dedik.
70 İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Biz de onları hüsrana uğrattık.
71 Hem ibrahim'i, hem Lût'u âlemler için mubarek kıldığımız ülkeye (ulaştırıp) kurtardık.
72 Ve ibrahim'e İshâk'ı, fazla olarak da Yâkub'u verdik ve hepsini de iyi yararlı kişiler kıldık.
73 Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler kıldık. Onlara hayırlı işleri işlemeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Zaten onlar bize ibâdet eden kullardı.
74 Lût'a da hüküm hikmet ve ilim verdik ve onu çok iğrenç işlerde bulunan kasabadan kurtardık. Şüphesiz ki onlar, kötü, doğru yoldan çıkmış ahlâksız bir kavim idi.
75 Lût'u rahmetimize aldık ; çünkü o, iyi yararlı kişilerden idi.
76 Nuh'u da hatırla, hani o bir duâ etmişti de duasını kabul edip onu da, ev halkını da büyük bir felâket ve sıkıntıdan kurtardık.
77 Ve âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı ona yardım edip intikam aldık. Şüphesiz ki onlar kötü bir kavim idi; biz de hepsini olduğu gibi (tufanda) boğduk.
78 Dâvud ve Süleyman'ı da an, hani bir vakit bir kavmin koyunlarının yayıldığı ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı ve biz de onların hükmüne şâhidler idik.
79 Biz onun (çözümünü gerektiren hükmü) Süleyman'a anlattık. Her ikisine de ayrı bir hüküm, ayrı bir bilgi verdik. Dâvud'la beraber tesbîh etsinler diye dağlara ve kuşlara baş eğdirdik; (evet) biz idik (bunları düzenleyip) yapanlar..
80 Sizin için, sizi onun (savaşın) şiddetinden korumak için Davud'a giyilecek şekilde (zırh imâl etme) sanatını öğrettik; artık siz (bunca nimetlere) şükredenler misiniz?
81 Süleyman'a şiddetle esen rüzgârı baş eğdirdik; onun emriyle, mübarek kıldığımız yere akıp eserdi ve biz her şeyi bilenleriz.
82 Şeytanlardan da onun için dalgıçlık edenleri ve daha başka işleri görenleri baş eğdirdik ; onun buyruğuna verdik ve onları koruyup disipline eden biz idik.
83 Eyyûb'u da an, hani bir vakit o, Rabbına şöyle (boyun eğip) seslenmişti : «Doğrusu dert ve maraz bana gelip sürtündü. Sen ise merhamet edenlerin en çok merhametlisisin.»
84 Onun duasını kabul etmiş, kendisinden o dert ve marazı gidermiştik ve bizden bir rahmet, ibâdete gönül verip devam edenlere bir anı olmak üzere ona, ailesini, onlarla beraber (kaybettiklerinin) bir mislini de vermiştik.
85 İsmail, İdris ve Zelkifl'i de an, hepsi de sabredenlerdi.
86 Onları rahmetimize aldık. Şüphesiz ki onlar iyi yararlı kişilerdendi.
87 Zünnûn'u da an, hani bir vakit o öfkelenerek gitmişti de kendisini hiç sıkıştırmıyacağımızı sanmıştı; ne var ki o karanlıklar içinde, «senden başka ilâh yoktur, seni tenzîh ederim ; doğrusu ben kendime haksızlık edenlerdenim» diye duâ etmişti.
88 Onun duasını kabul ettik de kendisini üzüntü ve sıkıntıdan kurtardık. İşte biz, mü'minleri böyle kurtarırız.
89 Zekeriyyâ'yı da an, hani bir vakit o, «Rabbim, beni tek başıma bırakma ; sen ki vârislerin en hayırlısısın,» diyerek Rabbına duâ edip yalvarmıştı.
90 Onun duasını kabul ettik de Yahya'yı kendisine bağışladık; eşini de (gebe kalmaya) elverişli duruma getirdik. Şüphesiz ki onlar hayırlı işlerde birbirleriyle yarışıyorlar, ümit besleyerek için için saygı duyup korkarak bize duâ ediyorlardı. Hem bize içten derin saygı duyup (kalbleri) ürperenlerdi onlar..
