|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
الٓمٓ ۠ Elif. Lâm. Mîm. |
1 |
|
اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ İnsanlar, canlarıyla, mallarıyla ağır imtihanlardan geçirilmeden, sadece: 'İman ettik' demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?' |
2 |
|
وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de, belâlarla, felâketlerle ağır imtihanlardan geçirdik. Elbette Allah imanlarında samimi olanların kimler olduğunu bilecek; yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır. |
3 |
|
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ Yoksa, kötülükler yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar. Ne kadar kötü, ne kadar yanlış hüküm veriyorlar! |
4 |
|
مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Kim Allah’ın huzurunda hesaba çekilmeyi, mükâfat ve cezayı umuyorsa, bilsin ki, Allah’ın tayin ettiği o vakit elbet gelecektir. O, her şeyi hakkıyla işitir, hakkıyla bilir. |
5 |
|
وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ Hayatını ortaya koyarak, konuşarak, yazarak, hesapsız servet harcayarak cihad eden, ancak kendi iyiliği, kurtuluşu için cihad etmiş olur. Allah zengindir, âlemlere, insanlara, hiçbir varlığa muhtaç değildir. |
6 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ İman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenlerin, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanların, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanların, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenlerin kusurlarını sileceğiz, bağışlayacağız. Onları, işlemeye devam ettikleri amellerin, elbette daha güzelini, daha değerlisini ölçü alarak mükâfatlandıracağız. |
7 |
|
وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناًۜ وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tekrar tekrar tavsiye ettik, emrettik. Eğer onlar seni, lehinde ilmî bir delil olmayan bir şeyi, ilâhlığımda, otoritemde, mülkümde, tasarruflarımda bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara boyun eğme. Hesap vermek üzere benim huzuruma getirileceksiniz. Ben de sizi, işlediğiniz amelleri birer birer ortaya koyarak hesaba çekeceğim. |
8 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ İman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenleri, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanları, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanları, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenleri; elbette dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi mü’minler, sâlihler zümresine katacağız. |
9 |
|
وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ İnsanlardan, sözde: 'Allah’a iman ettik' diyen bazıları, Allah’ın dini uğrunda, eziyete maruz kaldığı zaman, insanların işkencesini, baskısını, zulmünü, Allah’ın azâbına denk tutar. Halbuki Rabbinden bir yardım, bir zafer gelecek olsa: 'Doğrusu, biz de sizinle beraberdik' derler. İyi de, insanların gönüllerindekini en iyi bilen Allah değil midir? |
10 |
|
وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ Allah, elbette kendisine gönülden iman edenleri de bilir; müslüman görünerek İslâm’a karşı gizli eylem planları ve eylem yapan münafıkları, ikiyüzlüleri de bilir. |
11 |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar edenler, küfre saplananlar, iman edenlere: 'Bizim yolumuzu, bizim hayat tarzımızı benimseyin, sizin günahlarınızı biz yüklenelim.' derler. Halbuki onlar, hiçbir şekilde, mü’minlerin günahlarını yüklenecek değiller. Belli ki onlar, kesinlikle yalan söylemektedirler. |
12 |
|
وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالاً مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ Elbette kendi ağır yüklerini, veballerini yüklenecekler. Kendi ağır yükleriyle beraber hak yoldan sapmalarına sebep oldukları insanların daha nice ağır yüklerini taşıyacaklar. Kıyamet günü uydurup durdukları yalanlardan sorguya çekilecekler. |
