Sureler
Mealler
Sonraki
Hac Suresi
No Meal                    
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
1 İnsanlara yaptıklarının sonucunu görme süreci yaklaşmıştır! Onlar ise kozaları içinde aldırmaz bir hâldeler!
2 Rablerinden gelen her yeni uyarıyı, alaya alarak dinliyorlar!
3 Akılları fikirleri oyun eğlencede! O, nefslerine zulmedenler, aralarında fısıldaşıyorlar: "Sizden farklı bir beşer mi sanki! Ne olduğunu görüp dururken, sihirli sözlerine mi kapılıyorsunuz?"
4 (Hz. Rasûlullah): "Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir. . . O, Semi'dir, Aliym'dir" dedi.
5 Şöyle de dediler: "Konuştukları kuruntulardan oluşan rüyalarıdır! Muhtemelen uyduruyor. . . Hayır, O bir şairdir! (Eğer böyle değilse) geçmişte yaşamış Rasûllerdeki gibi mucizesini göstersin!"
6 Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı da iman etmemişti. . . Onlar mı iman edecekler?
7 Senden önce, kendilerine erkeklerden başkasını vahiy ile irsâl etmedik. . . Eğer bilmiyorsanız, geçmiş hakkında bilgi sahibi kişilere sorun.
8 Onları (Nebi/Rasûlleri), yemeğe ihtiyacı olmayan bedenli olarak meydana getirmedik! (Onlar dünyada) ebedî kalıcılar da değillerdi.
9 Sonra Onlara bildirimimizi gerçekleştirdik; Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtarıp, müsrifleri helâk ettik.
10 Yemin olsun ki, size, içinde zikriniz olan (hakikatinizi HATIRLATAN) BİLGİ inzâl ettik! Aklınız almıyor mu?
11 Zâlim olan nice bölgeyi kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka halklar inşa ettik.
12 Şiddetimizi hissettiklerinde bir de bakarsın, oradan kaçıyorlar!
13 "Kaçmayın; bolluktan şımardığınız yere, meskenlerinize dönün ki sorgulanasınız. "
14 Dediler ki: "Yazıklar olsun bize! Gerçekte zulmedenlerden olmuşuz!"
15 Onların bu iddiaları sürüp gitti. . . Tâ ki biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateşe döndürene kadar.
16 Semâyı, arzı ve aralarındakileri oyuncak olarak halketmedik (çok büyük işlevleri vardır)!
17 Eğer bir oyun - eğlence oluşturmak dileseydik, elbette onu kendi ledünnümüzden edinirdik! Biz bunları yapmayız!
18 Bilakis biz, Hakk'ı (hakikati) bâtılın (vehme dayalı fikirlerin) üzerine indiririz de, onun düşünce sistemini paramparça eder. . . Bir de bakarsın ki o can çekişerek yok olup gider. . . Tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size!
19 Semâlarda ve arzda kim varsa O'nun (El Esmâ mânâlarının açığa çıkması) içindir! "HÛ"nun indînde olanlar, O'nun kulluğunu ne benliklerini katarak büyüklenmiş olurlar ne de bezginlik duyarlar!
20 Gece ve gündüz (yaratılış amaçlarındaki işlevlerine devam suretiyle) tespih ederler; Hiç kesintisiz!
21 Yoksa onlar yeryüzünde, kabirdeki ölüleri (bedenlerdeki şuurundan gâfil bilinçleri) dirilten (hakikatlerini hatırlatıp yaşatan) tanrılar mı edindiler?
22 Eğer o ikisinde (semâlar ve arz) Allâh'tan başka tanrılar olsaydı, elbette o ikisi de düzenini yitirirdi! Arş'ın Rabbi Allâh, onların vasıflamalarından münezzehtir.
23 Yaptığından soru sorulmaz! Onlar sorgulanır (yaptıklarının sonucu yaşatılır)!
24 Yoksa O'nun dûnunda tanrılar mı edindiler? De ki: "Kanıtınızı getirin hadi! Bu (lâ ilâhe illâllah) benimle beraber olan kimsenin de zikridir (hatırladığı hakikattir); benden önce olan kimsenin de zikridir (hatırladığı hakikattir)". . . Hayır, onların çoğunluğu Hakk'ı bilmiyorlar. . . Bundan ötürü yüz çeviricilerdir.
25 Senden önce bir Rasûl irsâl etmedik ki Ona: "Tanrı yoktur, sadece Ben! O hâlde bana kullukta olduğunuzu fark edin" diye vahyetmiş olmayalım.
26 "Rahman çocuk edindi" dediler! Subhan'dır O! Bilakis, ikrama nail olmuş kullardır (İsa ve Allâh'ın kızları diye vehmedilen melekler).
27 Sözleri, O'nun hükmü önüne geçmez! Onlar, O'nun hükmünü uygular.
28 Onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. . . Onlar, ancak rızasını kazanmış kişilere şefaat ederler. . . Onlar, O'nun haşyetinden titrerler.
29 Onlardan kim: "Ben, O'nun dûnunda bir tanrıyım" derse; ona, bunun sonucunu cehennem olarak yaşatırız! İşte zalimlere sonucunu böyle yaşatırız.
30 O hakikat bilgisini inkâr edenler görmediler mi ki (atom altı boyutuyla) semâlar ve arz birleşik idi de biz onları (algılayıcı kuvvelerin yoğunlaşmasıyla) yarıp ayırdık! Her diri şeyi sudan (H2O) oluşturduk. . . Hâlâ iman etmiyorlar mı?
31 Arzda, kendilerini sallayıp sarsmasın diye sâbit dağlar (vücutta organlar) oluşturduk. . . Dağlar arasında geniş yollar oluşturduk ki doğru yolu bulsunlar.
32 Semâyı da korunmuş bir tavan kıldık. . . Onlar onun işaretlerine aldırmıyorlar.
33 "HÛ" ki, geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratmıştır. Her biri yörüngesinde (enerji - dalga okyanusunda) yüzmektedir!
34 Senden önce hiçbir beşere sonsuz yaşam oluşturmadık! Sen öleceksin de, onlar ebedî midir?
35 Her nefs (bilinç) ölümü TADACAKTIR! Biz kuvvelerinizi keşfedesiniz diye sizi şerr ve hayır ile deneriz. . . Bize döndürülürsünüz.
36 Hakikat bilgisini inkâr edenler seni gördüklerinde, "Bu mu tanrılarınız hakkında konuşan!" diyerek seni küçümsemekten başka bir şey yapmazlar. . . Oysa Hakikatleri olan Rahmaniyet hatırlatılınca, onu inkâr etmekteler!
37 İnsan, hemen oluşturmak isteyen (aceleci) olarak yaratılmıştır! İşaretlerimi (ne demek olduğunu) size yakında göstereceğim. . . (Onların oluşmasında) acele etmeyin!
38 "Eğer doğru söyleyenler iseniz şu vadedilen ne zamandır?" derler.