91 İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan o kadını (Meryem'i) de an ki, biz ona ruhumuzdan üfledik; kendisini de oğlunu da âlemlere açık bir âyet (belirgin bir mu'cize) yaptık,
92 Şüphesiz ki bu sizin dininiz ve şeriatınız tek bir din ve şeriattır ve ben de Rabbınızım. Artık bana ibâdet edin.
93 (Ne var ki insanlar) kendi aralarında bölünüp parça parça oldular. (Ama sonunda) hepsi de bize döneceklerdir.
94 Artık kim mü'min olduğu halde iyi yararlı amellerde bulunursa, onun iş ve gayreti inkâr edilmiyecektir ve şüphesiz ki biz onları yazmaktayız.
95 Yok etmemiz gereken kasaba halkının (yok olduktan sonra dünyaya dönmesi veya yok olma noktasına geldikten sonra pişmanlık duyup tevbe ederek) dönüş yapması haramdır, (mümkün değildir).
96 Sonunda Ye'cûc ve Me'cûc (seddi) açılır da her bir tepeden sökülüp sür'atle inerler.
97 Hak olan va'd (Kıyametin safhaları) yaklaşınca bir de bakarsın ki o inkâr edenlerin gözleri belerip kalır, «eyvah bize! Biz bundan gaflette bulunuyorduk; daha doğrusu biz zâlimler idik» derler.
98 Şüphesiz ki siz ve Allah'tan başka taptıklarınız Cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksınız.
99 Eğer bu taptıkları (putlar) gerçek ilâhlar olsaydı, elbette Cehennem'e varmazlardı. Hepsi de orada devamlı kalıcılardır.
100 Onlara, orada ah, vah edip inlemek vardır ve orada bir şey de işitmiyeceklerdir.
101 Şüphesiz ki bizden kendilerine en güzel (en doyurucu mutluluk) sözü verilmiş olanlar (var ya), işte onlar Cehennem'den uzak tutulmuşlardır.
102 Cehennem uğultusunu da duymazlar ve onlar canlarının çektiği nîmetler içinde ebedîdirler.
103 En büyük dehşet salan korku onları üzmez. Melekler onları karşılar da «bu size söz verilen gündür!» derler.
104 O gün göğü, kitap (sahifelerini ya da formalarını) katladığımız gibi katlarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi üzerimize gerekli bir va'd olarak tekrar (yaratıp) geri çevireceğiz. Şüphesiz ki biz (böyle) yaparız.
105 And olsun ki, Zikir ( = Levhi-mahfuz veya Tevrat) dan sonra Zebur'da da yeryüzüne iyi yararlı kullarım vâris olacak diye yazmışızdır.
106 Şüphesiz ki bu (Kur'ân)da kendini ibâdete veren bir millet için amaca ulaşma ve yeterli öğüt (yolları) vardır.
107 Biz seni acak önlemlere rahmet olarak gönderdik.
108 De ki: Bana ancak ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyediliyor. Artık siz Müslüman olmuyor musunuz?
109 Yüzçevirirlerse de ki: Size düpedüz bildirdim : Tehdîd edildiğiniz o şey yakın mı, uzak mı bilmem..
110 Şüphesiz ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir.
111 Bu (tehdîd edilen şeyin) geciktirilmesi sizin için bir sınav ve belki bir süreye kadar geçindirmek için midir bilmiyorum.
112 (Peygamber) dedi ki: Ey Rabbim! Aramızda hakk ile hükmet. Rahman olan Rabbimiz, sizin vasfe degeldiğiniz şeylere karşı yardımı istenilendir.
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ 1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ 2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ 5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ 6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ 7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ 8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ 9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ 11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ 12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ 13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ 15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ 16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ 17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ 18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ 19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ 20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ 21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ 22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ 23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ 24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ 25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ 26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ 27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ 28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ 29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ 30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ 31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ 32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ 34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ 35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ 36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ 37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ 39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ 40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ 42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ 43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ 44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ 45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ 47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ 48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ 49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ 50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ 51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ 52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ 53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ 55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ 57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ 58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ 60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ 61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ 62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ 63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ 64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ 65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ 66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ 69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ 70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ 71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ 72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ 73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ 74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟ 75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ 77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ 78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ 79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ 80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ 81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ 82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ 83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ 84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ 85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ 87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ 88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ 89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ 90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ 91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ 92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ 93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ 94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ 95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ 96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ 97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ 98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ 99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ 100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ 101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ 102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ 103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ 104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ 105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ 106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ 107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ 109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ 110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ 111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 112
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
İnsanların hesap verme (günü) yaklaştı; onlar hâlâ gaflet içinde (Hak'tan) yüzçevirirler.