13 |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ Andolsun ki, biz Nûh’u kavmine özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere peygamber olarak gönderdik. O, bin yıldan, elli yıl eksik bir süre onların arasında yaşadı. Sonunda, onlar inkâr, isyan, baskı ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engelleyerek zulümlerini sürdürürken, şirk içinde yaşarken suikast planları hazırlarlarken, tûfan onların işini bitirdi. |
14 |
|
فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ Fakat biz Nûh’u ve gemilerdekileri kurtardık. Bunu âlemlere, insanlara ibret ve uyarı haline getirdik. |
15 |
|
وَاِبْرٰه۪يمَ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ İbrâhim’i de, kavmine peygamber olarak gönderdik. Hani kavmine: 'Allah’ı ilâh tanıyın, candan müslümanlar olarak Allah’a bağlanın, saygıyla Allah’a kulluk ve ibadet edin, O’na sığının, emirlerine yapışın, günahlardan arınıp, azaptan korunun. Eğer bilmiş olsanız, bu sizin için daha hayırlıdır.' demişti. |
16 |
|
اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً وَتَخْلُقُونَ اِفْكاًۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقاً فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 'Siz Allah’ı bırakıp, yarattıkları içinden taştan yontularak yapılan heykellere, putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakıp yarattıkları içinden taptıklarınızın size rızık vermeye güçleri yetmez. O halde, Allah’a kulluk ederek rızkı Allah’tan isteyin. O’nu ilâh tanıyın, candan müslümanlar olarak O’na teslim olun, saygıyla O’na kulluk ve ibadet edin, O’nun şeriatına bağlanın, O’na boyun eğin, O’na şükredin. O’nun huzuruna götürülerek hesaba çekileceksiniz.' |
17 |
|
وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ Size tebliğ edilen vahyi yalanlıyorsanız eğer, unutmayın, sizden önceki birçok milletler de kendilerine yapılan dinî tebliği, rasullerini yalanlamışlardı. Peygambere düşen görev, yalnız açıkça tebliğdir. |
18 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ Allah’ın, mahlûkatı başlangıçta nasıl yarattığını, aralıksız yaratmaya devam ettiğini, ölümden sonra tekrar nasıl dirilteceğini görmüyorlar mı, düşünüp anlamıyorlar mı? Bunları yapmak, Allah için çok kolaydır. |
19 |
|
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ 'Yeryüzünde gezip dolaşın. Allah’ın mahlûkatı başlangıçta nasıl yarattığına dikkatlice düşünerek bakın, inceleyin. İşte Allah bundan sonra, aynı şekilde âhiret hayatını, ebedî yurdu da yaratacaktır. Allah’ın her şeye gücü kudreti yeter.' de. |
20 |
|
يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ Allah sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıkları cezalandırır. Sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu varlıklara rahmeti ve merhametiyle muamele de eder. Sadece O’nun huzuruna götürüleceksiniz. |
21 |
|
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟ Siz, yerde ve gökte Allah’ı âciz bırakamazsınız, koyduğu kanunların dışına çıkarak yakanızı kurtaramazsınız. Allah’ın dışında, kulları durumundakilerden size, ne bir koruyucu, ne de bir yardım eden bulunur. |
22 |
|
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ Âyetlerimizi, yaratıcının birliğini gösteren kâinattaki delilleri ve Allah’ın huzurunda hesaba çekilmeyi, mükâfat ve cezayı inkârda ısrar edenler, kafirler, işte onlar, benim rahmetimden ümitvar olmayanlardır. Onlara can yakıp inleten müthiş bir azap vardır. |
23 |
|
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ فَاَنْجٰيهُ اللّٰهُ مِنَ النَّارِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ Allah’ın birliğine, tevhide davetten sonra kavminin İbrâhim’e cevabı, 'Onu öldürün yahut yakın' demelerinden ibaretti. Ama Allah onu ateşten kurtardı. Bunda iman eden bir kavim için Allah’ın varlığını, birliğini gösteren deliller vardır. |
24 |
|