39 O küfredenler; yüzlerinden ve sırtlarından ateşi engellemeyecekleri ve yardım göremeyecekleri zamanı keşki bilseler.
40 Bilakis (vadolunanı yaşatacak vefat {bedenin hayatiyetini yitirmesiyle meydana gelen kopuş}) onlara ansızın gelir de, kendilerini şaşkına çevirir! Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter ve ne de kendilerine mühlet verilir.
41 Andolsun, senden önceki Rasûllerle de alay edildi de; küçümsedikleri şey, alay edenleri her yönden kuşattı.
42 De ki: "Gece ve gündüzünüzde, Rahman'dan (özündeki Rahmanî hakikatin gereklerini yaşayamamanın sonucu olan azap hâlinden) sizi kim korur?". . . Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviricilerdir!
43 Yoksa onların, kendilerini koruyacak bizim dûnumuzda ilâhları mı var? (Oysa) onlar (vehmettikleri tanrılar), ne kendi nefslerini kurtaracak güce sahip olurlar; ne de tarafımızdan destek görürler.
44 Hayır, biz bunları ve atalarını (dünya nimetlerinden) yararlandırdık. O kadar ki, onlara ömür çok uzun geldi (bitmeyecekmiş gibi)! Görmüyorlar mı ki biz arza (fiziksel bedene) geliyoruz, onun etrafından onu noksanlaştırıyoruz (tâ ki yaşlanır ve ölümü tadar). . . Galipler onlar mı?
45 De ki: "Ben sizi sadece vahiy ile uyarıyorum". . . (Ne var ki) sağırlar uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler!
46 Yemin olsun, eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunsa elbette: "Yazık bize! Doğrusu biz zâlimlermişiz" derler.
47 Kıyamet sürecinde ulûhiyet hükümlerine göre ölçütler koyarız! Hiçbir nefs (benlik - bilinç) en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz (hakikatlerindeki Hasiyb özelliği) kâfiyiz.
48 Andolsun ki biz Musa ve Harun'a Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayırt edeni), korunmak isteyenler için bir ışık ve bir hatırlatıcı olarak verdik.
49 Onlar ki gaybları olarak Rablerinden haşyet ederler. . . Onlar o Saat'ten de titrerler.
50 Bu da inzâl ettiğimiz mübarek bir hatırlatmadır! Siz O'nu inkâr edenler misiniz?
51 Andolsun ki biz İbrahim'e daha önceden rüşdünü (olgunluk düşüncesi - hanîflik) verdik. . . Biz Onu bilirdik.
52 Hani (İbrahim) babasına ve halkına demişti ki: "Kendilerine tapındığınız bu heykeller de nedir?"
53 Dediler ki: "Atalarımızı bunlara tapanlar olarak gördük (biz de onları taklit ediyoruz işte). "
54 (İbrahim) dedi ki: "Yemin ederim ki, sizin de atalarınızın da sapık bir düşüncede olduğu apaçık ortada!"
55 Dediler ki: "Sen bize Hak olarak mı geldin yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?"
56 (İbrahim) dedi ki: "Hayır (oyun değil bu)! Rabbiniz, semâların ve arzın Rabbidir ki, onları belli bir işlev ve sistemle yaratmıştır! Ben buna şahitlerdenim. "
57 "Tallahi, arkanızı dönüp gittikten sonra, sizin putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım. "
58 (Nihayet İbrahim) belki ona gidip sorarlar diye, en büyükleri dışında putları paramparça etti.
59 Dediler ki: "Bunu tanrılarımıza kim yaptı ise, muhakkak ki o zâlimlerdendir. "
60 Dediler ki: "Bunlar hakkında konuşan (geçersiz olduklarından söz eden) İbrahim diye bir genç işitmiştik. "
61 Dediler ki: "Onu tutuklayıp halkın gözleri önüne getirin ki, herkes olaya şahit olsun. "
62 Dediler ki: "Tanrılarımıza (heykellere - putlara) bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?"
63 (İbrahim) dedi ki: "Hayır! Onların şu büyükleri yapmıştır onu! Onlara (putlara) sorun, eğer konuşabiliyorlarsa!"
64 Şöyle bir düşündükten sonra: "Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz" dediler (birbirlerine).
65 Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: "Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!" (dediler).
66 (İbrahim) dedi ki: "Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?"
67 "Yazık size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?"
68 Dediler ki: "Onu (İbrahim'i) yakarak tanrılarınıza destek verin. . . Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın). "
69 Dedik: "Ey Ateş. . . İbrahim'e serin ve selâm (selâmet) ol!"
70 Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
71 Biz Onu (İbrahim'i) da Lût'u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık.
72 Biz Ona İshak'ı bağışladık, fazladan da Yakup'u verdik. . . Hepsini sâlihler kıldık.
73 Onları hükmümüzce hakikate erdiren önderler kıldık. . . Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik. . . Kulluklarının farkındalığında idiler.
74 Lût'a (gelince), Ona bir hüküm ve bir ilim verdik. . . Onu çirkin şeylerleri işleyen o kentten kurtardık. . . Muhakkak ki onlar bozuk inançlı, kötü bir kavim idi.
75 Onu rahmetimize kattık. . . Muhakkak ki O sâlihlerden idi.
76 Nuh. . . Hani daha önce bize yönelmişti de, Ona icabet etmiş; (böylece) Onu ve ehlini o aziym sıkıntıdan kurtarmıştık.
77 Ona, kendilerindeki işaretlerimizi yalanlayan halka (karşı) yardım etmiştik. . . Muhakkak ki onlar kötü bir topluluk idi. . . Biz de onların hepsini birden suda boğduk.
78 Davud ile Süleyman'ı da (an). . . Hani o ikisi, o ekin hakkında hüküm veriyorlardı. . . Hani bir topluluğun koyunları (geceleyin) ekinin içinde (onları yemek için) yayılmıştı. . . Biz onların hükümlerinin şahitleriydik.
79 Biz Süleyman'ı bu konuda anlayışlı kıldık! Her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Davud da tespih ederken, dağları ve kuş cinsini hizmetine verirdik. . . Fâiller biz idik.
80 Ona (Davud'a), sizin için, savaş sıkıntılarınızdan sizi korusun diye, zırh yapma sanatını talim ettik. . . İmdi siz şükrediyor musunuz?
81 Süleyman'a da fırtınayı boyun eğdirdik. . . Onun (Süleyman'ın) hükmüyle, içinde bereketler oluşturduğumuz bölgeye doğru eserdi! Biz, her şeyde bilen biziz.
82 Onun (Süleyman) için denizin dibine dalan ve daha başka iş de yapan şeytanlardan da (Süleyman'a hizmet verenler vardı). . . Biz onların bekçileriydik.