1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Rablarından kendilerine gelen her yeni uyarıyı mutlaka eğlenerek dinlerler.
2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Kalbleri (iyice) oyun ve eğlenceye dalmıştır. O zulmedenler gizli gizli görüşüp fısıldaşırlar: «Bu da sizin gibi ancak bir insandır. Siz görüp durduğunuz halde sihre büyüye mi gidiyorsunuz?» (derler).
3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
(Onların bu tutumuna karşı Peygamber de şöyle) dedi: «Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir; O her şeyi işiten ve bilendir.»
4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Onlar, «hayır, (Kur'ân ve Muhammed'in dedikleri) olsa olsa (şuur altında biriken) rüya saçmalarıdır. Hayır, O bunları uydurmuştur; hayır O şâirdir; değilse, bize önceki peygamberlere gönderildiği gibi bir mu'cize getirsin» derler.
5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Onlardan önce yok ettiğimiz hiçbir kasaba halkı imân etmemişti, bunlar mı inanacaklar?
6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Senden önce ancak Kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. (Kadınlardan peygamber göndermedik). Eğer bilmiyorsanız ilim ehlinden sorun.
7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
Biz, o peygamberleri yemek yemiyen birer cesed kılmadık ve onlar (Dünya'da) ebedî de değillerdi.
8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
Sonra da onlara verdiğimiz sözü doğrulukla yerine getirdik. Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık, (inkârda, sapıklık ve azgınlıkta) aşırı gidenleri ise yok ettik.
9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
And olsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki şeref ve itibarınız ondadır (onunla gerçekleşir). Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız ?
10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ
Zâlim olan nice kasaba halkını kırıp geçirdik de onlardan sonra başka bir kavim yaratıp oluşturduk.
11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ
Onlar, yok edici baskınımızı hissedince hemen oradan tabana kuvvet kaçmağa koyuldular.
12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ
Kaçmayın, refah içinde geçirdiğiniz nimetlere ve konaklarınıza dönünüz; çünkü elbette sorguya çekileceksiniz.
13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
(Kaçmakla kurtulamıyacaklarını anlayınca), vay yazık oldu bize! Doğrusu biz zâlimler idik, dediler.
14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ
Onların biçilmiş ot, sönüp bir yığın kül haline gelinceye kadar hayıflanıp söylenmeleri böyle oldu.
15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Biz, göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyuncak olarak yaratmadık.
16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ
Eğer biz oyun eğlence edinmeyi dileseydik, elbette onu kendi katımızda (kudretimizin yüceliğine uygun anlamda) edinirdik. Ama biz böyle (gereksiz şeyleri) yapanlar da (hiç bir zaman) olmadık.
17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Hayır, biz hakkı bâtılın üzerine fırlatırız da onun beynini parçalar; bir de bakarsın ki bâtıl yok oluvermiştir. (Allah'a yakıştırmaya çalıştıkları) vasıflardan dolayı çok, hem çok yazıklar olsun size!
18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ
Göklerde ve yerde bulunan her şey O'nundur. O'nun huzurunda bulunanlar O'na ibâdet etmeyi (bir hafiflik sayıp) büyüklük taslamazlar ve bıkkınlık da duymazlar.
19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Gece gündüz durmadan, dinlenmeden tesbîh ederler.
20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ
Yoksa yeryüzünde bir takım ilâhlar edindiler de onlar mı ölüleri diriltip kaldıracaklar?
21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Eğer gökte ve yerde Allah'tan başka ilâhlar olsaydı gökle yerin düzeni bozulup altüst olurdu. Arş'ın Rabbı olan Allah onların vasıflandırdıkları şeylerden münezzehtir.
22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
O, yaptığından sorulmaz; onlar ise (yaptıklarından) sorulurlar.