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناًۙ مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۘ وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَۗ İbrâhim onlara: 'Siz, sırf aranızdaki, dünya hayatına has muhabbet uğruna, Allah’ı bırakıp, yarattıkları içinden taştan yontularak yapılan heykelleri put edindiniz. Sonra Kıyamet günü gelip çattığında ise, birbirinizi tanımazlıktan gelecek ve birbirinize lânet okuyacaksınız. Mekânınınz, ateştir, Cehennem’dir. Yardım edeniniz de olmayacaktır.' dedi. |
25 |
|
فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ Bunun üzerine Lût ona itimat edip güvendi. İbrâhim: 'Ben özgürce Allah’a kulluk ve ibadet etmek, güç ve gönül birliği yapacak insanlar bulmak için Rabbimin dilediği yere hicret ediyorum. Kudretli, hikmet sahibi ve hükümran olan O’dur.' dedi. |
26 |
|
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ Biz İbrâhim’e, İshak’ı ve Yâkub’u ihsan ettik. Peygamberliği ve kitapları onun soyundan gelenlere vermeyi planladık. Ona dünyada mükâfatını verdik. O, âhirette, ebedî yurtta da dindar, ahlâklı, hayır-hasenat sahibi mü’minlerden, sâlihler zümresindendir. |
27 |
|
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ Lût’u da özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere kavmine peygamber olarak gönderdik. Hani kavmine: 'Siz, daha önce, hiçbir milletin yapmadığı en büyük günahı, ayıbı, hayasızlığı yapıyorsunuz, sapık ilişkilerde bulunuyorsunuz' demişti. |
28 |
|
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ 'Siz, helâl yoldan karşı cinsle meşrû ilişkiyi bırakıp, ille de, erkeklere yaklaşacak, soygun yapmak, erkeklere tecavüz etmek, adam öldürmek için yol kesecek, toplantılarınızda aklın ve şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği sapık ilişkilerde bulunacak ve hayasızlık mı yapacaksınız?' dedi. Kavminin Lût’a cevabı: 'İddialarında, tehdit ettiğin konuda doğru isen, Allah’ın azâbını getir bize' demelerinden ibaretti. |
29 |
|
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟ Lût: 'Rabbim, bozguncu bir kavme, fesat çıkaranlara karşı bana yardım et' dedi. |
30 |
|
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُـنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ Elçilerimiz, melekler İbrâhim’e iki oğul ihsan edeceğimize dair müjdeyi getirdiklerinde: 'Biz şu memleketin halkını helâk edeceğiz. O memleket halkı günahkâr, âsi, inkârda ısrar eden zalim kimselerdir.' dediler. |
31 |
|
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ İbrâhim: 'Orada Lût da var' dedi. Melekler: 'Biz orada kimlerin olduğunu çok iyi biliyoruz. Onu ve ailesini, mü’minleri elbette kurtaracağız. Yalnız karısı, geride kalanlar, cezaya çarptırılanlar arasında olacak.' dediler. |
32 |
|
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ Elçilerimiz, melekler Lût’a gelince, Lût onlarla ilgili endişeye kapılıp kötülendi. Kavmini misafirlerinden uzaklaştırmakta zorlandı. Melekler Lût’a: 'Korkma, üzülme. Seni ve aileni, mü’minleri kurtaracağız. Yalnız karın, geride kalanlardan, cezaya çarptırılanlardan olacak.' dediler. |
33 |
|
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ 'Boylarınca günaha, isyana, küfre batmaları, doğru ve mantıklı düşünmeyi terkleri sebebiyle, bu ülkenin halkının üzerine gökten feci bir azap, yağmur gibi taş indireceğiz.' |
34 |
|
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ Andolsun biz, ilimle ve tecrübeyle gelişmeye devam eden aklını faydalı kullanabilen toplumlar için ikazlar, birçok sosyal konunun çözümü için işaretler bıraktık. |
35 |
|
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ Medyen’e de özgürce sorumluluklarını yerine getirmek üzere, kardeşleri Şuayb’ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb: 'Allah’ı ilâh tanıyın, candan müslümanlar olarak Allah’a bağlanın, saygıyla Allah’a kulluk ve ibadet edin. Âhiret gününe, ilâhî himayeye mazhar olma ümidiyle hazırlık yapın. Ülkede, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmakta, küfürde ileri gitmeyin.' dedi. |
36 |
|