83 Eyyub. . . Hani Rabbine: "Gerçekten hastalık beni yıprattı ve sen Erhamur Rahıymiynsin" diye nida etti.
84 Biz de Ona icabet ettik ve hastalığından kurtardık. . . Ayrıca ona, indîmizden bir rahmet ve abidler (yakîn gelene kadar gerekli çalışmaları yapanlar) için hatırlatma olarak, ehlini ve onlarla beraber onların mislini de verdik.
85 İsmail, İdris ve Zülkifl. . . Hepsi sabredenlerdendi.
86 Onları rahmetimizin içine dâhil ettik. . . Muhakkak ki onlar sâlihlerden idiler.
87 ZünNun (Yunus). . . Hani kızarak çekip gitmiş ve kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti! Nihayet karanlıklar içinde: "Tanrı yok (benliğim yok); sadece Sen (hakikatimi oluşturan El Esmâ mânâların)! Senin (Esmâ mânâlarını açığa çıkaran olarak bu işlevimle) tespihindeyim! Muhakkak ki ben zâlimlerden oldum" diye yönelmişti.
88 Biz de Ona icabet ettik! Kendisini içine düştüğü bunalımdan kurtardık! İman edenleri işte böyle kurtarırız.
89 Zekeriya. . . Hani: "Rabbim. . . Beni hayatta tek başıma bırakma (bir vâris ihsan et)! Sen vârislerin en hayırlısısın" diye Rabbine nida etti.
90 Biz de icabet ettik, Ona Yahya'yı hibe ettik ve karısını Onun için ıslah ettik (çocuk doğurmak için uygun hâle getirdik). . . Muhakkak ki onlar hayırlı işlerde yarışırlar; ümitle ve korkarak bize dua ederlerdi, huşû duyarlardı.
91 İffetini koruyan o dişiyi (Meryem'i). . . Ona (Meryem'in rahmindeki {ademî yaratışın benzeri olarak} cenine) ruhumuzdan nefhettik (Onda Esmâ'mızdan bazılarının özel mânâlarını açığa çıkartarak İsa'yı {şuur varlığı} halk ettik). . . Onu ve oğlunu âlemler için bir mucize olarak meydana getirdik.
92 Muhakkak ki bu tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir! Ben, sizin Rabbinizim! O hâlde bana kulluğunuzun bilincine erin!
93 Onlar aralarında işlerini (din - sistem anlayışlarını) paramparça ettiler. . . Hepsi bize rücu edicilerdir.
94 Kim imanlı olarak yararlı bir fiil ortaya koyarsa o çalışmasının karşılığını alır! Biz onun kaydını tutanlarız!
95 Yok ettiğimiz bir bölgedekilere haramdır ki; onlar rücu edemezler!
96 Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc kapılarının açıldığı zaman, her hadebden (yüksekçe yer - belki de uzay gemilerinden) hızlıca inerler!
97 Ölüm yaklaştığında, bir de bakarsın ki hakikat bilgisini inkâr edenlerin gözleri dehşetle donar kalır! "Eyvah! Gerçekten biz kozamızda - dünyamızda yaşıyormuşuz (bu gerçeği fark edememişiz)! Hayır, zâlimler imişiz. "
98 Muhakkak ki siz de, Allâh dûnundaki taptıklarınız da cehennem yakıtısınız! Siz oraya varacaksınız!
99 Eğer bunlar tanrılar olsalardı, oraya gelip girmezler idi! Hepsi orada ebedî kalıcılardır.
100 Onlar için orada şiddetli - horultulu inleme vardır ve onlar orada (dünyadaki sağırlıklarının devamı olarak) işitmezler!
101 Bizden kendilerine güzellik, saadet takdir edilmiş olan kimselere gelince, işte onlar ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.
102 Onun (cehennemin) gümbürtüsünü işitmezler. . . Nefslerinin arzu ettiği her şey içinde sonsuza dek yaşarlar.
103 O en büyük korku (ölüm kavramı kalktığı için) onları üzmez ve melekler onları karşılar: "İşte bu vadolunduğunuz sizin gününüzdür. "
104 O gün, semâyı yazılı sayfaları dürer gibi düreriz! İlk yaratmaya başladığımız gibi (yer - gök bitişik hâle) onu iade ederiz! Bu vaadimizdir! Gerçekleştirecek olan Biziz!
105 Andolsun ki Zikir'den (önceki hatırlatıcı bilgilerden sonra) sonra Zebur'da (Hikmetler Bilgisi) da yazdık ki: "Arza (bedende Esmâ kuvveleriyle tasarrufa), Benim salâha ermiş kullarım (velâyet hakikati) vâris olur!"
106 Muhakkak ki bunda, abidler topluluğu (arınma çalışmaları yapanlar) için açıklayıcı bilgi vardır.
107 Seni âlemler (insanlar) için sadece rahmet olarak irsâl ettik!
108 De ki: "Bana sadece şu vahyolunuyor: Sizin tanrı diye düşündüğünüz sadece Ulûhiyet sahibi TEK'tir! Siz müslimler misiniz (teslimiyetinizin farkında mısınız) peki?"
109 Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Eşit olarak size bildirdim. . . Size vadolunan şey (uyarıldığınız ölüm) yakın mıdır uzak mıdır, bilmiyorum. "
110 "Muhakkak ki O, düşüncelerinizden açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilir. "
111 "Bilmiyorum, belki de süre tanınması sizin için bir denemedir (kendinizin ne olduğunu bizzat yaşayıp görmeniz için) ve sınırlı bir yararlanmadır. "
112 Dedi ki: "Rabbim, Hak olarak hükmet! Rabbimiz Rahman Müstean'dır sizin asılsız tanımlamalarınıza karşı!"
                    Arapça No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ 1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ 2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ 4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ 5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ 6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ 7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ 8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ 9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟ 10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ 11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ 12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ 13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ 15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ 16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ 17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ 18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ 19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ 20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ 21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ 22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ 23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ 24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ 25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ 26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ 27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ 28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟ 29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ 30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ 31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ 32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ 33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ 34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ 35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ 36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ 37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ 39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ 40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ 41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ 42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ 43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ 44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ 45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ 46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ 47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ 48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ 49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟ 50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ 51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ 52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ 53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ 54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ 55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ 56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ 57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ 58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ 59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ 60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ 61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ 62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ 63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ 64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ 65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ 66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ 67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ 68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ 69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ 70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ 71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ 72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ 73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ 74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟ 75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ 76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ 77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ 78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ 79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ 80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ 81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ 82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ 83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ 84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ 85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ 86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ 87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ 88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ 89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ 90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ 91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ 92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ 93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ 94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ 95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ 96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ 97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ 98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ 99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ 100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ 101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ 102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ 103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ 104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ 105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ 106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ 107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ 108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ 109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ 110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ 111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ 112
                    Ayet No
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ
İnsanlara yaptıklarının sonucunu görme süreci yaklaşmıştır! Onlar ise kozaları içinde aldırmaz bir hâldeler!
1
مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ
Rablerinden gelen her yeni uyarıyı, alaya alarak dinliyorlar!
