|
بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla |
|
|
عَبَسَ وَتَوَلّٰىۙ (1-2) Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. |
1 |
|
اَنْ جَٓاءَهُ الْاَعْمٰىۜ (1-2) Kendisine o âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü. |
2 |
|
وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّهُ يَزَّكّٰىۙ (Ey Muhammed!) Ne bilirsin, belki de o arınacak, |
3 |
|
اَوْ يَذَّكَّرُ فَتَنْفَعَهُ الذِّكْرٰىۜ Yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. |
4 |
|
اَمَّا مَنِ اسْتَغْنٰىۙ Kendini muhtaç hissetmeyene gelince; |
5 |
|
فَاَنْتَ لَهُ تَصَدّٰىۜ Sen, ona yöneliyorsun. |
6 |
|
وَمَا عَلَيْكَ اَلَّا يَزَّكّٰىۜ (İstemiyorsa) onun arınmamasından sana ne! |
7 |
|
وَاَمَّا مَنْ جَٓاءَكَ يَسْعٰىۙ (8-10) Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. |
8 |
|
وَهُوَ يَخْشٰىۙ (8-10) Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. |
9 |
|
فَاَنْتَ عَنْهُ تَلَهّٰىۚ (8-10) Allah’a karşı derin bir saygıyla korku içinde koşarak sana geleni ise bırakıp, ona aldırmıyorsun. |
10 |
|
كَلَّٓا اِنَّهَا تَذْكِرَةٌۚ Hayır, böyle yapma! Çünkü bu (Kur’an) bir öğüttür. |
11 |
|
فَمَنْ شَٓاءَ ذَكَرَهُۢ Dileyen ondan öğüt alır. |
12 |
|
ف۪ي صُحُفٍ مُكَرَّمَةٍۙ (13-16) O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. |
13 |
|
مَرْفُوعَةٍ مُطَهَّرَةٍۙ (13-16) O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. |
14 |
|
بِاَيْد۪ي سَفَرَةٍۙ (13-16) O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. |
15 |
|
كِرَامٍ بَرَرَةٍۜ (13-16) O, şerefli ve sâdık yazıcı meleklerin elindeki yüksek, tertemiz ve çok değerli sahifelerdedir. |
16 |
|
قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o! |
17 |
|
مِنْ اَيِّ شَيْءٍ خَلَقَهُۜ Allah, onu hangi şeyden yarattı? |
18 |
|
مِنْ نُطْفَةٍۜ خَلَقَهُ فَقَدَّرَهُۙ Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi. |
19 |
|
ثُمَّ السَّب۪يلَ يَسَّرَهُۙ Sonra ona yolu kolaylaştırdı. |
20 |
|
ثُمَّ اَمَاتَهُ فَاَقْبَرَهُۙ Sonra onu öldürdü ve kabre koydu. |
21 |
|
ثُمَّ اِذَا شَٓاءَ اَنْشَرَهُۜ Sonra, dilediği vakit onu diriltir. |
22 |
|
كَلَّا لَمَّا يَقْضِ مَٓا اَمَرَهُۜ Hayır, hayır o, Allah’ın kendisine emrettiğini yerine getirmedi. (İman etmedi.) |
23 |
|
فَلْيَنْظُرِ الْاِنْسَانُ اِلٰى طَعَامِه۪ۙ Her şeyden önce insan, yediği yemeğine bir baksın! |
24 |
|
اَنَّا صَبَبْنَا الْمَٓاءَ صَباًّۙ Gerçekten biz, yağmuru bol bol yağdırdık. |
25 |
|
ثُمَّ شَقَقْنَا الْاَرْضَ شَقاًّۙ Sonra toprağı, iyiden iyiye yardık! |
26 |
|
فَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا حَباًّۙ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
27 |
|
وَعِنَباً وَقَضْباًۙ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
28 |
|
وَزَيْتُوناً وَنَخْلاًۙ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
29 |
|
وَحَدَٓائِقَ غُلْباًۙ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
30 |
|
وَفَاكِهَةً وَاَباًّۙ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
31 |
|
مَتَاعاً لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ (27-32) Böylece sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için orada taneler, üzümler, yoncalar, zeytinler, hurmalıklar, sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve otlaklar ortaya çıkardık. |
32 |
|
فَاِذَا جَٓاءَتِ الصَّٓاخَّةُۘ (33-37) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. |
33 |
|
يَوْمَ يَفِرُّ الْمَرْءُ مِنْ اَخ۪يهِۙ (33-37) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. |
34 |
|
وَاُمِّه۪ وَاَب۪يهِۙ (33-37) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. |
35 |
|
وَصَاحِبَتِه۪ وَبَن۪يهِۜ (33-37) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. |
36 |
|
لِكُلِّ امْرِئٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْن۪يهِۜ (33-37) Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır. |
37 |
|
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ مُسْفِرَةٌۙ O gün birtakım yüzler vardır ki pırıl pırıl parlarlar, |
38 |
|
ضَاحِكَةٌ مُسْتَبْشِرَةٌۚ Gülerler, sevinirler. |
39 |
|
وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ عَلَيْهَا غَبَرَةٌۙ O gün nice yüzler de vardır ki, toz toprak içindedirler. |
40 |
|
تَرْهَقُهَا قَتَرَةٌۜ Onları bir siyahlık bürür. |
41 |
|
اُو۬لٰٓئِكَ هُـمُ الْكَفَرَةُ الْفَجَرَةُ İşte onlar, kâfirlerdir, günaha dalanlardır. |
42 |