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ Onu da yalanladılar. Onların işini şiddetli bir gürleme halinde âni bir sarsıntı bitirdi. Sabahleyin, yurtlarında yere çarpılarak çakılıp kalanlar oldular. |
37 |
|
وَعَاداً وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ Âd ve Semûd kavimlerini de helâk ettik. Oturdukları yurtlarından, onların başına neler geldiğini anlamışsınızdır. Şeytan, şeytan tıynetli ahlâksız azgınlar, şeytanî güçler onlara yaptıkları işleri süsleyip güzel göstermişti. Onları doğru yoldan, İslâmî hayatı yaşamaktan alıkoymuş, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engellemişti. Oysa onlar da, hakkı bâtıldan ayırıp görebilecek, anlayabilecek durumdaydılar. |
38 |
|
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun Mûsâ onlara apaçık deliller, mucizelerle gelmişti. Onlar ülkede, yeryüzünde büyüklük taslamışlar ve zorbalık ve diktatörlük ederek iktidarda kalmışlardı. Halbuki onlar da azâbımızdan kurtulacak değillerdi. |
39 |
|
فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ Onlardan her birini, günahları sebebiyle cezalandırdık. Bir kısmının üzerine görevli, taş savuran rüzgârlar estirdik. Bir kısımın işini şiddetli bir gürleme halinde âni bir darbe bitirdi. Bir kısmını yerin dibine batırdık. Bir kısmını da boğduk. Allah onlara zulmetmiş olmadı. Fakat onlar birbirlerine zulmetmeyi, baskı, zulüm ve işkence ile temel hak ve hürriyetleri, Allah yolunu, Allah yolundaki faaliyetleri engellemeyi, kendilerine yazık etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdi. |
40 |
|
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ Allah’ı bırakıp, kulları durumundakilerden koruyucular, otoriteler edinenlerin durumu, dişi örümceğe sığınanların durumuna benzer. Dişi örümcek bir yuva yapar, bir aile kurar. Evlerin en çürüğü, tehlikeye en açık olanı, ailelerin en çok sıkıntı çekeni, dişi örümceğin evi ve ailesidir. Keşke, anlayabilselerdi. |
41 |
|
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ Allah, onların, kendisini bırakıp, kulları durumundakilerden taptıkları, yalvardıkları şeyleri bilir. Kudretli, hikmet sahibi ve hükümran olan O’dur. |
42 |
|
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُـهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ İşte biz, insanların iyiliği, kurtuluşu için dini hakikatların delillerini, gerekçelerini, insani ve ahlaki değerlerin zaruretlerini böyle misallerle anlatıyoruz. Bunları, yalnızca âlimler düşünüp anlayabilir. |
43 |
|
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟ Allah gökleri ve yeri, haklı bir gerekçe ile, hikmete dayalı, hesaplı bir düzen içinde yarattı. Bunda, mü’minler için Allah’ın birliğini, kudretini gösteren işaretler vardır. |
44 |
|
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ Sana vahyedilen kitaptan bölüm bölüm oku, ilgili ayetlerini uygula. Namazı adâbına riayet ederek aksatmadan âşikâre kıl. Namaz, meşru olmayan şehevî fiilerden, gayri meşru ilişkilerden, zinadan, haddi aşmaktan, cimrilikten, ahlâksızlıktan ve şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeylerden, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yapmaktan insanı alıkoyar. Allah’ı zikir, namaz, Allah’ın övünç kaynağı kelamını okumak, Allah’ın dinini tebliğ elbette en büyük ibadettir. Allah’ın kullarına lütfuyla ilgisi ise en büyük mazhariyettir. Allah hile ile kurduğunuz düzenleri, tuzakları ve ilişkileri biliyor. |
45 |
|
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ İçlerinden zulmedenler, İslâm’ın gelişmesinin, müslümanların ilerlemesinin önünü kesme planları yapanlar ve uygulayanlar, haksızlık edenler, şirke girenler bir yana, ehl-i kitaptan ehl-i tevhid olanlarla yalnızca en güzel metodu, en güzel usulü kullanarak mücadele edin. 'Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim Tanrımız, sizin Tanrınız birdir. Biz O’na teslim olan, İslâm’ı yaşayan müslümanlarız.' deyin. |
46 |
|