23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Yoksa Allah'tan başka ilâhlar mı edindiler? De ki : Haydi getirin kesin hüccetlerinizi! İşte (bu Kur'ân) benimle beraber olanların zikri ve benden öncekilerin zikridir! Hayır, onların çoğu hakkı bilmezler de o sebeple yüzçevirirler.
24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
Senden önce gönderdiğimiz, istisnasız her peygambere şöyle vahyettik : Şüphesiz ki benden başka ilâh yoktur, artık bana ibâdet edin.,
25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ
Rahman (olan Allah) çocuk edindi, dediler. O, (çocuk edinmekten) çok yücedir, münezzehtir. Hayır onlar, (o melekler) ikrama ermiş şerefli kullardır.
26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ
Sözleriyle O'nun önüne geçmezler ve ancak O'nun buyruğuyla amel ederler.
27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
Allah onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. Onlar ancak Allah'ın razı olacağı kimse için şefaat ederler ve onlar Allah korkusundan saygıyla titrerler.
28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟
Onlardan kim, «ben Allah'tan başka bir tanrıyım» derse, işte onu Cehennem ile cezalandırırız. Zulmedenleri de işte böylece cezalandırırız.
29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
İnkarcı sapıklar, göklerin ve yerin bitişik olduğunu, onları bizim ayırdığımızı ve her canlı olanı sudan yaratıp meydana getirdiğimizi görüp anlamıyorlar mı ? Hâlâ inanmıyorlar mı?
30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Yeryüzü, insanları sarsıp çalkalar diye onda sabit dağlar oluşturduk (da sarsıntıyı önledik); doğru hareket edebilsinler (şaşırmadan varacakları yere varsınlar) diye onda yollar geçitler meydana getirdik.
31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Göğü de (bozulup dengesizliğe düşmekten) korunmuş bir tavan (gibi) yaptık. Halbuki onlar, bundaki belge ve delillerden yüzçeviriyorlar.
32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
Gece ve gündüzü; Güneş ve Ay'ı yaratan O'dur. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedir.
33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Senden önce de hiçbir insana (Dünya'da) ebedîlik vermedik. Sen ölürsün de onlar ebedî mi kalırlar?
34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her canlı ölümü tadıcıdır ve sizi imtihan olsun diye iyilik ve kötülükle mübtelâ kılarız, (yaratılışınız bu iki şeyi işlemeye müsatddir). Sonunda bize döndürüleceksiniz
35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ
O küfredenler, seni gördükleri zaman alaya almaktan başka bir şey yapmazlar; «bu mu ilâhlarınızı diline dolayıp duran ?» derler. Rahmân'ın (indirdiği) Kur'ân'ı inkâr edip kâfir olanlar da ancak bunlardır.
36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
İnsan (karakteri gereği) aceleden (acele hareket etme duygusuyla) yaratılmıştır. Size âyetlerimi göstereceğim, artık siz pek acele etmeyin.
37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Onlar size, «eğer doğru söyleyenlerden iseniz, bu tehdidiniz ne zaman (gerçekleşir) ? derler.
38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
O küfredenler, önlerinden ve arkalarından kendilerini saran ateşi men'edemiyecekleri ve yardım da göremiyecekleri anı bir bilselerdi..
39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Hayır, o onlara aniden gelecek de kendilerini şaşırtacak ve artık onu geri çevirmeye güç getiremiyecekler ve onlara süre de tanınmıyacak..
40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
And olsun ki, senden önceki peygamberler de alaya alınmıştı da alaya alanları alay ettikleri şey (çepeçevre) kuşatmıştı.
41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ
Geceleyin ya da gündüzleyin sizi Rahman (olan Allah)'dan (gelecek azâbdan) kim koruyabilir? Aksine onlar, Rablarının zikrinden (kitabından) yüzçevirirler.
42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ
Yoksa kendilerini bizim (azabımızdan koruyup) engelleyecek bizden başka tanrıları mı vardır ? (Nerede ?..) O tanrılar kendilerine yardıma güç. getiremezler, bizden ise hiç dostluk ve yakınlık göremezler.