2
لَاهِيَةً قُلُوبُهُمْۜ وَاَسَرُّوا النَّجْوٰىۗ اَلَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ اَفَتَأْتُونَ السِّحْرَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ
Akılları fikirleri oyun eğlencede! O, nefslerine zulmedenler, aralarında fısıldaşıyorlar: "Sizden farklı bir beşer mi sanki! Ne olduğunu görüp dururken, sihirli sözlerine mi kapılıyorsunuz?"
3
قَالَ رَبّ۪ي يَعْلَمُ الْقَوْلَ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
(Hz. Rasûlullah): "Benim Rabbim semâda ve arzda konuşulanı bilir. . . O, Semi'dir, Aliym'dir" dedi.
4
بَلْ قَالُٓوا اَضْغَاثُ اَحْلَامٍ بَلِ افْتَرٰيهُ بَلْ هُوَ شَاعِرٌۚ فَلْيَأْتِنَا بِاٰيَةٍ كَمَٓا اُرْسِلَ الْاَوَّلُونَ
Şöyle de dediler: "Konuştukları kuruntulardan oluşan rüyalarıdır! Muhtemelen uyduruyor. . . Hayır, O bir şairdir! (Eğer böyle değilse) geçmişte yaşamış Rasûllerdeki gibi mucizesini göstersin!"
5
مَٓا اٰمَنَتْ قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَاۚ اَفَهُمْ يُؤْمِنُونَ
Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir şehir halkı da iman etmemişti. . . Onlar mı iman edecekler?
6
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالاً نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Senden önce, kendilerine erkeklerden başkasını vahiy ile irsâl etmedik. . . Eğer bilmiyorsanız, geçmiş hakkında bilgi sahibi kişilere sorun.
7
وَمَا جَعَلْنَاهُمْ جَسَداً لَا يَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَمَا كَانُوا خَالِد۪ينَ
Onları (Nebi/Rasûlleri), yemeğe ihtiyacı olmayan bedenli olarak meydana getirmedik! (Onlar dünyada) ebedî kalıcılar da değillerdi.
8
ثُمَّ صَدَقْنَاهُمُ الْوَعْدَ فَاَنْجَيْنَاهُمْ وَمَنْ نَشَٓاءُ وَاَهْلَكْنَا الْمُسْرِف۪ينَ
Sonra Onlara bildirimimizi gerçekleştirdik; Onları ve dilediğimiz kimseleri kurtarıp, müsrifleri helâk ettik.
9
لَقَدْ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكُمْ كِتَاباً ف۪يهِ ذِكْرُكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟
Yemin olsun ki, size, içinde zikriniz olan (hakikatinizi HATIRLATAN) BİLGİ inzâl ettik! Aklınız almıyor mu?
10
وَكَمْ قَصَمْنَا مِنْ قَرْيَةٍ كَانَتْ ظَالِمَةً وَاَنْشَأْنَا بَعْدَهَا قَوْماً اٰخَر۪ينَ
Zâlim olan nice bölgeyi kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka halklar inşa ettik.
11
فَلَمَّٓا اَحَسُّوا بَأْسَنَٓا اِذَا هُمْ مِنْهَا يَرْكُضُونَۜ
Şiddetimizi hissettiklerinde bir de bakarsın, oradan kaçıyorlar!
12
لَا تَرْكُضُوا وَارْجِعُٓوا اِلٰى مَٓا اُتْرِفْتُمْ ف۪يهِ وَمَسَاكِنِكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْـَٔلُونَ
"Kaçmayın; bolluktan şımardığınız yere, meskenlerinize dönün ki sorgulanasınız. "
13
قَالُوا يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Dediler ki: "Yazıklar olsun bize! Gerçekte zulmedenlerden olmuşuz!"
14
فَمَا زَالَتْ تِلْكَ دَعْوٰيهُمْ حَتّٰى جَعَلْنَاهُمْ حَص۪يداً خَامِد۪ينَ
Onların bu iddiaları sürüp gitti. . . Tâ ki biz onları biçilmiş ekin ve sönmüş ateşe döndürene kadar.
15
وَمَا خَلَقْنَا السَّمَٓاءَ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ
Semâyı, arzı ve aralarındakileri oyuncak olarak halketmedik (çok büyük işlevleri vardır)!
16
لَوْ اَرَدْنَٓا اَنْ نَتَّخِذَ لَهْواً لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّاۗ اِنْ كُنَّا فَاعِل۪ينَ
Eğer bir oyun - eğlence oluşturmak dileseydik, elbette onu kendi ledünnümüzden edinirdik! Biz bunları yapmayız!
17
بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌۜ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ
Bilakis biz, Hakk'ı (hakikati) bâtılın (vehme dayalı fikirlerin) üzerine indiririz de, onun düşünce sistemini paramparça eder. . . Bir de bakarsın ki o can çekişerek yok olup gider. . . Tanımlamalarınızdan dolayı yazıklar olsun size!
18
وَلَهُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَنْ عِنْدَهُ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَلَا يَسْتَحْسِرُونَۚ
Semâlarda ve arzda kim varsa O'nun (El Esmâ mânâlarının açığa çıkması) içindir! "HÛ"nun indînde olanlar, O'nun kulluğunu ne benliklerini katarak büyüklenmiş olurlar ne de bezginlik duyarlar!
19
يُسَبِّحُونَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يَفْتُرُونَ
Gece ve gündüz (yaratılış amaçlarındaki işlevlerine devam suretiyle) tespih ederler; Hiç kesintisiz!
20
اَمِ اتَّخَذُٓوا اٰلِهَةً مِنَ الْاَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ
Yoksa onlar yeryüzünde, kabirdeki ölüleri (bedenlerdeki şuurundan gâfil bilinçleri) dirilten (hakikatlerini hatırlatıp yaşatan) tanrılar mı edindiler?
21
لَوْ كَانَ ف۪يهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَاۚ فَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ
Eğer o ikisinde (semâlar ve arz) Allâh'tan başka tanrılar olsaydı, elbette o ikisi de düzenini yitirirdi! Arş'ın Rabbi Allâh, onların vasıflamalarından münezzehtir.
22
لَا يُسْـَٔلُ عَمَّا يَفْعَلُ وَهُمْ يُسْـَٔلُونَ
Yaptığından soru sorulmaz! Onlar sorgulanır (yaptıklarının sonucu yaşatılır)!
23
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اٰلِهَةًۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْۚ هٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْل۪يۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۙ الْحَقَّ فَهُمْ مُعْرِضُونَ
Yoksa O'nun dûnunda tanrılar mı edindiler? De ki: "Kanıtınızı getirin hadi! Bu (lâ ilâhe illâllah) benimle beraber olan kimsenin de zikridir (hatırladığı hakikattir); benden önce olan kimsenin de zikridir (hatırladığı hakikattir)". . . Hayır, onların çoğunluğu Hakk'ı bilmiyorlar. . . Bundan ötürü yüz çeviricilerdir.