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ Önceki peygamberlere indirdiğimiz kitaplar gibi, sana da bu kitabı, Kur’ân’ı indirdik. Kendilerine verdiğimiz kutsal kitapların hükmünce amel edenler Kur’ân’a iman ediyorlar. Şu kabilelerden de, Kur’ân’a iman eden ve edecek olan birçok kimse var. Âyetlerimizi, Kur’ân’ımızı ve ilkelerimizi ancak kâfirler, nankörler bile bile inkâr ederler. |
47 |
|
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذاً لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ Sen Kur’ân indirilmeden önce, ne kitaptan okumayı bilirdin, ne de sağ elinle yazı yazabilirdin. Eğer öyle olsaydı, bâtıl yolda gidenler, bâtılın hâkimiyetini temin için hakkı baskı altında tutan güç ve iktidar sahipleri elbette kuşku duyarlardı. |
48 |
|
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ Aksine! Kur’ân, kendilerine ilim verilen, sorumluluk sahibi ilim adamlarının gönüllerine nüfuz eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak inkârda, isyanda ısrar edenler, menfaatlerine düşkün güç ve iktidar sahibi zâlimler bile bile inkâr ederler. |
49 |
|
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّـمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ 'Ona, Rabbinden maddî mûcizeler gelmeli, değil miydi?' dediler. 'Mûcizeler, ancak Allah katındadır. Ben ise, sorumluluk hesap ve cezanın varlığını açıklayan, apaçık bir uyarıcıyım' de. |
50 |
|
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ Sana indirdiğimiz, kendilerine okunmakta olan kitap, Kur’ân onlara yetmiyor mu? Elbette iman eden bir kavim için Kuran’da rahmet, öğüt ve ibretler vardır. |
51 |
|
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يداًۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ 'Benimle sizin aranızdaki konularda, benim hak peygamber olduğum konusunda şâhit olarak Allah yeter. O, göklerdekileri ve yerdekileri bilir. Bâtıla inanıp, Allah’ı inkârda ısrar edenler, işte ziyana uğrayacak olanlar onlardır.' de. |
52 |
|
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ Senden, küstahça azâbı çabucak getirmeni istiyorlar. Eğer tayin edilmiş bir vâde olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı. Onlar farkında olmadan elbette ansızın gelecektir. |
53 |
|
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ Evet senden küstahça âcilen dünyada kendilerini cezalandırmanı istiyorlar. Şüpheleri olmasın, Cehennem kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek örtbas edip inkârda ısrar eden kâfirleri abluka altına almıştır. |
54 |
|
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ Azâbın, onları üstlerinden ve ayaklarının altından saracağı gün, Allah onlara: 'İşlemeye devam ettiğiniz amellerinizin cezasını tadın' diyecektir. |
55 |
|
يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ Ey iman eden, beni ilâh tanıyan, candan müslümanlar olarak benim şeriatıma bağlanan, bana boyun eğen, saygılı kullarım. Şüphesiz benim arzım, benim ülkem, bana ait olan yeryüzü geniştir. Hicret ederek güç ve gönül birliği yapıp, hürriyetlerinize ve devletinize sahip çıkın. Baskılara boyun eğmeyin, yalnız bana kulluk ve ibadet edin, yalnızca benim şeriatına bağlanın, bana boyun eğin. |
56 |
|
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ Her canlı, her nefis ölümü tadacaktır. Sonunda bizim huzurumuza getirilerek hesaba çekileceksiniz. |
57 |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ İman ederek, hâlis niyet ve amaçlarla, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirenleri, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlayanları, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olanları, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işleyenleri, altından ırmaklar akan, içinde ebedî yaşayacakları Cennet konaklarına, köşklerine elbette yerleştireceğiz. Böyle sorumluluğunu bilerek amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir. |
58 |
|