43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Doğrusu biz, bunları da babalarını da geçindirdik de ömürleri uzayıp gitti. Yerlerine (yaşadıkları ülkelerine) gelip onu çevresinden yavaş yavaş eksilttiğimizi görmüyorlar mı? Üstün gelenler onlar mıdır?
44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
De ki: Ben ancak sizi vahiy ile uyarıyorum. Ama ne kadar uyarılsalar da sağırlar uyarı davetini işitmezler.
45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Yemin ederim ki, Rabbın azabından onlara bir esinti dokunsa, elbette, «yazıklar olsun bize ! Doğrusu biz zâlimler idik» diyecekler.
46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Kıyamet gününe has adalet terazileri koyacağız. Hiçbir kimse en az bir haksızlığa uğramaz. Hardal tanesi ağırlığında olsa bile (yapılan iyilik ve kötülüğü) getirip ortaya koyacağız. Hesapçılar olarak biz yeteriz.
47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ
And olsun ki biz Musâ ile Harun'a hak ile bâtılı ayıran, Allah'tan korkup fenalıklardan sakınanlar için bir ışık, bir öğüt olan kitap verdik.
48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
O sakınanlar ki Rablarından gıyabında saygı ile korkarlar ve Kıyametin meydana geliş saatinden endişe içinde titreyip dururlar.
49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
İşte bu (Kur'ân), indirdiğimiz mubarek bir kitaptır. Şimdi sız mı bunu inkâr ediyorsunuz ?!
50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
And olsun ki, bundan önce de İbrahim'e rüşdünü (uygun olanı, doğru yolu, doğru düşünmeyi) vermiştik ve biz bunu bilenlerdik..
51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Hani o bir vakit babasına ve kavmine, «nedir bu üzerine kapanıp durduğunuz heykeller?» demişti.
52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Onlar da, «babalarımızı bunlara tapanlar olarak bulduk» demişlerdi.
53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
O da, «yemin ederim ki siz de, babalarınız da çok açık bir sapıklık içindesiniz» demişti.
54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Onlar, «sen bize hakikati mi getirdin, yoksa sen şaka mı ediyorsun ?» demişlerdi.
55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
İbrahim onlara, «bilâkis (ciddi söylüyorum). Sizin Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbıdır ki onları yokluk karanlığını yırtıp yaratmıştır ve ben de şâhid olanlardanım» demişti.
56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
Allah'a and olsun ki, siz arkanızı çevirip gittiğinizde elbette putlarınıza bir tuzak kuracağım, (diye kendi kendine fısıldamıştı).
57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
Derken İbrahim, onları parça parça etti; ancak dönüp başvururlar diye (putların) en büyüğünü kırmadı.
58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
İlâhlarımıza bu işi kim yaptı? O elbette zâlimlerdendir, dediler.
59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
Onlardan bir kısmı, «İbrahim denen bir gene bunları diline dolayıp duruyordu» dediler.
60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
Bunların şahitlik etmeleri ic!n onu halkın önüne getirin, dediler.
61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
Ey İbrahim! Bunu sen mi yaptın ilâhlarımıza ? dediler.
62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
İbrahim, «belki bu işi onların en büyüğü yapmıştır, eğer konuşabiliyorlarsa, onlara sorun» dedi.
63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Bunun üzerine kendi vicdanlarına dönüp: «Şüphesiz ki siz haksızlarsınız» dediler.
64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Sonra da başları üzerine döndüler de: «And olsun ki bunların konuşamıyacağını sen de bilirsin» dediler.
65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
İbrahim: «Siz Allah'ı bırakıp hiçbir şey ile size yarar ve zarar vermeyecek şeylere mi tapıyorsunuz ?!
66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
Size de, Allah'tan başka taptıklarınıza da yuh olsun ! Hâlâ aklınızı kullanmıyacak mısınız ?» dedi.
67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Onlar, «eğer (İbrahim'e ceza olarak bir şey) yapacaksanız onu ateşte yakın da tanrılarınıza yardımcı olun» dediler.
68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Biz de «ey ateş! Serin ve esenlik ol İbrahim'e» dedik.