24
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا نُوح۪ٓي اِلَيْهِ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنَا۬ فَاعْبُدُونِ
Senden önce bir Rasûl irsâl etmedik ki Ona: "Tanrı yoktur, sadece Ben! O hâlde bana kullukta olduğunuzu fark edin" diye vahyetmiş olmayalım.
25
وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمٰنُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَۙ
"Rahman çocuk edindi" dediler! Subhan'dır O! Bilakis, ikrama nail olmuş kullardır (İsa ve Allâh'ın kızları diye vehmedilen melekler).
26
لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِاَمْرِه۪ يَعْمَلُونَ
Sözleri, O'nun hükmü önüne geçmez! Onlar, O'nun hükmünü uygular.
27
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَۙ اِلَّا لِمَنِ ارْتَضٰى وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِه۪ مُشْفِقُونَ
Onların önlerindekini de, arkalarındakini de bilir. . . Onlar, ancak rızasını kazanmış kişilere şefaat ederler. . . Onlar, O'nun haşyetinden titrerler.
28
وَمَنْ يَقُلْ مِنْهُمْ اِنّ۪ٓي اِلٰهٌ مِنْ دُونِه۪ فَذٰلِكَ نَجْز۪يهِ جَهَنَّمَۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ۟
Onlardan kim: "Ben, O'nun dûnunda bir tanrıyım" derse; ona, bunun sonucunu cehennem olarak yaşatırız! İşte zalimlere sonucunu böyle yaşatırız.
29
اَوَلَمْ يَرَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاۜ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّۜ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ
O hakikat bilgisini inkâr edenler görmediler mi ki (atom altı boyutuyla) semâlar ve arz birleşik idi de biz onları (algılayıcı kuvvelerin yoğunlaşmasıyla) yarıp ayırdık! Her diri şeyi sudan (H2O) oluşturduk. . . Hâlâ iman etmiyorlar mı?
30
وَجَعَلْنَا فِي الْاَرْضِ رَوَاسِيَ اَنْ تَم۪يدَ بِهِمْ وَجَعَلْنَا ف۪يهَا فِجَاجاً سُبُلاً لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ
Arzda, kendilerini sallayıp sarsmasın diye sâbit dağlar (vücutta organlar) oluşturduk. . . Dağlar arasında geniş yollar oluşturduk ki doğru yolu bulsunlar.
31
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفاً مَحْفُوظاًۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
Semâyı da korunmuş bir tavan kıldık. . . Onlar onun işaretlerine aldırmıyorlar.
32
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
"HÛ" ki, geceyi, gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratmıştır. Her biri yörüngesinde (enerji - dalga okyanusunda) yüzmektedir!
33
وَمَا جَعَلْنَا لِبَشَرٍ مِنْ قَبْلِكَ الْخُلْدَۜ اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ
Senden önce hiçbir beşere sonsuz yaşam oluşturmadık! Sen öleceksin de, onlar ebedî midir?
34
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِۜ وَنَبْلُوكُمْ بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةًۜ وَاِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Her nefs (bilinç) ölümü TADACAKTIR! Biz kuvvelerinizi keşfedesiniz diye sizi şerr ve hayır ile deneriz. . . Bize döndürülürsünüz.
35
وَاِذَا رَاٰكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي يَذْكُرُ اٰلِهَتَكُمْۚ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمٰنِ هُمْ كَافِرُونَ
Hakikat bilgisini inkâr edenler seni gördüklerinde, "Bu mu tanrılarınız hakkında konuşan!" diyerek seni küçümsemekten başka bir şey yapmazlar. . . Oysa Hakikatleri olan Rahmaniyet hatırlatılınca, onu inkâr etmekteler!
36
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ سَاُر۪يكُمْ اٰيَات۪ي فَلَا تَسْتَعْجِلُونِ
İnsan, hemen oluşturmak isteyen (aceleci) olarak yaratılmıştır! İşaretlerimi (ne demek olduğunu) size yakında göstereceğim. . . (Onların oluşmasında) acele etmeyin!
37
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
"Eğer doğru söyleyenler iseniz şu vadedilen ne zamandır?" derler.
38
لَوْ يَعْلَمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ح۪ينَ لَا يَكُفُّونَ عَنْ وُجُوهِهِمُ النَّارَ وَلَا عَنْ ظُهُورِهِمْ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ
O küfredenler; yüzlerinden ve sırtlarından ateşi engellemeyecekleri ve yardım göremeyecekleri zamanı keşki bilseler.
39
بَلْ تَأْت۪يهِمْ بَغْتَةً فَتَبْهَتُهُمْ فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ رَدَّهَا وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ
Bilakis (vadolunanı yaşatacak vefat {bedenin hayatiyetini yitirmesiyle meydana gelen kopuş}) onlara ansızın gelir de, kendilerini şaşkına çevirir! Artık onu ne geri çevirmeye güçleri yeter ve ne de kendilerine mühlet verilir.
40
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟
Andolsun, senden önceki Rasûllerle de alay edildi de; küçümsedikleri şey, alay edenleri her yönden kuşattı.
41
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ
De ki: "Gece ve gündüzünüzde, Rahman'dan (özündeki Rahmanî hakikatin gereklerini yaşayamamanın sonucu olan azap hâlinden) sizi kim korur?". . . Hayır, onlar Rablerinin zikrinden yüz çeviricilerdir!
42
اَمْ لَهُمْ اٰلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ مِنْ دُونِنَاۜ لَا يَسْتَط۪يعُونَ نَصْرَ اَنْفُسِهِمْ وَلَا هُمْ مِنَّا يُصْحَبُونَ
Yoksa onların, kendilerini koruyacak bizim dûnumuzda ilâhları mı var? (Oysa) onlar (vehmettikleri tanrılar), ne kendi nefslerini kurtaracak güce sahip olurlar; ne de tarafımızdan destek görürler.
43
بَلْ مَتَّعْنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ وَاٰبَٓاءَهُمْ حَتّٰى طَالَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۜ اَفَلَا يَرَوْنَ اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ اَفَهُمُ الْغَالِبُونَ
Hayır, biz bunları ve atalarını (dünya nimetlerinden) yararlandırdık. O kadar ki, onlara ömür çok uzun geldi (bitmeyecekmiş gibi)! Görmüyorlar mı ki biz arza (fiziksel bedene) geliyoruz, onun etrafından onu noksanlaştırıyoruz (tâ ki yaşlanır ve ölümü tadar). . . Galipler onlar mı?
44
قُلْ اِنَّـمَٓا اُنْذِرُكُمْ بِالْوَحْيِۘ وَلَا يَسْمَعُ الصُّمُّ الدُّعَٓاءَ اِذَا مَا يُنْذَرُونَ
De ki: "Ben sizi sadece vahiy ile uyarıyorum". . . (Ne var ki) sağırlar uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler!
45
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَٓا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Yemin olsun, eğer onlara Rabbinin azabından bir esinti dokunsa elbette: "Yazık bize! Doğrusu biz zâlimlermişiz" derler.