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ Onlar sabrederek mücadeleye devam eden kimselerdir. Yalnız Rablerine dayanıp güvenirler, işlerini Rablerine havale ederler. |
59 |
|
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ Rızkını, yiyeceğini depolamayan, yanında taşımayan nice canlı var. Onların da, sizin de rızkınızı Allah veriyor. Hakkıyla işiten, hakkıyla bilen O’dur. |
60 |
|
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ Andolsun ki, onlara: 'Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı emrine, kurduğu düzene boyun eğdiren kimdir?' diye sorsan, kesinlikle: 'Allah’tır' diyecekler. O halde nasıl haktan, Allah’ın birliğini tasdikten ayrılıp, bâtıla döndürülüyorsunuz?' |
61 |
|
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ Allah, sünnetine, düzeninin yasalarına uygun olarak, iradesinin tecellisine tâbi, akıllı ve sorumlu kullarından bazılarına rızkı bol bol verir, bazılarına da ölçüyle, kısarak verir. Kesinlekle her şey Allah’ın ilmi, planı, iradesi dâhilindedir. |
62 |
|
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟ Andolsun ki, onlara: 'Gökten su indiren, o suyla, ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah’tır' diyecekler. 'Allah’a hamdolsun' de. Fakat onların çoğu söyledikleri söz üzerinde düşünmezler. |
63 |
|
وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَهْوٌ وَلَعِبٌۜ وَاِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِيَ الْحَيَوَانُۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ Bu dünya hayatı, kesinlikle bir eğlence, bir oyundur. Âhiret yurdundaki hayat ise, bütün canlılığıyla devam eden sonsuz, asıl hayattır. Keşke bilmiş olsalardı. |
64 |
|
فَاِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَۙ Gemilere bindikleri zaman, Allah’ın dinini ve düzenini içtenlikle benimseyerek, samimi davranıp Allah’a dua ederler. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir de bakarsın ki, ilâhlığında, otoritesinde, mülkünde, tasarruflarında Allah’a ortak koşuyorlar. |
65 |
|
لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۙ وَلِيَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ Kendilerine ihsan ettiklerimize karşılık bize nankörlük etsinler, sefa sürsünler bakalım! Ama yakında âkıbetlerinin nasıl olduğunu öğrenecekler. |
66 |
|
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا حَرَماً اٰمِناً وَيُتَخَطَّفُ النَّاسُ مِنْ حَوْلِهِمْۜ اَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَةِ اللّٰهِ يَكْفُرُونَ Çevrelerinde insanlar, saldırıya uğrarken, kaçırılırken, kapıp götürülürken bizim Mekke’yi kutsal, güvenli bir yer haline getirdiğimizi görmüyorlar mı? Hâlâ bâtıla inanıp Allah’ın nimetlerine ilâhî düzene, şeriatın getirdiklerine karşı çıkarak nankörlük mü ediyorlar? |
67 |
|
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً اَوْ كَذَّبَ بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْكَافِر۪ينَ Allah adına yalan uydurandan veya kendisine gerekçeli, hikmete dayalı toplumda hakça düzeni gerçekleştirecek hak kitap Kur’ân, Allah’ın Rasulü, Rasulünün sünneti geldiğinde, hakkı, doğruları getiren Kur’ân ve sünneti yalanlayandan daha zâlim kimdir? Kulluk sözleşmesindeki ortak taahhütlerini, Allah’a iman, kulluk ve sorumluluk bilincini şuur altına iterek ört-bas edip inkârda ısrar eden kâfirlere Cehennem’de devamlı ikamet yeri mi yok? |
68 |
|
وَالَّذ۪ينَ جَاهَدُوا ف۪ينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَاۜ وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِن۪ينَ Hayatlarını ortaya koyarak, konuşarak, yazarak, hesapsız servet harcayarak, uğrumuzda cihad edenleri, gayret gösterenleri, bizim ortaya koyduğumuz hayatı yaşarlarken elbette önlerini aydınlatacağız, başarıya ulaştıracağız. Emin olun ki, Allah, iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatlarına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan, hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yapan müslüman önderlerle, askerî erkânla, idarecilerle, müslümanlarla beraberdir. |
69 |