69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
İbrahim'e tuzak kurmak istediler. Biz de onları hüsrana uğrattık.
70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
Hem ibrahim'i, hem Lût'u âlemler için mubarek kıldığımız ülkeye (ulaştırıp) kurtardık.
71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
Ve ibrahim'e İshâk'ı, fazla olarak da Yâkub'u verdik ve hepsini de iyi yararlı kişiler kıldık.
72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Onları emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler kıldık. Onlara hayırlı işleri işlemeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Zaten onlar bize ibâdet eden kullardı.
73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ
Lût'a da hüküm hikmet ve ilim verdik ve onu çok iğrenç işlerde bulunan kasabadan kurtardık. Şüphesiz ki onlar, kötü, doğru yoldan çıkmış ahlâksız bir kavim idi.
74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟
Lût'u rahmetimize aldık ; çünkü o, iyi yararlı kişilerden idi.
75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Nuh'u da hatırla, hani o bir duâ etmişti de duasını kabul edip onu da, ev halkını da büyük bir felâket ve sıkıntıdan kurtardık.
76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ve âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı ona yardım edip intikam aldık. Şüphesiz ki onlar kötü bir kavim idi; biz de hepsini olduğu gibi (tufanda) boğduk.
77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
Dâvud ve Süleyman'ı da an, hani bir vakit bir kavmin koyunlarının yayıldığı ekin tarlası hakkında hüküm veriyorlardı ve biz de onların hükmüne şâhidler idik.
78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Biz onun (çözümünü gerektiren hükmü) Süleyman'a anlattık. Her ikisine de ayrı bir hüküm, ayrı bir bilgi verdik. Dâvud'la beraber tesbîh etsinler diye dağlara ve kuşlara baş eğdirdik; (evet) biz idik (bunları düzenleyip) yapanlar..
79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ
Sizin için, sizi onun (savaşın) şiddetinden korumak için Davud'a giyilecek şekilde (zırh imâl etme) sanatını öğrettik; artık siz (bunca nimetlere) şükredenler misiniz?
80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ
Süleyman'a şiddetle esen rüzgârı baş eğdirdik; onun emriyle, mübarek kıldığımız yere akıp eserdi ve biz her şeyi bilenleriz.
81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ
Şeytanlardan da onun için dalgıçlık edenleri ve daha başka işleri görenleri baş eğdirdik ; onun buyruğuna verdik ve onları koruyup disipline eden biz idik.
82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Eyyûb'u da an, hani bir vakit o, Rabbına şöyle (boyun eğip) seslenmişti : «Doğrusu dert ve maraz bana gelip sürtündü. Sen ise merhamet edenlerin en çok merhametlisisin.»
83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ
Onun duasını kabul etmiş, kendisinden o dert ve marazı gidermiştik ve bizden bir rahmet, ibâdete gönül verip devam edenlere bir anı olmak üzere ona, ailesini, onlarla beraber (kaybettiklerinin) bir mislini de vermiştik.
84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsmail, İdris ve Zelkifl'i de an, hepsi de sabredenlerdi.
85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onları rahmetimize aldık. Şüphesiz ki onlar iyi yararlı kişilerdendi.
86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
Zünnûn'u da an, hani bir vakit o öfkelenerek gitmişti de kendisini hiç sıkıştırmıyacağımızı sanmıştı; ne var ki o karanlıklar içinde, «senden başka ilâh yoktur, seni tenzîh ederim ; doğrusu ben kendime haksızlık edenlerdenim» diye duâ etmişti.
87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
Onun duasını kabul ettik de kendisini üzüntü ve sıkıntıdan kurtardık. İşte biz, mü'minleri böyle kurtarırız.
88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ
Zekeriyyâ'yı da an, hani bir vakit o, «Rabbim, beni tek başıma bırakma ; sen ki vârislerin en hayırlısısın,» diyerek Rabbına duâ edip yalvarmıştı.
89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
Onun duasını kabul ettik de Yahya'yı kendisine bağışladık; eşini de (gebe kalmaya) elverişli duruma getirdik. Şüphesiz ki onlar hayırlı işlerde birbirleriyle yarışıyorlar, ümit besleyerek için için saygı duyup korkarak bize duâ ediyorlardı. Hem bize içten derin saygı duyup (kalbleri) ürperenlerdi onlar..