46
وَنَضَعُ الْمَوَاز۪ينَ الْقِسْطَ لِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ فَلَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْـٔاًۜ وَاِنْ كَانَ مِثْقَالَ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ اَتَيْنَا بِهَاۜ وَكَفٰى بِنَا حَاسِب۪ينَ
Kıyamet sürecinde ulûhiyet hükümlerine göre ölçütler koyarız! Hiçbir nefs (benlik - bilinç) en küçük bir zulme uğramaz. Bir hardal tanesi ağırlığınca olsa dahi onu getiririz. Hesap görücüler olarak biz (hakikatlerindeki Hasiyb özelliği) kâfiyiz.
47
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى وَهٰرُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَٓاءً وَذِكْراً لِلْمُتَّق۪ينَۙ
Andolsun ki biz Musa ve Harun'a Furkan'ı (Hak ile bâtılı ayırt edeni), korunmak isteyenler için bir ışık ve bir hatırlatıcı olarak verdik.
48
اَلَّذ۪ينَ يَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ بِالْغَيْبِ وَهُمْ مِنَ السَّاعَةِ مُشْفِقُونَ
Onlar ki gaybları olarak Rablerinden haşyet ederler. . . Onlar o Saat'ten de titrerler.
49
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟
Bu da inzâl ettiğimiz mübarek bir hatırlatmadır! Siz O'nu inkâr edenler misiniz?
50
وَلَقَدْ اٰتَيْنَٓا اِبْرٰه۪يمَ رُشْدَهُ مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا بِه۪ عَالِم۪ينَۚ
Andolsun ki biz İbrahim'e daha önceden rüşdünü (olgunluk düşüncesi - hanîflik) verdik. . . Biz Onu bilirdik.
51
اِذْ قَالَ لِاَب۪يهِ وَقَوْمِه۪ مَا هٰذِهِ التَّمَاث۪يلُ الَّت۪ٓي اَنْتُمْ لَهَا عَاكِفُونَ
Hani (İbrahim) babasına ve halkına demişti ki: "Kendilerine tapındığınız bu heykeller de nedir?"
52
قَالُوا وَجَدْنَٓا اٰبَٓاءَنَا لَهَا عَابِد۪ينَ
Dediler ki: "Atalarımızı bunlara tapanlar olarak gördük (biz de onları taklit ediyoruz işte). "
53
قَالَ لَقَدْ كُنْتُمْ اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
(İbrahim) dedi ki: "Yemin ederim ki, sizin de atalarınızın da sapık bir düşüncede olduğu apaçık ortada!"
54
قَالُٓوا اَجِئْتَنَا بِالْحَقِّ اَمْ اَنْتَ مِنَ اللَّاعِب۪ينَ
Dediler ki: "Sen bize Hak olarak mı geldin yoksa sen oyun oynayanlardan mısın?"
55
قَالَ بَلْ رَبُّكُمْ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الَّذ۪ي فَطَرَهُنَّۘ وَاَنَا۬ عَلٰى ذٰلِكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
(İbrahim) dedi ki: "Hayır (oyun değil bu)! Rabbiniz, semâların ve arzın Rabbidir ki, onları belli bir işlev ve sistemle yaratmıştır! Ben buna şahitlerdenim. "
56
وَتَاللّٰهِ لَاَك۪يدَنَّ اَصْنَامَكُمْ بَعْدَ اَنْ تُوَلُّوا مُدْبِر۪ينَ
"Tallahi, arkanızı dönüp gittikten sonra, sizin putlarınıza mutlaka bir tuzak kuracağım. "
57
فَجَعَلَهُمْ جُذَاذاً اِلَّا كَب۪يراً لَهُمْ لَعَلَّهُمْ اِلَيْهِ يَرْجِعُونَ
(Nihayet İbrahim) belki ona gidip sorarlar diye, en büyükleri dışında putları paramparça etti.
58
قَالُوا مَنْ فَعَلَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَٓا اِنَّهُ لَمِنَ الظَّالِم۪ينَ
Dediler ki: "Bunu tanrılarımıza kim yaptı ise, muhakkak ki o zâlimlerdendir. "
59
قَالُوا سَمِعْنَا فَتًى يَذْكُرُهُمْ يُقَالُ لَـهُٓ اِبْرٰه۪يمُۜ
Dediler ki: "Bunlar hakkında konuşan (geçersiz olduklarından söz eden) İbrahim diye bir genç işitmiştik. "
60
قَالُوا فَأْتُوا بِه۪ عَلٰٓى اَعْيُنِ النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَشْهَدُونَ
Dediler ki: "Onu tutuklayıp halkın gözleri önüne getirin ki, herkes olaya şahit olsun. "
61
قَالُٓوا ءَاَنْتَ فَعَلْتَ هٰذَا بِاٰلِهَتِنَا يَٓا اِبْرٰه۪يمُۜ
Dediler ki: "Tanrılarımıza (heykellere - putlara) bunu sen mi yaptın, ey İbrahim?"
62
قَالَ بَلْ فَعَلَهُۗ كَب۪يرُهُمْ هٰذَا فَسْـَٔلُوهُمْ اِنْ كَانُوا يَنْطِقُونَ
(İbrahim) dedi ki: "Hayır! Onların şu büyükleri yapmıştır onu! Onlara (putlara) sorun, eğer konuşabiliyorlarsa!"
63
فَرَجَعُٓوا اِلٰٓى اَنْفُسِهِمْ فَقَالُٓوا اِنَّكُمْ اَنْتُمُ الظَّالِمُونَۙ
Şöyle bir düşündükten sonra: "Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz" dediler (birbirlerine).
64
ثُمَّ نُكِسُوا عَلٰى رُؤُ۫سِهِمْۚ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ يَنْطِقُونَ
Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: "Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!" (dediler).
65
قَالَ اَفَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكُمْ شَيْـٔاً وَلَا يَضُرُّكُمْۜ
(İbrahim) dedi ki: "Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?"
66
اُفٍّ لَكُمْ وَلِمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ
"Yazık size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?"
67
قَالُوا حَرِّقُوهُ وَانْصُرُٓوا اٰلِهَتَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ
Dediler ki: "Onu (İbrahim'i) yakarak tanrılarınıza destek verin. . . Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın). "
68
قُلْنَا يَا نَارُ كُون۪ي بَرْداً وَسَلَاماً عَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَۙ
Dedik: "Ey Ateş. . . İbrahim'e serin ve selâm (selâmet) ol!"
69
وَاَرَادُوا بِه۪ كَيْداً فَجَعَلْنَاهُمُ الْاَخْسَر۪ينَۚ
Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık!
70
وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطاً اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا لِلْعَالَم۪ينَ
Biz Onu (İbrahim'i) da Lût'u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık.