90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
İffet ve namusunu gerektiği gibi koruyan o kadını (Meryem'i) de an ki, biz ona ruhumuzdan üfledik; kendisini de oğlunu da âlemlere açık bir âyet (belirgin bir mu'cize) yaptık,
91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
Şüphesiz ki bu sizin dininiz ve şeriatınız tek bir din ve şeriattır ve ben de Rabbınızım. Artık bana ibâdet edin.
92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
(Ne var ki insanlar) kendi aralarında bölünüp parça parça oldular. (Ama sonunda) hepsi de bize döneceklerdir.
93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Artık kim mü'min olduğu halde iyi yararlı amellerde bulunursa, onun iş ve gayreti inkâr edilmiyecektir ve şüphesiz ki biz onları yazmaktayız.
94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Yok etmemiz gereken kasaba halkının (yok olduktan sonra dünyaya dönmesi veya yok olma noktasına geldikten sonra pişmanlık duyup tevbe ederek) dönüş yapması haramdır, (mümkün değildir).
95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
Sonunda Ye'cûc ve Me'cûc (seddi) açılır da her bir tepeden sökülüp sür'atle inerler.
96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Hak olan va'd (Kıyametin safhaları) yaklaşınca bir de bakarsın ki o inkâr edenlerin gözleri belerip kalır, «eyvah bize! Biz bundan gaflette bulunuyorduk; daha doğrusu biz zâlimler idik» derler.
97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
Şüphesiz ki siz ve Allah'tan başka taptıklarınız Cehennem odunusunuz ve siz oraya varacaksınız.
98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Eğer bu taptıkları (putlar) gerçek ilâhlar olsaydı, elbette Cehennem'e varmazlardı. Hepsi de orada devamlı kalıcılardır.
99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Onlara, orada ah, vah edip inlemek vardır ve orada bir şey de işitmiyeceklerdir.
100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Şüphesiz ki bizden kendilerine en güzel (en doyurucu mutluluk) sözü verilmiş olanlar (var ya), işte onlar Cehennem'den uzak tutulmuşlardır.
101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ
Cehennem uğultusunu da duymazlar ve onlar canlarının çektiği nîmetler içinde ebedîdirler.
102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
En büyük dehşet salan korku onları üzmez. Melekler onları karşılar da «bu size söz verilen gündür!» derler.
103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ
O gün göğü, kitap (sahifelerini ya da formalarını) katladığımız gibi katlarız. İlk yaratmaya başladığımız gibi üzerimize gerekli bir va'd olarak tekrar (yaratıp) geri çevireceğiz. Şüphesiz ki biz (böyle) yaparız.
104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
And olsun ki, Zikir ( = Levhi-mahfuz veya Tevrat) dan sonra Zebur'da da yeryüzüne iyi yararlı kullarım vâris olacak diye yazmışızdır.
105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ
Şüphesiz ki bu (Kur'ân)da kendini ibâdete veren bir millet için amaca ulaşma ve yeterli öğüt (yolları) vardır.
106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Biz seni acak önlemlere rahmet olarak gönderdik.
107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
De ki: Bana ancak ilâhınızın tek bir ilâh olduğu vahyediliyor. Artık siz Müslüman olmuyor musunuz?
108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ
Yüzçevirirlerse de ki: Size düpedüz bildirdim : Tehdîd edildiğiniz o şey yakın mı, uzak mı bilmem..
109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
Şüphesiz ki O, sözün açığa vurulanını da bilir, gizlediğinizi de bilir.
110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
Bu (tehdîd edilen şeyin) geciktirilmesi sizin için bir sınav ve belki bir süreye kadar geçindirmek için midir bilmiyorum.
111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
(Peygamber) dedi ki: Ey Rabbim! Aramızda hakk ile hükmet. Rahman olan Rabbimiz, sizin vasfe degeldiğiniz şeylere karşı yardımı istenilendir.
112

Sureler

Mealler
Hac Suresi
Sonraki