71
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَۜ وَيَعْقُوبَ نَافِلَةًۜ وَكُلاًّ جَعَلْنَا صَالِح۪ينَ
Biz Ona İshak'ı bağışladık, fazladan da Yakup'u verdik. . . Hepsini sâlihler kıldık.
72
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا وَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَاِقَامَ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءَ الزَّكٰوةِۚ وَكَانُوا لَنَا عَابِد۪ينَۙ
Onları hükmümüzce hakikate erdiren önderler kıldık. . . Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik. . . Kulluklarının farkındalığında idiler.
73
وَلُوطاً اٰتَيْنَاهُ حُكْماً وَعِلْماً وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْقَرْيَةِ الَّت۪ي كَانَتْ تَعْمَلُ الْخَبَٓائِثَۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاسِق۪ينَۙ
Lût'a (gelince), Ona bir hüküm ve bir ilim verdik. . . Onu çirkin şeylerleri işleyen o kentten kurtardık. . . Muhakkak ki onlar bozuk inançlı, kötü bir kavim idi.
74
وَاَدْخَلْنَاهُ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُ مِنَ الصَّالِح۪ينَ۟
Onu rahmetimize kattık. . . Muhakkak ki O sâlihlerden idi.
75
وَنُوحاً اِذْ نَادٰى مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَاَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظ۪يمِۚ
Nuh. . . Hani daha önce bize yönelmişti de, Ona icabet etmiş; (böylece) Onu ve ehlini o aziym sıkıntıdan kurtarmıştık.
76
وَنَصَرْنَاهُ مِنَ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمَ سَوْءٍ فَاَغْرَقْنَاهُمْ اَجْمَع۪ينَ
Ona, kendilerindeki işaretlerimizi yalanlayan halka (karşı) yardım etmiştik. . . Muhakkak ki onlar kötü bir topluluk idi. . . Biz de onların hepsini birden suda boğduk.
77
وَدَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ اِذْ يَحْكُمَانِ فِي الْحَرْثِ اِذْ نَفَشَتْ ف۪يهِ غَنَمُ الْقَوْمِۚ وَكُنَّا لِحُكْمِهِمْ شَاهِد۪ينَۙ
Davud ile Süleyman'ı da (an). . . Hani o ikisi, o ekin hakkında hüküm veriyorlardı. . . Hani bir topluluğun koyunları (geceleyin) ekinin içinde (onları yemek için) yayılmıştı. . . Biz onların hükümlerinin şahitleriydik.
78
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمٰنَۚ وَكُلاًّ اٰتَيْنَا حُكْماً وَعِلْماًۘ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُ۫دَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَۜ وَكُنَّا فَاعِل۪ينَ
Biz Süleyman'ı bu konuda anlayışlı kıldık! Her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Davud da tespih ederken, dağları ve kuş cinsini hizmetine verirdik. . . Fâiller biz idik.
79
وَعَلَّمْنَاهُ صَنْعَةَ لَبُوسٍ لَكُمْ لِتُحْصِنَكُمْ مِنْ بَأْسِكُمْۚ فَهَلْ اَنْتُمْ شَاكِرُونَ
Ona (Davud'a), sizin için, savaş sıkıntılarınızdan sizi korusun diye, zırh yapma sanatını talim ettik. . . İmdi siz şükrediyor musunuz?
80
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ عَاصِفَةً تَجْر۪ي بِاَمْرِه۪ٓ اِلَى الْاَرْضِ الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَكُنَّا بِكُلِّ شَيْءٍ عَالِم۪ينَ
Süleyman'a da fırtınayı boyun eğdirdik. . . Onun (Süleyman'ın) hükmüyle, içinde bereketler oluşturduğumuz bölgeye doğru eserdi! Biz, her şeyde bilen biziz.
81
وَمِنَ الشَّيَاط۪ينِ مَنْ يَغُوصُونَ لَهُ وَيَعْمَلُونَ عَمَلاً دُونَ ذٰلِكَۚ وَكُنَّا لَهُمْ حَافِظ۪ينَۙ
Onun (Süleyman) için denizin dibine dalan ve daha başka iş de yapan şeytanlardan da (Süleyman'a hizmet verenler vardı). . . Biz onların bekçileriydik.
82
وَاَيُّوبَ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَۚ
Eyyub. . . Hani Rabbine: "Gerçekten hastalık beni yıprattı ve sen Erhamur Rahıymiynsin" diye nida etti.
83
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ
Biz de Ona icabet ettik ve hastalığından kurtardık. . . Ayrıca ona, indîmizden bir rahmet ve abidler (yakîn gelene kadar gerekli çalışmaları yapanlar) için hatırlatma olarak, ehlini ve onlarla beraber onların mislini de verdik.
84
وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِدْر۪يسَ وَذَا الْكِفْلِۜ كُلٌّ مِنَ الصَّابِر۪ينَۚ
İsmail, İdris ve Zülkifl. . . Hepsi sabredenlerdendi.
85
وَاَدْخَلْنَاهُمْ ف۪ي رَحْمَتِنَاۜ اِنَّهُمْ مِنَ الصَّالِح۪ينَ
Onları rahmetimizin içine dâhil ettik. . . Muhakkak ki onlar sâlihlerden idiler.
86
وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِباً فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِ اَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّٓا اَنْتَ سُبْحَانَكَۗ اِنّ۪ي كُنْتُ مِنَ الظَّالِم۪ينَۚ
ZünNun (Yunus). . . Hani kızarak çekip gitmiş ve kendisini sıkıştırmayacağımızı zannetmişti! Nihayet karanlıklar içinde: "Tanrı yok (benliğim yok); sadece Sen (hakikatimi oluşturan El Esmâ mânâların)! Senin (Esmâ mânâlarını açığa çıkaran olarak bu işlevimle) tespihindeyim! Muhakkak ki ben zâlimlerden oldum" diye yönelmişti.
87
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ
Biz de Ona icabet ettik! Kendisini içine düştüğü bunalımdan kurtardık! İman edenleri işte böyle kurtarırız.
88
وَزَكَرِيَّٓا اِذْ نَادٰى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْن۪ي فَرْداً وَاَنْتَ خَيْرُ الْوَارِث۪ينَۚ
Zekeriya. . . Hani: "Rabbim. . . Beni hayatta tek başıma bırakma (bir vâris ihsan et)! Sen vârislerin en hayırlısısın" diye Rabbine nida etti.
89
فَاسْتَجَبْنَا لَهُۘ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيٰى وَاَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَباً وَرَهَباًۜ وَكَانُوا لَنَا خَاشِع۪ينَ
Biz de icabet ettik, Ona Yahya'yı hibe ettik ve karısını Onun için ıslah ettik (çocuk doğurmak için uygun hâle getirdik). . . Muhakkak ki onlar hayırlı işlerde yarışırlar; ümitle ve korkarak bize dua ederlerdi, huşû duyarlardı.
90
وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ
İffetini koruyan o dişiyi (Meryem'i). . . Ona (Meryem'in rahmindeki {ademî yaratışın benzeri olarak} cenine) ruhumuzdan nefhettik (Onda Esmâ'mızdan bazılarının özel mânâlarını açığa çıkartarak İsa'yı {şuur varlığı} halk ettik). . . Onu ve oğlunu âlemler için bir mucize olarak meydana getirdik.
91
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ
Muhakkak ki bu tek bir ümmet olarak sizin ümmetinizdir! Ben, sizin Rabbinizim! O hâlde bana kulluğunuzun bilincine erin!
92
وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟
Onlar aralarında işlerini (din - sistem anlayışlarını) paramparça ettiler. . . Hepsi bize rücu edicilerdir.
93
فَمَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِه۪ۚ وَاِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ
Kim imanlı olarak yararlı bir fiil ortaya koyarsa o çalışmasının karşılığını alır! Biz onun kaydını tutanlarız!
94
وَحَرَامٌ عَلٰى قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَٓا اَنَّهُمْ لَا يَرْجِعُونَ
Yok ettiğimiz bir bölgedekilere haramdır ki; onlar rücu edemezler!
95
حَتّٰٓى اِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُمْ مِنْ كُلِّ حَدَبٍ يَنْسِلُونَ
Nihayet Ye'cüc ve Me'cüc kapılarının açıldığı zaman, her hadebden (yüksekçe yer - belki de uzay gemilerinden) hızlıca inerler!
96
وَاقْتَرَبَ الْوَعْدُ الْحَقُّ فَاِذَا هِيَ شَاخِصَةٌ اَبْصَارُ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ يَا وَيْلَنَا قَدْ كُنَّا ف۪ي غَفْلَةٍ مِنْ هٰذَا بَلْ كُنَّا ظَالِم۪ينَ
Ölüm yaklaştığında, bir de bakarsın ki hakikat bilgisini inkâr edenlerin gözleri dehşetle donar kalır! "Eyvah! Gerçekten biz kozamızda - dünyamızda yaşıyormuşuz (bu gerçeği fark edememişiz)! Hayır, zâlimler imişiz. "
97
اِنَّكُمْ وَمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ حَصَبُ جَهَنَّمَۜ اَنْتُمْ لَهَا وَارِدُونَ
Muhakkak ki siz de, Allâh dûnundaki taptıklarınız da cehennem yakıtısınız! Siz oraya varacaksınız!
98
لَوْ كَانَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اٰلِهَةً مَا وَرَدُوهَاۜ وَكُلٌّ ف۪يهَا خَالِدُونَ
Eğer bunlar tanrılar olsalardı, oraya gelip girmezler idi! Hepsi orada ebedî kalıcılardır.
99
لَهُمْ ف۪يهَا زَف۪يرٌ وَهُمْ ف۪يهَا لَا يَسْمَعُونَ
Onlar için orada şiddetli - horultulu inleme vardır ve onlar orada (dünyadaki sağırlıklarının devamı olarak) işitmezler!
100
اِنَّ الَّذ۪ينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنٰٓىۙ اُو۬لٰٓئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَۙ
Bizden kendilerine güzellik, saadet takdir edilmiş olan kimselere gelince, işte onlar ondan (cehennemden) uzaklaştırılmışlardır.
101
لَا يَسْمَعُونَ حَس۪يسَهَاۚ وَهُمْ ف۪ي مَا اشْتَهَتْ اَنْفُسُهُمْ خَالِدُونَۚ
Onun (cehennemin) gümbürtüsünü işitmezler. . . Nefslerinin arzu ettiği her şey içinde sonsuza dek yaşarlar.
102
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْاَكْبَرُ وَتَتَلَقّٰيهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُۜ هٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذ۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
O en büyük korku (ölüm kavramı kalktığı için) onları üzmez ve melekler onları karşılar: "İşte bu vadolunduğunuz sizin gününüzdür. "
103
يَوْمَ نَطْوِي السَّمَٓاءَ كَطَيِّ السِّجِلِّ لِلْكُتُبِۜ كَمَا بَدَأْنَٓا اَوَّلَ خَلْقٍ نُع۪يدُهُۜ وَعْداً عَلَيْنَاۜ اِنَّا كُنَّا فَاعِل۪ينَ
O gün, semâyı yazılı sayfaları dürer gibi düreriz! İlk yaratmaya başladığımız gibi (yer - gök bitişik hâle) onu iade ederiz! Bu vaadimizdir! Gerçekleştirecek olan Biziz!
104
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ
Andolsun ki Zikir'den (önceki hatırlatıcı bilgilerden sonra) sonra Zebur'da (Hikmetler Bilgisi) da yazdık ki: "Arza (bedende Esmâ kuvveleriyle tasarrufa), Benim salâha ermiş kullarım (velâyet hakikati) vâris olur!"
105
اِنَّ ف۪ي هٰذَا لَبَلَاغاً لِقَوْمٍ عَابِد۪ينَۜ
Muhakkak ki bunda, abidler topluluğu (arınma çalışmaları yapanlar) için açıklayıcı bilgi vardır.
106
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ
Seni âlemler (insanlar) için sadece rahmet olarak irsâl ettik!
107
قُلْ اِنَّمَا يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
De ki: "Bana sadece şu vahyolunuyor: Sizin tanrı diye düşündüğünüz sadece Ulûhiyet sahibi TEK'tir! Siz müslimler misiniz (teslimiyetinizin farkında mısınız) peki?"
108
فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ اٰذَنْتُكُمْ عَلٰى سَوَٓاءٍۜ وَاِنْ اَدْر۪ٓي اَقَر۪يبٌ اَمْ بَع۪يدٌ مَا تُوعَدُونَ
Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Eşit olarak size bildirdim. . . Size vadolunan şey (uyarıldığınız ölüm) yakın mıdır uzak mıdır, bilmiyorum. "
109
اِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ مِنَ الْقَوْلِ وَيَعْلَمُ مَا تَكْتُمُونَ
"Muhakkak ki O, düşüncelerinizden açığa vurduğunuzu da gizlemekte olduğunuzu da bilir. "
110
وَاِنْ اَدْر۪ي لَعَلَّهُ فِتْنَةٌ لَكُمْ وَمَتَاعٌ اِلٰى ح۪ينٍ
"Bilmiyorum, belki de süre tanınması sizin için bir denemedir (kendinizin ne olduğunu bizzat yaşayıp görmeniz için) ve sınırlı bir yararlanmadır. "
111
قَالَ رَبِّ احْكُمْ بِالْحَقِّۜ وَرَبُّنَا الرَّحْمٰنُ الْمُسْتَعَانُ عَلٰى مَا تَصِفُونَ
Dedi ki: "Rabbim, Hak olarak hükmet! Rabbimiz Rahman Müstean'dır sizin asılsız tanımlamalarınıza karşı!"
112

Sureler

Mealler
Hac Suresi
Sonraki